Günümüzde batı düşüncesinde genel kanı; gerçekliğin tahakküm için, bilgi aleti kullanılarak inşaa edildiğidir. Bu süreçte bilim, sanat meşruiyet sağlar. Bu kitapta gerçeklikle kurulan bu ilişkiye (fenomenalizm, idealizm, relativizm, şüphecilik, nominalizm) bir cevap olarak Markus Gabriel’in anlam alanları ontolojisi aracılığıyla yeni realizm temellendirilmiştir.
Realizm temelde; “şeyler vardır (gerçeklik), bunların varlığı biliçten/dilden/düşünceden bağımsızdır ve bu şeylere dair bilgi edinmek mümkündür” der. Realizm bir yandan şüpheciliği anlaşılır kılar. Doğruluk, ifadelerin gerçeklik ile mutabakatından oluşur. Gerçeklik hiçbir zaman bir bütün olarak tezahür etmez. Bilgiden kasıt tesadüfi olmayan gerekçelendirilmiş doğru inançlardır. Bahsedilen nesne türleri de düşünülebilen herşeyi kapsar (paradoksal olarak düşünülemeyen birşey var mıdır diye sorulabilir): görülebilen maddi, gözlemlenemeyen atomaltı, kavramsal, matematiksel nesneler, külli kavramlar, türler, değerler, zihni durumlar vs.
Bu görüşün karşısında Descartes, Kant ve Nietszche ile şekillenen: “insan kendi bilinci ile direk irtibattayken çevreyle ve dış gerçeklikle ilişki dolaylıdır” fikri vardır. Bu düşünsel ve duyusal dolayımsallık tüm gerçekliği zihne bağlı bir biçimde zuhur ettirmektedir. Özetle, gerçeklik inşaa edilir. Olgular yoktur ancak yorumlar vardır. Öte yandan aydınlanma sürecinde bu “inşaa edilen” gerçeklik sekülerleştirilmiş bir tanrı muamelesi görmüş ve modernite epistemolojisine eleştiriye zemin olmuştur. Felsefi realizm ve gerçekliğe olan inanç bizim müdahele yetilerimizi sınırlayan, bölünme ve çatışmayı teşvik eden bir yanılgı olarak görülmektedir. Bu eleştiri ileri götürülerek mitos ve logos arasındaki farkın muğlaklaşması üzerinden post-modernitenin temel tezlerini besler.
Bu ikilemde realizmi sarsan ana gelişmeler: izafiyet teorisi, matematiksel paradokslar, irrasyonel bilinç (freud), tamamlanamazlık teoremi (Godel), kuantum mekaniği, bilim felsefesinin eleştirileri (Kuhn, Fayerabend) ve tuz biber eken Sokal hadisesidir. Ama realizme ihtiyaç vardır çünkü hakikatten vazgeçtiğimizde güç sahiplerine karşı doğruyu söyleyemez hale geliriz. Asıl tehlike; gerçeklik olarak maskelenmiş ideolojik söylemden öte, haksız yere ideolojik argüman olarak görünen olgu/gerçekliklere haddinden fazla güvensizliktir.
Gabriel’in ontolojisinden aklımda kalan ana noktaları özetlersem:
- Bir felsefi iddianın doğruluğu için mutlak bir zorunluluğun beklentisi yanlıştır. İnsan hiçbir zaman bütün bakış açılarını hesaba katarak felsefi bir teori üretemez (hep eksik perspektif kalır). Önemli olan kapsamlı ve tutarlı olmasıdır.
- Nesne: doğru ya da yanlış olabilecek önermelere konu olan herşeydir (farazi şeyler dahil). Nesneler arasında ontolojik bir hiyerarşi yoktur ve bütün nesneler mantıksal mekan işgal etmektedir (Nesnelere bir cevher adletmemiştir). Nesnelerin asli ve ortak özellikleri olmakla birlikte farklı yönleri ile ayrılırlar. Diğer bir deyişle fark olmadan bir şey olmaz – belirleme değillemedir.
- Olgu birşey hakkında doğru olandır. Nesneler olgulardan bağımsız bir gerçekliğe sahip değildir. (Gabriel bir olgu temelli ontoloji sunmaktadır.) Hakikat ve doğruluk olgular ile irtibatlıdır ve insandan bağımsızdır. Olgular ve nesneler muhteliftir, indirgemeci yaklaşmamak gerekir. Yanlış düşüncem olsa da onu düşünmem bir olgudur ve yanlış olduğu doğrudur. Olguların varlığı insana bağlıdır ve idrakı da bir olgudur. Bu insana bağlılık olgunun gerçekliğine zarar vermez. Her ne zaman olgular izafileştirilmeye çalışırsa o zaman bu göreceliği önceleyen ve izafi olmayan olguların kabul edilmesi gerekmektedir. Herşey bir yanılgı iddia edilse bile yanılabilmenin ön şartı yanılgının doğru bir olgu olmasıdır.
- Var Olmak bir anlam alanında zuhur etmektir: Şeyler salt olarak varolmaz, şu ya da bu olarak vardır. Yani bir anlamı (vecih,cihet) referans almadan hiçbir nesne tezahür edemez. Sonluluk nesnel bilginin imkan şartıdır. Özdeşlik, doğruluk, varlık/yokluk gibi karşılaştırmalar bir anlam alanı bağlamında anlaşılır. Nesneler aynı anda birçok (sonsuz) anlam alanında zuhur eder. Anlam alanı bir arkafon gibi düşünülebilir. Ontolojik bir birimdir. Gabriel varlığı nesnenin asli bir özelliği olarak değil, alanların bir özelliği olarak; diğer bir ifade ile alan ile nesne arasındaki bir izafet olarak görür. (Kant: varlık gerçek bir yüklem değildir) burada varlığın rölativitesi gibi görünen şey aslında ontolojik bir rölativite olarak değerlendirilmektedir (gözlemciye içkin değil anlam alanı ve nesne arası ilişki sonucu varlık çokludur).
- Temelde ortak bir anlam alanı veya anlam alanlarının genel bir yapısı yoktur. Alanların sayısı tecrubi bilimlerin verebileceği birşeydir. İnsani varoluş veya hayat sınırsız anlam alanlarında bir seyahat olarak değerlendirilebilir. Hiçbir anlam alanı metafiziksel olarak imtiyazlı değildir. Anlam alanları keyfi değildir ama tanımlayıcı kriterleri belirtilmemiştir.
- Metafizik; mutlak bütünlüğün veya herşeyi kuşatan özün (varsa) teorisidir. Hiçbir yerden bakış (view from nowhere), hiçbir zamandan bakış (view from nowhen), izleyicisiz dünya ya da tanrının bakış açısı gibi de konumlayanlar olmuştur. Herşeyi kuşatan bir anlam alanı olmadığından Gabriel metafiziksel bir nihilizmi savunur. Dünya (metafiziksel world-view) yoktur demektedir. Herşeyi çevreleyen tek bir şey dışında herşey vardır.
Sonuçta realizme dönüş emelindeki bu ontoloji bana: varlık kavramındaki rölativiteyi kabul eden, fakat bunu gözlemciden alıp nesne ve anlam alanına taşıyan, bu sayede gerçeklik kavramını gözlemciden bağımsız bir hale büründürmeye çalışan bir perspektif olarak göründü.