Habermas moderniteyi henüz gerçekleştirilmemiş potansiyellere sahip “tamamlanmamış bir proje” olarak görür. Bu nedenle postmodern bir dünyadan söz etmek için henüz çok erken olduğunu savunur.
KAMUSALLIĞIN YAPISAL DÖNÜŞÜMÜ
Habermas’a göre vatandaşların muhakemeye ve müzakereye dayalı görüşlerinin iletilmesini sağlayan, devlet ile toplum arasında aracılık yapan bir kamunun oluşumu demokrasinin gelişimi bakımından son derece önemlidir.
Ona göre kamusallık, 18. yüzyılda Avrupa’da bir burjuva kamusallığı olarak ortaya çıktı. Günümüzde kültür endüstrisinin kitle iletişim araçlarınca kamusal olarak yayılan mesajlar; alıcı konumundaki dinleyen, seyreden ancak konuşma ve karşı çıkma şansı olmayan kitleleri pasif tüketicilere dönüştürür. Bu kitle kolayca yönlendirilebilen, öngörülebilen ve manipüle edilebilen bir kamuoyu hâline dönüşür.
BİLGİ VE İNSANSAL İLGİLER
Habermas pozitif bilimin, bilgi formlarından yalnızca biri olduğunu ve de yeterli bir bilgi teorisinin çeşitli bilgi formlarını tanıması gerektiğini savunur. Bu bağlamda Habermas objektif düzeyde mevcut olduğunu düşündüğü bilgi ile daha sübjektif bir fenomen olduğunu düşündüğü insan ilgileri/çıkarları arasındaki ilişkileri diyalektik bir yaklaşımla çözümlemeye çalışır
Bu çözümlemede Habermas üç tür bilgi formu ayırt eder:
- Klasik pozitivizmde görülen empirik-analitik (araçsal) bilgi olup bu bilgi türünün arkasında yatan temel bilişsel ilgi/çıkar çevreye, insanlara ve genel olarak toplumlara uygulanabilen teknik kontroldür. Habermas bilimciliğin çağdaş toplumda, -karar vericilik (decisionism) dediği-, siyasal karar alma süreçlerinde bozulmaya yol açtığını savunur
- Tarihsel-hermeneutik/yorumbilgisel (iletişimsel) bilgi veya daha kısaca hümanistik bilgi. Bu bilgi türünün temel ilgisi dünyayı anlamaktır. Habermas’a göre hümanistik bilgi ne baskıcı ne de özgürleştirici bir ilgiye/çıkara sahip değildir
- Eleştirel bilgi: Diğer iki bilgi sisteminden farklı olarak eleştirel bilgi, temel olarak ezilenlerin özgürlüğü/kurtuluşu ile ilgilidir ve tahakküm (domination) olarak tanımlanabilecek bir eylem ya da deneyim alanı ile ilişkilidir.
Habermas’ın çalışmalarında bu üç temel teknik, pratik ve kurtarıcı ilgiler sırasıyla doğa bilimlerinin, sosyal bilimlerin ve eleştirel teorinin özgürleştirici /kurtarıcı siyasetinin gelişimini ve şekillenişini mümkün kılar
TOPLUMSAL EYLEM VE TOPLUMSAL SİSTEM KAVRAMLARI
Toplumsal evrim; dil (ya da sembolik temsil), araçsal eylem (emek ile ilişkili) ve iletişimsel eylem (etkileşimle ilişkili) olmak üzere üç boyutlu karmaşık bir süreç olarak çözümlenir.
Habermas çalışmalarında Marx’ın başlama noktası olan “duyumsal insan etkinliği” kavramından hareket eder. Ancak ona göre Marx, sosyal/sembolik etkileşimi (ya da iletişimsel eylemi) göz ardı edip onu çalışma/emek (ya da amaçsal-rasyonel eylem) kategorisine indirgemiştir. Kendisi de çalışmalarında daha çok sosyal/sembolik etkileşime ağırlık verir ve insan olmanın en belirgin özelliği olarak nitelediği iletişimsel eylemi tüm sosyal ve kültürel hayatın temeli olarak görür
Habermas tahakküme bağlı olarak ortaya çıktığını düşündüğü sistematik olarak çarpıtılmış iletişimin eleştirel analizi ile ilgilenir. Sistematik olarak çarpıtılmış iletişimin en önemli ideolojik sonuçlarından biri eşitsizliklerin algılanması, konuşulması ve de eleştirilmesi gibi konularda insanlar üzerinde engelleyici ve köreltici etkilere sahip olmasıdır.
Habermas’a göre ideal konuşma durumuna ulaşmanın en önemli koşulu söyleme katılanlar arasında güç dengesizliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu kuramının güçlü, ahlaki boyutlar içerdiği de açıktır.
Habermas rasyonelleşmenin modern dünya üzerindeki etkileri konusunda Weber’den etkilenir ancak temel sorunun genel anlamdaki rasyonelleşmeden ziyade toplumsal yaşam üzerinde teknik kontrol oluşturan araçsal rasyonelleşmeden kaynaklandığını düşünür. İletişimsel eylemin rasyonelleşmesini ise araçsal rasyonelleşme probleminin panzehiri olarak görür. Bir başka ifadeyle, iletişimsel eylemin rasyonelleşmesi iletişimin önündeki engelleri kaldıracağından bir anlamda özgürleşmenin de kendisidir.
MEŞRUİYET KRİZİ
Bu çalışma devletin önemli bir role sahip olduğu “örgütlü” ya da geç kapitalizmde meşruiyet (meşru güç, otorite) sorunuyla ilgilidir.
Günümüzün kapitalizmi devletin hem ekonomik hem de diğer alanlarda önemli bir rol oynadığı ve gücünü artırdığı örgütlü bir kapitalizmdir. Ona göre her ne kadar günümüz kapitalizmi hala emek ve sermaye sınıflarına bölünmüş ve sermaye sahibinin çıkarına göre işliyor olsa da artık ne proleterya devrimin müjdecisi ne de sınıf mücadelesi ana gerilimin kaynağı değildir.
Bu sefer sistem kendi meşruiyetini tehdit eden farklı nitelikte krizlerle karşı karşıyadır. Bunlar: ekonomik krizler, rasyonalite krizleri, meşruiyet krizleri ve motivasyon krizleridir.
Örneğin, devlet arz-talep dengesine göre işleyen piyasa ekonomisinde ortaya çıkan bir kriz esnasında batık sanayi kuruluşlarını borçlanarak kurtarabilir. Devlet ekonomik krizde işverenleri kurtarmayı tercih etmiş görüneceğinden ve icabında mali kriz nedeniyle sosyal güvenlik ve benzeri için ayırdığı harcamaları da kısacağından ayrıca bir meşruiyet krizine yol açabilecektir. Devletin politik açıdan taraf tutmuş görünmesi halkın ona olan güveninin sarsılmasına ve meşruiyetinin sorgulanmasına, bu da akabinde Habermas’ın motivasyon dediği krizin oluşumuna yol açabilir.
Sonuç olarak Habermas’a göre, geç kapitalist toplumlarda meşruiyet esas olarak ideolojik kontrole, devletin ve (medya gibi) kültürel aygıtların insan kitlelerini mevcut sistemin adil, dürüst, rasyonel ve dolayısıyla meşru olduğuna ikna yeteneklerine bağlıdır.
İLETİŞİMSEL EYLEM KURAMI: SİSTEM VE YAŞANTI-DÜNYASI
1981 tarihli İletişimsel Eylem Kuramındaki bazı temel kavramları açarsak:
- Amaçsal-rasyonel eylem: başarıya yönlenmiş “katılan aktörlerin eylem planlarının benmerkezci şekilde” koordine ettiği bir eylem. Bu eylem toplumun kendini yeniden üretme kapasitesini artırır, çevresiyle ilgili faaliyetlerini yönlendirir, sürekliliğine katkıda bulunur.
- İletişimsel eylemi ise anlaşmaya yönlenmiş bir eylem tipidir.
Habermas’ın çalışmalarında merkezî bir öneme sahip olan iletişimsel eylemler yaşantı-dünyası diye tanımladığı sosyokültürel bir toplumsal yaşam alanında gerçekleşir. Stratejik amaçsal eylemler ise sistem adını verdiği (ekonomik ve siyasal sistemden oluşan) toplumsal alanda gerçekleşir.
Habermas, topluma katılımcıların iç perspektifinden bakar ve onu iletişimsel eylem sürecinde oluşturulan bir “yaşantı-dünyası” olarak kavrar. Bu açıdan da sosyal teorinin temel görevini toplumsal eylemlerin öznel anlamları ile ilgilenmek olarak görür. Bu bağlamda sembolik etkileşimcilik ve fenomenolojik teoriler toplumu üyelerin iç perspektifinden kavrayan yaklaşımlar olarak kabul edilirler.
Yaşantı-dünyası (lifeworld), toplumun sıradan üyelerinin gündelik yaşamda etkileşime girmek ve nihayetinde ortak bir anlayışa ulaşmak amacıyla kullandıkları bilgi, beceri ve yetenekler stoku olarak tanımlanabilir.
Günümüzde kapitalist ekonomilerin insan özgürlüğü üzerindeki sınırlayıcı etkilerine yönelik kaygıları paylaşmakla birlikte; Habermas insanların yetenekli olduklarını ve toplumun halen ve ancak insanların gündelik yaşamdaki eylemleri tarafından yeniden üretilebileceğini ve bunu görmeyen bir sosyal teorinin de her zaman eksik kalacağını savunur.
Habermas’a göre toplumu oluşturan sistem ile yaşantı-dünyası geçmiş dönemlerde iç-içe geçmişken toplumsal evrim sürecinde giderek birbirlerinden farklılaşmış ve nihayetinde günümüzde birbirlerinden ayrılmıştır.
Sistemin yapısal mekanizmaları güçlendikçe özellikle güç ve para temelinde işleyen siyasal ve ekonomik sistemlerin yaşantı-dünyası üzerindeki güç ve denetimi giderek artar ve nihayetinde yaşantı-dünyasını kontrol etmeye başlarlar. Habermas, sistemin yaşantı-dünyasına müdahalesini ve denetimini de yaşantı-dünyasının kolonileşmesi olarak kavrar.
Bu durum toplumun karmaşıklık düzeyinin giderek artması ve dilsel iletişim araçlarına aşırı yüklenilmesi sonucu insanların günlük yaşamda eylemlerini dilsel uzlaşı oluşturarak örgütlemek yerine Habermas’ın “dilden arındırılmış iletişim araçları” dediği para ve güç araçlarını kullanarak örgütlemeleri olarak tanımlanabilir.
Daha açık bir ifadeyle Habermas için yaşantı-dünyasının kolonileşmesi sorunu sistemin amaca ulaşmak için bir araç olmaktan çıkarak kendi içinde bir amaca dönüşmesi sonucunda ortaya çıkar.
Habermas için “sistemin kolonileştirici etkilerine karşı toplumsal direniş imkanı her zaman vardır. Bu yolla, feminizm, yeşil politikalar, anti-nükleer faaliyetler gibi yeni toplumsal hareketlerin eleştirel potansiyeli modernite potansiyelinden tamamen vazgeçmeden sürdürülebilir.
SONUÇ
Habermas modernite ve rasyonaliteyi eleştirmekle birlikte aynı zamanda savunan ve bu açıdan modernizmin varsayımlarına saldıran postmodernistlere karşı moderniteyi “tamamlanmamış bir proje” olarak görerek tamamlamaya çalışan günümüzün tartışmasız lider sosyal kuramcısıdır.
Ona göre, “modernizm her zaman bir öz-eleştiri hareketi olmuştur. Kendinden şüphe etmek doğasının bir parçasıdır.
Sistemin yaşantı-dünyasını kolonileştirmesini engellemenin yolu ise Habermas’ın ifadesiyle sistemin “ilgası” değil, sistemin yaşantı-dünyasına yönelik sömürgeci müdahalelerine karşı set çekilmesidir.