Sosyal Psikoloji

Sosyal psikolojiyi psikolojinin alt dalı olarak gören sosyal psikologların birçoğu ünlü sosyal psikolog Gordon W. Allport’un yaptığı sosyal psikoloji tanımını kabul ederler: Sosyal psikoloji bireylerin, davranış, duygu ve düşüncelerinin başkalarının gerçek, hayal edilen veya ima edilen varlığından nasıl etkilendiğinin bilimsel yollarla araştırılmasıdır.

Modern sosyal psikologların uğraştığı konular genel olarak şunlardır: Gruba uyma davranışı, ikna, güç, sosyal etki, itaat, önyargı, önyargının azaltılması, ayrımcılık, kalıpyargılar, sosyal biliş ve sosyal algı, sosyal kategoriler, saldırganlık, özgeci davranış, kişiler arası çekicilik, tutumlar ve tutum değişimi, iletişim, izlenim oluşturma, küçük gruplar, liderlik, kitle davranışı, gruplar arası ilişkiler.

SOSYAL PSİKOLOJİNİN KISA TARİHİ

Völkerpsikoloji: 19. yüzyılda, Almanya’da geliştirilmiş, kültürel davranışın tarihsel ve karşılaştırmalı olarak çalışılması gerektiğini öne süren bir sosyal psikolojik yaklaşımdır. Kitle Psikolojisi: 19. yüzyılın sonunda Fransız kuramcı Gustave Le Bon ile başlayan, bireysel psikolojiden farklı olarak kitlelerin kendine özgü psikolojisi olduğunu ileri süren bir sosyal psikolojik yaklaşımdır.

Psikolojinin de kurucu babası olarak kabul edilen Wilhelm Wundt tarafından geliştirilen Völkerpsikoloji, belirli bir sosyal gruba ait olan insanların bireysel değil kollektif bir biçimde düşünme eğiliminde olduklarını ileri sürer; bu insanlar aynı görüş ve inançları taşırlar ve aynı değerleri paylaşırlar. Kitle psikolojisinin temel fikri “grup zihni” dir.

Kitleler, bireyden farklı olarak, ilkel ve daha düşük entelektüel ve ahlaki düzlemde davranış gösterirler.

Modern sosyal psikolojinin doğuşunda da böyle iki olaydan söz edilebilir: biri sosyal psikolojik nitelikte görülen bir deney ve diğeri, sosyal psikoloji ders kitaplarının yayınlanmasıdır.

19. yüzyılın sonlarında Triplett tarafından gerçekleştirilen deney, sosyal psikolojinin ilk deneyi kabul edilir. Triplett, bisiklet kullanan insanların yarışta olmasalar bile başka bisikletlilerin varlığında, tek başlarına olduğu duruma göre daha hızlı bisiklet sürdüklerini gözlemiş ve bu gözlemini laboratuvarda test etmiştir. Bu konu, daha sonraları sosyal psikolojide sosyal hızlandırma adı verilen deneysel çalışmalarla devam etmiştir.

Davranışçı sosyal psikoloji`nin temsilcisi Allport, “grup zihni” kavramını gözlenemeyen bir yapı olduğu gerekçesiyle reddetmiş, hatta psikolojik anlamda (fiziksel anlamda değil) “grup” diye bir olgunun da varolamayacağını öne sürmüştür. Ona göre, grup, bireylerin düşündüğü, hissettiği, davrandığı anlamda düşünemez, hissedemez ve davranamaz. Davranışçı Sosyal Psikoloji: 20. yüzyılın başında ABD sosyal psikolojisinde ortaya çıkan ve gözlenebilir olan olguların çalışılması gerektiğini ileri süren sosyal psikolojik yaklaşımdır.

Bazı temel kavramlara değinirsek:

Sosyal Karşılaştırma: İnsanların kendi yetenek ve fikirleri hakkında bilgi sahibi olmak için kendilerini diğerleriyle karşılaştırma sürecidir.

Bilişsel Çelişki: Davranışla tutarsız olan tutumların yarattığı psikolojik sıkıntı ve bunun tutumları değiştirmek yönünde yarattığı baskıdır.

Sosyal Temsiller: Sosyal olguların (örneğin: “yoksulluk” ve “delilik”) verili bir kültür ya da toplumda anlaşılma biçimi ve bu anlama biçiminin sözkonusu sosyal olguları yorumlamada bir temel sağlamasıdır.

Sosyal Kimlik: Bireyin benliğinin bir parçasını oluşturan, grup üyeliklerinden elde ettikleri kimliktir; bireyin benliğini başka bir parçasını oluşturan ve bireyin biricikliğiyle ilgili olan bireysel kimlikten farklıdır.

Atıf Kuramı: İnsanların sosyal etkileşimde neden ve sonuç ilişkilerini nasıl çıkarsadıklarını açıklamak üzere geliştirilmiş bir yaklaşımdır.

Sosyal Biliş: Nesneler değil, insanlar hakkındaki bilgiyi işlemeyle ilişkili zihinsel süreçlerin çalışılması ya da sosyal etkileşimle ilgili zihinsel süreçlerin çalışılmasıdır.

Sınırlı Bilgi İşleme: Kapasitesi İnsanın psikolojik kaynaklarının (örneğin; bellek ve dikkat) sınırlı olduğuna ve bu kaynakları korumanın psikolojik süreçlerin doğasını belirlediğine işaret eden bir terimdir.

SOSYAL PSİKOLOJİDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ

Doğal Gözlem

Bu yöntemde, gözlenen sosyal davranışa hiçbir müdahalede bulunulmaz.

Güçlü yanları: Bu yöntem, doğal ortamında kendiliğinden ortaya çıkan bir davranışı araştırmada mükemmel bir yoldur. Bu yöntemin kullanıldığı araştırmalar sık sık gerçek hayata uygulanabilen denencelerin geliştirilmesini sağlar, çünkü gözlenen gerçek hayattır.

Sınırları: Bu yöntemde çoğu kez sayısal veriler elde edilemez. Bu da toplanan verileri standartlaştırma sorunu yaratabilir. Gözlenen davranış belirli bir zamana, yere ve bir grup insana bağlı olduğundan, yani yinelenmeyen ve sadece bir kez görülebilecek nitelikte olduğundan, genel sonuçlar çıkarılmamalıdır.

Doğal gözlemin bir başka sınırlılığı “gözlemci etkisi” olarak adlandırılan durumdur. Gözlenilen kişiler, gözlendiklerini bildiklerinde “doğal” olmayıp, “tepkisel” davranmaya başlar. Bu tür durumlarda doğal gözlem amacına ulaşmamış olur.

Survey

Survey yöntemi ile bir davranışın ya da bir tutumun bir toplumda ya da belli bir grupta görülme derecesi ve bunların yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, sosyal ardalan vb. etmenlerle nasıl bir ilişki içinde olduğu araştırılmaktadır. Survey yönteminde veri toplama tekniği olarak anket ve görüşme kullanılır. Survey yöntemindeki en önemli nokta, ulaşılması gereken insan sayısı fazla olduğundan, yapılacak örneklem seçimidir.

Örneklem Geniş bir evrenden katılımcıların seçimidir.

  • Seçkisiz örneklem: Her potansiyel katılımcının örnekleme seçilme şansının eşit olduğu örneklemdir.
  • Temsil edici örneklem: Örnekleme, evrenin özelliklerine oldukça yakın özelliklere sahip katılımcıların seçilmesidir.

Güçlü yanları: Surveyle çok sayıda kişiden çok miktarda bilgi toplama olanağı vardır. Örnekleme tekniğiyle yapıldığı için, toplanılan bilgiden genelleme yapılır. Bu yöntem, diğer yöntemlere göre zaman ve maddi kaynakların kullanımı açısından daha tasarrufludur.

Sınırları: Survey ile çok miktarda bilgi toplanır, ancak bu bilgi yüzeyseldir. Büyük örneklem alınması gereken durumlarda çok zaman ve paraya ihtiyaç vardır. Kendisine genelleme yapılmak istenen evren çok geniş ise, örneklem oluşturma bir sorun yaratabilir. Surveyde katılımcıların yanıtlarına bağlı kalma zorunluluğu vardır. Katılımcılar ise anket ve görüşmede çok çeşitli etmenlerin etkisi altında kalarak yanıt verebilirler.

Arşiv Araştırması

Güçlü yanları: Bu yöntemde cansız materyaller kullanıldığı için, insanların yer aldığı yöntemlerde ortaya çıkan sorunlar bulunmamaktadır. Bu yöntemle, bir olgunun zaman içindeki değişimi ve gelişimi izlenebilir. Geçmişteki bir olguyu araştırmak için tek yoludur.

Sınırları: Araştırmacı sadece var olan bilgiyle yetinmek zorundadır. Materyal çok olduğunda, materyalden örneklem seçimi, daha sonra tüm materyale bir genelleme yapılacağı için önem taşımaktadır.

Deneysel Yöntemler

Deney, bir değişkenin diğer bir değişken üzerinde etkisinin araştırılarak bir denencenin sınandığı yöntemdir. Deney yönteminde temel olarak, bir ya da daha fazla bağımsız değişken değişimlenmekte (manipüle edilmekte) ve bu müdahalenin bir ya da daha fazla bağımlı değişken üzerinde yarattığı etki ölçülmektedir. Bunu gerçekleştirmede en kritik noktalardan biri, deney grubu ve kontrol grubu oluştururken yapılacak denek seçimidir.

Laboratuvar Deneyleri

Güçlü yanları: Değişkenler arasında kesin bir nedensel ilişki kurmak ve denence sınamak en fazla laboratuvar deneyinde mümkündür. Alan deneyi de dahil olmak üzere diğer tüm araştırma yöntemleri içinde kontrolün en üst düzeyde olduğu yöntemdir. Bütünüyle yapay bir ortamda gerçekleştirildiğinden, laboratuvarda elde edilen sonuçların kesinliği de yüksektir.

Sınırları: Laboratuvar deneyleri yapay bir ortamda gerçekleştirildiğinden, burada elde edilen sonuçları gerçek yaşama genellemek zordur. Gerçek yaşamdaki tüm deneyimler laboratuvarda araştırılmaya uygun değildir. Örneğin, yoğun korku, nefret ve saldırganlık gibi duygular laboratuvarda çalışılamaz. Sosyal psikolojide olduğu gibi laboratuvarda denek olarak insan kullanılınca, kaçınılmaz olarak sonuçlar insanların önyargılarından, kişilik özelliklerinden ve beklentilerinden etkilenmektedir. Laboratuvar deneylerinde deneklerin tepkisel davranmalarını önlemek amacıyla, deneyin amacının gizlenmesi ve insanların kandırılmaları önemli bir etik sorundur.

Alan Deneyleri

Alan deneyinde araştırmacının bağımsız değişkene etki edebilecek potansiyel etmenleri kontrol etme olanağı pek yoktur.

Güçlü yanları: Doğal ortamda yapılmış olsa da temel olarak deney yöntemi kullanılmış olduğundan, alan deneylerinde denence sınaması kolaylıkla yapılabilir. Alan deneyi doğal ortamda gerçekleştirildiğinden, sonuçların gerçek yaşama genellenme sorunu yoktur. Alan deneyi laboratuvarda araştırılması zor olan konular için daha uygundur. Sosyal etki, propaganda gibi konular doğal ortamda daha kolay çalışılabilir. (Kağıtçıbaşı, 1999).

Sınırları: Alan deneyi değişkenler arasında nedensel ilişki kurulmasına izin verse de, bu ilişki laboratuvar deneyindeki kadar kesin değildir. Çünkü bu yöntemde araştırmacının kontrolü daha düşüktür. Bu yöntemde de deneklerin tepkisel davranma olasılığı vardır. Dolayısıyla deneklerin kandırılması etik bir sorun olarak alan deneylerinde de yaşanmaktadır.

SOSYAL BİLİŞ

Sosyal bilişin sosyal dünyaya ilişkin bilgiyi işleme biçimlerini ifade ettiği söylenebilir. Aşağıdaki noktalar sosyal biliş terimindeki sosyal nitelemesinin anlamı için kritiktir:

  • İnsanlar çevrelerini niyetli bir şekilde etkiler.
  • Algının nesnesi olarak insanlar bu algıya karşılık verir (sosyal biliş karşılıklı algıdır) ve ortak algı üzerinde uzlaşılır.
  • Sosyal biliş benliği nesne kadar özne olarak da işin içine sokar.
  • İnsanlar hakkındaki bilişlerin kesinliği ve gerçekliğini değerlendirmek sosyal olmayan nesnelere göre daha zordur ve hatta imkansızdır.
  • Sosyal biliş sosyal açıklamayı içerir.
  • Sosyal biliş insanlar tarafından paylaşılır.

Sosyal Bilişin Temel İlkeleri

Sosyal biliş modellerine dayanak oluşturan birinci metafor insanı bir bilgi işlemcisi olarak görmektir.

Bilgi-işleme modelinde, bilgi aşağıdaki sırayla işlenir:

  • Dikkat ve kodlama: İşlenecek bilgi biriminin seçimi ve tanımlanması
  • Zenginleştirme: Yeni bilginin daha önceden var olan bilgi ya da kavramlar aracılığıyla yorumlanması,
  • Örgütleme: Yorumlanan bilginin içsel tutarlılığı olan bir zihinsel temsilini oluşturma
  • Depolama: Temsilin bellekte saklanması
  • Geri getirme: O konuyla ilgili bir yargıya ulaşmak ya da bir davranışa karar vermek gerektiğinde temsilin bellekten geri getirilmesi.

İnsan için geliştirilen ikinci metafor onu Naif Bilimci olarak görmek olmuştur. Naif Bilimci: Dünya hakkında hipotezler kurarak ve onları test ederek içinde bulunduğu sosyal çevreye aktif biçimde anlam vermeye çalışan kişiye ilişkin bir metafordur.

Diğer bir metafor bilişsel cimridir. Bu modelde kişi olabildiğince az bilişsel enerji ve kaynak harcayarak sosyal dünyadan gelen bilgiyi işler. Yani bilişsel kaynakları her zaman kesin olamayan ama etkili olan bilişsel kısa yollar kullanarak muhafaza eden kişiye ilişkin metafordur.

Fakat bu metaforun önemli istisnaları vardır. İnsanların diğer kişiler (ve kendisi) ve şeyler hakkında derin düşünmeye ciddi miktarda enerji harcadıkları, kategorik düşünmek yerine parça parça ya da aşama aşama düşündükleri ve bilişsel müsrif oldukları durumlar da vardır.

Güdülenmiş Taktisyen: Kişisel hedeflere ve durumun gerekliliklerine göre esnek ve stratejik bir biçimde uygulanabilecek çeşitli bilgi-işleme stratejilerine sahip olan kişiye ilişkin metafordur.

Sosyal biliş araştırmacıları bilinçdışı işlemleri otomatiklik terimi çerçevesinde kullanır. Eğer zihinsel bir süreç ya da etki bu kriterleri karşılamıyorsa, o zaman otomatik değil, bir kontrollü süreç ya da etki olduğu söylenir.

ŞEMALAR

Şema Nesne ve olay kategorileri hakkındaki genel bilgiyi temsil eden kurallar ya da özellikler setidir. Şemalar sadece sosyal dünyaya ilişkin bilgiyi temsil etmekle kalmaz, bu dünyaya ilişkin genel beklentileri de temsil eder. Şemalar, deneyim ve sosyalleşme yoluyla öğrenilen genel beklenti formunu alır. Böylece bize sosyal dünyayı tahmin etme ve kontrol etme hissini verir.

Şema kavramı görgül olarak dört içerik alanına uygulanmıştır: kişi şemaları, benlik şemaları, rol şemaları ve olay şemaları.

Tanıdığınız bir kişiye dair kişi şemanız onu, baskın kişilik özelliği etrafında kategorize eder.

Kişinin benlik şeması: Bireyin sosyal deneyimlerinde içerilen benlikle ilgili bilgiyi işlemeyi organize eden ve buna rehberlik eden ve geçmiş deneyimlerden çıkarılan benlik hakkındaki bilişsel genellemelerdir.

Olay şemaları geleceği öngörmek, hedefler koymak ve plan yapmak için bir zemin yaratırlar. Senaryolar belirli sosyal durumlarla ilişkili olaylara ve eylemlere ait şemalardır.

Rol Şemaları: Kalıpyargılar (stereotipler) farklı sosyal kategorideki insanlar hakkındaki bilgiyi organize eden bir şema türüdür.

Şemalar bir bilişsel işlem olan kategorileştirmeyle çok yakından ilişkilidir. Bir şemayı bir sosyal nesneye (kişi, olay, sosyal grup vb.) uygulamadan (zihinde harekete geçirmeden) önce o nesneyi bir kategoriye sokmak gereklidir. Kategorileştirme işlemi uyarıcıları nasıl tanıdığımız ve onları nasıl benzer olanlarla birlikte ve farklı olanlardan ayrı biçimde bir grubun üyeleri olarak grupladığımıza ilişkin bilişsel bir işlemdir.

ŞEMALARIN İŞLEVLERİ VE ÖZELLİKLERİ

Şematik ya da kategorik düşünmenin en temel işlevi deneyimi organize etmesidir.

Eğer bilgi kategori ile iyi eşleşirse kategorinin özellikleri bilgiye (uyarıcıya) dayatılır. Böylece o kategori sayesinde yeni gelen uyarıcının anlamı, organizasyonu ve içsel temsili için gerekli olan bağlam yaratılmış olur.

Belirli bir uyarıcının (kişi, olay, nesne vb.) ne dereceye kadar bir kategorinin örneği ya da temsilcisi olduğuna karar vermek için sınırlı bir bilgiye sahipseniz temsil kısayolu kullanılır. Diğer bir kısayol bulunabilirlik kısayolu dur. Bir olayın ya da bir nesnenin sırf çok göze battığı ya da akla çok kolay geldiği için olma sıklığını abartıyorsak bulunabilirlik kısa yolunu kullanıyoruz demektir.

Kategoriler ya da şemalar hangi sosyal bilginin bellekte kodlandığını ve bellekten geri çağrılacağını etkiler ve buna rehberlik eder.

Bazı şema ve kategorilerin duygu/ değerlendirme boyutuyla karakterize olduğu ve bir durum şema ile eşlendiğinde (şematik) yapı içinde depolanan duygunun/ değerlendirmenin harekete geçtiği ileri sürülmektedir.

Fiziksel ya da doğal nesne kategorilerinde olduğu gibi sosyal şemaların da teorik olarak, hiyerarşik bir biçimde yapılanmış olduğu ileri sürülmüştür. Daha soyut ve genel bilgi kategorileri piramidin tepesinde ve daha spesifik kategoriler piramidin en altında yer alır.

Şemaların/ Kategorilerin Edinimi, Gelişimi ve Değişimi

Bir kişi ya da olayla ilgili deneyimin artması ona ilişkin şemanın gittikçe daha çok karmaşıklamasına ve zenginleşmesine yol açar. Şemanın kullanımı arttıkça bileşenleri arasındaki bağlantılar da güçlenir. Herhangi bir parçanın tetiklenmesi tüm yapının harekete geçirilmesine neden olur. Daha çok örnekle karşılaştıkça, şemalar sadece daha karmaşıklaşmakla kalmaz, daha soyut hâle de gelirler. Şemalar geliştikçe, yani daha zengin ve karmaşık hâle geldikçe daha fazla boyut ve detay içerirler. Bu yüzden istisnalar ve çelişkiler de içeriğe eklemlenebilir. Bu ise şemaların daha esnek olması anlamına gelir. Özet olarak şemalar deneyimle geliştikçe daha kesin ve sosyal gerçekliğin karmaşıklığını daha fazla yansıtır hâle gelirler.

Araştırmalar iyi gelişmiş şemaların değişmeye dirençli olduğunu ve tutarsız ve çelişkili bilgiyle karşılaşıldığında bile var olmaya devam ettiğini göstermiştir. Örneğin kadınların erkeklerden daha “aşağı” olduğuna dair kalıpyargıyı benimsemiş bir erkeği tersine kanıtlarla ikna etmek zordur.

Araştırmalar şemaların üç modele göre değişebileceğini göstermektedir:

  • Muhasebeci modeli: Şemada yavaş yavaş bir değişimi öngören modeldir. Kişi şemayla çelişen bilgiyle karşılaştığında şemada ince ayarda değişiklikler yapar.
  • Görüş değiştirme modeli: Bu modele göre kişi var olan şemasıyla küçük tutarsızlığı olan bilgileri tolere eder ama çok açık bir biçimde şemayı geçersizleştiren belirgin durumlarda şema ani ve büyük bir değişime uğrayabilir.
  • Alt Tipleştirme: Bu modele göre şemayla tutarlı olmayan örnekler şemada oluşturulan alt tiplere yerleştirilir. Böylece şemalar alt tipleştirmeyle istisnai durumlara uydurulmuş olur. Bu yüzden bu modeli aslında bir şema değişim modeli gibi görmek zordur. Gerçekte şema değişiminden çok şemayı değişiklerle de olsa muhafaza etmek söz konusudur.

YÜKLEME

Çoğu insan çoğu zaman yaşadığı dünyada olan bitenin rastgele olduğuna inanmaz. Çoğu insan için çoğu zaman olan her şeyin bir nedeni vardır. Yaşamın düzenli ve tahmin edilebilir olması için insanlar olayların nedenlerini açıklamak isterler, bu yüzden olaylara nedensel yüklemeler (atıf) yaparlar. Yani Yükleme insanların davranışların ya da olayların nedenleri hakkında çıkarsamalar yapma sürecidir.

Heider’ın Naif Psikolojisi

Heider’ın sağduyu psikolojisi insanları naif birer bilim insanı olarak görmektedir.

Nedensel birim algısının iki önemli belirleyicisi benzerlik ve yakınlıktır. Sezgilere dayalı nedensel sistemimizde iki olay yakınsa nedensel olarak ilişkili görülme olasılıkları daha yüksektir. Bunun gibi, iki olay birbirine benzerse benzer olmadığı durumlara göre bir nedensel birim olarak algılanmaları daha olasıdır. İnsanlar davranışlara nedensel yükleme yaparken çoklu neden değil, genellikle tek bir neden yükleme eğilimindedirler. Nedensel yüklemedeki en önemli ilke ya da boyut nedensellik odağıdır. Heider’a göre insanlar belirli bir eylemin nedenini ya içsel durumlara ya da dışsal faktörlere yüklerler.

Yükleme teorilerinin asıl meselesi olayların doğru/ gerçek nedenini belirlemek değil, insanların olayların nedenlerini nasıl algıladığını açıklamaktır.

Jones ve Davis’in Uyuşan Çıkarsamalar Teorisi

Uyuşan çıkarsamalar teorisi insanların, diğer insanların tek bir davranışının nedenini nasıl çıkarsadıkları ile ilgilenmiştir.

İnsanlar kişinin davranışı ile o davranışın altında yatan kişilik niteliğini eşleştiren çıkarsama yapmaktan hoşlanırlar. Örneğin aktörün saldırgan davranışını onun kişiliğinin saldırgan oluşuyla açıklıyorsanız, yani saldırgan davranışına içsel yükleme yapıyorsanız, bu bir uyuşan çıkarsamadır.

Gözlemciler, davranıştan kişilik özelliklerini çıkarsamaya rehberlik eden çeşitli pratik yöntemler kullanmaktadır. Bunlar:

  • gözlemci için aktörün davranışının sosyal olarak arzu edilir sonuçlar üretip üretmemesi
  • davranışın özgürce seçilip seçilmemesi
  • yaygın sonuçlar yaratıp yaratmaması
  • davranışın/ eylemin gözlemci için hedonist uygunluğunun ve kişiselliğinin olup olmaması dır.

Örneğin sosyal olarak arzu edilir davranış (sosyal olarak arzu edilirlik davranışın gerçekleştiği bağlama bağlıdır) normatif ve beklenen bir davranıştır. Böyle bir davranışı gözleyen için davranış bilgi verici değildir, çünkü davranış pek çok nedenle gerçekleşmiş olabilir.

Ama sosyal olarak arzu edilmeyen davranışlarda durum başkadır. Bunlar norm karşıtı ve beklenmeyen davranışlardır. Tam da bu yüzden davranışı yapan kişi hakkında bize bilgi verirler.

Uyuşan çıkarsamaların ikinci belirleyicisi aktörün davranışı özgür olarak seçip seçmediğidir. Özgürce seçilmiş davranış hakkında uyuşan çıkarsama yapmak mümkündür.

Üçüncü faktör ise güdüseldir ve aslında birbiriyle ilişkili iki faktörden oluşur: davranışın hedonist (hazcı) uygunluğunun olup olmaması ve davranışın kişisel olup olmaması. Eğer bir davranışın sonuçları gözlemci açısından hedonist uygunluğa sahipse ve kişisel olarak algılanıyorsa bu tür davranışlara böyle olmayanlara göre uyuşan çıkarsama yapma olasılığı daha yüksektir.

Kelley’nin Birlikte Değişim (Kovaryasyon) Modeli

Profesyonel bilim insanı ile sıradan kişi arasındaki benzerliği ilk kuran Heider’dır ama asıl bu benzerliği teoriye yansıtan Kelley’dir. Bu model birlikte değişim (covaryasyon) ilkesine dayanır. Bu ilkeye göre iki olayın birbirine nedensel olarak bağlı olduğu kabul edilmeden önce iki olayın kovaryasyon içinde olması ya da birlikte değişmesi zorunludur.

Birlikte değişim ilkesine dayalı bu modele göre insanlar diğer insanların davranışlarını içsel mi yoksa dışsal faktörlere mi yükleyeceklerine karar verirken üç tür bilgi kullanırlar: tutarlılık bilgisi, belirginlik bilgisi ve benzerlik bilgisi.

Mehmet adında bir kişinin bir komedyenin gösterisini izlediğini ve komedyene çok güldüğünü varsayalım.

  • Tutarlılık bilgisi: Mehmet bu komedyene her zaman mı (yüksek tutarlılık) yoksa sadece bu defa mı güldü (düşük tutarlılık)?
  • Belirginlik bilgisi: Mehmet her şeye gülen bir insan mıdır (düşük belirginlik) yoksa sadece bu komedyene mi güldü (yüksek belirginlik)?
  • Benzerlik bilgisi: Bu komedyene herkes mi güldü (yüksek benzerlik) yoksa sadece Mehmet mi güldü (düşük benzerlik)?

Yükleme Yanlılıkları

Davranışlara nedenler yükleme görevine insanlar duygularından uzak, çıkar gözetmeyen ve nesnel bir şekilde yaklaşmazlar. Dolayısıyla nedensel yükleme sürecinde kullanılan bilişsel mekanizmaların “kusurlu” olduğunu söylemek gerekir.

Temel Yükleme Hatası: Başkalarının davranışlarını açıklamada dışsal yüklemeler yerine içsel yüklemeler yapma eğilimidir. Kişisel özelliklere yükleme yapmak kolay ve çaba gerektrimezken dışsal/ durumsal yüklemeler çaba ve bilişsel kaynak gerektiren düzeltmelerdir.

Temel yükleme hatasının motivasyonel bir açıklaması ise, daha önce uyuşan çıkarsamalar teorisinde söz edildiği gibi, kişisel özelliklere yapılan yüklemelerin algılayıcının sosyal dünyaya ilişkin tahmin ve kontrol gücünü arttırmasıdır. Çünkü kişilik özelliklerinin istikrarlı ve kalıcı olduğu kabul edilir.

Aktör-Gözlemci Etkisi: İnsanların kendi davranışlarını dışsal nedenlere, fakat başkalarının davranışlarını içsel nedenlere yükleme eğilimidir. Aktörler kendi yaptıklarını göremez. Aktörün perspektifinden en belirgin ve verili olan şeyler, davranışları üzerindeki durumsal etkilerdir.

Aktörlerin farklı ortamlardaki kendi davranış tarihçesine olduğu kadar kendi duygularına, arzularına ve güdülerine erişimi vardır.

Kendini Kayıran Yanlılık: Davranışın olumlu sonuçları için içsel, davranışın olumsuz sonuçları için dışsal yükleme yapma eğilimidir. Kendini kayıran yanlılığın üzerinde en çok anlaşmaya varılan açıklaması, bu yanlılığın kişinin benlik-saygısını korumasına ve benlik-saygısını yükseltmesine imkan vermesidir. Eğer kişi yaşamındaki olumlu olaylarda sorumluluğu alıyor ve olumsuz olaylarda kendini suçlamıyorsa benlik-saygısı ya da benlik-değerini arttırmış olur.

KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN KEHANET

Örüntü; ardı sıra ve belli bir düzen içerisinde sıralanmış nesneler bütünüdür. Tıpkı nesneler gibi insan hayatında da sıralanmış duygu örüntüleri mevcuttur. Bu sıralanmış duygular da kimi zaman olumlu kimi zamanda olumsuz hisler yüklenmiş inançlar bütünüdür. Bu inançlar vasıtasıyla kararlar alıp verir, hayaller kurar, hayal kırıklıkları yaşar, eleştirel bakar ya da hayatımıza anlamlar katarız.

Hayatımızdaki olumsuzlamalar tıpkı “kendini gerçekleştiren kehanetler” gibi belli bir sıralamayı takip eden örüntülerdir. Sonucunda da kişide “Böyle olacağını biliyordum.”, “Tam da düşündüğüm gibi oldu.”, “Aklıma gelen başıma geldi.” gibi düşüncelere ve serzenişlere sebep olur. Yanlı anlamlar oluşturmamıza yol açıp soruna odaklı cümleler ürettirir.

Olumsuz bir düşünce veya söylemi olumlu bir şekilde tekrar tanımlayabilmek için uygun ifade şekilleri geliştirmek ve bu ifadelere yeni inanç örüntüleri oluşturmak gerekir. Tüm bunları yaparken “asla”, “hiçbir zaman”, “kesinlikle”, “hayatta”, “her zaman böyle” gibi nedenselliği sorgulatmayan-evrensel genellemeci-kelimeler kullanılmamalıdır. Zira bu ve benzeri kelimeler kişiyi ontolojik olarak mevcut bulunduğu yerde sabitleyip gelişimini engellemektedir ve kişiyi, kuşkulu bir varlık sahası içerisinde bırakmaktadır.

Mücadele edebilmek için gördüklerimiz, yaşadıklarımız ve ebeveynlerimizin bizlere öğrettiği diğer her şey çekirdek inançlardır. Çocukluk evresinde yapılandırılan bu inançlar, o günkü koşullar dahilinde savunma mekanizmalarımızın da oluşmasına yardım etmektedir. Yetişkinlik evresinde ise bu inançlarla sağlıklı bir ilişki kurulabilir ve gerektiğinde yerine yeni inançlar ikame edilebilir.

Yeni bir inanç oluşturmak için öncelikle oluşturulan bu inancın bir işe yarıyor olacağına inanmak gerekir. Yani birincil ön koşul, niyettir. Sonrasında ise eski inancın taşıdığı fakat artık işe yaramayan kısımlar yenisiyle kıyaslanmalıdır ve kuşkuların giderilmesi gerekmektedir. Son olarak da eskiye dair davranışlarımızı gözden geçirip işe yaramayan kısımların yeni inanca eklenmeden dondurulması gerekir ki bu durum da bilinçli bir farkındalık ile gerçekleştirilir. Çünkü zamanında işe yaramış olan bu inançlar-her ne kadar eski de olsalar-bizleri biz yapmıştır. Bu sebeple de terk edilmesi güçtür.

SOSYAL ETKİ

Bir sosyal ortamda kabul edilen veya onay gören davranış tarzını sergileyebilirsiniz ama bu, samimi bir şekilde bu tutum ya da davranış tarzını benimsediğiniz anlamına gelmeyebilir.

Sosyal etki çok genel anlamda insanların birbirlerini etkilemesi ya da etkilemeye çalışmasıdır. Birey ve norm arasındaki bu ilişki aynı zamanda birey ve grup arasındaki ilişkidir.

2. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan toplumunda bir taraftan toplumun medya yoluyla değiştirilmesi üzerine stratejiler (özellikle reklamların kullanımı) geliştirilirken, bir taraftan da psikolojinin de katkısıyla insanların çok az bir direniş göstererek toplumsal baskıyla tutumlarını, inançlarını ve davranışlarını değiştiren zayıf varlıklar olduğu görüşü yaygınlaşmıştır.

Görgül düzeyde sosyal etki ya da diğer bir deyişle uyma davranışı bireyin grup karşısında nasıl davrandığıyla ilgilenir. Pek çok durumda kişiler değil, sosyal ortamların kendisi görünürde uyma davranışı olarak betimlediğimiz davranışı belirler. Toplumda oynadığımız rollerin “ortamın talep ettiği özellikler” denilen olguyla çok ortak yanı vardır.

Zimbardo’nun Hapishane Deneyi: Denekler yazı tura atılarak iki gruba ayrılmıştır: tutuklular ve gardiyanlar. Deneyin başladığı ilk geceden itibaren gardiyanlar kontrolü ele almaya çalışmışlar, hapishanede disiplini sağlamaya çalışmışlardır.

Deneyin altıncı gününe kadar geçen süreçte gardiyanlar tutuklular üzerindeki psikolojik güç üstünlüklerini keyfiliğe varacak şekilde kullanır hâle gelmişler, tutuklular ise tamamen gardiyanlara tabi olmuşlar ve sinmişlerdir. Pek çok tutukluda psikolojik stres belirtileri ortaya çıkmış ve hatta bu nedenden dolayı bir tutuklu deneyden çıkarılmıştır. Bu arada Zimbardo da dahil, tüm tutuklu ve gardiyanlar bunun bir deney olduğunu neredeyse unutma noktasına gelmişlerdir. Sonuçta iki hafta olarak planlanan deney altıncı günde sona erdirilmiştir.

Bu daha sonra itaat çalışmasında karşımıza çıkacak olan “kötülüğün sıradanlığı” olgusu ile de açıklanabilir. Kısaca insanlar kendi kişilik özellikleri ya da yapıları dolayısıyla değil, içinde bulundukları ortamın gerekleri uyarınca kötülük yapabilirler.

NORM OLUŞUMU VE ETKİSİ

Belirsiz durumlarda başkalarının nasıl bilgi kaynağı hâline geldiği Muzafer Sherif tarafından gerçekleştirilen otokinetik etki deneylerinde gösterilmiştir.

Sherif’in deneklere doğru cevabı olmayan bir soru sormuş, bir belirsizlik yaratılmış ve grubun birbirini nasıl etkilediği ortaya konmuştur.

KONFORMİTE

Asch Sherif’in otokinetik etki deneyine dayanarak, insanların kendileri için doğru ve uygun davranışı belirleme konusunda sıkıntı yaşadıklarında başkalarını referans alarak norm oluşturmalarını ve bu norma uymalarının gayet akla yatkın olduğunu ileri sürmüştür.

1950’ lerin ilk yarısında Asch’ın “çizgiler deneyi” adı verilen bu deney serisi klasik konformite deneyleri olarak bilinir. Deneyden sonra Asch deneklere neden yanlış cevap veren çoğunluğa uyduklarını sorduğunda, genellikle çoğunluğun cevapları ile kendi doğru olduğunu düşündükleri cevaplar uyuşmadığında bir belirsizlik duygusu yaşadıklarını ve bu duygunun da herkesin içinde farklı ya da yalnız olma ve grup tarafından onaylanmama korkusuna dönüştüğünü belirtmişlerdir.

Buradan çıkarılması gereken önemli bir sonuç içinde olduğumuz durum çok belirgin olduğunda ve kendimizden emin olduğumuzda bile grup ya da çoğunluk baskısının doğru olduğuna inandığımız gibi davranmaktan bizi alıkoyduğudur. Grup tarafından dışlanmak, alay edilmek ya da onaylanmamak grup ya da çoğunluk baskısının çok önemli psikolojik sonuçlarıdır.

Konformiteyi Etkileyen Faktörler:

  • Grubun Büyüklüğü: Araştırmalar grup büyüklüğünün verilmesi gereken sosyal yargının kolay olduğu durumlarda önemli olduğunu, ama belirsiz durumlarda görece önemsiz olduğunu göstermiştir
  • Grupta Söz Birliği: Asch’ın deneyi, insanların grup baskısı hissederek doğru cevabı bildiği hâlde çoğunluğun yanlış cevabına uyduğunu göstermiştir.
  • Kültürler Arası Farklılıklar: oplulukçu kültürlerde konformitenin daha fazla olduğunu düşündürse de bu, bu kültürlerdeki insanların her gruba uyma göstereceği anlamına gelmez. Bunu açıklayabilmek için önce içgrup ve dışgrup ayrımı yapmak gereklidir. İçgrup kişinin kendini ait hissettiği/ ait olduğu, dışgrup ise kişinin ait hissetmediği/ ait olmadığı gruptur. Tersinden söylersek toplulukçu toplumlarda gruba uymama söz konusu olduğunda, uyma gösterilmeyen içgrup değil, dışgrup normlarıdır. Dolayısıyla toplulukçu kültürde gruba uyma ve uymama grubun kim olduğuna bağlıdır.
  • Toplumsal Cinsiyet Farklılıkları: Brewer ve Crano (1994) toplumsal cinsiyetle ilişkisiz bir deneysel görev söz konusu olduğunda toplumsal cinsiyet farkının ortadan kalktığını, kadınların iyi olduğu bir deneysel görevde ise erkeklerin konformite oranının kadınlardan fazla olduğunu belirtmektedir.
  • Kişisel Faktörler: Konformite açısından araştırılan kişisel faktörler benlik-farkındalığı, benlik-sunumu ve kişisel kontrol ihtiyacıdır. Amerikan üniversite öğrencilerinin gruba konformite göstermeyen insanları daha zeki olarak algıladıkları bulunmuştur.

İnsanlar bazen eylemlerinin kendi kontrollerinde olduğunu hissetmek için sosyal etkiye direnirler. Psikolojik tepki teorisi de insanların davranışsal özgürlüğe sahip olduklarına inandıklarını ve bu özgürlük hissini sınırlayan girişimlere direndiklerini ileri sürmektedir.

İki tür konformite dışı davranış vardır: bağımsızlık ve konformite-karşıtı davranış.

  • Bağımsızlıktan kastedilen kişinin sosyal etkiye direnmesinin sadece kendisinin o davranışı gerçekten yapmak istemesidir.
  • Oysa konformite-karşıtlığı sosyal baskıya direnerek, sosyal baskının “yapma” dediği davranışı yapmak ya da “yap” dediği davranışı yapmamaktır.

İTAAT

Konformitenin gerçekleşmesi hiyerarşik bir ilişkiyi zorunlu kılmaz. Oysa itaat tanımı gereği hiyerarşik bir ilişkiyi, yani asimetrik bir güç ilişkisini zorunlu kılar. İtaatde bir emreden vardır, bir de emri yerine getiren.

Bu açıdan Milgram’ın çalışması Hannah Arendt’in “Eichmann Kudüs’te” adlı kitabında betimlediği “kötülüğün sıradanlığı” olgusunun sosyal psikolojik deneye sokulmuş hâli olarak görülebilir. Eichmann’ın durumu akla itaatin nerede bitip kişisel sorumluluğun nerede başladığını sorusunu getirmektedir.

Milgram’ın İtaat Deneyi

Deneyin amacı gereği deneyde deneklerin iki rolden birine atanması söz konusudur: öğretmen ve öğrenci. Öğretmen rolündeki denekten yanlış cevap verdiğinde öğrenci rolündeki deneğe ceza vermesi beklenmektedir. Ceza, elektrik şokudur. Öğretmen deneğin her yanlış cevapta 15 volt arttırarak şoku vermesi gereklidir. Standart deneysel koşulda öğretmen denek öğrenci deneğin sesini duyabilir ama kendisini göremez.

Şok düzeyi arttıkça stres belirtilerinin de giderek daha fazla gösteren öğretmen denekler, her bir tepkiden sonra yanlarında beyaz bir laboratuvar önlüğü ile ciddi bir biçimde duran Profesör Milgram’a dönüp ne yapmaları gerektiğini sormuşlardır. Deneysel standardizasyonu sağlamak için öğretmen deneklerin hepsine otorite tarafından belirli türde cevaplar sırayla verilmiştir. Bunlar “Lütfen devam edin” ve “Deneyin başarılı olması için devam etmeniz gerekiyor” türünden cevaplardır.

Deneyin bu standart koşulunda itaat oranı (yani 450 volta kadar elektrik şoku verme oranı) % 65’ tir. 40 öğretmen denekten 26’ sı deneyciye (Milgram’a) itaat etmiş ve öğretmen deneklerin hiçbiri şok vermeyi 300 volttan önce durdurmamıştır. Bu sonuçların şaşırtıcı derecede yüksek olduğu açıktır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki gerçekte bu deneyde kimseye elektrik şoku verilmemiştir.

Öğretmen denekler başka bir insana acı çektirmeyi reddedip deneyden ayrılmak yerine neden otoriteye itaat etmişlerdir?

Milgram’a göre deneye bir dinlenme arası verseydi belki de büyük çoğunluğu yaptıklarının üstüne düşünme fırsatı bulacaklar ve uyma gösterecekleri normu değiştireceklerdi.

Bu deneylerdeki itaat oranının yüksekliğini açıklayan en rahatsız edici faktör Milgram’ın “kişisel sorumluluğun yitirilmesi” olarak ifade ettiği faktördür. Eğer denekler yaptıkları davranışın sonucundan otoritenin sorumlu olacağını düşünüyorlar ve kendilerinin tek görevinin “otoritenin dediklerine yerine getirmekten” ibaret olarak görüyorlarsa, ki Milgram böyle olduğuna inanıyordu, o zaman Nazi subayı Eichmann’ın yaptıklarını (Yahudileri gaz odasına göndermek) herkes yapabilir.

Gerçekte elektrik şoku verilmemiş olsa bile öğretmen deneklerin deney boyunca yaşadıkları stres ve bu stresin kendilerinde yarattığı psikolojik tahribat gerçektir. Bu deneydeki etik sorunlar şu üç soru üzerinden tartışılmıştır:

  • Araştırma, katılımcılara böyle bir stres yaşatacak denli önemli midir? Ya da hangi araştırma yaşatılan böyle bir stresi haklı çıkarır?
  • Katılımcılar herhangi bir aşamasında deneyi bırakabileceğini biliyorlar mıydı? Milgram deneylerinde katılımcılara deneyden istedikleri zaman ayrılmakta özgür oldukları açıkça söylenmemiştir.
  • Katılımcı deneye başlamadan önce deneye katılmaya özgür bir biçimde rıza göstermiş midir? Milgram deneylerinde öğretmen denekler deneye gönüllü olarak katılmışlardır ama deneyin gerçek amacı gizlenmiş olduğu için bu amaca ilişkin rızaları alınmamıştır.

İtaati Etkileyen Faktörler

  • Kurbanla Öğretmen Denek Arasındaki Fiziksel Mesafe: Örneğin fiziksel temas artık yakınlığın en uç hâlidir. Bu durumda itaat oranı % 30’ a düşer.
  • Öğretmen Denekle Otorite Arasındaki Fiziksel Mesafe: Üçüncü koşulda deneye ilişkin talimatlar daha önceden bir teybe kaydedilmiştir. Bu koşulda öğretmen denek deneyciyi (otoriteyi) hiç görmemiştir. Bu koşulda öğretmen denekler, elektrik şokunu hiç arttırmadan en alt düzeyde vermişlerdir.
  • Otoritenin Meşruiyeti: Milgram’ın deneylerini eleştirenlerden bazıları yüksek düzeyde itaatin bu deneyin Yale Üniversitesi’nde yapılmasıyla ilgili olduğunu ileri sürmüştür. Bu sosyal bağlam fark etmeksizin, araştırmacının itaati yaratmak için yeterli bir prestije ve otoriteye sahip olması gerektiğini göstermektedir
  • Grup Baskısı: İtaat oranının üzerinde en dramatik etki yaratan faktör grup baskısıdır. Milgram bu faktörün etkisini öğretmen denek sayısını üçe çıkararak test etmiştir. Bu deneylerdeki üç öğretmenin ikisi ne yapacakları deneyden önce belirlenen sahte denek ve biri gerçek denektir (Elbette gerçek denek diğer ikisinin sahte denek olduğunu bilmiyordu).

Normatif Sosyal Etki: Ödül almak ve cezadan kaçınmak için gösterilen uyma davranışıdır. Başkalarına davranışın sonuçları açısından bağımlı olmaktır. Bilgisel Sosyal Etki: Belirsizliği ortadan kaldıracak bilgiyi edinmek için gösterilen uyma davranışıdır. Başkalarına bilgi için bağımlı olmaktır. Bilgisel sosyal etki sonucu benimsenen davranışların süreklilik gösterdiği, yani uyma gösterilen grup orada olmadığında da sergilendiği vurgulanmalıdır.

AZINLIK ETKİSİ

Buraya kadar ele alınan sosyal etki biçimleri genel olarak çoğunluk etkisi olarak adlandırılabilir. Sherif’in çalışmalarında gerçekliği tanımlamak için, Asch’ın çalışmalarında grup tarafından dışlanmamak ve Milgram’ın çalışmalarında otoriteye “hayır” denilemediği için gruba ya da güçlü kişiye uyma gözlenmiştir. Farklı nitelikler taşısalar da tüm bu uyma davranışları verili düzenin ve statükonun (verili güç ilişkileri) nasıl korunduğunu ve devam ettirildiğini sosyal psikolojik açıdan açıklamayı mümkün kılar.

Moscovici Amerikan sosyal psikolojisinin sosyal etki yaklaşımını tamamen uyma üzerine kurduğu gerekçesiyle sert bir biçimde eleştirmiş ve bunu uyma yanlılığı terimiyle ifade etmiştir. Bu anlamda da Amerikan sosyal psikolojisinin sosyal etki çalışmaları çoğunluk ve azınlık arasında asimetrik bir ilişki öngörmüştür. Verili düzenin sürdürülmesi ve normların korunması toplumsal yaşamın sürekliliği için ne kadar elzemse sosyal değişim de bir o kadar kaçınılmazdır.

Bu nedenle Moscovici yeniliğin nasıl ortaya çıktığının ve topluma nasıl yayıldığının anlaşılması gerektiğini ileri sürer.

Moscovici üç farklı sosyal etki türünden bahseder: uyma, norm oluşması ve yenilik.

  • Uyma çoğunluğun azınlığı ikna etmesiyle ya da kendi fikrini benimsetmesiyle sağlanan bir çoğunluk etkisidir.
  • Norm oluşması karşılıklı uzlaşmayla grupların birbirine yaklaşmasını ifade eder.
  • Yenilik ise azınlık grubunun görüşlerini çoğunluğa benimsetmek için çatışma yaratmasıdır (Bu bağlamda çatışma, şiddet anlamına gelmez).

Moscovici’ye göre bir toplumsal grup kendi yaşamı hakkında karar veremiyorsa bu bir azınlık gruptur. Dolayısıyla sayısal olarak çoğunluk olduğu hâlde, kendi yaşamı hakkında karar verme gücü olmayan bir grup azınlık olarak görülebilir. Bazıları sayısal olarak dünya nüfusunun yarısını oluştursalar da kadınların bir azınlık olarak görülebileceğini öne sürmektedir. Azınlık etkisi Mavi-Yeşil Deneyleri ile ortaya konmuştur.

Moskociye göre, eğer azınlık çoğunluğu etkilemek istiyorsa tutarlı davranmalıdır. Zaman içinde tutarlılıktan azınlık grubunun aynı şeyleri sürekli tekrarlaması değil, çoğunluk üzerinde tutarlılık algısı yaratması kastedilmektedir. Grup üyeleri arasındaki tutarlılık ise grubun söz birliği içinde olmasıdır.

Azınlığın davranış tarzını oluşturan ikinci özellik özerkliktir. Azınlık grubu belli ilkelere göre hareket ettikleri, kişisel çıkar ya da başka gizli kapaklı güdüleri olmadığı izlenimi verirlerse çoğunluk üzerinde etkili olabilirler. Üçüncü bir davranış özelliği ise katılık/ esneklik ekseninde betimlenebilir.

Aynı Süreç Modeli ve Farklı Süreç Modeli

Azınlık etkisi, çoğunluk etkisinde olduğu gibi otomatik bir süreç sonucunda ortaya çıkmaz. Tersine çoğunluk, azınlığın argümanlarını derinlemesine bir zihinsel işlemden geçirmek zorundadır. Azınlık grup, etkisini sadece bilgisel etki yoluyla üretebilir. Zira azınlığın tanımı gereği normatif gücü yoktur ve bu yüzden çoğunluk üzerinde baskı oluşturamaz.

TUTUMLAR

İnsanlar toplumsal yaşamla ilgili hemen her konuda o zamana kadar edindikleri ya da benimsedikleri tutumları doğrultusunda yaklaşırlar ve gerektiğinde davranış gösterirler. Olaylar, olgular, insanlar, gruplar ve nesnelere ilişkin kabaca onların yanında ya da karşısında bir konum alırız. İşte tutum da sosyal psikolojide bu konumu ifade eden bir kavram olarak karşımıza çıkar.

Tutum ve ikna terimlerini zenginleştirip incelikli bir hâle getiren toplumsal ve tarihsel koşullardan biri, demokratik rızanın politik sistemin temel bir parçası hâline gelmesidir. McGuire tarihte demokratik rızanın üretildiği böyle dört dönem ve yer olduğunu belirtir: İÖ 4. yüzyıl Atina, İÖ 1. yüzyıl Roma, İtalyan Rönesansı ve 20. yüzyılda dünyanın pek çok yeri.

Tutum teriminin ortaya çıkışını ve kullanımını güçlendiren ikinci bir tarihsel gelişme bireysel tüketimin yaygınlaşması ve bu ideolojiye yapılan vurgudur. Tutumlar, bizim kim olduğumuzu gösteren tüketim tercihleri ortamında serpilip gelişirler. 20. yüzyılın en önemli endüstrisi kimlik yaratımıdır. Tüketim tercihlerimiz, dolayısıyla tutumlarımız bizim kim olduğumuzu gösterir. Çağımızda pek çok toplumda tüketim sadece ihtiyacı karşılama anlamını çoktan yitirmiştir; gerçekte ihtiyacımız olan nesneleri değil kimliğimizi satın alıyoruz.

Belirli formlardaki demokrasilerde ve özellikle tüketimci kapitalizmin geliştiği yerlerde tutum terimi yoğun bir anlam yüklenir ve rafine hâle getirilir. Bu tür toplumlarda tutumlar bir bireyi diğerinden ayıran görece kalıcı görüşler ya da tercihler olarak görülür. Sonuç olarak tutum bireycilikle el ele giden bir kavramdır.

Sosyal Psikolojide Tutumlar

1920’ lerde Thurstone ve arkadaşları tarafından geliştirilen tutum ölçümleriyle başlamıştır. 1935’ te sosyal psikolojinin önemli isimlerinden Gordon Allport tutumun sosyal psikolojinin en ayrıcalıklı ve en vazgeçilmez kavramı olduğunu ilan etmiştir.

Tutum ve davranış arasındaki ilişki çok basit bir ilişki değildir ama çok genel düzeyde, kişinin bir tutum nesnesine yönelik tutumunun o tutum nesnesine yönelik davranışını etkileyeceği kabul edilir.

İnsanlar genellikle kendi tutumlarına benzer tutumları olan insanlara yaklaşırlar ve onlardan hoşlanırlar ve beklenebileceği gibi kendisininkinden farklı tutumları olan insanlardan kaçınmaya çalışırlar ve onlardan hoşlanmazlar.

Tutumların sosyal psikolojide çok önemli bir çalışma konusu olmasının diğer bir nedeni, tutumların tutum nesnesi ile bilgiyi işleme biçimini de belirlemesidir. İnsanlar genellikle kendi tutum ve inançlarını onaylamayan bilgidense onaylayan bilgiyi ararlar ve seçerler. Tutuma dair seçicilik etkisi adı verilen bu olgu dikkat, bellek gibi bilgi işleme süreçlerinde etkindir.

Bireysel düzeyde tutumlar algıyı, düşünmeyi, diğer tutumları ve davranışı etkiler. Bu nedenle tutumlar kişinin psikolojik varoluşuna ciddi bir katkı yapar.

Kişiler arası düzeyde rutin olarak tutumlar hakkında bilgi aranır ve iletişimin konusu olur. Diğerinin tutumları bilindiğinde dünya daha tahmin edilebilir bir yer hâline gelir. İnsanın kendi düşünceleri ve davranışları bu bilgi tarafından şekillendirilebilir ve belki kişi diğerinin tutumlarını değiştirmek yoluyla davranışını kontrol edebilir.

Tutumların Tanımlanması

Sosyal psikolojide Bir tutum bazı kişi, nesne ya da konularda genel ve görece kalıcı olumlu ya da olumsuz hislerdir. Tüm tutumların bir nesnesi vardır.

Orijinal olarak Yale Üniversitesi’nde 1950 ve 1960’ lar boyunca gerçekleştirilen yaklaşıma göre tutumlar bilişsel, duygusal ve davranışsal bileşenlerden oluşur.

  • Tutumların bilişsel bileşeni belirli bir nesne ile ilişkilendirilen inanç ya da düşünceyi ifade eder.
  • Tutumun duygusal bileşeni bir tutum nesnesiyle ilişki olan duygu veya hislerdir.
  • Tutumun davranışsal bileşeni kişinin tutum nesnesine yönelik davranış niyetini ya da eğilimini ifade eder.

1990’ lardan sonra tutumun bu ABC modeli sosyal psikolojide büyük ölçüde terkedilmiştir.

Bunun yerine tek boyutlu, çok daha basit bir tanım benimsenmiştir: Tutum , bir nesnenin olumlu ya da olumsuz olarak değerlendirilmesidir. Buradaki “nesne”, daha önce belirtildiği gibi somut ya da soyut, canlı ya da cansız tüm varlıkları kapsamaktadır. Tutumun bir değerlendirme olması daima ve mutlaka bir yargı içermesi anlamına gelir. Diğer bir deyişle, tutumların dili “sevme/ sevmeme”, “yaklaşma/ kaçınma” ve “iyi/ kötü” dilidir. Tutum sahibi olmak tanımı gereği taraflı olmaktır.

TUTUMLARIN YAPISAL ÖZELLİKLERİ

Tutumun başlıca yapısal özellikleri arasında tutumun olumlu veya olumsuz olması, tutumun tek kutuplu ya da çift kutuplu olması, tutumun çok boyutluluğu ve tutumun güçlü ya da güçsüz olması sayılabilir.

  • Tek boyutlu tutum: Tutum nesnesinin tek bir boyut üzerinde olumlu veya olumsuz değerlendirilmesidir.
  • İki boyutlu tutum: Bir tutum nesnesinin iki ayrı boyut üzerinde olumlu veya olumsuz olarak değerlendirilmesidir.
  • Çelişkili Tutum: Bir kişinin bir tutum nesnesini hem sevmesi hem de sevmemesidir.

Tutumların Gücü

Kişi için tutum konusu (nesnesi) ne kadar önemliyse, kişi bir nesne/ konu hakkında ne kadar net ya da kesin duygu ve düşüncelere sahipse, kişi tutum nesnesi/ konusu ile direkt (dolaysız) bir deneyim yaşamış ise, tutum nesnesi/ konusu kişiyle ne kadar ilgiliyse ve tutum içeriği bellekten ne kadar hızlı çağrılabiliyorsa, yani zihinde tutuma ne kadar çabuk erişilebiliyorsa kişinin o konu/ nesne hakkında güçlü bir tutumu olduğu söylenebilir.

TUTUMLARIN İŞLEVLERİ

Tutumlara ilişkin farklı teorik yaklaşımların özünü ortaya çıkaran iki temel işlevi olduğu öne sürülmektedir:

1. Bilginin örgütlenmesine ve yaklaşma ve kaçınmaya rehberlik etmek En temel düzeyde dünyayı iyi ve kötü olarak bölmek esaslı bir sürece işaret eder. En erken sınıflandırmalardan birini yapan Katz buna bilgi işlevi adını vermiştir. Butumların enerjiden tasarruf etmek için kullanılmasını ifade eder.

2. Yüksek psikolojik ihtiyaçlara hizmet etmek

Bazı tutumlar kişinin benliği için öyle temeldir ki kişi bunları sözle ifade ederek ya da bir takım sembollerle dışa vurarak bu değerleri başkalarına yansıtmış olur. Tutumun bu sembolik işlevi Katz’ın sınıflandırmasında içsel değerlerin ifade edilmesi olarak adlandırılır. Bu sınıflandırmada yüksek psikolojik ihtiyaçlardan biri olarak görülebilecek bir işlev de egoyu koruma işlevi dir.

Psikanalitik teoriye referansla anlaşılabilecek egoyu koruma, kişinin bilinçdışı çatışmalarından kaynaklanan kaygılarını gidermek için ego savunma mekanizmaları kullanmasını ifade eder. Kişi bu çatışmalarla yüzleşemediği için savunma mekanizmaları yoluyla bu çatışmaların yarattığı kaygıyı azaltmaya çalışır. İşte bu bağlamda kişinin edindiği bazı tutumlar birer savunma mekanizması olarak işlev görerek, kaygısını azaltmaya hizmet eder.

Kişi kendine yönelik aşağılık duygusunu ve değersizlik hissini bastırdığında, bu duyguları toplumda dışlanan hedef gruplara yansıtarak egosunu korur. Egoyu koruma ihtiyacı kişinin kendisinden kaynaklandığı için, değersizlik hisleriyle boğuşan birinin bunları yansıtacağı hedef yoksa da bu hedefi yaratır. Ancak böylelikle kişi kendi grubunu ve dolayısıyla kendisini diğerlerinden üstün hisseder ve değerli görür.

TUTUM VE DAVRANIŞ ARASINDAKİ İLİŞKİ

Tutumların davranışları yordadığını iddia eden sosyal psikologlar ilk çalışmaların tutum ve davranışı aynı spesifiklik düzeyinde ölçmediğini gözlemişlerdir. Araştırmacılar genellikle çok spesifik bir davranışı tahmin edebilmek için çok genel bir tutum ölçümü yapmışlardır. LaPiere’in çalışmasında da anketle sorulan sorular çok genel iken gözlem yapılan davranış çok spesifiktir. Ankette işletmelere genel olarak Çinlilerin girip giremeyeceği sorulmuş, oysa davranış gözlemi düzleminde iyi giyimli, iyi İngilizce konuşan ve yanında bir beyazla otele ya da restorana giren iki Çinliye nasıl davranıldığı gözlemlenmiştir.

Araştırmalar bir konu hakkında bilgi edinmenin basitçe o konudaki tutum-davranış tutarlılığını arttırdığını göstermiştir. Tutumların gücünün diğer bir kaynağı kişinin tutum nesnesiyle kişisel olarak ilişkili olma düzeyidir.

Tutumun konusu olan kişi, nesne ya da olayla direkt deneyim yaşamış olmak tutum ve davranış arasındaki tutarlılığı arttırmaktadır.

Tutumun erişilebilirliği: Tutumun zihinsel temsiline ne kadar hızlı ve kolay erişilebildiğini ifade eder. Verili bir zamanda kişideki tüm tutumlar aktif hâlde değildir. Dolayısıyla tutumların zihinde aktive edilmesi, yani harekete geçirilmesi gerekir.

Özel benlik-farkındalığı yüksek olan kişiler davranışı gerçekleştirmede kişisel standartlarına daha çok dikkat gösterirken, kamusal benlik-farkındalığı yüksek olan kişiler kamusal standartlara daha fazla dikkat ederler.

1970’ lerde tutumların davranışı belirleyip belirlemediği tartışmasının ürünlerinden biri de planlanmış davranış teorisinin geliştirilmesidir. Bu teoriye göre davranış belli sonuçları elde etmek niyetiyle gerçekleştirilir. Dolayısıyla bu teori açısından insanlar bir davranışı yapmadan önce sonuçlarını düşünerek eyleme geçerler.

Planlanmış davranış teorisyenleri (Fishbein ve Ajzen) bir davranışı gerçekleştirmeye yönelik tutumun oluşturulmasının oldukça rasyonel bir süreç olduğuna ve bu tutumun iki faktörün ürünü olduğuna inanırlar:

  • Belirli bir davranışın sonuçlarına ilişkin kişinin inancı
  • Kişinin olası sonuçlara ilişkin değerlendirmesi

Teorinin diğer bir bileşeni öznel normdur. Öznel norm, kişinin çevresindeki diğer insanların onun belirli bir davranışını onaylayıp onaylamayacaklarına dair yargısıdır. Tutumlar gibi öznel norm de iki faktörün ürünü olarak ortaya çıkar:

  • Kişi için önemli olan insanların algılanan beklentileri
  • Kişinin bu beklentilere uyma motivasyonu .

Kişinin özel benlik-farkındalığı arttırıldığında tutumların davranışları, kamusal benlik-farkındalığı arttırıldığında ise öznel normların davranışı etkileme olasılığı artmaktadır. Tüm bu çalışmaların gösterdiği daha genel bir sonuç, tutumlar ve öznel normların birlikte davranış niyetini belirlemesine rağmen her ikisinin ayrı ayrı denkleme girme biçimleri değişmektedir.

Ancak bazen öyle durumlar olabilir ki, bu iki belirleyicinin de davranış niyetini ortaya çıkarmasına rağmen kişi hâlâ “bu davranışı gerçekten yapabilir miyim” sorusunu sorabilir. Bu yüzde araştırmacılar orijinal teorilerine sonradan üçüncü bir bileşeni daha eklemişlerdir: algılanan davranışsal kontrol. Bu, kişinin gerçekleştireceği davranışın ne kadar zor ya da ne kadar kolay olduğuna ilişkin algısıdır.

TUTUM DEĞİŞİMİ

Heider’in Denge Kuramı

Bu kurama göre kişinin tutumu kişide denge durumu uyandırmalıdır aksi takdirde kişi bir dengesizlik durumu yaşar ve bu durum onun için rahatsızlık vericidir. Hissedilen bu rahatsızlık durumu, dengesiz ilişkiyi dengeli hâle getirmek için bireyi güdüleyecektir

Rosenberg ve Abelson’un Bilişsel Dengeleme Kuramı

Heider’in olumlu ve olumsuz bağının yanına nötr (ya da ilgisiz) bağ eklemişlerdir. Kısaca bu kuramda; Nötrleme Ayrıştırma ve Güçlendirme olarak üç yeni öğe eklenmiştir.

Güçlendirme: Güçlendirme, bilişsel nesneyi değerli nesnelerle dengeli bir şekilde ilişkilendirmeyi, böylece yapıdaki dengesizliği azaltmayı amaçlar.

Ayrıştırma: Ayrıştırmada bir öğe eski ve yeni öğe olarak iki parçaya ayrılır. Eski parça, yapıdaki ayrıştırılmış olana eski etkiyi korur fakat diğer elemana olan ilişkinin göstergesi değişir ve olumluya döner.

Festinger’in Bilişsel Çelişki Kuramı

Leon Festinger’in bilişsel çelişki kuramı, tutum değişimi konusunda en çok bilinen ve üzerinde konuşulan kuramlardandır.

Bilişsel Çelişki: Bilişsel çelişki kişilerin inançları, düşünceleri ve tutumlarıyla, gerçek hayatta karşılaştıkları durumlar ya da yaptıkları davranışlar arasında meydana gelen tutarsızlığın yarattığı rahatsızlık durumudur.

Araştırmacılar tarikat grubuna girdiler ve onların bir üyesiymiş gibi gözlemlemeye başladılar. Kehanetler gerçekleşmemesine rağmen grup bunu yeniden yorumluyordu ve çelişkiyi bu şekilde azaltıyordu. Çelişki olduğunda kişi bunu azaltmaya çalışmanın yanı sıra, çelişkiyi artıracak durumlardan ve bilgilerden de aktif bir şekilde kaçınacaktır. Çelişkinin varlığı, tıpkı açlığın varlığının açlığı azaltma eylemlerine yani yemek yeme eylemlerine yol açtığı gibi, çelişkiyi azaltmak için eylemlere yol açar.

Baskı ya da teşvik ne kadar büyükse kişinin çelişki yaratan fikrini değiştirme olasılığı o kadar zayıf olacaktır. Zorlama ve cezalandırma da çelişki yaratan fikri değiştirme olasılığını düşürür. Çünkü iki durum da bir gerekçe olarak görülür ve bu gerekçe tutumu değiştirmeden çelişki yaşama düşüncesini azaltır.

Bem’in Kendini Algılama Kuramı

Bem’e göre gerçekte tutumlarımızın ne olduğunu bilemeyiz, tutumlarımızı ancak davranışlarımızın ne olduğuna bakarak çıkarılmayabiliriz. Kendini Algılama Kuramı bilgi işleme süreciyle, davranışa ilişkin algıyla, Bilişsel Çelişki Kuramı ise tutarsızlığın yarattığı rahatsızlık hissinden kurtulma güdüsüyle ilgilidir.

TUTUM DEĞİŞTİRME SÜRECİ: İLETİŞİM VE İKNA

İletişimin en temel üç ögesi; kaynak , alıcı ve ileti dir. Kaynak , iletinin, mesajın çıktığı yerdir. Kaynaktan çıkan ileti , kanal aracılığıyla alıcıya yöneltilir. Kanal, telefon görüşmesindeki kablo, internet ağı, ya da yüz yüze görüşmedeki atmosfer olabilir. Kaynağın kodladığı iletide hedeflediği alıcı kitlesi ise hedef kitle olarak adlandırılır. Alıcı ve hedef kitle çoğu zaman aynıymış gibi düşünülse de aslında farklı kavramlardır. Bir spor otomobilin televizyon dizisi arasında verilen reklamı için, o anda o diziyi seyreden herkes alıcıdır.

Mesajı Öğrenme Tezi

Carl Hovland ve arkadaşları tarafından, etkili propagandaların nasıl yaratılabileceği konusu üzerinde çalışırlarken oluşturulmuştur. Onlara göre iletişim sürecinin etkili olması için 3 temel öge vardır. Bunlar:

  • Verilen iletinin dikkat çekici olması
  • Verilen mesajın anlaşılır olması
  • Verilen mesajın hatırlanması ve kabul edilmesidir.

Hovland ve arkadaşlarına göre 4 unsur etkili iletişimin belirleyicilerindendir.

  • Kaynak (İletiyi kim gönderiyor?)
  • İleti (Ne söyleniyor?)
  • Ortam (Nasıl söyleniyor?)
  • Hedeftir (Kime söyleniyor?)

Tek Yönlü İletişim: Tek yönlü iletişim karşıt görüşe yer verilmemesi, tek bir görüşün açıklanmasıdır.

Çift Yönlü İletişim: Çift yönlü iletişim kişinin kendi görüşüyle birlikte karşıt görüşe de yer vermesi durumudur.

Aşılama: Aşılama, insanları iknaya dirençli kılmanın yollarındandır. Kişilere seyreltilmiş bir şekilde karşıt görüş aktarılır ve onların karşıt görüşle karşılaştıklarında onu çürütecek donanıma sahip olmaları sağlanır. Aşılamada çift yönlü propaganda daima etkilidir.

Çalışmalara göre özsaygısı düşük olan insanlar daha çabuk ikna olurlar. Kendine güveni yüksek ve düşük kişilerin ikna olma olasılığı düşükken, orta düzeyde kendine güveni olan kişilerin ikna olma olasılığı yüksektir.

Hovland’a göre, ikna edici mesajlar en çok orta düzeyde zekâya sahip kişileri etkiler. Daha zeki olanların daha karşıt düşünce üretme potansiyeli varken, daha az zeki olanlar mesajı anlamakta güçlük çektikleri için ikna edilmeleri güçleşir.

Yetişkinliğin ilk yıllarında ve yaşlılıkta, orta yaşa göre tutum değişimine eğilim daha yüksektir.

Sosyal Yargı Kuramı

Kişinin bir nesne ile geçmiş yaşantısı, bu kişinin o nesneye tutumunu oluşturur.

Kabul Etme Alanı: Kabul etme alanı kişinin tutumuna yakın olan alandır. Gelen iletinin buraya düşmesi durumunda kabul etme olasılığı artar.

Reddetme Alanı: Reddetme alanı kişinin tutumuna uzak olan alandır. Gelen ileti buraya düştüğünde kişinin ikna olma olasılığı düşer.

Eğer kişinin nötr kaldığı ve ilgilenmediği bir noktada ise da ne kabul ne ret oluşur ve bu da tarafsızlık alanı dır. Bu yüzden bir mesajın ikna ediciliği, onun kabul edilebilirlik, reddedilebilirlik ya da tarafsızlık alanlarında nereye düştüğüyle bağlantılıdır.

Kontrast Etkisi: Kuvvetli tutumlarda kişinin kendi görüşünden farklı bir görüş duyduğunda, karşıt görüşü olduğundan daha aykırı görmesi ve ret alanına itmesidir.

Benzetme Etkisi: Kuvvetli olmayan tutumlarda kişinin kendi görüşünden farklı bir görüş duyduğunda, karşı fikri kendi fikrine olduğundan daha benzer görmesi ve kabul alanına almasıdır.

İdeolojik görüşlerde ya da oy verme davranışlarında bu durum sıklıkla görülür. Kişinin tutumu güçlüyse kendi politik görüşüne sıkıca sarılır ve gelen iletileri ret alanına iter. Siyasi partilerin “kemik oy” ya da “çekirdek seçmen” dedikleri ve bir dahaki seçimlerde de kendilerini destekleyeceklerinden emin oldukları oylar vardır ve yapılan karşıt propagandaların bu kemik oyları etkileyebilme olasılığı düşüktür.

Ayrıntılandırma Olasılığı Modeli

Merkezi İkna Yolu: Kişinin iknaya yönelik iletiyi dikkatle dinlediği, üzerinde düşündüğü ve değerlendirdiği, detaylıca analiz ettiği yoldur.

Çevresel İkna Yolu: Kişinin iknaya yönelik iletiye dikkat etmeden dolaylı ipuçlarını izleyerek kanıya vardığı yoldur.

Eğer kişinin motivasyonu yüksekse o kişi mesajı alımlamada merkezi yolu seçecektir çünkü konuya bağlıdır, konudan bir çıkarı vardır ve bilişsel çalışmalara ihtiyaç duyar. Ama motivasyonu düşükse çevresel yoldan dolanmayı seçer ve mesajı yüzeysel olarak alımlar. Kişinin hangi yolu seçeceği, motivasyonuna, yeteneğine ve iletinin niteliğine bağlıdır.

İKNA TEKNİKLERİ

Kapıya Ayak Koyma

Birinden bir şey isteyeceğiniz zaman önce küçük bir şey rica etmeniz, ardından daha büyük bir şey istediğinizde o kişinin razı olmaya yatkın hâle gelmesinin temelini atar. Ardından daha büyük bir şey istediğinizde de kişi tutarlı davranmak istediği için bu büyük şeyi yapmaya da rıza gösterir.

Kapıyı Yüzüne Çarpma

Kapıyı yüzüne çarpma taktiği, önce büyük sonra küçük rica taktiği olarak da bilinir. Bu taktikte insanlardan öncelikle büyük bir şey istenir, karşıdaki kabul etmediğinde bu sefer daha küçük bir talepte bulunulur. Önce yüksek sonra düşük bir fiyat-ürünün ederi gerçekte pazarlıkta düşürdüğü fiyat bile olsa-size mantıklı gelecek ve ikna olacaksınızdır.

Fiyat Kırma

İnsanlar, bir eylemde bulunmaya kalkıştıktan sonra, bu eylemin maliyetindeki küçük bir artışı da kabul etmeye eğilimlidirler. Satın alma kararı aldığınız için de fazla fiyata rağmen kararınızdan vazgeçmez ve kabul ederek satın alma işlemine devam edersiniz.

KİŞİLERARASI İLİŞKİLER

İlişki kurma insanın en temel özelliklerinden birisidir, sosyal çevreyle olan etkileşiminin bir yansımasıdır ve bu yüzden sosyal psikoloji tarafından çokça çalışılan bir alan olarak karşımıza çıkar.

İnsan yavrusu doğumundan itibaren bir toplumsallaşma süreci içerisindedir ve bu toplumsallaşma, karşılıklı ilişki üzerine kuruludur. İnsan, kişilerarası ve gruplar arası ilişkilerin öznesidir.

Gündelik yaşamımızın büyük bir kısmını kapsayan kişilerarası ilişkilerin en temelde üç yönü vardır. Bunlar; karşılıklı bağımlılık, tamamlama gereksinimi ve duygusal bağlılıktır.

KİŞİLERARASI İLİŞKİLERDE TEMEL İLKELER

Bazı durumların kişilerin kuracakları ilişkileri diğerlerinden daha fazla belirlediği yapılan çalışmalarda açığa çıkmıştır. Benzerlik , yakınlık , karşılıklılık ve çekicilik bu özelliklerden bazılarıdır.

Benzerlik

Genellikle kişilerarası ilişkilerimizi bize benzeyen insanlarla kurarız. Benzerlik ödüllendiricidir. Bununla birlikte bize benzemeyen insanlar bizde bir dengesizlik durumu yaratır. Homofili ; aynı demografik özellikleri gösteren, birbirine benzeyen insanların ilişki kurma eğilimidir.

Eşleşme hipotezine göre insanlar, kendileriyle aynı seviyede fiziksel çekiciliği olan insanlarla romantik ilişki ya da arkadaşlık ilişkisi kurma eğilimindedirler. Ancak düşük özsaygıya sahip insanlar-kendilerinden çok memnun olmadıkları için-kendilerine benzer olduğunu düşündükleri insanlarla ilişki kurmaktan kaçınmaktadırlar.

Tamamlayıcılık , iki insan arasındaki ilişkide her birinin diğerinde mevcut olmayanı tamamlaması durumudur.

Yakınlık

Fiziksel yakınlığı bulunan kişilerin ilişki kurma olasılığı uzak olanlardan daha yüksektir. Yakınlık etkisinde salt maruz kalma teorisi (mere exposure theory) önemlidir. Teoriye göre bir uyarıcıya maruz kalma sıklığımızla o uyarıcıyı beğenme olasılığımız arasında pozitif yönde bir korelasyon vardır.

Yakınlık durumu aynı zamanda aşinalık da yaratır. Maruz kalma, uyarıcıyı, kişinin algısına erişebilir kılmadır. Maruz kalma etkisi, olumlu tutum geliştirmede etkilidir. Bu başlangıçta nötr olan ya da olumlu tutuma sahip olan uyarıcılar için geçerlidir.

Karşılıklılık

Taraflardan birinin yönelmesi diğerinin buna karşılık vermesi olasılığını artırır.

Ancak bazı durumlarda karşılıklılık ilkesi aynı şekilde işlemez, bireylerarası farklılıklar önem kazanır. Bebekliğinde güvensiz bağlanma yaşayan insanlarda ya da özsaygısı düşük bireylerde karşılıklılık ilkesi diğerlerine göre daha iyi işlemektedir.

Özsaygısı yüksek insanlar karşılıklılıkta bir beklentiye ihtiyaç duymamakta, özsaygısı düşük insanlar ise karşılıklılık ilkesi gereği karşı tarafın kendisiyle ilgili ne düşündüğünü gözetmektedirler.

Çekicilik

Çekicilik, özellikle fiziksel çekicilik , ilişkiyi kurmada belirleyici özelliklerdendir. Örneğin simetrik yüzler asimetrik yüzlere göre daha çekici bulunur, büyük gözler, belirgin elmacık kemikleri, ince çene çekici bulunma nedenidir.

Ortalama değerler, aşırı ve uç değerlere yeğlenir. Doğal seçilim sürecinde, ortalama özelliklere sahip olanlar uç özelliklere sahip olanlara göre daha şanslıdır, hayatta kalma ihtimali fazladır.

Bununla birlikte “Güzel olan iyidir” şeklinde bir kalıpyargı da bulunmaktadır. Çekici insanların daha mutlu, cana yakın, samimi oldukları ve olumlu özelliklere sahip oldukları düşünülür ve onlara gösterilen tutumlar olumludur. Bu durum hale etkisi olarak adlandırılır.

KİŞİLERARASI İLİŞKİLERDE SÜREÇLER

Bağlanma

Bağlanma , bebeğin anne-babasına ya da ihtiyaçlarını gideren ve bakımını üstlenen bakıcısına olumlu tepki vermesi, korku durumunda onlara ihtiyaç hissetmesi ve yanlarında güven duyması durumudur.

Bebeklerde bağlanma sürecinin nasıl yaşandığı, ileride yaşayacakları kişilerarası ilişkilerin belirleyicilerindendir. Bebekler de üç tür bağlanma olduğunda söz edilebilir. Bunlar: Güvenli bağlanma, Kaygılı bağlanma ve Kaçınan bağlanmadır.

Güvenli bağlanma , anne-baba ya da bakıcı bebeğin gereksinimlerine duyarlı olduğunda, gereksinimlerini giderdiğinde ve bebekle etkileşimini olumlu şekilde kurduğunda oluşur. Bu bebekler bağımlı oldukları insana güven duyarlar, endişelenmezler, terk edilme korkusu yaşamazlar ve kendilerini değerli görürler.

Kaygılı bağlanma , anne-baba ya da bakıcı bebeğin gereksinimlerine tutarlı tepki vermediğinde oluşur. Bazen gereksinim giderilir bazen kayıtsız kalınır.

Kaçınan bağlanma , anne-baba ya da bakıcı bebeğin gereksinimlerine karşı ilgisiz kaldığında bebeğin yakınlaşma çabalarını geri çevirdiğinde reddedici olduğunda oluşur.

Anne-baba ya da bakıcısıyla kaçınan bağlanma kurmuş bebekler yetişkinliklerinde başkalarına daha az güvenirler, güven sorunu yaşarlar ve yakın ilişki kurmakta sıkıntı yaşarlar. Kişilerarası ilişki kurarken temkinlidirler, duygusal açıdan mesafeli, başkalarına güvenmeyen bir yapıdadırlar. Güven duymayla ilgili sorun yaşadıkları için ilişkilerinde tatmin yaşama olasılıkları düşüktür.

Çatışma

Çatışma kişilerarası ilişkilerde sıkça yaşanan süreçlerden biridir. Çatışma zarar verici olabildiği gibi ilişkiyi tamir edici de olabilir. Çatışma, bir kişinin davranışları diğerininkileri engelleyici olduğunda yaşanan bir süreçtir. O olmadan ilerleyen bir ilişki yoktur.

ilişkide tatminsizlik yaşamaya verilen dört ana tepki vardır ve bu yanıtlar iki boyutta farklılaşır. Bu boyutlar aktif veya pasif ve yapıcı veya yıkıcı dır . Tepkilerse ifade etme , bağlılık gösterme , yok sayma ve terk etmedir. Yok sayma ve terk etme ilişkiyi yıkmaya eğilimliyken ifade etme ve bağlılık gösterme ilişkiyi sürdürmeyi amaçlar. Bu tepkilerin hangisinin gösterileceğine dair üç belirleyici bulunmaktadır. Bunlar:

  • Bireyin ilişki gerileme sürecine girmeden ilişkide yaşadığı doyum
  • Bireyin ilişkisine yaptığı yatırım
  • Bireyin var olan ilişkisine alternatif başka bir ilişki ihtimalinin olup olmamasıdır.

İletişim Çatışmaları

İletişim Kaynak ve alıcı arasında gerçekleşen ileti aktarma sürecidir.

Harary ve Batell, sekiz temel iletişim çatışması türü olduğundan bahseder.

  • Aktif çatışma: İletişimin tarafları birbirlerine tam zıt olduğunda ortaya çıkar. Taraflar birbirlerini dinlemeden birbirlerini iknaya çalışırlar.
  • Pasif çatışma: Taraflar arasında bir çatışma vardır ancak pasiftirler. Birbirlerine küserler, birbirleriyle iletişim kurmazlar.
  • Varoluşsal çatışma: Kişi iletişimde sadece tek taraf var gibi düşündüğünde oluşur. Önemli olan karşısındakinin anlaması değil, kendisinin söylemesidir. İletisi yerine ulaşamaz, iletişim kuramadığı için de varoluşsal çatışma yaşar.
  • Tümden reddetme: Kişi kendisine yöneltilen iletiye kapalıdır, bütün eleştirileri reddeder ve başrolde hep kendisi olmak ister.
  • Önyargılı çatışma: Taraflar önyargıya sahiptir ve tartışma sürecinde de bu önyargıları değişmez.
  • Yoğunluk çatışması: İki kişinin görüşleri arasında kısmen uyuşma olması durumunda yaşanır.
  • Kısmi algılama çatışması: İletişimin taraflarından biri, kendisine gelen iletiyi eksik ya da kısmi olarak alımlarsa orada kısmi algılama çatışması yaşanacaktır.
  • Alıkoyma çatışması: Bu çatışma türündeyse ileti düzgün olarak alımlanır ancak üçüncü kişiye kısmi olarak iletilir, tam olarak iletilmez ya da ileti taşınma sürecinde değişikliğe uğratılır.

Empati

Empati Bir insanın kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır. Empati kavramı bazı durumlarda sempati kavramıyla karıştırılmaktadır. Sempati en temel anlamıyla “birisiyle birlikte acı çekmektir”. Karşımızdaki kişinin sahip olduğu duygu ve düşüncelerin aynısına sahip olmaktır. Empatinin temelinde ise karşımızdakinin düşüncelerinin aynısına sahip olmak değil onun duygu ve düşüncelerini anlamak yatar.

KİŞİLERARASI ÇEKİCİLİK KURAMLARI

Sosyal Değiş-Tokuş Kuramı (Sosyal Takas Kuramı)

Sosyal değiş-tokuş kuramı , insanların maliyetleri ve faydaları ölçtüğünü ve faydaları en üst seviyeye çıkaracak ve maliyetleri en aza indirecek şekilde davrandıklarını belirtir. Kurama göre, en tatmin edici ilişkiler, en düşük maliyetle en büyük ödülü edinen ilişkilerdir.

Kurama göre, bir ilişkinin bizim için değerli olduğunu söylediğimizde genellikle bu, ilişkinin bize başka bir yerde elde edilemeyen benzersiz ödüller sağladığı anlamına gelir. Özsaygısı yüksek kişilerin kıyaslama düzeyi de yüksektir; ilişkide yüksek oranda kar beklerler.

Rusbult (1983) bir ilişkinin yalnızca ödüllere ve bedellere ya da mevcut alternatiflere değil, yapılan yatırım miktarına da bağlı olduğunu söyler ve sosyal değişim kuramına yatırım yani ilişkiye verilen emek boyutunu ekler. İlişkiye ne kadar emek verildiğinin yanında ilişkinin bitiminde nelerin kaybedileceği de önemlidir.

Denklik Kuramı

Denklik ilkesine göre insanlar ilişkilerini, ancak ilişkiye kattıkları şey ilişkiden kazandıkları şeye denk olduğunda adil ve tatmin edici görürler. Buradaki denklik eşit olmakla aynı şey değildir. Kurama göre, bir taraf ilişkiye daha fazla katkı sunarsa, ondan daha fazla getiri elde etmelidir.

Kuram, taraflardan birinin diğerinden az yararlandığı ya da çok yararlandığı bir ilişkinin mutlu ilişki olamayacağını öngörür.

Evrimsel Kuram

Bu bakış açısına göre kişilerin bize çekici gelmesinde bize yansıttıkları doğurganlık, gençlik, sağlıklılık izlenimleri önemlidir. Bu bakış açısına göre üreme kadınlar için erkeklere göre daha çok çaba ve enerji gerektiren bir davranıştır. O yüzden üreme için yaptıkları seçimde daha dikkatli olmak zorundadırlar.

Bu kuram, kültürü görmezden geldiği için eleştirilir. Kültürü evrimden ayırmak zor olduğu için kuram her zaman tartışmalara açık kalacaktır.

AŞK KURAMLARI

Sosyal psikologlar sevgi kavramını; hoşlanma, arkadaşça sevgi ve tutkulu aşk ya da romantik aşk olarak kabaca üçe ayırırlar. Tutkulu aşk, yoğun bir enerjiyle doludur ve bu enerjiyi sağlayan fizyolojik uyarılmanın kaynakları; cinsel arzu, reddedilme korkusu, engellenmişlik duyguları, kavga sonucu oluşan kızgınlık vb. olabilir. Kişi zihinsel olarak tutkulu aşk duyduğu kişiyle sürekli meşguldür, onu mükemmel olarak görür.

Lee’nin Aşkın Renkleri Tipolojisi

Aşkın temel biçimleri Eros, Ludus ve Storge olmak üzere üç tanedir.

Eros tutkulu aşkı, Ludus oyun oynama aşkını, Storge ise arkadaşça aşkı yani sevgiyi betimler.

  • Eros ve Ludus birleşerek Mania’yı,
  • Storge ve Ludus bir araya gelerek Pragma’yı ve
  • Eros ve Storge bir araya gelerek Agape’yi meydana getirir.

Mania saplantılı aşkı, Pragma gerçekçi aşkı, Agape ise özgeci aşkı ifade eder.

Sternberg’in Üçlü Aşk Kuramı

Aşkın 3 bileşeni: yakınlık , tutku ve bağlanmadır..

  • Yakınlık bileşeni , aşk ilişkisinde samimiyet ve bağlanmışlık ifade eder.
  • Tutku bileşeni; romantizme, fiziksel çekiciliğe, cinsel tüketime yol açan güdüleri belirtir.
  • Bağlılık bileşeni ise kısa dönemde birinin bir başkasını sevme kararını ve uzun dönemde bu sevgiye sürdürmeye olan bağlılığını, buna dair verdiği taahhüdü işaret eder.

Sternberg (1986), aşk türlerinin 8 tane olduğunu ve bu üç temel bileşenlerin varlığı ve yokluğuyla belirlendiğini belirtir. Bunlar: Sevgisizlik , hoşlanma , ilk görüşte aşk , boş aşk , romantik aşk , arkadaşça aşk , saçma aşk ve mükemmel aşktır .

ÖZGECİ DAVRANIŞ

Özgecilik (altruism) kelimesi, “başkası için” anlamına gelen Latince kökenli bir kavramdır.

Özgeci davranış: Herhangi bir ödül beklentisi olmadan, birisine isteyerek yardım etmedir.

ÖZGECİ DAVRANIŞ KURAMLARI

Evrimsel Yaklaşım

Hayvanlar ve insanda görülen bu yardım etme, gerektiğinde-başkalarının hayatta kalması için-kendini tehlikeye atma davranışı; evrimsel psikolojiyle ilgilenenler tarafından, bir kuşaktan diğerine aktarılan genetik bir özellik olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Özgeci davranışın insandan insana geçen genetik bir özellik olduğu görüşü tartışmalı bir görüştür. İnsanoğlunun neslini sürdürebilmesi güdüsünün her durumda başat bir güdü olmama olasılığı söz konusudur.

Kültürel Yaklaşım

Evrimsel yaklaşım, hiç tanımadığımız birinin ihtiyacı olduğunda ona yaptığımız yardımı açıklayamamaktadır. Zaman içerisinde iyi olan tutum ve davranışlar toplumsal normların bir parçası haline gelmiştir. Toplumsal sorumluluk, yaşamak için bize muhtaç olanlara yardım etmemizi söyler. Karşılıklılık ilkesi de yardım aldığımız insanlara bizim de yardım etmemizi söyler. Özgeci ve olumlu sosyal davranışı etkileyen bir diğer etken adalet ve toplumsal eşitlik duygusudur.

İnsanların hayır kurumlarına bağış yapmalarının altında yatan da bir tür hakkaniyet-toplumsal adalet duygusudur. Birçok araştırma, insanların paylarına düşenden fazlasını kazandıklarında, kazançlarının bir kısmını, hakkaniyeti sağlamak için isteyerek vermeye hazır olduklarını göstermiştir.

Öğrenme Yaklaşımı

Bu yaklaşım “koşullu öğrenme” kuramlarını esas almaktadır. Ödül davranışı pekiştirmektedir. Ödüllendirmenin en yaygın biçimi övgü sözleridir.

Yükleme Kuramı ve Özgeci Davranış

Bir kimseye yardım yapılıp yapılmaması, yardımın niçin istendiğine de bağlıdır. Bu kurama göre insanın başına gelenler onun denetimi dışındaysa, ona yardım etme olasılığı artmaktadır. Birey kendi ihmali, tembelliği vb. nedenlerle mağdur duruma düşmüşse, ona kızgınlık duyulmakta, yardımda isteksiz davranılmaktadır. “Kendi düşen ağlamaz” özdeyişi bu tutumu özetlemektedir.

ÖZGECİ DAVRANIŞ KARAR BASAMAKLARI

  • Birinci basamak: Özgeci davranışta bulunmak için; öncelikle yardım etmeyi gerektiren bir sorunun algılanması gerekir.
  • İkinci basamak: Yardım gerekir kararından sonraki adım, “kişisel sorumluluk almadır” .
  • Üçüncü basamak: Yapılacak yardımın getiri ve götürüsünün ne olacağını düşünmektir.
  • Dördüncü basamak: Yardım etme kararı sürecinin son basamağı, “yardımın biçimine karar verme ve harekete geçmedir” .

İNSANLARDAKİ ÖZGECİ DAVRANIŞ FARKLILIKLARI

Olumlu duygu durumu ile yardım etme arasındaki ilişkinin varlığı araştırmalarla kesin olarak kanıtlanmıştır.

Kötü hissetme, başkalarının yaşadığı olumsuzluklara verilen duygusal bir tepkidir. Ancak kötü hissetme ile yardım etme davranışı arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Bazı insanlar çevresindeki olumsuzlukları görmezden gelerek, oradan uzaklaşarak da kendisini iyi hissetmesini sağlayabilir.

YARDIM ETME BİÇİMLERİ

Başkalarının Varlığı

Araştırmalar, başkalarının olması durumunda yardım etme davranışının azaldığını ortaya koymuştur. Bu durum için getirilen açıklamalardan birisi, yardım gerektiren ortamda başkalarının da olmasının “sorumluluk dağılması” na neden olduğudur.

Çevresel Koşullar

Yabancıya yardım etme davranışı ile kent büyüklüğü arasındaki ilişki birçok araştırmada benzer sonuçlar vermiştir. Yani kent büyüdükçe yardım etme davranışı azalmaktadır.

Zaman Baskısı

İnsanlar geç kalmamak, bir toplantıya, bir randevuya yetişmek gibi zaman baskısı altında olduklarında yardım etme davranışı azalmaktadır.

SALDIRGANLIK

Saldırganlık Diğer kişiye fiziksel ve psikolojik olarak zarar vermeyi ya da incitmeyi amaçlayan davranıştır. Pasif saldırganlık, hiçbir faaliyet yapılmamasına rağmen, karşıdakine zarar vermeyi amaçlayan faaliyetsizlik olarak tanımlanmaktadır. Araçsal saldırganlık, değerli bir hedefe ulaşmayı sağlamak üzere gerçekleştirilen zarar verme ya da incitme eylemidir. Düşmanca Saldırganlık: Amacı diğer kişiye zarar verme ya da onu incitmek olan saldırganlıktır.

Özgeci Saldırganlık: Toplumsal normlara uygun olarak görülen ve toplum tarafından onaylanan saldırganlıktır.

Antisosyal Saldırganlık: Toplumsal normları çiğneyen ve toplumca onaylanmayan saldırganlıktır.

İzin Verilmiş Saldırganlık: Toplum kurallarının sınırları içinde olan ve açık bir onay verilmese de toplum tarafından meşru olarak algılanan saldırganlıktır.

SALDIRGANLIĞIN KÖKENLERİ

İçgüdüsel Yaklaşımlar

Saldırganlıkla ilgili ilk kuramsal gelişme, saldırgan davranışı, insan ve hayvan doğasının doğuştan gelen, genetik kökenli bir içgüdünün dışavurumu olarak gören anlayıştır. Freud’un psikanaliz çerçevesinde geliştirdiği bu kuram, insanlarda ikili bir içgüdü olduğunu savunur. Buna göre, bireyin davranışı, iki temel güç tarafından yönetilir: Yaşam içgüdüsü (eros) ve ölüm içgüdüsü (thanatos). Eros, kişileri haz aramaya ve isteklerini gerçekleştirmeye yönlendirirken, thanatos benlik-yıkımına yöneltir.

Evrim süreci içinde saldırgan davranış, türün en güçlü ve genetik olarak en uygunlarının hayatta kalmasını sağlayarak, türlerin evrimsel gelişiminde uyumsal bir işlev görmektedir.

Sosyal Öğrenme Yaklaşımı

Sosyal öğrenme kuramına göre, saldırgan davranış ve diğer tüm davranışlar, öğrenilmiş davranışlardır.

Pekiştirme: Davranışı izleyen ve organizma üzerinde hoşa gidici bir etki yaratarak, davranışın tekrar olma olasılığını arttıran uyarıcıların verilmesidir.

Bazı sosyal psikologlara göre saldırgan davranışın en önemli öğrenilme yolu, saldırgan bir model in gözlemlenmesi ile gerçekleşir. Model, davranışının taklit edildiği ve uygun davranış için rehber olarak alınan kişidir.

SALDIRGANLIĞIN SOSYAL, DURUMSAL VE KİŞİSEL BELİRLEYİCİLERİ

Sosyal Belirleyiciler: Engellenme, Tahrik ve Medyada Şiddet

Hiç kuşkusuz saldırganlığın en önemli nedeni engellenmedir. Engellenme-saldırganlık modeli son zamanlarda yeniden yorumlanmış ve engellenmenin kişide yarattığı olumsuz duygular ölçüsünde saldırganlığa yol açabileceği ileri sürülmüştür.

Saldırganlığın muhtemelen en meşru görüldüğü durumlar, saldırgan davranışın tahrik sonucu göstermiş olduğu durumlardır.

Medyadaki şiddetin etkisini gösteren kanıtlar, üç farklı yöntemle yapılan araştırmalardan elde edilmiştir; laboratuvar deneyleri, korelasyonel surveyler ve alan deneyleri. Bu alandaki çalışmaların özeti: Saldırgan davranışı ortaya çıkarmak için medya şiddeti yeterli bir etmen değildir.

Medyadaki şiddete maruz kalmak, bazı insanların bazı saldırgan davranışları sergilemesine etki eden etmenlerden sadece biridir. Medyadaki şiddeti izlemenin ikinci etkisi, duyarsızlaştırma etkisi olarak adlandırılmaktadır. Çok gerçekçi şiddet sahneleri izledikten sonra, insanlar kurbanın çektiği acıya duyarsızlaşmaya başlamakta ve daha önce gösterdikleri duygusal tepkiler azalmaya başlamaktadır.

Durumsal Belirleyiciler: Alkol ve Yüksek Sıcaklık

Bilindiği üzere, alkollü içkiler saldırganlık da dahil olmak üzere toplum tarafından onaylanmayan davranışlar üzerindeki ketlemeleri gevşetmektedir. Alkol alan kişilerde saldırganlığın otomatik olarak arttığını söylemek pek mümkün değildir; aynı şekilde bütün alkol alan kişiler kavga çıkarmak için fırsat da kollamazlar.

Bazı laboratuvar çalışmaları sıcak havanın sadece belirli bir noktaya kadar saldırganlığı arttırdığını, ancak o noktadan sonra saldırganlığı arttırmayıp azalttığını göstermiştir.

Kişisel Belirleyiciler: Kişilik ve Cinsiyet Farklılıkları

Saldırganlıkla ilişkili olduğu varsayılan kişilik özelliklerinden birisi sosyal onay ihtiyacıdır.

A Tipi Kişilik: Yüksek düzeyde rekabetçilik, zamanla yarışma ve düşmanlık içeren bir kişilik örüntüsüdür. A tipi insanların stresliyken diğerleriyle değil tek başına çalışmayı tercih ettikleri, zira hem yetersizliklerini göstermekten kaçındıkları hem de durumu kontrol altına alma istekleri olduğu belirtilmektedir.

Araştırmalar, yüksek düzeyde testeron hormonu ile A tipi kişilik özelliklerinin saldırgan davranışı ortaya çıkarmada önemli bir rol oynadıklarını göstermiştir

Genel olarak erkeklerin kadınlardan daha saldırgan olduğu yönünde kanıtlar mevcuttur.

SALDIRGANLIĞI AZALTMA

Arınma: Uyarılmış (harekete geçmiş) psişik enerjinin harcanması ve sistemin tekrar psikolojik denge durumuna dönmesidir.

Cezalandırma: Cezanın veya misilleme tehdinin kısa bir süre için saldırgan davranışın ortaya çıkışını bastırdığı ve böylece saldırganlığı kontrol altına almada işe yaradığı düşünülebilirse de, uzun vadede etkili bir yöntem olduğu çok tartışmalıdır.

Saldırgan Olmayan Davranışların Model Alınması: Araştırma sonuçları, saldırgan olmayan modelleri izleyen çocukların daha sonraki saldırgan davranışlarında bir azalma olduğunu göstermiştir.

Sosyal Beceri Eğitimi: Pek çok insanın saldırgan davranış göstermesinin altında yatan en önemli nedenlerden biri, temel sosyal becerilere sahip olmamasıdır.

Bazı koşullar altında bu olumsuz duyguları yaşamanın yanlış olan hiçbir yanı yoktur; insan olmanın bir parçasıdır bu duygular. Esas probleme yol açan şey, bu duyguların saldırgan bir tarzda ifade edilmesidir. Hiçbirimiz öfkemizi ya da kızgınlığımızı saldırgan olmayan bir tarzda nasıl ifade edeceğimizi bilerek doğmuyoruz; ama bu bilgiyi sonradan kazanabiliriz.