Din kutsalla olan inanç ilişkisidir. Her toplumun kutsalları (tabulaşmış inançları) vardır. Topluluklar kutsalları üzerinden kendini başkalarından ayırır. Bu ortak anlam sistemi dünyaya düzen ve anlamlılık hissi verir. Bu cemaatleşmeye neden olur. Her dinin kendine özgü bir hakikat iddiası vardır.
İnsan ancak başka insanların varlığıyla insan olabilir (ünsiyet). Bu bağlamda din temel bir toplumsal kurumdur mesela aile yapısını belirler (kiminle evlenip evlenilemeyeceği gibi).
Siyaset dünyayı ve toplumu inşa girişimi olduğundan din ile yolu çakışır. Aynı çizgide olduklarında meşrulaştırıcı bir güçken, ters düştüklerinde çatışmalar oluşur. 30 yıl savaşları ile Avrupa`da dini, yönetimden ayrıştırma aklı gelişmiştir (laiklik). Sekülerlik ise sadece siyaset değil genel olarak günlük hayatın dinden arınması anlamına gelir. Marx`a göre din bir üstyapıdır ve kitlelerin afyonudur (uyuşturan ilaç, kalpsiz dünyanın kalbi). Weber bu görüşe karşı çıkmış ve dinin daha belirleyici olduğunu düşünmüştür
Din sosyolojisi dini açıklamaya çalışır. Durkheim: insanın nedenini bilmediği şeyler için tanrı düşüncesini uydurduğunu öne sürmüştür. Çıkış nedeni olarak geçerli olsa bile şeylerin nedenleri öğrendikçe insanlar dini terk etmedi, yerini ayrı tuttu. Feuerbach ise bir idealizasyon ihtiyacından tanrı düşüncesinin uydurulduğunu öne sürer (bu daha mantıklı bir açıklama geliyor bana). Şehirleşme ile insanlar kendi inançlarının dışındaki görüşleri görmüş, sorgulamaya başlamış ve dinin günlük hayattaki etkisini birçok toplumda zayıflatmıştır. Weber ise dini anlamlı sosyal eylem olarak görmüş. Protestanlık – çalışkanlık ilişkisini detaylandırmıştır.