Kierkegaard felsefesinde, bir insanın birey olarak seçebileceği üç temel konum vardır. Bunların ilki, bireyin, tüm yaşamını duygularının yönettiğini var sayan estetik konumdur. İkincisi olan etik konum, tüm yaşamın, başkalarıyla karşılaştırmalı olarak kavranabileceğini, ve tümel (evrensel) ahlakın kamusal alanda dışa vurduğunu varsayar. Üçüncüsü olan dinsellik konumu ise, insanın tüm yaşamını Tanrıya karşı olan sorumluluğunun yönettiğini farzeder.
Soren Kierkegaard’ın, hayatın derin varoluşçu soru(n)larından birine; insanın, özde olduğu şey, yani insan olmada karşılaştığı zorluklara odaklanmış olması, ona evrensel bir boyut kazandırıyor.
AFORİZMALAR
-İnsanlar ne mantıksız oluyor. Sahip oldukları özgürlükleri hiç kullanmıyorlar da, sahip olmadıklarında ayak diriyorlar; düşünce özgürlükleri var, onlar ifade özgürlüğünde diretiyor.
-Ne olacak? Gelecek ne getirecek? Bilmiyorum, hiçbir fikrim yok. Bir örümcek, sabit bir noktadan hedefinin içine doğru seğirtirken, önünde daimi bir boşluk görür, ayak basacak yer bulamadığı bir boşluk, ne kadar çırpınırsa çırpınsın. Ben de bu durumdayım; önümde daimi bir boşluk, beni ileriye doğru güdüleyen şey, arkamda yatan bir netice, bu hayat geriye dönük ve korkunç, tahammül edilir gibi değil.
-Bana neler yapmak istediğimi soruyorlar da, gerekçelerini hiç soran yok. Bir genç kızın gerekçe gösterememesi mazur görülür, çünkü o bir duygu aleminde yaşıyor denir ya, bende bunun tam tersi oluyor. Genelde o kadar çok ve çoğu kez birbirine zıt gerekçelerim var ki, bu gerekçeyle, bir gerekçe göstermem imkansız. Nedenler ve etkiler de, görüşüme göre, birbiriyle doğru dürüst bağlantılı değil. Bazen olağanüstü ve devasa nedenlerin etkileri öyle sudan ve görülemeyecek kadar küçük olabiliyor ki, hatta bazı bazı hiç olmayabiliyor; bazen de fıske gibi minicik bir neden, müthiş bir etkiye yol açabiliyor.
-İnsan yalnız başkalarına karşı değil, kendine karşı da akıl ermez olabilmeli. Kendimi inceliyorum; bundan yorulunca, zaman öldürmek için bir sigara yakıyorum ve düşünüyorum; Tanrı bilir, Yaradanım benimle ne demek istedi, veyahut benden ne ortaya çıkaracak, diye düşünüyorum.
-Hayat nasıl da boş ve anlamsız. Birini defnediyorsunuz; toprağa yolcu ediyorsunuz, üzerine üç kürek toprak atıyorsunuz; faytonla gidip, faytonla eve dönüyorsunuz; önünüzde uzun bir hayat var diye kendi kendinizi avutuyorsunuz.
-Bir tiyatronun kulisinde yangın çıkmıştı. Bir soytarı sahneye çıkıp seyircileri durumdan haberdar etti. Herkes de şaka söylüyor sandı, bir alkış koptu; soytarı yine aynı şeyi tekrarladı; alkışlar daha da arttı. Ben dünyanın da işte böyle, söylenenin bir şaka olduğunu sanan cin fikirli şaka severlerin sıradan alkışları altında yerle bir olacağını düşünüyorum.
-Hayatın anlamı ne olabilir acaba? İnsanları iki ana gruba ayırırsak, bir grubun yaşamak için çalıştığını, diğerininse böyle bir gereksinimi olmadığını söyleyebilirdik. Lakin yaşamak için çalışmak, hayatın anlamı olamaz, çünkü habire koşullara uymanın, hayatın anlamı sorusuna cevap teşkil etmesi, ilkinin sayesinde koşullandırılacağından dolayı, bir ikilem oluşur. Diğer taraftan, öbür gruptakilerin hayatı da genel olarak, koşulları çiğnemeksizin hiçbir anlama sahip olamaz.
-Asıl haz, haz alınan şeyde yatmıyor; onu fıkren arzulamada yatıyor. Hizmetimde naçiz bir cin olsaydı da, bir bardak su getirmesini emrettiğimde, o bana onun yerine, dünyanın en değerli şaraplarını bir kadehde karıştırırak hazırladığı leziz karışımı sunsaydı, onu kovardım, ta ki hazzın, neden haz aldığımda değil, istediğimi elde etmede yattığını öğrenene dek.
–Tek bir sırdaşım var, gecenin suskunluğu; niçin mi sırdaşım? çünkü susuyor.