Siyaset Felsefesi 101 – Ders Notu

Siyaset felsefesi genel olarak bir toplumun ya da bireylerin öznel istencinin genel istençle birliğine ilişkin olanaklara ilgilenir. Aristoteles Politika adlı yapıtının hemen başında insanı zoon politikon (siyasal canlı) olarak tanımlar.

Siyaset Felsefesinin temel soruları: Kim hangi haklara sahip olacak? Egemenlik kimde olacak? ve hatta devletin var olmalı mıdır? Devletin temeli (arkhesi) nedir? gibi sorulardır.

Platon`a göre devletin amacı toplumu bir bütün olarak mutlu kılmaktır.

Hobbes, Locke ve Rousseau’nun siyaset ve devlet kuramları hep doğa durumu varsayımından ortaya konmuşlardır. Doğa durumu hiçbir siyasi örgütlenmenin ve yönetimin olmadığı durumu veya tamamen doğal hâlde bulunduğu durumu ifade eder. Buradan hareketle de adına toplum sözleşmesi dedikleri bir sivil sözleşmeyi gerekli görmüşlerdir. Bu bireylerin düzenli ve adil bir toplum oluşturmak üzere aralarında yaptıkları ve egemenliği bir üçüncü güce devrettikleri yazılı olmayan bir sözleşmedir.

Hobbes doğa durumundan bencil istek ve çıkarlarının insanın kendisi için güvensiz bir durum oluşturması gerekçesiyle toplum sözleşmesine gereği vurgular. Doğa durumu bir anarşi durumudur ve ancak mutlak bir gücün egemenliği ile çıkılabilir.

Adalet sorunu siyaset felsefesinin en eski sorunlarından biridir ve halen tartışılmaktadır. Mesela Locke mülkiyeti doğal bir hak olarak görürken, Rousseau mülkiyeti eşitliğe ve doğaya aykırı bir olgu olarak yorumlar.

Siyaset etikle iç içedir. Aristoteles Nikomakhos’a Etik adlı yapıtının bir siyaset araştırması olduğunu söyler. Her siyaset araştırması etik ilkeler üzerinde temellenmelidir. Niçin bir şey varolmak zorunda sorusuna verilen her yanıt, o şeyin ontolojik temellerinin ne olduğu sorusuna verilmiş bir yanıttır. Etik siyasetten önce gelen bir disiplindir. O yüzden siyaset felsefesi etikten bazı temeller alacaktır.

Toplum ve Devlet Öğretileri (Eskiçağ ve Ortaçağ)

Macchiavelli Hükümdar adlı yapıtında ulus-devlet kavramı ile, modern siyaset kuramının da temelini atar. Çağdaş siyaset felsefesinde ise Rawls ve Nozick gibi düşünürler bu konular üzerine çalışmalar yapmıştır.

Demokritos’a göre demokrasi de en iyi yönetim biçimlerinden biridir ve demokraside yoksulluk, efendilerin hizmetinde mutlu olmaktan çok daha iyidir. Devletin görevi toplumu hak, adalet, eşitlik ve özgürlük gibi kavramlar temelinde yasalarla düzenlemektir.

Sofistlerden Kritias’a göre din ve ahlak kuralları kurnaz yöneticiler tarafından toplumun itaati için oluşturulmuşlardır. Thrasymakhos’a göre hak ve adalet toplumda güçlünün işine gelendir. Kallikles ise toplumdaki güçsüzlerin kendilerini korumak için yasaları, adalet ve ahlak gibi kural ve değerleri oluşturduklarını ileri sürmüştür.

Sokrates’e göre en iyi siyasal düzen bilge insanların başta bulunduğu düzen olacaktır.

Platon’un toplum ve devlet tasarımı Politeia (Devlet)’dır. Ona göre ideal olanla gerçek arasındaki uyuşmazlık aşılamaz. Eğer gerçekte olan ideal olsaydı ona ideal denemezdi. İdeallik gerçekliğe aşkındır. Kitaptaki devlet de ideal bir devlettir.

Platon’a göre adalet insanın ruhunun üç yanının (Arzular-istekler yanı, akıl ve dengeyi sağlayan irade) her birinin kendi işini görmesiyle sağlanabilir. İnsan gibi devleti de üç sınıfa ayırır: Yöneticiler (bilgelik), üreticiler (ölçülülük), ve koruyucular (cesaret) sınıfı. Adalet (herkese hakkını vermek) toplumun bütününün taşıması gereken bir erdemdir.

Platon’a göre monarşi ve aristokrasi iyidir; timokrasi, oligarşi, demokrasi ve tiranlık ise bozuk yönetimlerdir. İdeal yönetim biçimi baştakinin filozof olduğu monarşidir. Aristokrasiden timokrasi, timokrasinin bozulmasıyla oligarşi, oligarşinin bozulmasıyla demokrasi ve demokrasinin bozulması da tiranlık ortaya çıkar.

Aristoteles`e göre idea tekil olanda içkindir. Yani asıl anlamda varolan tekil varolanlardır. O amaç (teleos) ya da son nedene ‘iyi olan neden’ demektedir. Ve devletin nihai amacı yurttaşların iyiliğini ve mutluluğunu sağlamaktır. Aristoteles’e göre altı yönetim biçimi vardır: iyiler (monarşi, aristokrasi, politeia) ve bozuklar (tiranlık, oligarşi ve demokrasidir).

İdealar Hristiyan düşüncesinde Tanrının düşüncesi ve ideaları hâline gelirler.

Augustinus yapıtı Tanrı Devleti Üzerine’de yasa koyucu olmadan yasa olamayacağını ve bu yüzden de adaletin insanüstü bir kaynağı olması gerektiğini vurgular. Roma İmparatorluğu gibi bütün devletler de yıkılacaktır, çünkü hepsi geçicidir. Sonunda Tanrı devleti kazanacaktır. Tanrı devletinin yeryüzündeki temsilcisi de Kilise’dir. Bu insanlar işlemezler. Böylece ideal bir devlette kötülükler yoktur.

Rönesans ve Modern Felsefenin Toplum ve Devlet Öğretileri

Ortaçağ’da önemli olan bu dünya değil, öbür dünyaydı. Rönesans ile “bu dünya” yeniden Eskiçağ’da olduğu gibi önemli hâle geldi.

Bu hareket Kilise’den bağımsız olarak yeniden doğuştur.

Machiavelli: İlk Laik Devlet Kuramı ile devletin gücünü Kilise’den almaması gerektiğini ortaya koyar. Hükümdar devletin varlığını sürdürmeye amaçlar. Bunu sağlamak için başvuracağı her yol mübahtır.

Jean Bodin’e göre egemenlik bir halkın mutlak ve süresiz olarak kalıcı gücüdür. Egemenliğin bölünemez olması gerektiği görüşüyle monarşiyi en iyi yönetim biçimi görür.

Hugo Grotius Savaş ve Barış Hukuku Üzerine adlı yapıtında doğal hukuk ( ius naturale ) ile pozitif (konulmuş) hukuk ayırımı yapar. Doğal hukuk insan olmaktan gelen hakları içerir. Bu yüzden doğal hukuk pozitif hukuka göre üstündür. Grotius 3 nedenden doğan savaşı haklı görür: Kendini savunma, zararın karşılanması ve cezalandırma.

Ütopya Tasarımları: Thomas More – Ütopya, Tommaso Campanella – Güneş Devleti (Civitas Solis) ve Francis Bacon – Yeni Atlantis (Nova Atlantis) yapıtlarında ortaya konur.

Modern Felsefenin Toplum ve Devlet Öğretileri

Hobbes (1588-1679) Leviathan adlı yapıtında devleti doğal olmayan yapma bir cisim olarak belirler. İnsanın bütün eylemleri zorunlu nedenlerle belirlendiğinden, devlet de zorunludur. Hobbes devletin bu zorunlu varlığını temellendirmek için doğa durumunu kullanır. Ona göre doğa durumu bir savaş ve anarşi durumudur.

Devletin gücü mutlak olmalıdır ve egemenin hiçbir eylemi onun uyrukları tarafından eleştirilemez. Çünkü egemen güç uyruklarının toplam istencini yansıtmaktadır. Her türlü güç ve yetki egemenlik hakkı demek olan devletindir.

Locke Yönetim (Hükümet) Üzerine İnceleme adlı yapıtında doğa durumunu bir özgürlük durumu olarak tanımlar. Mülkiyet hakkı en temel insan hakkıdır ve bu hakkın korunması için devlet gereklidir. İnsanın bedeninin emeği ve elleriyle ürettiği her şey onun kendi malıdır.

Montesquieu: Yasaları olan bir toplumda özgürlüğü insanın isteyeceği şeyi yapabilmesi, istemeyeceği şeyi yapmaya zorlanmaması olarak tanımlar. Devlet biçimileri içinde iki aşırı biçimden, yani demokrasi ve despotizmden kaçınmayı önerirken, Monarşi ve aristokrasiyi mantıklı bulur.

Rousseau’ya göre insan doğa durumunda tam bir eşitlik ve özgürlük durumunda mutlu bir şekilde yaşamıştır. Doğa durumunun sona ermesini mülkiyetin ortaya çıkmasına ve eşitliğin ortadan kalkmasına bağlar. Bu noktada toplum sözleşmesi eşitliği ve özgürlüğü hedef almalıdır. Ona göre toplumsal istenci genel yapan şey de oy sayısından çok, oyları birleştiren ortak çıkardır.

Demokrasi ve Sorunları

Eski Yunan dilinde ‘halk’ anlamına gelen demos ve ‘güç, yönetim, iktidar’ gibi anlamlara gelen kratos sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşturulan demokrasi, verilen sözlük anlamları yan yana getirildiğinde, “halkın gücü, iktidarı” temsilî demokrasi olarak anılır. Demokraside liberal demokrasi , sosyal demokrasi ve sosyalist demokrasi gibi farklı yaklaşımlar bulunur.

Liberal demokrasi, bireyi temel alan, hak ve özgürlüklerin en geniş biçimde yaşanmasını savunan bir görüştür. liberal demokrasi, çoğulculuğu, serbest piyasa ekonomisini, sivil toplumu, özel yaşamın dokunulmazlığını ya da bireyin özerkliğini ve karşılıklı hoşgörüyü de savunur ve vazgeçilmez görür. Liberal demokrasi kişilerin görüşlerine eşit ölçüde değer vermesiyle ortaya çıkar. Herkesin görüşünü eşit ölçüde önemli ve değerli olarak hesaba katma, cahil/bilgisiz kimseler ile aydın/bilgi sahibi kimseleri bir tutmayı beraberinde getirir.

Demokrasinin Sorunları

  • Bireysel Hak ve Özgürlüklerin Kısıtlanması: Isaiah Berlin’e göre negatif özgürlük , bireyin eylemlerinde başka kişi gruplar tarafından engellenmemesidir. Pozitif özgürlük ise bireyin kendisinin efendisi olması isteğinden kaynaklanır. Kişinin kendi hayatının ve kararlarının ne türden olursa olsun bir dış güce değil, kendisine dayanması isteğidir. Zamanla demokrasi, yurttaşlara siyasal tercihlerini yalnızca seçimlerde oy vererek ifade etme hakkı tanınan ve bunun dışında kamusal alanda kendini ifade etmesine fazla yer verilmeyen bir yönetim biçimine mi dönüşmektedir.
  • Çoğunluğun Diktatörlüğü ve Temsilde Adalet Sorunu: Demokrasi, insanın toplumdaki özgürlüğünü bir yandan güvence altına alıp bir yandan da herkesin hak ve özgürlüklerini birbirininkiyle kısıtlar. Bu kısıtlamalar, herkesin hak ve özgürlüğünü eşit biçimde ve aynı ölçülerde güvence altına almak gerekçesi üzerinden meşrulaştırılır. Aynı konuda birbirinin karşıtı görüşlere sahip grupların oluşmuş olması söz konusuysa demokrasi, yalnızca çoğunluğun savunduğu görüşün hayata geçmesinden mi ibaret olmalıdır?Bu haliyle demokrasiyi çoğunluğun diktatörlüğü biçiminde formüle etmiş oluruz.
  • Yönetim erki, demokrasinin varlığını korumak adına, bu yönetim biçimine karşı olan bireylerin örgütlenmelerine, çoğunluğunu temsil etme noktasına gelmelerine ve zaman içinde demokrasiyi ortadan kaldırmalarına karşı sınırlayıcı yasal önlemler mi almalıdır, yoksa bireylerin ve grupların demokrasiyi yok etmek de içinde olmak üzere, her türlü düşünceyi hayata geçirmeye yönelik örgütlenmelerine, bu örgütlenmeleri yaygınlaştırmalarına ve toplumun çoğunluğu hâline gelmelerine, kısacası demokrasinin yasalarla güvenceye aldığı hak özgürlüklerin onu yok etmek adına kullanılmasına seyirci kalıp yasal müdahaleleri de bir yana bırakarak uzak veya yakın bir gelecekte yok edilme tehlikesiyle iç içe varlığını sürdürmeli midir?
  • Demokrasi Paradoksu: Demokrasi ile işbaşına gelmiş yönetimlerin, hak ve özgürlükleri sınırlama yönlü tavırlarıdır. Popper’a göre demokratik bir yönetim esasına dayalı açık toplumun varlığını korumak adına yasal tedbirlere başvurmak demokratik yönetimlerin bir çelişkisi olmayacaktır.

Özgürlük ve Eşitlik

Mutlak özgürlük ve istenilene erişmedeki eşitlik, her zaman bir çatışma potansiyelini kendinde taşır; herkes eşit olduğundan birinin doğa – akılyasasının dışına çıkarak diğerlerinin özgürlüğüne, canına malına el uzatması bir çatışmaya yol açar. Toplum sözleşmesi bunu dengelemeye yarayan bir araçtır.

Özgürlükle İlgili Başlıca Düşünceler

Özgürlükçülük (libertarianism), bireycilik (individualism), toplulukçuluk ya da cemaatçilik (communitarianism) ve liberalizm olarak sıralanabilir.

Özgürlükçülük, insanın özgürleşmesine engel olan her türlü belirlenimciliğe karşı çıkan ve klasik liberalizmin ilkelerini benimseyerek devlet denetimlerine karşı çıkan ideolojik bakış açısıdır denebilir. Nozick ve Hayek’i bu alanın düşünürleri olarak sayabiliriz. İki temel görüşü savunurlar:

  • Özgürlük, devlet ya da kişi denetiminin yokluğu demektir.
  • Devletin temel görevi, toplum refahını ve mülkiyet ya da sermaye dağılımını düzenlemek değil, yalnızca toplum düzenini korumak ve kendiliğinden oluşmayan kamu hizmetlerini sağlamaktır.

Bireycilik de bireyi “kendinde varlık”, “kendi başına amaç”, “en yüksek değer” gibi nitelemeler çerçevesinde tanımlayan ve yorumlayan bir öğretidir. Karl Popper, John Stuart Mill, Max Weber bu alandaki düşünürlerdir. Bu anlayışa göre, yalnızca bireyin gerçekliği söz konusudur

Bunun tam karşıtı olan Bütüncülük (holism) ise bütünün parçalarından daha fazlası olduğu ontolojik varsayımından yola çıkan ve toplumsal yapı ya da bütünün bireyden daha fazla belirleyici olduğunu savunan görüştür. Karl Marx, August Comte, Emile Durkheim gibi düşünürler tarafından savunulmuştur.

Eşitlikle İlgili Başlıca Düşünceler

Eşitlik: varlıksal, fırsatta, şartlarda ve sonuçlarda eşitlik olmak üzere dört temel tiptedir (Turner). Örneğin varlıksal eşitlik, en çok dinlerde ve ahlak geleneklerinde rastlanan bir eşitlik tipidir.

Doğal eşitsizlik: Yalnızca ekonomik değil, ırksal eşitsizliğin de doğal temelleri (doğal seçilim/ayıklama süreci) olduğunu öne sürmüş olan doğal eşitsizlik/Sosyal Darwincilik, ırkçılığın temellendirilmesinde sıklıkla başvurulmuş. Ekonomik eşitsizlik ise faydacılığı, sekülerliği, modern kapitalizmin klasik ekonomi anlayışını temel alır ve mülkiyeti, mülk üzerindeki eşitsiz dağılan hakların doğal olduğunu savunur.

Özgürlük – Eşitlik İlişkisi

ünlü şairimiz Nazım Hikmet’in “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine; bu hasret bizim” dizesinde en yetkin ifadesini bulur.

Özgürlük ve eşitlik arasındaki öncelik-sonralık kavgası sosyalizm-liberalizm kavgası olarak karşımıza çıkmakta, en azından sosyalizm-liberalizm çekişmesinde ana eksenlerden birini bu özgürlük eşitlik karşıtlığı oluşturmaktadır.

Lukes; Bireycilik adlı yapıtında, özgürlük ve eşitlik ilişkisini bireycilik açısından değerlendirmeye çalışmış ve o da özgürlük ve eşitliğin birbirini dışlamak şöyle dursun, aksine birbirini içerdiklerini, hatta gerektirdiklerini ileri sürmüştür. Ona göre eşitlik insana saygı düşüncesi üzerine kurulmuştur ve özgürlük de günümüzde kişisel özerklik, kamu müdahalesinin olmayışı ve kendini geliştirme gücünün bir alaşımı olarak görülmelidir.

Özgürlük ve eşitlik arasında neredeyse geleneksel boyuta varan günümüzdeki karşıtlığın altında yatan nedenlerden biri, Turner’a göre, bireycilik kavramının ilkelliği ve az gelişmişliğidir. Turner’ın bireysellik ve bireyleşmeye yaklaşımı şöyle özetlenebilir:

  • Bireysellik farklılığın önemini vurgular; oysa bireyleşme, eşitliğin temeli olarak aynılaşmayı hedefleyen idari bir süreçtir.
  • Bireycilik ile eşitlik arasındaki klasik çelişki, yersiz bir çelişkidir; çünkü bireysel düzlemde kişisel gelişimin sağlanması, devletin ve toplumun önemli katkılarda bulunmasını da gerektirir.

“Özgürlük”ten istediğini yapma ya da engellenmeme yerine, bir olanağı, “değerlerce belirlenme olanağını” anlarsak, bir toplumda temel hakların korunmasını sağlayan yasalar ile ilgili kurum ve kuruluşlar varsa orada özgürlüğün olduğunu söyleyebiliriz. Bir ülkede bireye sosyal, ekonomik haklar ve bazı siyasal haklar tanıyan yasalar, bireylerin hepsinin temel haklarını koruma olanağını sağlıyorsa bu tür özgürlükler o ülkede vardır. Başka bir deyişle, yasal olarak tanınan hakkın eşitlik ilkesiyle ilgisinde sınırları ve bu sınırların genişliği, o ülkede o özgürlüğün sınırlarını da çizer.

Özgürlük bu biçimde anlaşıldığında eşitlik olmadan bir toplumda özgürlük de olamaz, yani özgürlük toplumdaki tüm bireylere eşit biçimde sağlanmamışsa -tüm bireylerin temel hakları korunamamışsa orada özgürlüğün varlığından söz edilemez.

Siyaset ve İnsan Hakları

İnsan hakları sorunları günümüzde daha çok bir hukuk sorunu olarak görülüp tartışılmaktadır. Burada siyaset felsefesi açısından ele alacağız.

İnsan haklarından söz edebilmek ancak bir insan anlayışıyla mümkündür. Belli bir insan anlayışından hareketle ”insan olma”dan belli bir şey anlayarak “hak” ya da “haklar”a ulaşılmaktadır.

Maurice Cranston, Robert Nozick gibi kimi liberal düşünürlere göre insan hakları yalnızca “birinci kuşak” haklarla, sivil ve politik haklarla sınırlıdır. Sosyal ve ekonomik haklar gibi pozitif haklar ise bu kapsamın dışındadır. Bunun nedeni, sivil ve siyasi hakların devletten sadece bir eylemde ya da müdahalede bulunmamasını gerektirmesi, bu niteliğinden dolayı da evrensel olarak yerine getirilebilir olmasıdır.

Buna karşılık ekonomik, sosyal ve kültürel haklar evrensel olmayıp refah devleti gibi belli kurumlara bağlıdır. İnsan haklarının “evrenselliği” düşüncesine yapılan itirazların başında kültürel göreciliği savunanların yaptığı itiraz gelmektedir.

Etik ve İnsan Hakları

İnsan hakları normları: İnsana hangi koşullar sağlanır, insana neler yapılmaz ya da insan neleri yapmazsa insanca bir yaşamın sağlanabileceğini dile getirir. Bu nedenle insan hakları düşüncesi özünde etik bir düşüncedir. İnsan hakları korunmalıdır deniyorsa bunun temelinde insanın “değerli” bir varlık olduğu varsayımı yatmaktadır.

İnsan haklarının sayısının ve çeşitliliğinin sürekli artmasıyla bugün bir “insan hakları enflasyonu”nundan söz edilir olmuştur. 3 ana tip insan hakkından bahsedilir:

  • Birinci Kuşak Haklar: Başta yaşama hakkı olmak üzere özel yaşama, haberleşmeye, düşünceyi açıklamaya müdahale etmeme gibi dokunulmazlıklar bu hakların özünü oluşturmaktadır. Herkes yaşama hakkının, din ve vicdan özgürlüğünün, düşünceyi açıklama hakkının, ayrımcılığa uğramama, adil yargılanma hakkının temel haklardan olduğunu kabul etmektedir. Bu haklar genellikle “negatif haklar” olarak karşımıza çıkarlar. Neyin yapılması gerektiğini değil, neyin yapılmaması gerektiğini yada ne yapılırsa bunun bir insan hakkı ihlali olacağını dile getirirler.
  • İkinci Kuşak Haklar: Evrensel Bildirge’de sivil ve politik hakların yanında bir dizi ekonomik, sosyal ve kültürel haklar da yer almaktaydı. Bu haklar “ikinci kuşak haklar” olarak bilinmektedir çünkü bu türden bir hak ne 1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ nde ne de 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ nde yer almıştır.
  • Üçüncü Kuşak Haklar: Gelişme hakkı, barış hakkı, temiz bir çevrede yaşama hakkı gibi yeni kimi hakların belgelere girdiğine hiç kuşku yoktur ama bunların ortak bir özelliklerinin olup olmadığı, eğer böyle bir şey varsa bunların birinci ve ikinci kuşak haklardan nasıl ayrıldıkları konusunda büyük bir belirsizlik vardır. Bu yeni insan hakları sıkça “dayanışma hakları” olarak adlandırılmaktadır.