Şiddetsiz İletişim (Non-Violent Communication) – Marshall Rosenberg – Kitap Özeti

Kitap Deepak Chopra`nın önsözü ile başlıyor. Bu kitap, Marshall’ın çatışma çözümüne yaklaşımının temelini anlatıyor; insanların yargılama, suçlama ve şiddeti dışlayacak şekilde kelime alışverişinde bulunmalarını sağlamak. Önemli olan eylemlerinizi değiştirmek değil, bilincinizi değiştirmektir. Bunu yapmak için A’dan B’ye giden bir yolda yürümeniz gerekir; burada A egonun bitmek bilmeyen taleplerine dayalı bir yaşam, B ise özverili farkındalıktır.

Gönülden Vermek

Gönülden Vermek Şiddetsiz İletişimin kalbidir. En kötü koşullar altında bile şefkatli doğamıza bağlı kalmamızı sağlayan şey ne olabilir? Dil kullanımı ile şefkatli kalmayı Şiddetsiz İletişim olarak adlandırıyorum. Şiddetsiz iletişim (Şİ) zor koşullar altında bile insan kalma yeteneğimizi güçlendiren dil ve iletişim becerileri üzerine kuruludur. Kendimizi dürüstlük ve netlikle ifade ederken aynı zamanda başkalarına saygılı ve empatik bir ilgi göstermeye yönlendiriliriz.

Gönülden verdiğimizde, bunu başka bir kişinin hayatını isteyerek zenginleştirdiğimizde ortaya çıkan sevinçten dolayı yaparız. Bu tür bir bağış hem verene hem de alana fayda sağlar. Bunun her zaman hızlı bir şekilde gerçekleştiğini söylemiyorum. Bununla birlikte, Şİ ilkelerine ve sürecine sadık kaldığımızda şefkatin kaçınılmaz olarak çiçek açacağını savunuyorum.

Şİ Süreci

İlk olarak, bir durumda gerçekte neler olduğunu gözlemleriz: başkalarının hayatımızı zenginleştiren ya da zenginleştirmeyen ne söylediğini ya da yaptığını gözlemliyoruz? İşin püf noktası, bu gözlemi herhangi bir yargılama veya değerlendirme yapmadan ifade edebilmektir – basitçe insanların hoşumuza giden ya da gitmeyen ne yaptıklarını söylemek. Daha sonra, bu eylemi gözlemlediğimizde nasıl hissettiğimizi belirtiriz: incindik mi, korktuk mu, sevindik mi, eğlendik mi, sinirlendik mi? Ve üçüncü olarak, belirlediğimiz duygularla hangi ihtiyaçlarımızın bağlantılı olduğunu söyleriz. Ve yaşamlarımızı zenginleştirmek için rica ettiğimiz somut eylemleri belirtiriz.

Özetle Şİ`nin dört bileşeni: 1. Gözlemler 2. Duygular 3. İhtiyaçlar 4. Ricalar

Dikkatimizi bahsedilen alanlara odakladığımızda ve başkalarının da aynı şekilde yapmasına yardımcı olduğumuzda, şefkat doğal olarak tezahür edene kadar ileri geri bir iletişim akışı kurarız.

Şİ iki yönlüdür: Dört bileşen aracılığıyla kendimizi dürüstçe ifade etmek ve yine aynı şekilde empatik olarak almak.

Şefkati Engelleyen İletişim

Yargılamayın ki, yargılanmayasınız. Çünkü başkalarını yargılarsanız, kendiniz de yargılanırsınız. Sufi şair Rumi bir keresinde şöyle yazmıştı: “Yanlış ve doğru yapma fikirlerinin ötesinde bir alan var. Seninle orada buluşacağım.”

Bazı iletişim biçimleri bizi doğal şefkat halimizden uzaklaştırır. Bunlardan biri değerlerimizle uyum içinde hareket etmeyen insanların yanlış ya da kötü olduğunu ima eden ahlaki yargıların kullanılmasıdır. İnsanları sınıflandırmak, karşılaştırmak ve yargılamak şiddeti teşvik eder.

Yargılar dünyasında endişelerimiz “kimin ne olduğu” üzerinde yoğunlaşır. Aslında başkalarının analizleri aslında kendi ihtiyaçlarımızın ve değerlerimizin ifadesidir. Bunu iyi çözümlemek gerekir.

Değer yargılarımızı desteklemeyen insanlar ve davranışlar hakkında ahlakçı yargılarda bulunuruz; örneğin, “Şiddet kötüdür. Başkalarını öldüren insanlar kötüdür” gibi. Burada, “Şiddet kötüdür” yerine, “Çatışmaları çözmek için şiddet kullanılmasından korkuyorum; insan çatışmalarının başka yollarla çözülmesine değer veriyorum” diyebiliriz.

Hayata yabancılaştırıcı iletişimin bir başka türü de sorumluluğun inkarıdır. Eylemlerimizin nedenini kendi dışımızdaki faktörlere bağladığımızda, eylemlerimizin sorumluluğunu inkar etmiş oluruz. Seçeneksizliği ima eden dili, seçeneği kabul eden bir dille değiştirebiliriz.

Nasıl davrandığımız, düşündüğümüz ve hissettiğimiz konusundaki sorumluluğumuzun bilincinde olmadığımızda tehlikeli oluruz.

Arzularımızı talep olarak iletmek, şefkati engelleyen bir başka dil biçimidir. İnsanlara asla bir şey yaptıramayız. “Kimin neyi hak ettiği” üzerine düşünmek de şefkatli iletişimi engeller.

Çoğumuz, ne hissettiğimizin ve neye ihtiyaç duyduğumuzun farkında olmak yerine bizi etiketlemeye, karşılaştırmaya, talep etmeye ve yargılarda bulunmaya teşvik eden bir dil konuşarak büyüdük.

Değerlendirme Yapmadan Gözlemleme

Şİ’nin ilk bileşeni gözlemin değerlendirmeden ayrılmasını gerektirir. Gözlemi değerlendirmeyle birleştirdiğimizde, insanlar eleştiri kısmını sadece duymaya yatkın olurlar.

Hintli filozof J. Krishnamurti bir keresinde, değerlendirmeden gözlem yapmanın insan zekasının en yüksek biçimi olduğunu belirtmiştir. Çoğumuz için, özellikle insanlar ve davranışları hakkında yargılama, eleştiri veya diğer analiz biçimlerinden arınmış gözlemler yapmak zordur.

Mesela çok cömertsin yerine: Tüm öğle yemeği paranı başkalarına verdiğini gördüğümde, çok cömert olduğunu düşünüyorum demek bağlamı ve gözlemi daha net iletmeye yardımcı olur.

Buna ek olarak “Sık sık” ve “nadiren” gibi kelimeler de gözlem ile değerlendirmenin karıştırılmasına katkıda bulunabilir.

Duyguları Tanımlama ve İfade Etme

“Olgun kişi duygularını, bir senfonideki farklı müzik pasajlarında olduğu gibi çok sayıda nüansa, güçlü ve tutkulu deneyimlere ya da narin ve hassas olanlara ayırabilir hale gelir.”

Duyguları tanımlama ve ifade etmedeki zorluk yaygındır: özellikle avukatlar, mühendisler, polis memurları, şirket yöneticileri gibi – mesleki kodları onları duygularını ifade etmekten caydıran – insanlarda bu durum daha da yaygındır.

“Bir duvarla yaşıyormuşum gibi hissediyorum” gibi ifadelerin karşıdakini duygularımızla bağlantı kurmaya davet etmekten ziyade eleştiri olarak duyulma olasılıkları daha yüksektir.

Duyguları düşüncelerden ayırın. Ne hissettiğimiz ve ne olduğumuzu düşündüğümüz arasında ayrım yapın. Ne hissettiğimiz ile başkalarının bize karşı nasıl tepki verdiğini veya davrandığını düşündüğümüzü ayırt edin. Mesela “Yanlış anlaşıldığımı hissediyorum.” Burada yanlış anlaşılma kelimesi, gerçek bir duygudan ziyade diğer kişinin anlayış düzeyine ilişkin değerlendirmemi belirtir. Bu durumda asıl his; endişeli, sinirli ya da başka bir duygu olabilir. Bu noktada duygular için kelime dağarcığı oluşturmak iyi olacaktır:

  • İhtiyaçlar karşılandığında hissedilen bazı duygular: Hayret, Kendine Güven, Heves, Enerjiklik, Memnun, Umutlu, İlham alan, Meraklı, Neşeli, Hareketli, İyimser, Gururlu, Rahatlamış, Şaşırmış, Minnettar, Güven dolu..
  • İhtiyaçlar karşılanmadığında hissedilen bazı duygular: Kızgın, Sinirli, Endişeli, Kafası karışmış, Hayal kırıklığına uğramış, Cesareti kırılmış, Sıkıntılı, Utanmış, Çaresiz, Umutsuz, Sabırsız, Yalnız, Bunalmış, Şaşkın, İsteksiz, Üzgün, Rahatsız …

Duygularımız için Sorumluluk Almak

Başkalarının yaptıkları duygularımızın uyarıcısı olabilir ama nedeni değildir. Tutumumuz bizim elimizdedir. Bu duygularımızın sorumluluğunu almayı gerektirir. Olumsuz mesajlar aldığımızda kendimizi veya başkasını suçlamak yerine: kendimizin ve söyleyenin duygu ve ihtiyaçlarını hissetmek daha makul bir yoldur.

Kendi duygularımızın sorumluluğunu maskeleme eğiliminde olan bazı kalıplar:

  • O ve bu gibi kişisel olmayan zamirlerin kullanımı: “Bu beni gerçekten çileden çıkarıyor”
  • Sadece başkalarının eylemlerinden bahseden ifadeler:

bunların yerin hislerinizi ihtiyaçlarınızla ilişkilendirin: “Hissediyorum… çünkü ihtiyacım var…”

Suçluluk duygusuyla motive etmenin temel mekanizması, kişinin kendi duygularının sorumluluğunu başkalarına yüklemesidir. Ebeveynler “Okulda kötü notlar alman anneni ve babanı üzüyor” dediğinde, çocuğun davranışlarının ebeveynlerin mutluluğunun ya da mutsuzluğunun nedeni olduğunu ima etmiş olurlar.

Gönülden vermek ile suçluluk duygusuyla hareket etmek arasındaki farkı ayırt etmek önemlidir. Başkalarını yargılamak, kendi karşılanmamış ihtiyaçlarımızın yabancılaşmış ifadeleridir. İhtiyaçlarımızı ifade edebilirsek, bunların karşılanması için daha fazla şansımız olur.

İnsanlar birbirlerinin sorunlarından ziyade neye ihtiyaç duyduklarını konuşmaya başladıkları andan itibaren, herkesin ihtiyaçlarını karşılayacak yollar bulma olasılığı büyük ölçüde artmaktadır. Aşağıda hepimizin paylaştığı temel insani ihtiyaçlardan bazıları yer almaktadır:

  • Kişinin hayallerini, hedeflerini, değerlerini seçme özerkliği
  • Bütünlük, özgünlük, yaratıcılık anlam
  • Karşılıklı bağımlılık, kabul takdir yakınlık
  • Eğlenceli oyunlar
  • Fiziksel Beslenme, hava, gıda, hareket, egzersiz

Hayatı Zenginleştirecek Olanı Talep Etmek

İnsanlar genellikle gerçekte ne talep edildiği konusunda kafa karışıklığı yaşarlar. Taleplerde bulunurken olumlu bir dil kullanmanın yanı sıra, taleplerimizi başkalarının üstlenebileceği somut eylemler şeklinde ifade etmeli ve muğlak ifadelerden kaçınmalıyız.

Duygularımızı basitçe ifade ettiğimizde, dinleyicinin ne yapmasını istediğimiz açık olmayabilir. Ricalar, konuşmacının duyguları ve ihtiyaçları ile desteklenmediğinde talep gibi gelebilir.

Ancak insanların ne istediklerinin farkında olmadan konuşmaları daha yaygındır. “Ben bir şey talep etmiyorum” diyebilirler. “Sadece söylediğim şeyi söylemek istedim.” Benim inancım, ne zaman bir başkasına bir şey söylesek, karşılığında bir şey talep ettiğimiz yönündedir. Bu sadece empatik bir bağlantı olabilir – mesela sözlerimizin anlaşıldığına dair sözlü veya sözsüz bir onay.

Örneğin kendimizi savunmasız bir şekilde ifade ettikten sonra, genellikle dinleyicinin ne hissettiğini bilmek isteriz. Bu noktada hangi düşünceleri paylaşmalarını istediğimizi açıkça belirtmek önemlidir. Örneğin, “Söylediklerim hakkında ne düşündüğünüzü söylemenizi istiyorum” demek yerine, “Teklifimin başarılı olacağını öngörüyorsanız bana söylemenizi, öngörmüyorsanız başarılı olmasını engelleyeceğine inandığınız şeyin ne olduğunu söylemenizi istiyorum” diyebiliriz. Bu ricada bulunurken amacımız dürüstlük ve empatiye dayalı bir ilişkidir.

Empatik Olarak Almak

Şİ`nin iki parçası: 1. Dürüstçe kendini ifade etmek 2. Empatik olarak karşının söylediklerini almaktır.

Empatik olarak almak; bir şey yapmadan orada durmak (varolmak) ve başkalarının yaşadıklarını saygılı bir şekilde anlamaktır. Empati: zihnimizi boşaltmak ve tüm varlığımızla dinlemektir. Başkalarıyla empati kurmak, ancak onlar hakkındaki tüm önyargılı fikir ve yargılardan başarıyla sıyrıldığımızda gerçekleşir.

Tavsiye vermeden veya güvence vermeden önce sormak gerekir. Bazı yaygın hatalı davranışlar:

  • Tavsiye vermek: “Bence yapmalısın … ” “Nasıl oldu da … yapmadın?”
  • Teke indirmek: “Bu bir şey değil; bana ne olduğunu duyana kadar bekle.”
  • Eğitmek: “Bu senin için çok olumlu bir deneyime dönüşebilir eğer sadece … ”
  • Teselli etmek: “Bu senin hatan değildi; elinden gelenin en iyisini yaptın.”
  • Hikaye anlatma: “Bu bana şu zamanı hatırlattı…”
  • Kapatma: “Neşelen. Kendini o kadar kötü hissetme.”
  • Sempati duyma: “Ah, seni zavallı şey…”
  • Sorgulama: “Bu ne zaman başladı?”
  • Açıklama: “Arayacaktım ama … ”
  • Düzeltme: “Öyle olmadı.”

Empatide Mevcudiyet

Empatinin kilit bileşeni mevcudiyettir: diğer tarafın ve yaşadıklarının tamamen içindeyizdir. Bu mevcudiyet niteliği empatiyi zihinsel anlayıştan ya da sempatiden ayırır. Zaman zaman başkalarının duygularını hissederek onlara sempati duymayı seçebilsek de, sempati duyduğumuz anda empati kurmadığımızın farkında olmamız faydalı olacaktır. Entelektüel anlayış empatiyi engeller.

Başkaları ne söylerse söylesin, biz sadece onların (1) gözlemlediklerini, (2) hissettiklerini, (3) ihtiyaç duyduklarını ve (4) rica ettiklerini duymaya çalışmalıyız.

Şİ, açımlamayı yani konuşmacıdan gerekli düzeltmeleri alırken anlayışımızı ortaya çıkaran soruları önerir. Sorular şu bileşenlere odaklanabilir:

  • Başkalarının ne gözlemlediği: “Geçen hafta kaç akşam evde olmadığıma tepki mi veriyorsun?”
  • Başkalarının nasıl hissettiği ve duygularını yaratan ihtiyaçlar: “Çabalarının daha fazla takdir edilmesini istediğin için kendini incinmiş mi hissediyorsun?”
  • Diğerlerinin ne talep ettiği: “Söylediklerimin nedenlerini size anlatmamı mı istiyorsunuz?”

Bu sorularla aşağıdakiler arasındaki farka dikkat edin: “Bahsettiğiniz şeyi ben ne yaptım?” “Nasıl hissediyorsun?” “Neden böyle hissediyorsun?” “Bu konuda ne yapmamı istiyorsun?” Bu ikinci soru grubu, konuşmacının gerçekliğini algılamadan bilgi ister.

Karşı tarafın gerçekliğini algıladığınızı onaylamak için geri yansıtma kullanabilirsiniz. Kendilerinin geri yansıtıldığını duyan insanlar, en ufak bir eleştiri veya iğneleme imasına karşı hassas olabilirler. O yüzden başka kelimelerle onları ifade ederken kullandığımız ses tonu son derece önemlidir.

Empatiyle kaldığımızda, konuşmacıların kendilerinin daha derin seviyelerine dokunmalarına izin veririz. Bir konuşmacının yeterli empatiyi aldığını; gerginliğin azaldığını hissettiğimizde ya da sözlerin akışı durduğunda anlarız.

Empatinin Gücü

Empati “dünyamızı yeni bir şekilde algılamamızı ve devam etmemizi” sağlar. Daha fazla güce, statüye veya kaynağa sahip gibi görünen kişilerle empati kurmak daha zordur. Bize en yakın olan kişilerle de empati kurmak zordur.

Kırılganlığı ifade etmekte en isteksiz olduğumuz durumlar, genellikle otoriteyi veya kontrolü kaybetme korkusuyla “sert bir imaj” sürdürmek istediğimiz durumlardır.

Diğer insanların duygularını ve ihtiyaçlarını dinleyerek “çok şey söyleriz”. Öfkeli bir kişinin yüzüne “ama” demek yerine empati kurun. Duyguları ve ihtiyaçları dinlediğimizde, insanları artık canavar olarak görmeyiz. Birinin “hayır” demesiyle empati kurmak bizi bunu kişisel algılamaktan korur.

Empati, özet olarak düşüncelerimizden bağımsız karşıdaki için mevcut olma becerimizde yatar.

Kendimizle Şefkatli Bir Şekilde Bağlantı Kurmak

Şİ’nin en önemli kullanımı öz-şefkati geliştirmektir. Kendimizi nesneler -eksikliklerle dolu nesneler- olarak görmeye koşullandığımızda, birçoğumuzun kendimizle şiddetle ilişki kurması şaşırtıcı mı? Bu şiddetin yerini şefkatin alabileceği önemli bir alan, kendimizi an be an değerlendirmemizdir.

Dilimizde utanç ve suçluluk yaratma konusunda muazzam bir güce sahip bir kelime vardır. Kendimizi değerlendirmek için sıkça kullandığımız bu şiddetli kelime bilincimize o kadar derinlemesine yerleşmiştir ki, çoğumuz onsuz nasıl yaşayacağımızı hayal etmekte zorlanırız. Bu kelime “yapmalı” (should) kelimesidir.

Tüm yargılar gibi öz yargılar da karşılanmamış ihtiyaçların trajik ifadeleridir. Mesela “Bak, yine çuvalladın!” derken, hemen durup kendimize şunu sorabiliriz: “Bu ahlaki yargı yoluyla hangi karşılanmamış ihtiyacım ifade ediliyor?” Şİ’de yas, karşılanmamış ihtiyaçlarla ve mükemmelden daha az mükemmel olduğumuzda ortaya çıkan duygularla tam olarak bağlantı kurma sürecidir.

Şİ`de kendini affetme: şimdi pişmanlık duyduğumuz eylemi gerçekleştirdiğimizde karşılamaya çalıştığımız ihtiyaçla bağlantı kurmaktır. “Kendimi ‘dikkatsiz’ ve ‘aptal’ olarak yargılamamın ardında hangi ihtiyaç yatıyor?”

Kendimizin tüm parçalarını kucaklayabildiğimizde ve her bir parçanın ifade ettiği ihtiyaç ve değerleri tanıyabildiğimizde kendimize karşı şefkatli oluruz. Yaptığımız bir eylemin ardındaki yaşamı zenginleştiren amacın bilincinde olduğumuzda sıkı çalışmanın bile içinde bir oyun unsuru vardır.

“Zorunda Olmak” ifadesini “Seçmek” ifadesine çevirmek için seçiminizin ardındaki niyetle temasa geçin: … yapmayı seçiyorum çünkü istiyorum …. Bu süreçte aşağıdaki motivasyonlardan birini veya birkaçını ortaya çıkarabilirsiniz:

  • PARA
  • ONAY
  • CEZADAN KAÇMAK
  • UTANÇTAN KAÇINMAK
  • SUÇLULUK DUYGUSUNDAN KAÇINMAK

Para veya onaylanma arzusu ile korku, utanç veya suçluluk duygusuyla motive edilen eylemlerin bilincinde olun. Bunlar için ödediğiniz bedeli bilin. Tüm davranışların en tehlikelisi, bir şeyleri “yapmamız gerektiği için” yapmak olabilir.

Öfkeyi Tam Olarak İfade Etmek

“O (ya da o veya onlar) bunu yaptığında beni öfkelendirdi” gibi düşüncelerden kendimizi kurtarmalıyız. Bu tür bir düşünce, diğer kişiyi suçlayarak ya da cezalandırarak öfkemizi yüzeysel bir şekilde ifade etmemize yol açar. Başkalarının söyledikleri ya da yaptıkları yüzünden asla öfkelenmeyiz.

Öfkenin nedeni düşüncelerimizde yatar – suçlama ve yargılama düşüncelerimizde. Ne zaman öfkelensek, bir hata buluyoruz – diğer kişiyi hatalı olduğu ya da cezayı hak ettiği için yargılayarak ya da suçlayarak Tanrı’yı oynamayı seçiyoruz.

Öfke, ihtiyaçlardan kopuk, hayata yabancılaşan düşüncenin bir sonucudur. Hangi ihtiyaçlarımızın karşılanmadığına odaklanmak yerine birilerini analiz etmek ve yargılamak için kafamızı kaldırdığımızı gösterir.

Her öfkenin yaşama hizmet eden bir özü vardır

Öfke, bizi uyandırmak için bir çalar saat olarak kullanılırsa değerli olabilir; karşılanmayan bir ihtiyacımız olduğunu ve bu ihtiyacın karşılanmasını mümkün kılmayacak şekilde düşündüğümüzü fark ederiz. Öfkenin enerjimizi cezalandırıcı eylemlere yönlendirerek bizi ele geçirmesine izin vermemeliyiz.

“Kızgınım çünkü onlar … ” ifadesini bilinçli olarak “Kızgınım çünkü … ” ifadesiyle değiştirebiliriz. İhtiyaçlarımızın farkına vardığımızda, öfke yerini yaşama hizmet eden duygulara bırakır.

Şiddet, diğer insanların acımıza neden olduğu ve bu nedenle cezayı hak ettikleri inancından kaynaklanır. Kafalarımız diğerlerinin kötü, açgözlü, sorumsuz, yalan söyleyen kişiler olduğuna dair yargı ve analizlerle dolu olduğunda, çok azının bizim ihtiyaçlarımızla ilgileneceğini söylemek isterim. Eğer çevreyi korumak istiyorsak ve bir şirket yöneticisine “Biliyor musun, sen gerçekten gezegenin katilisin, toprağı bu şekilde istismar etmeye hakkın yok” tavrıyla gidersek, ihtiyaçlarımızın karşılanma şansını ciddi şekilde azaltmış oluruz.

Öfkeyi ifade etmenin adımları:

  • Durun. Nefes alın.
  • Yargılayıcı düşüncelerimizi tanımlayın.
  • İhtiyaçlarımızla bağlantı kurun.
  • Duygularımızı ve karşılanmamış ihtiyaçlarımızı ifade edin.

Önce empati sunarsak yani biz onları ne kadar çok duyarsak, onlar da bizi o kadar çok duyacaktır. Zihnimizde ortaya çıkan şiddet içeren düşüncelerin bilincinde olun, onları yargılamayın. Başka bir kişinin duygularını ve ihtiyaçlarını duyduğumuzda, ortak insanlığımızın farkına varırız. İhtiyacımız olan şey, karşımızdaki kişinin acımızı gerçekten duymasıdır. İnsanlar hatalı olduklarına inandıklarında acımızı duymazlar. Suçlamak kolaydır. İnsanlar suçlama duymaya alışkındır; bazen buna katılırlar ve kendilerinden nefret ederler.

Çatışma Çözümü ve Arabuluculuk

Çatışmalarda tek gereken çok sabır, insani bir bağlantı kurma isteği, bir çözüme ulaşana kadar Şİ ilkelerini takip etme niyeti ve sürecin işe yarayacağına güvenmektir. İnsanlar arasında bir bağ oluşturmak en önemli şeydir.

Bağlantıyı kurduğunuzda, sorun genellikle kendiliğinden çözülür. Yanlışlığı ima eden bir dil kullanmaktan kaçının. Entelektüel analiz genellikle eleştiri olarak algılanır.

Başarılı bir çatışma çözümünde saygının korunması kilit bir unsurdur.

Cezalandırma

Fiziksel ceza korkusu, çocukların ebeveynlerinin taleplerinin altında yatan şefkatin farkında olmalarını engeller. Cezadan korktuğumuzda, kendi değerlerimize değil sonuçlara odaklanırız. Ceza korkusu özsaygıyı ve iyi niyeti azaltır.

Cezalandırmanın sınırlarını ortaya çıkaran iki soru şudur:

  • Bu kişinin şu anda yaptığından farklı olarak ne yapmasını istiyorum?
  • Bu kişinin istediğim şeyi yapmak için nedenlerinin ne olmasını istiyorum?

Kendimizi Özgürleştirmek

Bu dönüşüm, ihtiyaçların okuryazarlığını ve kendimizle temasa geçme becerisini gerektirir ki her ikisi de kültürümüzdeki insanlar için zordur. Fakat kendi duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı duyma ve onlarla empati kurma becerisi bizi depresyondan kurtarabilir.

Eleştirel, suçlayıcı veya öfkeli düşüncelere daldığımızda, kendimiz için sağlıklı bir iç ortam oluşturmak zordur. Şİ, başkalarında veya kendimizde neyin yanlış olduğuna odaklanmak yerine gerçekten ne istediğimize odaklanmamızı teşvik ederek daha huzurlu bir zihin durumu yaratmamıza yardımcı olur. Neyin yanlış gittiğinden ziyade ne yapmak istediğimize odaklanın.

… minnettarlık konusunda ne kadar uzmanlaşırsanız, kızgınlık, depresyon ve umutsuzluğun o kadar az kurbanı olursunuz. Minnettarlık, egonuzun sert kabuğunu -sahip olma ve kontrol etme ihtiyacınızı- yavaş yavaş eritecek ve sizi cömert bir varlığa dönüştürecek bir iksir görevi görecektir. Bu duygu gerçek ruhsal simyayı üretir, bizi yüce gönüllü-geniş ruhlu yapar.”-Sam Keen, filozof

Şiddetsiz İletişimde Takdirin İfade Edilmesi

İltifatlar genellikle başkalarına yönelik -ne kadar olumlu olursa olsun- yargılardır. Takdirinizi kutlamak için ifade edin, manipüle etmek için değil.

Şİ takdirin ifade edilmesinde üç bileşeni açıkça ayırt eder: refahımıza katkıda bulunan eylemler, yerine getirilen belirli ihtiyaçlarımız, bu ihtiyaçların yerine getirilmesiyle ortaya çıkan haz verici duygular. Örneğin sadece “teşekkür ederim” demek: “İşte bunu yaptın; işte bunu hissediyorum; işte bu benim karşılanan ihtiyacım.” demek gerekir.

Birçoğumuz için takdiri zarif bir şekilde almak zordur. Bunu hak edip etmediğimiz konusunda endişeleniriz. Bizden ne beklendiği konusunda endişeleniriz. Sonuçta bazen takdir edilmekten korkarız. Şİ bizi, diğer mesajları dinlerken ifade ettiğimiz empatiyle aynı kalitede takdir almaya teşvik eder. Başkalarının refahına katkıda bulunan ne yaptığımızı duyarız; onların duygularını ve karşılanan ihtiyaçlarını duyarız.

Üstünlük veya sahte tevazu duygularına fazla kapılmadan takdir toplayın. Golda Meir, İsrail başbakanıyken bir keresinde bakanlarından birini azarlamıştı: “Bu kadar alçakgönüllü olma, o kadar da büyük değilsin.”

Genelde neyin doğru olduğundan ziyade neyin yanlış olduğunu fark etme eğilimindeyiz. Bir öğretmenin öğrencilerinden biri, bir sınava çalışmayı ihmal ettiği için, üzerinde adının yazılı olduğu boş bir kâğıdı teslim etmeyi kabul etmişti. Öğretmen daha sonra ona yüzde 14’lük bir not vermişti. Öğrenci “Neden yüzde 14 aldım?” diye sordu kuşkuyla. “Doğruluk” diye yanıtladı öğretmen. Yani etrafımızdakilerin hayatımızı zenginleştirmek için neler yaptıklarının daha fazla farkında olmaya ve bu takdiri ifade etme becerilerimi geliştirmeye çalışmalıyız.