Seninle Başlamadı – Mark Wolynn – Kitap Özeti

Seninle Başlamadı; kalıtsal aile travmalarının kim olduğumuza etkileri ve sorunların üstesinden gelebilmenin yolları üzerine temel bir kaynak niteliğinde. İyi okumalar dilerim.

Kendi deneyimimden, eğitim ve klinik uygulamalarımdan öğrendiğim şey şu ki, cevap sadece kendi hikayemizin içinde değil. İlerleyen sayfalarda okuyacağınız şeyler deneysel gözlemlerin bir sentezidir. Ayrıca nörobilim, epigenetik ve dilbilimindeki buluşlarla da beslenmektedir. Kitap aynı zamanda aile travmalarının birden fazla nesil üzerindeki kalıtsal olan psikolojik ve fiziksel etkilerini gösteren aile terapisi yaklaşımıyla tanınan Alman psikoterapist Bert Hellinger ile mesleki eğitiminin izlerini de taşımaktadır. 

Bu kitap kalıtsal aile yapılarını (Nesilden nesle acı döngüsünü canlı tutan, bilmeden edinilmiş korkular, duygular ve davranışlar.) tanımlamak üzerine ve bu döngünün nasıl sonlandırılabileceğine odaklanmıştır.

Hiçbir deneyimin boşa olmadığını sonunda anlamaya başlıyordum. Başımıza gelen her şeyin bir sebebi vardı, biz onun görünür önemini fark etsek de edemesek de bu böyleydi. Hayatımızdaki her şey en nihayetinde bizi bir yere sürüklüyordu. 

Anne-babalarımız bizlerden silinemez ve çıkarılamaz. İçimizde olduklarından, onları hiç görmemiş, tanımamış olsak bile bizler onların birer parçasıyızdır. Ailemizi reddetmek sadece bizi kendimizden uzaklaştırır ve daha çok acı yaratır.

Bazen, kalbin açılabilmesi için kırılması gerekir. İyileşmek ise içimizle bağlantılı bir iştir. Buna Çekirdek Dil Yaklaşımı diyoruz. Belirli bazı sorular sorarak, insanların kapıldıkları fiziksel ve duygusal belirtilerin arkasındaki kök nedeni keşfetmelerine yardımcı oluyor. Çözümlenme yolculuğu için araç dildir, endişelerimiz ve korkularımızın saklı kalmış olan dilidir.

Bölüm 1 – Aile Travmalan 

Herkese tanıdık geleceği üzere travmaların en önemli özelliklerinden biri onu anlatma ya da açığa çıkarma konusundaki yetersizliğimizdir. Sigmund Freud bu kalıbı yüz yıldan fazla süre önce tanımlamıştır. Travmatik yeniden canlandırmalar veya Freud’un adlandırdığı gibi “yineleme takıntısı” bilinçaltının çözülememiş şeyleri “hatasız yapmak” üzere tekrarlama girişimidir.  Freud ile çağdaş Carl Jung da bilinçaltında kalan şeylerin yok olmadığına fakat daha ziyade yaşamlarımızda kader ve talih olarak yeniden yüzeye çıktığına inanmıştır.

Görüntü teknolojisinde gerçekleşen son gelişmeler araştırmacıların bunaltıcı olaylar sırasında “tetiklenen” veya bozulan beyin ve bedensel fonksiyonların analiz edilmesini sağladı. Travmanın kelimelerle ifade edilememe durumu, tehdit veya tehlike sırasında beynin hatırlama becerisi azaldığında meydana gelen kelimelerin yetersiz kalma durumuna benzer. Hatırlamanın zorlaşması her şeyi unuttuğumuz anlamına gelmez. Travmatik olayın parçası olan kelimeler, görüntüler ve dürtüler içimizde taşıdığımız acılarımızın gizli dilini oluşturmak üzere yeniden ortaya çıkarlar. Hiçbir şey kaybolmaz. Parçalar sadece yön değiştirirler

Travmayı işlemek için, danışanların bedende gizli kalmış hisleri ve duyguları doğrudan deneyimlemeleri genellikle yararlıdır. Fakat zihinsel anlayış kendi başına kalıcı bir değişimin meydana gelmesinde nadiren yeterli olur. Sıklıkla, farkındalığa derinden hissedilen bir içgüdüsel deneyimin eşlik etmesine ihtiyaç vardır. 

Bazen acı kendini ifade edebilecek veya çözüme kavuşabilecek bir yol bulabilene kadar saklı kalır. Bu ifadeler genellikle bir sonraki nesilde bulunur ve açıklaması zor belirtiler halinde yüzeye çıkabilirler.

Rachel Yehuda‘ya göre, epigenetik değişikliğin amacı stresli durumlarda tepki verme yollarımızın çeşitliliğini genişletmektir ve Yehuda bunun olumlu bir şey olduğunu söylemektedir. Bizlere şunu sorar: “Bir savaş alanında kiminle olmayı tercih ederdin?” Daha önce sıkıntılı bir durum yaşamış (ve) kendisini nasıl koruyacağını bilen birisiyle mi veya  daha önce hiçbir şey için savaşmamış biriyle mi? Bu şekilde bakıldığında, kalıtsal olarak devraldığımız veya doğrudan deneyimlediğimiz travmalar yalnızca sıkıntı mirasını oluşturmaz, aynı zamanda gelecek nesillerle paylaşılabilecek güç ve dayanıklılık mirası yar

Bölüm 2 – Üç Kuşak Paylaşılan Aile Öyküsü: Aile Bedeni 

Sıklıkla, bir ailede ebeveynlerden çocuklara geçen kişisel olmayan bir karma var gibi görünür. Bana her zaman, önceki nesillerin yarım bıraktığı, tamamlamam veya belki de devam ettirmem gereken şeyler var gibi gelmiştir. Biyolojik olarak anneniz,. büyükanneniz ve sizin ilk izleriniz, hepsi aynı bedendeydi. Üç nesil aynı biyolojik çevreyi paylaşır. Ayrıca sizi geliştirmiş olan öncü sperm hücreleri babanız henüz annesinin rahminde bir cenin iken kendisinde mevcuttu.

Yehuda’nın ve diğer araştırmacıların çalışmalarından, stresin ne şekilde kalıtsal olabileceğini öğreniyoruz ve artık büyükannenizin yaşadığı travmaların biyolojik kalıntılarının nasıl nesilden nesle geçebildiğini geniş kapsamlı sonuçlarıyla birlikte ayrıntılı bir şekilde açıklamaya başlayabiliriz. 

Yumurta ve spermin gelişiminde önemli bir biyolojik farklılık vardır. Anneniz yaşamı boyunca kullanacağı sabit bir yumurta miktarı ile doğdu. Annenizin yumurta hücreleri büyükannenizin rahminde oluştuğu zaman, bu hücre dizisi bölünmesi durdu. Babanızın sperm gelişimi ergenlik ve yetişkinlik dönemleri boyunca devam ettiği için, neredeyse size hamile kalındığı zamana kadar babanızın spermleri travmatik izleri barındırabilir.

Önde gelen hücre biyolojisi uzmanı Bruce Lipton DNAlarımızın hem olumsuz hem de olumlu düşüncelerimiz, inançlarımız ve duygularımızdan etkilenebildiğini iddia ediyor. Lipton’a göre, Bir annenin duyguları; korku, öfke, sevgi, umut gibi, çocuklarının genetik ifadesini biyolojik olarak değiştirebilir. Öfke ve korku gibi kronik veya tekrarlayan duygular bir annenin çocuğunda iz bırakabilir. Özellikle de çocuğun çevresine uyum sağlama biçimini hazırlar veya onu önceden programlar.

Epigenetik 

İlk başlarda, genetik mirasımızın yalnızca anne-babalarımızdan aldığımız kromozomal DNA yoluyla aktarıldığına inanılıyordu. Kromozomal DNA saç, göz ve ten rengi gibi fiziksel özellikleri aktarmakla sorumludur ve şaşırtıcı biçimde bütün DNA’mızın yüzde 2’sinden az kısmını oluşturur. Diğer %98lik bölüm ise kodlamayan DNA olarak adlandırılır ve kalıtımla aldığımız duygusal, davranışsal ve karakter özelliklerinin birçoğundan sorumludur. İlginç bir şekilde, kodlamayan DNA yüzdesi organizmanın karmaşıklığıyla artmaktadır ve bu karmaşıklığa en yüksek oranda insanlar sahiptir.

Rachel Yehuda‘ya göre, epigenetik değişiklikler bizleri anne-babalarımızın deneyimlediği travmalarla baş edebilmemiz için biyolojik olarak hazırlamaktadır. Benzer stres faktörlerine hazırlıklı olmak için, hayatta kalmamıza yardımcı olacak belirli araçlarla doğarız. Bir yandan bu iyi bir haberdir. Stresli durumlara uyum sağlamamıza imkan veren içsel bir yetkinlik, Yehuda’nın tabiriyle “çevresel esneklik” ile dünyaya geliriz. Diğer yandan, bu kalıtsal aktarımlar zararlı da olabilir. Örneğin, daha önce savaş bölgesinde yaşamış olan bir ebeveynin çocuğu kalıtım yoluyla ani yüksek seslere karşılık olarak irkilme dürtüsüne sahip olabilir.

Bu uyumsal değişiklikler DNA’ya eklenen ve hücreye belirli bir geni aktifleştirmesini veya susturmasını söyleyen epigenetik işaretler olarak bilinen, hücrelerdeki kimyasal sinyaller nedeniyle meydana gelir. Günümüzde bilim adamları belli bazı epigenetik işaretlerin bu yeniden programlama sürecinden kaçtığını ve hatta bir gün biz haline gelecek olan öncü yumurta ve sperm hücrelerine aktardığını açıklamışlardır.

En yaygın epigenetik işaret DNA metilasyonudur, bu süreç proteinlerin gene eklenmesini engelleyerek ne ifade ettiğini baskılayabilmektedir. Bu bilgiler ışığında Cambridge Üniversitesi’nden Dr. Jamie Hackett, ”Araştırmamız, genlerin geçmiş deneyimlerin bazı anılarını muhafaza ettiğini göstermiştir.” ifadesini kullanmıştır.

JAMA Psychiatry’de Şubat 2014 tarihinde yayınlanan “Depresyonun Epigenetik Mekanizması” adlı makalede Dr. Eric Nestler, “Gerçeği söylemek gerekirse, stresli yaşam olaylarının sonraki nesillerde strese yatkınlığı değiştirdiği görülmüştür.” der.  Bununla alakalı bir örnek verirsek: Kendilerine ayrılan arazilerdeki Amerika yerlisi gençler batı yarımküredeki en yüksek intihar oranına sahiptir. Nesilsel acıların bu intiharları körüklediğine inanmaktadır. Bender, “Tüm bu anılar gençlerimizin zihinlerinde o veya bu şekilde yankılanmaktadır.” der. 

Epigenetik Kalıtım 

Erkek fareleri kapsayan çalışmalarda, annelerinden ayrılan yavrular ömürleri boyunca strese yatkınlık sergilemişlerdir ve bir çok nesil boyunca benzer stres modelleri sergileyen yavrular doğurmuşlardır. Fareler üzerindeki araştırmaları bu denli ilgi çekici yapan şey, günümüzde bilimin bir neslin yaşadığı problemlerin nasıl sonraki nesillere aktarılan birer kalıt olabileceğinin doğruluğunu ispat edebilir olmasıdır.

Bir deneyde nesillerden birindeki fareler kiraz çiçeğin kokusuna benzer asetofenon kokusuna maruz bırakılmışlardır. Bu kokuya maruz bırakıldıkları her seferde eş zamanlı olarak elektrik şoku verilmiştir. Hem yavrular hem de onların yavruları kiraz çiçeği kokusuna maruz bırakıldığında bunu daha önce deneyimlemediği halde gerginleşmiş ve bundan kaçınmışlardır. Farelerin sadece bu kokuya duyarlılığı değil aynı zamanda buna ilişkin tepkiyi de kalıtsal olarak transfer ettiği görülmüştür.

Bir ebeveynin travmatik yaşantısının DNA’da ne şekilde saklandığının mekanizması hala araştırılıyor olmasına rağmen, Dias “Belli bir çevrenin onlar için olumsuz olmuş olduğu hakkında çocukları bilgilendirmenin atalara düşen bir görev” olduğunu belirtmiştir.

İnsanlarda bir neslin yaklaşık yirmi yıl olduğunu düşünürsek, insanlar üzerinde yapılan ve birden çok nesli kapsayan çalışmaların sonuçları hala kesin karara bağlanmamıştır. Ancak, farelerde stresin en az üç nesil aktarılabildiğini gösteren araştırmalardan sonra araştırmacılar insanlarda travmatik veya stresli bir olay deneyimlemiş olan anne-babaların çocuklarının büyük ihtimalle bu örüntüyü sadece çocuklarına değil aynı zamanda torunlarına da aktarabileceğini tahmin etmektedirler.

Bölüm 3 – Aile Zihni 

İyi de olsa kötü de olsa, anne-babalar kendilerine yapılan ebeveynliği aktarma eğilimindedirler. 

Bebeklik yaşlarındaki travmalar çok önce gerçekleştiği için genellikle bizim bilinçli farkındalığımızın ötesinde bir yerlerde saklı kalmış haldedir. Bir sorun olduğunu biliriz ancak “ne olduğu”yla ilgili kısmım anımsayamaz, tanımlayamayız. Bunun yerine, kendimizde sorun olduğunu zannederiz, içimizde bir şeyin “bozuk veya eksik” olduğu kanısına varırız. Bu modeli bilinçli bir biçimde değiştirmediğimiz sürece bağlanma sorunları gibi sorunlar nesiller boyu birbirine aktarılarak devam edecektir. 

Aile Bilinci 

Örneğin, ilk doğan kız çocuk babasını algılayış biçimine benzer şekilde duygusal olarak ulaşılmaz ve kontrolcü özellikte olan bir erkekle evlenebilir ve bunu yaparak annesiyle aynı dinamiği paylaşabilir. Duygusal yönden kapalı ve kontrolcü bir erkekle evlenerek annesinin deneyimlerini tekrarlamakta ve onun memnuniyetsizliğine katılmaktadır. İkinci kız çocuğun ise annesinin ifade edilmemiş öfkesini taşıma ihtimali vardır. Bu şekilde, o da aynı travmadan etkilenmektedir fakat farklı bir özelliğini taşımaktadır. İlk kız çocuk babasını reddetmediği halde ikinci kız çocuk, bunu yapabilir. 

Birçoğumuz aile geçmişimizden en azından bazı kalıntılar taşımaktayız. Ancak birçok soyut değer de denklemin içine girmekte ve köklü aile travmalarının nasıl saklandığını etkileyebilmektedir. Bu soyut değerler özfarkındalık, kendini yatıştırabilme becerisi ve kuvvetli bir içsel iyileşme deneyimine sahip olmayı kapsamaktadır. 

Zihinlerimiz görüntüler aracılığıyla iyileşme konusunda muazzam bir kapasiteye sahiptir. Ister affetmeye, rahatlığa dair bir sahneyi hayal edelim, serbest bırakalım veyahut sadece sevdiğimiz birini gözümüzde canlandıralım, görüntüler bedenimize derinden yerleşir ve zihinlerimize gömülür.

Birlikte ateşlenen nöronlar, birlikte bağlanırlar. Basitçe söylemek gerekirse, belli bir deneyimi tekrar ettiğimiz her seferde, deneyim bizde daha yerleşmiş hale gelmektedir. Yeterli miktarda tekrarlama ile bu otomatik hale gelebilmektedir. 

Nöroplastisite alanında bir lider olan Michael Merzenich şöyle ifade etmektedir: Yeni bir beceriyi uygulamak, doğru koşullar altında, beyin haritalarımızdaki sinir hücreleri arasındaki yüz milyonlarca ve muhtemelen milyarlarca bağlantıyı değiştirebilir. Bir kere yeni bir beyin haritası oluştuğunda, yeni düşünceler, duygular ve davranışlar organik olarak meydana çıkabilir ve eski korkular ortaya çıktığında dağarcığımızı dönüştürebilir. Korkularımızın ve hastalık belirtilerimizin ardındaki sebeplerle bağlantıyı kurduğumuz zaman çözüm için yeni olasılıklara açılmış oluruz.

Yeni bir içsel görüntü yaratmamıza yardımcı olması için cümlelere, alışkanlıklara, uygulamalara veya alıştırma yapmaya ihtiyacımız olacaktır. Bu yeni pratikler bizi huzurla doldurabilir ve bu sakinliği tekrar tekrar dönebileceğimiz iç referans noktası haline getirebilir. Doidge sadece hayal ederek beynimizi değiştirebileceğimizi söylemektedir. Gözlerimizi kapatıp bir eylemi imgelediğimizde o eylemi gerçekten yapar gibi beynimizdeki birincil görme korteksimiz aktif hale gelmektedir.  

Dr. Dawson Church içsel epigenetik müdahaleler olarak adlandırdığı imgeleme, meditasyon ve olumlu düşünceler, duygular ve dualara odaklanmanın genleri nasıl aktif hale getirdiği ve sağlığımızı olumlu yönde etkilediğini betimlemektedir. Yapılan bir çalışma; meditasyon yapan kişilerin sadece sekiz saatlik bir meditasyondan sonra proinflamatuar genlerin düzeyinde azalma dahil olmak üzere genetik ve moleküler değişimler yaşamışlardır ve bu da onların stresli durumları üzerinde net bir etkiye sahip olmuştur. Church, meditasyon yaptığımız zaman “Beyinlerimizin mutluluk üreten bölümünü büyütüyoruz.”, demiştir.

Rachel Yehuda şöyle der: “DNA’nızı değiştiremezsiniz ancak DNA’nızın işleyiş biçimini değiştirebilirseniz bu bir anlamda aynı şeydir.”

Bölüm 4 – Çekirdek Dil Yaklaşımı 

Travmatik deneyimler genellikle bildirimsel olmayan bellekte depolanır. Bir olay fazlasıyla bunaltıcı olup kelimelerle anlatamayacak hale geldiğimizde, o anıyı hikaye olarak doğru biçimde kaydedemez veya ifade edemeyiz, bunu yapmak için dil gereklidir. Adeta hep bir ağızdan tüm kapı ve pencerelerimizden aniden taşan sel gibidir. Sözcükler olmadan, olayın anısına tamamıyla erişmemiz mümkün değildir. Deneyimin parçaları tanımsız kalır ve gözden uzak örtük kalır.

Bilinçaltı duyulmak için ısrar eder, tekrarlar ve bir bakıma kapıyı kırar. Onu duymanın ve odaya davet etmenin tek yolu, ona bir şeyler dayatmayı bırakmak ve bunun yerine her yerde, sözde, ifade biçimlerinde, rüyalarda ve bedende, söylenememiş olanı dinlemektir. En derin korkularımızı ifade ederken kullandığımız yoğun veya anlık sözcükler bizim çekirdek dilimizdir.

Ben bu travmaların sözlü ifadesi olarak çekirdek dil terimini kullanıyorum. Çekirdek dil sözel olmayan yollarla da ifade edilebilir. Bunlar fiziksel hisler, davranışlar, duygular, dürtüler ve hatta bir hastalığın belirtisi olarak da görünebilir. Bir kez bunların kaynağını geçmişte, kendi travmamız veya bir aile travmasında bulduğumuzda, sanki şimdiki zamana aitmiş gibi bunları yaşamayı bırakabiliriz.

Çekirdek Dilinizin Yapısını Nasıl Çözersiniz 

Hayatımızı tam olarak planladığımız gibi yaşayabileceğimize inanarak kendimizi kandırırız. Çok sıklıkla, niyetlerimiz eylemlerimizden farklılaşır. Sağlığımızın iyi olmasını arzu edebiliriz fakat çok fazla abur cubur yeriz veya egzersiz yapmamak için bahaneler buluruz. Romantik bir ilişkiyi çok arzu edebiliriz fakat potansiyel bir partner bize yakınlaştığı an derhal aramıza mesafe koyarız. Anlamlı bir kariyer isteyebiliriz ancak bunu başarmak için gerekli olan adımları atmayız. En kötü tarafı ise bizi geri tutan şey genellikle bize görünmezdir ve bizi hayal kırıklığı ve karmaşa içinde tutar

En önemli bağlar doğmamızı sağlayan insanlarla aramızdaki bağlardır… Kaç yıl geçerse geçsin, kaç tane ihanet olursa olsun, ailede ne kadar mutsuzluk olursa olsun önemli değil. Kendi irademiz pahasına olsa bile bağımız devam eder. 

Yaşam gücü doğumdaki fiziksel bağın kopması ile durmaz. Kendinizi onlardan kopuk bile hissetseniz, anne-babanızdan size akmaya devam eder. Anne-babamıza bağımız bir yönden bozulduğunda, bizim için mevcut olan yaşam gücü sınırlıymış gibi hissederiz.

Hayatın Akışını Kesen Dört Bilinçaltı Teması:

  1. Ebeveynle birleşme: Şöyle bir düşünün. Ebeveynlerinizden biri duygusal, fiziksel veya psikolojik açıdan mücadele ediyor muydu? Onların acı çektiğini görmek sizi incitiyor muydu? Onların acı sını dindirmek istemiş miydiniz? Birçoğumuz ebeveynlerimizin acısını bilinçsizce üstleniriz. Anne-babaların en son görmek isteyeceği şey, çocukları nın onların namına acı çekmesidir. Ebeveynlerimizin yüklerini taşıma veya paylaşma girişimimizle, aile acısını devam ettirmiş oluruz ve bizim için ve bizden sonraki nesiller için mevcut olan yaşam gücünün akışını engelleriz. 
  2. Ebeveyni reddetme: Ebeveynlerinizden birini yargıladınız, suçladınız, reddettiniz veya biriyle iletişiminizi kestiniz mi? Ebeveynlerine yakınlaşmaktansa avuç dolusu çivi yutmayı bile tercih edebileceğinizi düşünenleriniz olabilir. Ancak ne kadar uzun sürerse sürsün bu adım atlanamaz. Onları affederek yaşamımızı bütünüyle kucaklamamızı engelleyen acıyı çözebiliriz. İlişkiyi kesmek ilk başta özgür hissettirebilir fakat bu çocukluk savunmasının yanlış bir özgürlüğüdür. Önünde sonunda, bu sizin yaşam deneyiminizi kısıtlayacaktır. 
  3. Anneyle kopan bağ: Annenizle bağınızda erken bir kopukluk yaşadınız mı? Küçük yaşta annesiyle bir ayrılık yaşayan herkes annesini reddedecek değildir. Bu dönem boyunca yaşanmış bir kopukluk nedeniyle, sevgilinizle yakın ilişki kurmak isterken bir miktar endişe hissedebilirsiniz. Bu endişe ilişkiyi sürdürme konusunda zorluklara dönüşebilir hatta hiç ilişki istememe durumuna neden olabilir. Ayrıca çocuk doğurmama kararına dahi dönüşebilir. Küçük yaşta yaşanılan ayrılıkları genel olarak anlamak, kavramak zordur. Çünkü beyin, yaşamımızın ilk beş yılındaki deneyimlerimizi telafi etmek için donanımlı değildir. Bu bağın yeniden kurulma şekli sonraki ilişkilerinde bağlanma ve ayrılma konusunda bir şablon oluşturabilmektedir. Eğer anne ve çocuk bu bağı yeniden tamamıyla kuramazlarsa çocuk yaşamının sonraki dönemlerinde sevgilisi ile bağ oluşturma girişiminde tereddütlü kalabilmektedir.
  4. Anne-babamız dışında aile sistemimizdeki bir aile bireyi ile özdeşleşme

Çekirdek Dil Haritası 

Travma çözümlemek için en büyük bariyerlerden biri kaynağın genellikle görünmez olmasıdır. Bilincinize getirmediğiniz her şey karşınıza kader olarak çıkar.

Kaygılarımızı ve mücadelelerimizi anlatmak için kullandığımız kelimeler bizim farkettiğimizden daha fazla şey anlatabilirler. Ancak çok azımız onlara bakmayı düşünürüz. 

Çekirdek şikayeti incelerken, sadece konuşurken kullandığımız dile bakmayız, aynı zamanda somatik ve fiziksel beden dilimizi de inceleriz. Ayrıca, kendine özgü veya sıradışı davranışlara ya da belirtilere özellikle yakından ilgi gösteririz. Şikayetin kelimelerini incelediğimizde, onlara kesinlikle güveniriz. Ancak içeriğe her zaman güvenemeyiz. Kelimeler, genelde bizim için değil başka birisi için doğrudur. Bu kişinin kim olduğunu keşfetmek ise aile geçmişimizin perdenin arkasından izlenmesini gerektirir. 

Ebeveynlerimiz hakkında duygularımız kendimizi tanımak için birer eşiktir. Siz büyürken annenizin nasıl olduğunu tasvir etmek için bir dakika ayırın. O nasıldı? Doğrudan aklınıza gelen sıfatlar ya da ifadeler hangileridir? Şimdi aynı şeyi babanız için yapın. Sıfatların ve ifadelerin doğaçlama listesini yazmak bize çocukluk hikayemizin düzenlenmiş ve mantıklı hale getirilmiş versiyonunu değiştirmek için bir fırsat verir.

Birçoğumuz ebeveynlerimizin bize yaptığı bir şeyin hayatımızı mahvettiği düşüncesine saplanıp kalmışızdır. Bu doğru ya da çarpıtılmış anılar yüzünden, ebeveynlerimizin yaptığı güzel şeylerin gölgede kalmasına sebep oluruz. Ebeveynler ebeveyn olma yolunda ilerlerken istemeden çocuklarına acı çektirirler. Bu kaçınılmazdır. Problem ebeveynlerimizin bize yaptıkları değil, bizim hala bu olanları nasıl algıladığımızdır. Genellikle, ebeveynlerimiz bize zarar verdiğinde, bu kasten değildir. Çoğumuz ebeveynlerimizden yeterince ilgi göremediğimizi hissederiz. Fakat ebeveynlerimizle barışık olmak, onlardan aldığımız ve alamadığımız her şeyle barışık olmak demektir. Bize verilenlere bu açıdan baktığımızda, her zaman gösteremeseler dahi sadece iyiliğimizi isteyen ebeveynlerimizden güç alabiliriz. 

Örneğin Annesinden erken bir kopuş yaşamış inanların ana tanımlayıcıları aşağıdaki gibidir: ”Annem soğuk ve mesafeliydi. Bana hiç sarılmadı. Ona hiç güvenmezdim.”, “Annem mesafeliydi, duygusal anlamda uzaktı ve eleştireldi.” 

Ebeveynlerimizle barışmamız çok önemlidir. Bunu yapmak sadece içsel huzurumuzu arttırmakla kalmaz, aynı zamanda bu uyumun bir sonraki nesillere aktarılmasına da izin verir.

Çekirdek Cümle: Eğer bir korku ya da fobi, panik atak ya da takıntılı düşüncelerle boğuşuyorsanız, içsel yaşamınızın hapishanesinde bir tutsak olmanın nasıl bir duygu olduğunu çok iyi biliyorsunuzdur. Kendi içinizde geçirdiğiniz zorlu zaman (sürekli endişelenmek, baskın duygular, sinir bozucu beden hisleri) duruşma ya da mahkumiyet olmadan verilmiş bir müebbet hapis cezası gibidir. Korku ve endişeler, sizi bekleyen günü ve yaşamı sınırlandırarak dünyanızı küçültür ve canlılığını yok eder. Bu şekilde yaşamak çok yorucu olabilir. 

Bir yol bulmak düşündüğünüzden daha kolaydır. Sadece başka türlü bir müebbet hapisle cezanızı çekmelisiniz; en kötü korkularınızın yarattığı cümleyle... Bu cümle muhtemelen çocukluğunuzdan beri sizleydi.

Daha fazla ilerlemeden önce, şu soruyu cevaplayın ve cevabınızı yazın: Başınıza gelebilecek en kötü şey, en kötü korkunuz nedir? O muhtemelen ömür boyu sahip olduğunuz bir duygu ya da korkudur. Belki onunla doğmuş gibi hissediyorsunuzdur. Biraz farklı şekilde soracak olursak, soru şudur: Eğer yaşamınız parçalansa, eğer her şey çok kötü giderse, en kötü korkunuz nedir? Örneğin, eğer “Ölebilirdim.” yazdıysanız, bunu biraz daha ilerletin. Ve eğer bu olsaydı, en kötü yanı ne olurdu? “Ailem bensiz kalırdı.” Biraz daha derinleşin. En kötü yanı ne olurdu? 

Bu, genelde şimdi oluyormuş gibi ya da olacakmış gibi şimdiki zamanda ya da gelecek zamanda söylenmiş bir cümledir. Bu kelimeleri içinizde canlı gibi hissedersiniz. Yüksek sesle söylendiğinde onlar bedeninizde yankılanır. Ana cümleleriniz şunlara benzeyebilir: “Ben tamamen yalnızım.” “Onlar beni reddediyor.” 

Eğer çekirdek cümlenizi bulmaya çalıştıysanız ve hiçbir şey ortaya çıkmadıysa, o zaman şu soruyu cevaplandırın: Birine olabilecek en kötü şey nedir? Başka birisi. Siz değil belki tanımadığınız birisine ait çok kötü bir öyküyü hatırlayın. Ya da tanıdığınız birisine olan korkunç bir şey? Onlara ne oldu? Yazın. Ne hatırladığınız önemli. Bu sizin hakkınızda bile bir şey anlatabilir.  Birçok kez, başka birinin trajedisi kendi en kötü korkularınızın yansımasıdır.

Ana cümlenizi bulmanın başka bir yolu da var. Sizi derinden etkileyen bir kitap, film ya da oyunda. bir sahne düşünün. Hangi sahne sizi daha çok etkiliyor?

Yankılanan çekirdek cümle, çözümlenmemiş bir trajediden doğmaktadır. Bu bizim değil ise soru şudur: Kimin? Belki çekirdek cümleyi söyleyen ve bu korkuyu taşıyan biz olabiliriz ama esas korku, biz doğmadan çok önce gerçekleşmiş trajik bir olaydan kaynaklanabilmektedir. Soracağımız soru şudur: ilk korku kime ait? 

Çekirdek Travma: Son öğrenmemiz gereken şey ise aile geçmişimizdeki ya da çocukluğumuzdaki çözümlenmemiş travmaya, ana travmamıza gitmek için köprüyü nasıl inşa edeceğimizdir. Ana travmayı gün yüzüne çıkarmanın iki yolu vardır. Biri genogram yani aile ağacı şeması aracılığıyladır. Diğeri ise köprü soruları kullanmaktır. 

Basitçe söylemek gerekirse, köprü sorusu geçmişi bugüne bağlayan bir sorudur. En büyük korkunuza ait hisleri ortaya çıkarmak, aile sisteminizde sizin gibi hissetmesi için bir sebebi olan kişiye götürür. Örneğin, eğer en büyük korkunuz bir çocuğa ‘zarar vermek’ ise, bu korkuyu bir soruya dönüştürün. Ailenizdeki bir kişinin yaşadığı korkuyu anlatacak ilgili tüm kombinasyonları düşünün. 

Mesela Korku: “Bir Çocuğa Zarar Verebilirim.” Olası Köprü Soruları:

  • Ailenizde kim bir çocuğa zarar verdiği ya da onu koruyamadığı için kendini suçlamış olabilir?
  • Ailenizde kim bir çocuğun ölümünden dolayı kendini sorumlu tutuyor olabilir?
  • Ailenizde kim bir çocuğa zarar veren eylemler ya da kararlar yüzünden suçlu hissediyor olabilir?
  • Aile sisteminizde hangi çocuk zarar gördü, ihmal edildi, evlatlık verildi ya da ona kötü davranıldı? 

Genogram: Ailenizde üç ya da dört nesil geriye gidin, ebeveynlerinizi, büyükbaba ve büyükannenizi, kardeşlerinizi, amcalarınızı, dayılarınızı, teyzelerinizi, halalarınızı kapsayan bir aile ağacı oluşturun. 

Travmatik olaylar şunları kapsar: Kim erken öldü? Kim terk etti? Kim terk edildi, izole edildi veya aileden dışlandı? Kim evlat edinildi ya da çocuğunu evlatlık verdi? Kim doğum esnasında öldü? Kim ölü doğum yaptı ya da kürtaj oldu? Kim intihar etti? Kim bir suç işledi? Kim önemli bir travma yaşadı veya felaket boyutunda bir olaydan dolayı acı çekti? Kim evini veya sahip olduğu varlıkları kaybetti ve tekrar toparlanmakta zorluk yaşadı? Kim bir savaşta unutuldu ya da acı çekti? Kim Nazi soykırımına ya da farklı bir soykırıma katıldı? Kim öldürüldü? Kim birini öldürdü? Kim başkasının ölümünden ya da talihsizliğinden kendisini sorumlu hissetti? Bu sorular önemlidir.

  • Genogramın en başına ana cümlenizi yazın. Şimdi aile sisteminize ait olan herkese bakın. Sizin gibi hissetmesi için bir sebebi olan kişi kim olabilir?
  • Şimdi ana cümlenizi yüksek sesle söyleyin. Ailenizde kim aynı cümleye yakın bir his söylerdi? Kim benzer duygularla mücadele etti? Ana cümlenizin siz doğmadan bile önce var olma ihtimali vardır. 

Bağlantıyı bir kez kurduğunuzda, önceden görünmez olan şey iyileşme için bir fırsat halini alabilir. Bazen ortaya çıkan yeni görüntüler, onları tamamen birleştirebilmemiz için bizim ilgimize ve dikkatimize gerek duyabilirler.

İyileşmeye Giden Yollar 

İnsan, bütünün bir parçasıdır… [Ancak] Kendisini, düşüncelerini ve duygularını, diğerlerinden ayrı olarak deneyimler; bu, bilincinin yarattığı bir çeşit optik yanılgıdır. 

  • Kişisel İyileştirici Cümleler Oluşturmak: Bilinçdışı bir şekilde yeniden yaşamak nesiller boyunca devam edebilir. Kendimizle başlamayan düşünceleri, duyguları, hisleri, davranışları veya belirtileri taşıdığımızı görürsek, bu döngüyü kırabiliriz. Trajik bir olayı ve bu olayı yaşayan insanları kabul eden bilinçli bir adım atarak başlayabiliriz.
  • İyileştiren Cümlelerden iyileştiren Görüntülere: Bilincinde olsak da olmasak da hayatlarımız, içimizdeki imgeler, inançlar, beklentiler, varsayımlar ve fikirler tarafından derinden etkilenir. “Hayatta hiçbir şey benim için yolunda gitmiyor.” ya da “Ne denersem deneyeyim başarısız olacağım.” ya da “Zayıf bir bağışıklık sistemim var” gibi içsel etiketler hayatımızı nasıl yaşadığımızı etkileyerek yeni deneyimleri algılama biçimimizi ve nasıl iyileştiğimize tesir eder. İyileşmeniz ilerlerken bu süreci desteklemeniz için bazı yaratıcı yollar şöyledir: 
    • Masanın Üzerine Bir Fotoğraf Koymak:
    • Bir Mum Yakmak:
    • Mektup Yazmak:

İyileşmenin temel parçası fiziksel duyumlarımızın deneyimini sürece dahil edebilme becerisidir. Bilinç dışı tepkiler vermeden yalnızca bedenlerimizde oluşan duygularla “birlikte” olabildiğimizde, içimizde bir huzursuzluk baş gösterdiği zaman kendimizi sağlam tutmamız kolaylaşacaktır. İç görü, kendimizi anlama arayışının güçlüğünü tolere etmeye istekli olduğumuzda kazanılır. Bedeninizin ne hissettiğinden emin değilseniz ana cümlenizi yüksek sesle söyleyin.

Kendimize Söyleyebileceğimiz İyileştirici Cümleler Elinizi vücudunuza koyun ve aşağıdaki içsel cümlelerden birini kendinize söylerken derin nefes alın: “İşte buradasın.” “Buradayım.” “Seni tutacağım.” “Seninle nefes alacağım.” “Seni rahatlatacağım.” “Korktuğunda veya başa çıkamadığını düşündüğünde yanında olacak, seni bırakmayacağım.” “Seninle kalacağım.” “Sakinleşene kadar seninle nefes alacağım.” 

  • Ebeveynlerimizle İlişkimizi İyileştirmek: Kendimizle barışık olmak genellikle ebeveynlerimizle barışık olmakla başlar. Ünlü Budist rahip Thich Nhat Hanh, ebeveynlerinize kızgın olduğunuzda aslında “kendinize kızarsınız – der. Annemiz ya da babamıza kızgınsak, nefes alıp vermeli ve bir uzlaşma noktası bulmalıyız. Mutluluğa giden tek yol budur.

Bu uzlaşma büyük ölçüde içsel bir harekettir. Ebeveynlerimizle olan ilişkimiz onların ne yaptığına, nasıl olduklarına veya nasıl karşılık verdiklerine bağlı değildir. Bizim ne yaptığımız ile ilgilidir. Değişim, bizim içimizde gerçekleşir.

Ayrılık Dili

Bir anne kadar bizi etkileyebilen başka hiçbir şey yoktur. Pek çok seviyede “anne” ve “hayat” imgelerimiz iç içe geçmiştir. İdeal durumda annemiz bizi besler ve güvende olmamızı sağlar. Bizi rahatlatır ve kendimize yetemeyecek kadar küçük olduğumuzda hayatta kalmamız için gereken şeyleri verir. Bu şekilde yetiştirildiğimizde güvende olduğumuz duygusuna ve yaşamın bize ihtiyacımız olan şeyleri vereceğine güvenmeye başlarız.

Erken deneyimlerin önemli bir özelliği, anı bankalarımızdan geri alınabilir olmamalarıdır. Gebelik, bebeklik ve erken çocukluk sırasında beynimiz, deneyimlerimizi, anılar haline gelmeleri için bir hikaye formunda saklar. Anılar olmadan karşılanmayan özlemlerimiz, bir sonraki işimizde, bir sonraki tatilde, içeceğimiz bir kadeh şarapta ve bir sonraki birlikteliğimizde tatmin etmeye çalışacağımız bilinç dışı dürtüler, arzular ve özlemler olarak baş gösterebilir. Benzeri şekilde erken bir ayrılık korkusu ve kaygısı gerçekliğimizi bozabilir, zorlu ve rahatsız edici durumlarımızı felaket boyutunda ve hayatımızı tehdit eder nitelikte hissetmemize neden olur. 

Aşık olmak yoğun duyguları serbest bırakır; bu da doğal olarak bizleri annemizle olan erken deneyimlerimize, zamanda geriye götürür. Partnerimize karşı, annemizde hissedeceğimiz duyguların benzerini beslemeye yatkın oluruz. Özel biriyle karşılarız ve kendimize şunu söyleriz: “Sonunda bana iyi bakacak, tüm arzularımı anlayacak ve bana ihtiyacım olan her şeyi verecek birini buldum.” Fakat bu duygular yalnızca annesine karşı hissettiği ya da hissetmeyi istediği yakınlığı yeniden deneyimlemek isteyen bir çocuğun yanılsamasıdır

Bazen aradığımız özgürlüğe ulaşamayız. Bedenlerimizin içinde huzurlu hissedemediğimiz bir şekilde bir sonraki şarabımızda, bir sonraki alışverişimizde, bir sonraki mesaj veya telefon konuşmasında ya da bir sonraki cinsel partnerimizde huzuru ararız. Annesinin sevgisinden mahrum kalanlarımız için dünyamız, sonsuz bir huzur arayışına dönüşebilir

Çoğumuz annemizle olan bağımızda bir kopma yaşamışızdır, ancak ihtiyacımız olanı yeteri kadar elde etmişizdir. Bir annenin çocuğuyla mütemadiyen mükemmel bir uyum içerisinde olmasını beklemek gerçekçi değildir. Bu uyumda bozulmalar elbette yaşanacaktır.

Annemizle ilişkimiz görece sağlam olsa da bazen kendimizi anlamadığımız duyguların kıskacında bulabiliriz. Bırakılma, reddedilme veya terk edilme korkuları yaşayabilir veya ortada kalma, aşağılanma veya utanma duyguları hissedebiliriz. Ancak bu duyguları annemizle olan erken dönem bağı kapsamında ele alırsak-büyük ihtimalle hatırlamayacağımız bir dönemden-o zaman neyin eksik olduğunu daha iyi fark edebilir ve iyileşmek için ihtiyacımız olan şeyi daha çok destekleyebiliriz

İlişkilerin Çekirdek Dili 

Acına, kederine, sahipsiz yaralarına uzaklığın; partnerine olan uzaklığındır

Birçoğumuz için, en büyük özlemimiz sevilmektir ve mutlu bir ilişkimiz olmasıdır. Ancak genellikle ailelerde sevginin bilinçsizce ifade edilmesi nedeniyle, sevme şeklimiz mutsuzluğumuzu paylaşmak veya ebeveynlerimizin ve bü yükanne-büyükbabalarımızın modellerini tekrar etmek şeklinde olabilir. 

Kendimize şu soruyu soracağız: Gerçekten bir partner için hazır mıyız? İlişkilerde yaşanan problemlerin birçoğu o ilişkinin kendisinden kaynaklanmamaktadır.

Şu soruları takip ederek iyileşmeye giden yolu bulabilirsiniz:

  • Çekirdek Şikayet: Partnerinizle ilgili en büyük şikayetiniz nedir?
  • Çekirdek Tanımlayıcı: Annenizi veya babanızı tanımlamak için kullanacağınız sıfatlar veya kelimeler nelerdir? Birçoğumuzun ana tanımlayıcıları kendimizi aldatılmış ve tatminsiz hissettiğimiz çocukluk kayıtlarımızdan kaynaklanır. Ebeveynlerimizin bize yeterince bir şey vermediğini hissediyor olabiliriz veya bizleri doğru şekilde sevmediklerini hissedebiliriz.
  • Ana Cümle: En büyük korkunuz nedir? Başınıza gelmesinden korktuğunuz en kötü şey nedir?
  • Çekirdek Travma: Aile geçmişinizde hangi trajik olaylar yaşandı? Daha önceki bölümlerde gördüğümüz gibi bu soru sistemik görüşümüzü açmakta ve ilişkilerimizi etkileyen nesilden nesle aktarılan modelleri tanımlamamıza olanak sağlamaktadır. İlişkilerimizdeki şikayetlerin çekirdek dil yapısını keşfettiğimizde genellikle bize tanıdık gelen bir aile hikayesi bağlantısı buluruz. 

Görünmez olanı görünür hale getirerek, sevgi alma verme konusunda daha özgür oluruz. Şair Rilke bir ilişkiyi sürdürmenin zorluğunu anlamıştır ve şunları yazmıştır: “İnsan olarak bir başkasını sevmemiz, belki de yükümlü kılındığımız en çetin, en ağır görev, en büyük sınav, bütün öteki yaşantının yalnızca hazırlık oluşturdugu bir çalışmadır.

İlişkileri Etkileyebilen Görünmez Dinamikler 

  • Annenizle zor bir ilişkiniz vardı. Annenizle aranızda bitmemiş olan ne varsa partnerinizle ilişkinizde tekrar etmesi muhtemeldir. 
  • Ebeveynlerden birini reddediyor, yargılıyor veya suçluyorsunuz. Ebeveynlerin birinde reddettiğiniz duygular, özellikler ve davranışlar bilinçdışı bir biçimde sizin içinizde var olmaya devam edebilmektedir. 
  • Annenizle bağınızda erken bir kopuş yaşadınız. Bu dinamik ile bir partnerle yakın bir ilişki kurma te şebbüsünüzde bir derece kaygı ve endişe yaşamanız muhtemeldir. Genellikle bu kaygı/endişe ilişki derinleştikçe artar. Kaygının/endişenin yaşanılan erken bir kopukluktan kaynaklandığının farkında olmaksızın, partnerinizde kusurlar bulmaya baş layabilirsiniz veya kendinizi bu yakınlıktan uzaklaştırmak için çatışmalar yaratabilirsiniz. Ayrıca kendinizi ilgiye muhtaç, ilgi meraklısı, kıskanç veya güvensiz hissedebilirsiniz. Ya da tam tersine, bağımsız görünebilirsiniz ve ilişkilerinizde fazla bir şey talep etmezsiniz. Belki de ilişkilerden büsbütün kaçınabilirsiniz. 
  • Ebeveynleriniz birlikte olmaktan mutsuzdu. Eğer ebeveyniniz ilişkilerinde mücadele vermiş veya iyi anlaşamamışlarsa, sizin kendinize onların sahip olduğundan daha fazlasına sahip olma izni vermemeniz olasıdır. Ebeveynlerinize duyduğunuz bilinçdışı bağlılık, onların asıl isteğinin sizin mutlu olmanız olduğunu bilmenize rağmen, sizi onların olduğundan daha mutlu olmanızdan alıkoyabilir. Canlılık ve neşenin eksik olduğu bir ailede çocuklar mutlu oldukları zaman kendilerini suçlu veya rahatsız hissedebilmektedirler. 
  • Ebeveynlerinizden biri diğerine kötü davrandı. Eğer babanız annenize kötü bir şekilde davrandıysa, erkek çocuk olarak siz de partnerinize benzer şekilde kötü davranabilirsiniz böylece babanız tek başına “kötü adam” olmayacaktır. Kız çocuk olarak ise size kötü davranan veya kendinizi mesafeli hissedeceğiniz bir partner seçebilirsiniz. Annenizden daha mutlu olmak sizin için zor olacaktır. 
  • Çok fazla sayıda partneriniz oldu. Eğer çok fazla sayıda partneriniz olduysa, bir ilişkide bir partnere bağlanma becerinizi tüketebilirsiniz. Ayrılıklar daha kolay hale gelebilir. İlişkileriniz derinliğini kaybedebilir. 

Başarı Dili 

Dans eden bir yıldız doğurabilmesi için insanın içinde kaos olmalıdır. Friedrich Nietzsche

Başarıya yönelik girişimlerimiz bariyerlere ve çıkmaz sokaklara çarptığında aile geçmişini incelemek izlenmesi en önemli olan doğrultudur. Annemizle bağımızda erken bir kopukluk yaşadığımızda, korku ve güvensizlik bulutu hayat deneyimlerimizin içine dolabilir

Başarısızlığa Yönelik Bilinçdışı Bağlılığınız olabilir. Ebeveynlerimizin talihsizliklerini yenmek etmek için onları reddetmemiz gerekmez. Bazen bizi onlarla benzer bir deneyime saplanmış halde tutan bilinçdışı bir bağ paylaşırız. Başarmak üzere gösterdiğimiz en iyi çabaya rağmen, kendimizi kendi yaşamlarımızda onların başardığından daha fazla şey başaramaz halde bulabiliriz. Örneğin, eğer babamız işinde başarısız olduysa ve aileye finansal yönden destek sağlayamadıysa biz de bilinçdışı bir biçimde aynı şekilde başarısız olarak ona dahil olabiliriz. Gizli bir bağlılığa yakalanmış olarak, ondan üstün olmamak için kendi başarımızı sabote edebiliriz. 

Geçmişteki Yoksulluk Mevcut Zenginliği Gölgeleyebilir. Bazen yoksulluk içinde yaşamış, kendi geçimlerini sağlamak ve çocuklarına bakmakta zorlanmış olan atalarımızla bilinç dışı bir bağlılıkta bulunuruz. Muhtemelen onları savaş, kıtlık veya zulüm, dünyanın başka bir yerinde yeni bir başlangıç yapabilmek üzere vatanlarını ve eşyalarını terk etmek zorunda bırakmıştır. Eğer atalarımız büyük zorluklar yaşamışlarsa, farkında olmaksızın onların acılarını devam ettirebiliriz ve bolluk içinde bir hayat yaşama girişimlerimiz engellenebilir. Onların sahip olduğundan daha çok şeye sahip olmamız zor olabilir. 

Çekirdek Dil Tedavisi 

Eğer avucunuzun içine derinlemesine bakarsanız, orada ebeveynlerinizi ve atalarınızın tüm nesillerini göreceksiniz. Onların hepsi şu an yaşıyor. Her biri, bedeninizde mevcuttur. Siz bu insanların her birinin devamısınız. Thich Nhat Hanh.

Kendinize şunu söyleyerek başlayabilirsiniz: “Bunlar benim duygularım değiller. Ben sadece bunları ailemden kalıtsal olarak devraldım.” Bazen bunu kabul etmek dahi yeterlidir. Bir zamanlar sizi tutsak eden travmatik olayı veya özdeşleşmiş olduğunuz aile bireyini gözünüzde canlandırabilirsiniz. Bunu yaparken, bu duyguların şimdi gömüldüğünü ve ilgili aile bireyinin şimdi sizi rahatlattığını ve desteklediğini kendinize hatırlatabilirsinız. 

Ailenizle ilgili önemli bilgileri bir araya getirerek, önemli bağlantılar kurdunuz. Artık kendinizi ve taşıdığınız fakat tanımlayamadığınız duygularınızı daha iyi anladınız. Şanslısınız ki bunlar sizinle başlamadı. Muhtemelen siz de en kötü korkunuzun artık o kadar korkutucu olmadığını keşfettiniz çünkü onun korkularını takip ederek yeni bir yere ulaştınız. Korkunuzun gizli dilinin aslında hiçbir zaman korkuyla bir ilgisi olmadığını artık biliyorsunuz. Daha büyük sır ise şuydu ki büyük bir sevgi bütün bu zaman boyunca sadece bulunmayı bekliyordu. Bu sizden önceki kişilerden ileriye aktarılan bir sevgidir, sizin hayatınızı geçmişin korkularını ve talihsizliklerini tekrarlamadan doyasıya yaşamanız konusunda ısrar eden bir sevgidir. Bu derin bir sevgidir. Bu sizi herkese ve her şeye bağlayan sessiz ve hiç bitmeyen bir sevgidir. Bu, etkili bir tedavidir.