Şarkiyatçılık – Edward Said – Kitap Özeti

Edward Said kitabın önsözünde amacını; mücadele alanları açmak için hümanist eleştiriye başvurmak; bizi, hırçın bir kolektif kimliği hedefleyen yaftalara, düşmanca tartışmalara hapseden kısa vadeli öfke patlamalarının yerine uzun soluklu bir düşünme ve çözümleme süreci getirmek olarak açıklıyor.

Onlar kendilerini temsil edemezler, temsil edilmeleri gerekir (Karl Marx)

GİRİŞ

Şark Avrupa’nın sadece komşusu değil; onun en büyük, en zengin, en eski sömürgesi; uygarlıklarının ve dillerinin kaynağı, kültürel rakibi, en derin ve en sık yinelenen Öteki imgelerinden biridir.

Şarkiyatçılık en temelde akademik bir şeydir: İster özel ister genel yönleriyle uğraşsın şark hakkında yazan, ders veren veya araştıran kişi Şarkiyatçıdır. Bu uğraş şark hakkında saptamalar yaparak, ona ilişkin görüşleri meşrulaştırarak, onu betimleyerek, öğreterek onunla uğraşan ve onu yeniden yapılandırarak üzerinde egemenlik kuran bir Batı biçemi olarak incelenebilir. Burada temel savım: Şarkiyatçılık bir söylem olarak incelenmedikçe, aydınlanma sonrasında Avrupa kültürünün Şarkı siyasal, sosyolojik, askeri, ideolojik, bilimsel ve imgesel olarak çekip çevirebilmesini anlamak olanaksızdır.

Öncelikle Garp nasıl belli değilse Şark da belli bir yer değildir. Coğrafi ve kültürel anlamda insan yapımıdır. Öte yanda Foucault’un izinde fikirler, kültürler ve tarihin anlaşılması için iktidar yapılarının incelenmesi gerekir. Bu bağlamda Garp ile Şark arasındaki ilişki derecesi değişen bir hakimiyet ve iktidar ilişkisidir.

Şarkiyatçılık stratejisi gereği batılıya görece üstünlüğünü hiç yitirmeksizin Şarkla kurabileceği bir olanaklı ilişkiler dizisi sağlayan esnek konum üstünlüğüne dayanır. Bu yüzden Şarkiyatçılığı üç büyük imparatorluk (İngiltere, Fransa, Amerika) tarafından biçimlendirilen bir alışveriş olarak incelemek gerekir.

Bu inceleme batı literatüründeki metinleri hem şarka dair stratejik konumlandırmaları hem de onu stratejik biçimlendirmeleri ekseninde ele almaya çalışmaktadır.

Şarkiyatçılığın temel koşulu dışsallaştırmadır. Bu konu hakkında yazanlar için Şark konuşturulmalı, betimlenmeli, gizemleri batı için anlaşılır hale getirilmelidir. Bu sözlere kaynaklık etmenin dışında şark yazarı ilgilendirmez. Böylece onun hakkında yazılan, söylenen ve yazan varlıksal ve ahlaki olarak şarkın dışındadır.

ŞARKİYATÇILIĞIN ETKİNLİK ALANI

Avrupa Yakındoğu ilişkisinin temel ilkesi Napolyon’un 1798 Mısır istilasıyla belirlenmişti. Bu istila birçok bakımdan düpedüz daha güçlü bir kültürün bir başka kültürü salt bilimsel yolla kendine mal edişinin modeliydi. Örneğin Cromer, Balfour, Lyall gibi kişilerde bu modelin haklılığını ve gerekçelendirmelerini buluruz. Kissinger bir temellendirmeye bile gerek duymaz: Biz Newton devrimini yaptık onlar yapmadı der (Halbuki Newton devrimini hazırlayan bilgi birikimini umursamaz).

Şarkiyatçılığın akademik formu 1312’de Viyana’da toplanan kilise şurasının Paris, Oxford, Bologna, Avignon ve Salamanca üniversitelerinde Arapça, Yunanca, İbranice ve Süryanice kürsüleri kurma kararı almasıyla başlar.

Şarkın nasıl olup da Batının tamamlayıcı karşıtı olduğuna bakalım. İşin içinde Kutsal kitap ile Hristiyanlığın doğuşu vardı; ticaret yollarının haritasını, düzenli bir mal değiş tokuş modelini çıkartan Marco Polo gibi gezginler, Mandeville gibi hikayeciler vardı. Ardından İslam ve Haçlılar vardı. Bu deneyimlere ait literatürden tümüyle kendi içinde yapılanan bir belgeler bütünü gelişti. Bu bütünden Şarkın deneyimlenmesine aracılık eden sınırlı sayıda kalıp doğdu. Kişi zamanla yeni şeyleri hiç bilinmedik ya da tam bilindik dışında orta bir yerde; bilinen şeylerin değişkesi olarak görmeye yarayan bir ara kategori ortaya çıkar. Bu bağlamda Şark batının tanıdık olana duyduğu küsmeme ve alışılmadık karşısındaki hoşlanma veya korku ürperişi arasında gidip gelir.

Hz. İsa Hristiyanlık için ne ise Hz.Muhammed de Müslümanlık için o şekilde kabul edilir. Batının şarka yaklaşımında İslama Muhammetçilik adı verildi. Dante’nin İlahi Komedyasında Maometto (Hz. Muhammed) cehennemin dibinden önceki kademede reziller kategorisinde resmedilmektedir.

1820lerde yayınlanan Mısır’ın Tasviri konusu karşısındaki tutumundan dolayı eşsizdir. Bir bölgeyi barbarlıktan kurtarmak, onu kendi iyiliği için fethedip eğitmek amaçlarını temellendirirken bir tarih kitabı olarak Mısır’ın tarihini yerinden eder.

Başlayan bu metinsel durumu körükleyen durum görünürde elde edilen başarıdır. Örneğin aslanların yırtıcı olduğunu bildiren bir kitap okuyan kişi yırtıcı bir aslanla karşılaşırsa olasılıkla yazarın başka kitaplarını okumaya devam edecek ve buna inanacaktır. Hatta yırtıcı aslanla nasıl başa çıkılacağının talimatını veriyor ve bu işe yarıyorsa bu iyice pekişecektir. Burada enteresan bir diyalektik vardır. Okurların gerçeklikteki deneyimleri okudukları ile belirlenir; bu da yazarları okurların önceki deneyimleriyle saptanmış konulara yönlendirir. Akademik biçimle gerçek bir şeye dair bilgi içerdiği iddiası güden (az önceki diyalektikle perçinlenen) bir metni yok saymak güçtür. Uzmanlık atfedilir böyle metinlere. Dahası böyle metinler bilgi üretmekle kalmaz, betimlemek üzere ortaya çıktıkları gerçekliğin kendisini de yaratabilirler (Foucault’un deyimiyle bir söylem üretirler).

Falubert’in şark tasvirlerinde Şark dipsiz acayiplikler kuyusundan çıkma davranışlarından dolayı seyredilir. Duyarlılığıyla Şark’ı katleden Avrupalı bir seyircidir. Asla olup bitene dahil olmaz her zaman ayrı durur. Şark canlı bir garabet tablosu olur çıkar.

Gibb Şark’ın niteleyici farklılığı olarak kural duygusunun olmayışını görür. Kitaplarındaki muazzam İslam bilgisi kabul edilse bile bu tarz ön yargıları üstesinden gelinmesi güz bir engel olarak kalır.

Medya ile kamuoyu bu çağdaş Şarkiyatçı tutumların istilası altındadır. Sözgelimi Arapların deveyle gezen, terörist, hak etmedikleri zenginlikleriyle gerçek uygarlık karşısında küstahlık eden satılık sefiller olduğu düşünülür. Bu yakıştırmaların ardında batılı tüketicinin dünya kaynaklarının büyük kısmına sahip olmaya ve bunları harcamaya yetkisi olduğu kabulu gizlidir hep. Çünkü o gerçek insandır.

Şarkiyatçılık bilimsellik ve akılcılık arkasında gizlenmeye çalışsa da; çağdaş aydın burada görmesi gereken Şarkiyatçılığın argümanlarının ne kadar yozlaştığıdır.

ŞARKİYATÇI YAPILAR VE YENİDEN YAPILANMALAR

Bouvard gibilerin kafasındaki romantik fikir Avrupa’nın Asya’dan yeniden doğmasıydı. Bu görüşler onları Hindistan’a yönlendirmişti. Garbın mekanikliği ve maddeciliğini bozguna uğratabilecek şey Hint kültürü ve diniydi. Bu şarkın sınırlarını genişletiyordu (yayılıma). 18.yy Şakiyatçılığının ana temaları bu yayılma, yerinden bilgi kaynaklarının yetersizliği ile gelen yüzleşme, romatizması ile gelen duygudaşlık ve akılcılık ile bezenen bir sınıflandırma yaklaşımı idi.

Günümüz Şarkiyatçı literatürü ele alınırken bilgiye nesnel bir ulaşımdan çok zaman içerisinde çeşitli bağlamlarda kurulmuş ve pekiştirilmiş bir tutum olduğu göz önüne alınmalıdır.

Silvestre de Sacy modern Şarkiyatçılığın başlangıç ismi olarak niteledirilebilir çünkü o bu mesleğe bir sistematik metinler bütünü, pedagoji uygulamayı ve hepsinden önemlisi kamu siyaseti bağlantısını fiilen sunmuştur. Ona göre Şarkiyatçı aracılığı olmadan şark bilinemez çünkü o yayımlanmaya ve incelenmeye değecek fragmanları yığının içersinden çıkarır ve göz önüne serer. Bu fragmanları dışındakilerin bir önemi yoktur. Tahmin edilir ki fragman yaklaşımı ile Şark dilendiğince yeniden yapılandırılabilir.

Ardılı Renan yeni filoloji üzerinden Şarkı ele aldı. Onun döneminde temel fikir Garblı kültür, dil ve din araştırmacısı için Şarkın düşünsel bir gereksinim olduğuydu. Buradaki kilit metin Quinet‘in Dinlerin Dehası kitabıdır. Burada Şark ve Garb zorunlu ve işlevsel bir ilişkiye sokulmuştu; Şark öneren, Batı ise tasarruf edendi.

Karl Marx Hindistan’daki İngiliz yönetimine ilişkin 1853 tarihli çözümlemelerinde Asya tipi iktisadi sistem düşüncesini ortaya atmış hemen ardından da İngiliz sömürge müdahalesinin yol açtığı insani tahribatı anmıştı. Fakat ardından giderek artan inançla İngiltere’nin yakıp yıkmasının aslında bir toplumsal devrimi olanaklı kıldığı fikrine geri döner. Aslında cansız olan Asya’nın yeniden yaratılması fikri halis Romantik Şarkiyatçılıktır fakat bunun insanı acıları gözardı edemeyen bir yazardan çıkması şaşırtıcıdır.

1810’da Chateaubriand ile başlayan ve 1910’da Cromer ile devam eden düşünce de Şarklıların fethedilmeye ihtiyaçlarının olduğu; oralara seferlerin bir fetihten çok özgürlük getirmektir. Bu romantik kurtarıcılığın arkasında Hristiyanlığın ölümü bür dünyayı yeniden canlandırma misyonu vardır. Hatta bu tasfir Lamartine‘de tırmanarak Şark’ı iyice küçültüp Avrupa işgaline sığınmayı tedirginlikle bekleyen haksız, güvenliksiz halklar olarak tanımlar.

Flaubert zihinsel enerjisine, inanılmaz düşünsel özümseme gücüne rağmen Şarkta iki şey görür: 1) Ayrıntılar üzerine ne kadar yoğunlaşırsan bütünü o kadar az kavrarsın 2) Bütün taşlar kendiliğinden yerlerini buluyor. Bu öncüller de olsa olsa seyirlik bir biçim üretir. Ki öyle olmuştur. Öte yandan Flaubert tüm romanlarında Şark’ı cinsel fantezilere sığınıp yaşamdan kaçmakla bağlantılandırır. Avrupa burjuvazisinin fantezilerinin kolayca bulunabileceği yerler olarak resmedilir.

BUGÜNKÜ ŞARKİYATÇILIK

Şarkiyatçılık tarihin bir döneminde Batıdaki bir öğreti değildir. Süregelen bir akademik gelenek olmasının yanında seyyahlar, ticaret insanları, askerler, maceracılar için bir ilgi alanı olmuştur. Şark ile türetilen deyimler avrupa söylemine yerleşmiştir (Şark kişiliği, şark zorbalığı, şark şehveti gibi). Aslında bu siyasi bir öğretidir temelde güçsüzlüğün yanında farklılığı da görmezden gelir.

19.yy sonunda dille, uygarlıkla ve sonuçta da ırkla ilgili ayırıcı özelliklere dair tezler bir akademik tartışmanın yönü olmakla kalmadı ana akım medya ve gündemde sürekle tekrarlandı. Sonuç olarak kusurlu bir bilimle desteklenen ırk kuramı tartışmasız bir yere doğru gitti. Bu aslında bir paradigma yaratarak gerçek davranışlara dair her somut örneğin birkaç kökensel kategoriye indirgenmesini sağlayan bir yaklaşıma neden oldu.

Açık Şarkiyatçılıkta fikirler değişiyor, güncelleniyor gibi görünsede örtük Şarkiyatçılıkta (bilinçdışı zihniyette) bir değişiklik yoktur. Örneğin biyolojideki ilerlemelerde hızlıca hemfikir olunan fikir ırksal eşitsizliklerdi. Bu bağlamda Şarklı acınası bir yaban olarak görülmekte ve yönetildikleri dönemlerde de bir yurttaştan çok, çözülmesi gereken bir problem olarak ele alınmaktaydı.

Kipling’in beyaz adamı bir fikir, bir şahsiyet ve var olma biçemi olarak yurtdışındaki batılılara çok hizmet etmiştir. Bir diyarı arıtmak en iyi biçimde ancak aralarında hassas ittifak yaratmış beyaz adamlar tarafından yapılabilir. Bu şu anlamda da önemlidir: Nasıl Şarklıları ancak Batılı Şarkiyatçılar betimleyebilirse, batılıları da ancak yine batılılar betimleyebilirdi ve öyle oldu.

Bu tasarıdan yeni bir diyalektik doğacaktı. Şark uzmanından istenen artık anlamak değil; Şarkın bizim değerlerimizi benimsemek üzere harekete geçmesini sağlamaktır. Bu anlamda Şarkiyatçı bir akademik çalışma yazarından öte çağdaş anlatının yapıcısı sıfatına soyunur. Dünyanın yitik kısmının Avrupa’ya katılması mücadelesi 19.yy Şarkiyatçılığına hakimdir. 20.yy da ise bu bilim daha aktif bir siyaset aracı olarak Şarkın yorumlanmasında ve kontrolünde bir araç olarak kullanılmıştır.

Birinci Dünya Savaşı sonrası Şarkiyatçılıkta bazı değişimler gözlemlenir. Artık Avrupalının doğal hakim sıfatıyla işgali Şarkta muhalefet ile karşılaşmaya başlamıştır. Bu daha da Şarkı iyi anlama ihtiyacını doğurdu. Fakat Gibb gibi yazarlarda göreceğimiz üzere İslamı bir üstyapı veya mekanik bir model olarak tasvir etme tutumu kavrayışı limitlemiştir. Buradaki enteresan argüman şudur: İslamın kendi kendini kavrama yeteneği ve metodunun olmadığı bunu ancak Batının yapabileceği gizli bir kabuldür.

SON EVRE

İkinci Dünya Savaşından sonra özellikle Arap-İsrail savaşlarının ardından “Müslüman Arap” Amerikan kültüründe tanınan bir figür haline geldi. Örneğin sinemada şehvet düşkünü, köle taciri, kalleş, sadist gibi rollerde karşımıza çıkar. Bu rol ve konum aslında Yahudi aleyhtarlığından Arap hedefine kolay bir geçiş sağladı.

1975 yılındaki ders rehberinde Arapça dili için bu dildeki iki sözcükten birinin şiddet içerdiği belirtiliyordu. Hatta o dönemin makalelerinde Ortadoğu’yu bir arada tutanın yahudi karşıtlığı olduğu iddia ediliyordu. İlginç olan bu düşüncelerin Akademik dünyada kabul görmesiydi. Berger’in İslami Şark’a yönelik tutumu bunun net bir örneğidir. Onun yazıları Şarkiyatçılığın son dönüşümünü temsil eder. Artık Şarkiyatçılık filolojik bir disiplin ve Şarkı kavrayıştan çok sosyal bilim mühendisliğine evrilmiştir. Burada ABD için Şark bir siyaset sorunu olarak görülmeye başlandı. Tek bir edebiyat göndermesi olmaksızı ciltlerce Şark analizleri bulabilirsiniz. Bu sadeleştirmenin arkasında insanların tutumlara ve istatistiklere indirgenmesi yatmaktadır.

Günümüzde şarkiyatçılık temel dogmaları Araplara ve İslam’a dair araştırmalarda en saf biçimleri ile mevcutturlar. Bunlar:

  1. Akılcı, gelişkin, insani, üstün Batı ile; sapkın, gelişmemiş, aşağı Şark arasındaki mutlak sistemleşmiş farklılıktır.
  2. Modern şarkın gerçeklerinden çıkarsanmış dolaysız kanıtlardansa şarka dair soyutlamaların yeğlenir olmasıdır.
  3. Şarkın ezeli ebedi tek biçimlik ve kendini tanımlamaktan aciz olduğudur
  4. Şarkın eninde sonunda ya korkulması gereken bir şey, ya da edilgenleştirerek araştırma ve geliştirme ile, mümkünse doğrudan işgal edilerek denetim alınması gereken bir şey olduğudur.

Günümüzde şirket faaliyetlerini, vakıfları, misyonları, askeriyeyi dış işlerini, istihbarat çevrelerini akademik dünyayı bağlayan bir Orta Doğu araştırmaları kurumlaşması mevcuttur. Buna ek olarak Şarka ilişkin temel ve temeli itibari ile değişmez bir avuç fikrin yetkesini meşrulaştırmaya korumaya adanmış enstitüler, merkezler, fakülteler vardır.

Cambridge İslam Tarihi kitabı incelemeye değerdir. Sağlam bir yöntembilim iddiası ile yazılan 2200 sayfa metnin ardından İslamın hükümdar fermanlarından, savaşlardan, hanedanlardan ibaret bir kültür birleşiminden başka birşey olmadığı çıkar ortaya. Çağdaş siyasi tutumu anlamak için Batı’nın bu perspektifi önemlidir. Bu tarz Şarkiyatçılığın temel tezi Samilerin gelişimlerinin kesintiye uğradığıdır.

Lewis gibi yazarlarında Şark’a dair yorumlarında Şarkiyatçılığın izlerini görmek mümkündür. Savra (devrim) kelimesinin köken araştırmasında devenin ayağa kalkışı ile ilişkilendirmesi; Arapların nevrotik bir cinsel güdüyle heyecanlanan bir topluluk olduklarına dair bir ima barındırır. Öte yanda ona göre İslam bir dinden öte yahudi aleyhtarı bir ideolojidir.

Bugün ABD Orta Doğu’da yatırımlar yapıyor, dünyanın başka yerlerindeki yatırımlardan daha büyük yatırımlar bunlar. Fakat Şarkiyatçılık, siyaset üreticilerine danışmanlık eden Orta Doğu uzmanlarının içine kişiliklerine işlemiş durumda. Bu uzmanlar siyasete seçkinler, modernleşme, istikrar gibi pazarlanabilir soyutlamalara dayanarak can veriyorlar. Fakat bu soyutlamalar Orta Doğu’da olanları açıklamakta bariz yetersiz kalıyor.

Günümüzde Yakın Doğu’daki üniversiteler ve çağdaş kültürde varlığını hissettiren eylemler Avrupa ile Amerika çıkışlı modellerin kılavuzluğundadır. Bu Şarkiyatçılığın bir zaferi olarak görülebilir. Öte yandan bu Şark’ın varolan duruma bir rızası olarak da yorumlanabilir.

Bu kitabın, gerçek ya da sadece bir şark diye bir şey olduğunu öne sürmek gibi bir tezi yoktur. Keza Merton’un kullanışlı ayrımı ile söyleyecek olursak bir “iç” bakış açısının bir “dış” bakış açısı karşısında zorunlu bir ayrıcalık taşıdığı iddiası da gütmez. Tam tersine, kitabın başından beri, kendi başına Şarkın kurulmuş bir şey olduğunu ileri sürdüm. Hiç kuşkusuz Siyahlar hakkında ancak bir siyahın, Müslümanlar hakkında ancak bir Müslümanın yazı yazabileceği düşüncesine katılmam da mümkün değil.

Bu kitapta ayrıca bir dizi soruyu ortaya koymaya çalıştım. Başka kültürler nasıl temsil edilir? Başka kültür nedir? Ayrı bir kültür düşüncesi işe yarar bir düşünce midir, yoksa böyle bir düşünce her zaman, kendinden hoşnut olma, ötekine düşmanlık ile saldırganlık mı getirir? Kültürel, dinsel, ırksal farklılıklar toplumsal-iktisadi ya da Siyasal-tarihsel kategorilerden daha mı önemlidir? Aydın’ın rolü nedir? Bir parçası olduğu kültürü ve koşullar bütünlüğü geçerli kılmak için mi oradadır? Aydın açısından bağımsız bir eleştirel bilincin muhalif bir eleştirel bilincin önemi nedir?

Bugün onlar ile biz arasında yapılan Şarkiyatçı farklılaştırma gözardı etsek bile, bugün araştırmacıların bazı etkili siyasal ve sonuçta da ideolojik gerçeklikler tarafından biçimlendirildiği olgusundan kaçış yoktur. Doğu-batı ayrımı bir yana bırakılsa bile, hiç kimse, kuzey-güney, sahip olanlar-olmayanlar, emperyalist-emperyalizm aleyhtarı, beyaz-renkli ayrımlarıyla uğraşmaktan kaçınamaz. Sanki böyle şeyler yokmuş gibi davranarak kurtulamayız bunlardan. Tam tersine çağdaş Şarkiyatçılık, bu durumu görmezden gelmenin bir düşünsel onursuzluk olduğunu, ayrımları keskinleştirmek, hem habis hem kalıcı hale getirmek gibi bir sonuca vardığını iyice öğretiyor bize.

Şarkiyatçılık gibi bir düşünce dizgelerinin, iktidar söylemlerinin, ideolojik kurmacaların var edilmesi, uygulanması ve korunması çok kolaydır. Tüm bunlardan öte, okuruma, şarkiyatçılığa verilecek yanıtın Garbiyatçılık olmadığını göstermiş olduğumu umuyorum. Hiçbir eski Şarklı, bu şarklılığı yaşamış olduğu için, şimdi kendisinin ürettiği yeni Şarkıları ya da Garplıları incelemeye yatkın olduğu düşüncesiyle rahatlamamalı. Şarkiyat bilgisinin bir anlamı varsa eğer, bu anlam, Şarkiyatçılığın bilgide ortaya çıkabilecek ayartıcı alçalışın bir hatırlatıcısı olmasında yatar.