OCKHAM (1287 – 1347)
İnsan aklı tanrıyı algılamak bakımından yetersizdir. Çünkü Tanrı maddi bir nesne değildir. Bu anlamda “Tanrı vardır” gibi önermeler akıl açısında açık bir önerme değildir.
O zamana kadar ki tanrı ispatlanma girişimleri eleştirir. Bu kanıtlarda aslında bir döngüsellik yani geriye doğru gidişi belli bir dizi benzerliğin birbirini takip etmesinden başka bir şey yoktur. Bir dizilemde geriye doğru giderken, dizilemin dışından bir şeyin o diziyi etkilediğini ileri sürmektir.
Ona göre bilgi iki türlüdür: Bileşik ve bileşik olmayan bilgi. Bileşik olmayan bilgiye örnek olarak “insan” veya “siyah” verilebilir. Bileşik olmayan bilgi tipleri Sezgisel ve Soyutlayıcı Bilgidir. Sezgisel bilgi dediğimiz bilgi türü, tikel şeylerin tecrübeye/duyulara dayalı ilk bilgisidir. Öte yandan soyutlayıcı bilginin nesnesi tümel olandır.
Buradan tümeller ve tikeller tartışmasında Nominalizm pozisyonuna varır. Buna göre tümeller şeylerin özünü açıklarlar ve onları imlerler (adlandırırlar), fakat tümeller şeylerin özü değildir; aynı şekilde im, imlediği şey değildir.
Ockham’ın Usturası: Bir konuda yalın ve karmaşık açıklamalarla karşılaştığımızda, bunlar aynı açıklama düzeyine sahip oldukları sürece, daima yalın açıklamaları yeğlememiz gerektiğini savunmaktadır. (bu halen çok atıfta bulunulan bir yaklaşımdır.)
NICOLAUS CUSANUS (1401 – 1464)
En ünlü eseri De Docta Ignorantia`dır (Öğrenilmiş Cehalet).
Temel olarak: Tanrı bütün insanlara bilmeyi arzusunu yerleştirmiştir. Ama limitli aklımızda hakikati bütünüyle kavramaktan uzağız. Sıradan akıl, bilinenden henüz bilinmeyene doğru hareket etmektedir. Net bilinen, yani öncül ile bilinmeyen, ile sonuç arasındaki mesafe az ise o zaman çıkarımı gerçekleştirmek kolaydır. Bu mesafe tanrıda çoktur o yüzden çıkarım imkansızdır.
İnsani bilginin bu sınırı bizim bilme yöntemimizle ilgilidir. Aklımız bir nesneden ötekine giderek bilgiyi elde etmeye çalışan bir yapıda olduğunda sonsuzluğu ve maksimumu (belki de bütünü) algılayamaz.
İnsanın en önemli özelliği, aynı anda hem maddeyi, hem organik ve hayvani hayatı, hem de akılsallığı kendinde barındırabilmesidir. (mikrokosmos)
Kozmoloji alanında Evrenin bir sınırlayıcı çevresi bulunmadığını bu yüzden de merkezinin bulunamayacağı öne sürer. Bu düşüncesi Johannes Kepler`e ilham verir. Hatta hareket ile mekan arasında, izleyen açısından göreli bir ilişki bulunduğunu da fark etmiştir.
İnsan bu evreni hiçbir zaman tam olarak bilemeyecek. Farklı noktalarda bakış açılarımızı bir araya getirsek de ortaya çıkan şey hakikatin bütünü olmayacaktır. Yani evrenin bilgisi bizde parçalı olarak mevcuttur. Bu nedenle hakikatin yakın bilgisine razı olmalıyız ve mutlak bilginin bir idealden öteye gitmeyeceğini kabul etmeliyiz. Bu fikir öğrenilmiş cehalete gönderme yapmaktadır.
FRANCİSCO SUAREZ (1548 – 1617)
En önemli yapıtı Disputationes Metaphysicae`dır (Metafizik Tartışmaları).
Varlık (ens) tanımlanabilecek bir yapı değildir. Aktüel varlık, olası varlığın sadece belli bir durumunu ifade etmektedir, yani şu an gerçekte olmayan ama varolma potansiyeli olan şeyler de varlıktır. Başka kelimelerle dile getirilecek olursa, aktüel varlığın durumuna bakarak, bu durumun mümkün olanın sınırını çizdiğini ileri sürmek anlamsız olacaktır. Gerçek varlık, mümkün varlığın aktüelleşmiş kısmından başka bir şey değildir.