Ortaçağ Felsefesi 3 – Anselmus ve Abelardus

Anselmus (1033 – 1109):

Skolastik Felsefe`nin babası olarak anılır. Skolastik düşünce tek bir doğrunun olduğunu, bunun inanışla kavranacağı ve okullarda bunun okutulması gerektiğine dayanır.

En önemli eseri Hakikat Hakkında`dır (De Veritate).

Anselmus`un Tanrı Anlayışı: İnanayım diye anlamayı gözetmiyorum; fakat anlayayım diye inanıyorum.

Tanrının varlığı konusunda Ontolojik Kanıt`ı öne sürmüştür. Bu kanıt sadece tanrı kavramının kendisinde varlığını çıkarsamaktadır. Şöyle ki tanrı tanımsal olarak en yüce (eksiksiz) varlıktır. Var olmasaydı eksiksiz (en yüce) olamazdı. Tanımındaki bu çelişkiden dolayı en yüce (eksiksiz) olan tanrının var olması zorunludur. Zira Tanrı, “olmaması” düşünülemeyecek olandır.

Tanrı bütün diğer iyi şeylerin üstünde en yüksek iyidir ve bütün iyilik ondan türer. Düşüncede var olanın gerçeklikte de var olmasının nedeni Tanrı’nın yansımasıdır. Demek ki tümeller tartışmasında Anselmus`a göre aslolan (gerçek olan) tümellerdir, tikeller onların yansımasıdır.

Anselmus’un Ahlak Anlayışı: İrade iyidir ve doğrudur, tanrıdan gelir. Bu nedenle; özgürlük “iradenin, bizzat doğruluğun kendisi için doğruluğu devam ettirme gücü” dür. Bu doğrultuda özgür bir insanın bencilce bir harekette bulunması düşünülemez.

Abelardus (1079 – 1142)

Tümeller tartışmasında farklı bir pozisyon almıştır. Ona göre: Tümeller ancak söze dökülmüş kelimelerdir (nominalizm). Temelde her şey tikeldir. Tümeller voces (ses) değil; fakat sermones yani birer im gibi işlevi olan adlardır.

Şöyle sorar: Eğer (tek) bir tümel tarafından imlenen tikellerin tümü ortadan kalksaydı, tümel anlamını devam ettirir miydi? Bu durumda tümel, bir tümel olarak karakterini kaybeder; Ancak gene de zihnimizdeki anlamını devam ettirecektir; çünkü “Gül yoktur” cümlesi halen anlamlıdır. O yüzden anlamsal bir addır.

Abelardus, ahlak anlayışında da nominalist (adçı) bir çizgide bireyi ön plana çıkarır. Suç ve günahı kişinin kendi sorunu yapar. Günah, bilerek ve isteyerek Tanrı’nın kendisine ve onun emirlerine karşı gelmektir. Ahlaki olarak niyeti, eylemden daha önemli görür.

Bu doğrultuda ilk günah bütün insanlığı bağlayacak bir durum değildir. Adem ile Havva’nın bireysel günahlarıdır. Hıristiyanların paylaştıkları şey günahın kendisi değil; bu günahtan çıkan cezadır.

Öte yandan insan, Tanrı’nın iradesi hakkında herhangi bir bilgiye sahip değilse ve eylemleri de imanın emrettiklerinin aksine içerikteyse, o zaman günah işlemekte olduğunun söylenemeyeceğini düşünür. Yani bireyin tanrının iradesi hakkında bilgilenmesi ile sorumluluğunun başlayacağını öne sürer.