Etnometodoloji, Garfinkel tarafından geliştirilen ve fenomenolojik düşüncelerin empirik araştırmalara uygulanmasını içeren bir yaklaşımdır. Etnometodoloji, en basit şekilde insanların toplumsal düzenleri üretmek için kullandıkları yöntemlerin incelenmesidir. Başka bir şekilde tanımlayacak olursak etnometodoloji “İnsanların gerçeklik duygusunu nasıl yarattıklarını, sürdürdüklerini ve değiştirdiklerini açıklamaya yardımcı olabilecek kavramlar ve ilkeler geliştirmektir”.
İnsanların kendi toplumsal dünyalarını anlamlandırmak için kullandıkları yöntemlerin incelenmesi anlamına gelen etnometodoloji, oldukça sıradan görünen durum ve olayların ayrıntılı “etnografi”lerini üreterek gündelik yaşamdaki rutinlerin ve sosyal karşılaşmaların arkasındaki kuralları ve arka plan bilgisini ortaya çıkarmaya çalışır
Etnometodoloji, kökleri fenomenolojide olan, insanların sıradan gündelik yaşamda toplumsal düzeni üretirken kullandıkları yöntemleri inceleyerek hem gündelik yaşamın ilk anda görünmeyen kurallarını hem de insanların toplumsal düzeni nasıl üretip anlamlandırdıklarını ortaya çıkarmaya çalışan bir yaklaşımdır.
Etnometodoloji, dışarıda bir yerde duran, bireylerin eylem ve etkinliklerinden bağımsız bir şekilde var olan bir toplumsal gerçeklik anlayışını reddeder. Diğer bir deyişle toplumsal düzen, bu toplumun üyeleri tarafından yaratılmış olan kullanışlı bir kurgudan ibarettir. Etnometodologlara göre toplumu bir arada tutan şey, gündelik yaşamın gerçekliğidir, yani görüş birlikleri, karşılıklı beklentiler ve özellikle de gündelik yaşamın rutinleri ve sağduyu arkasındaki paylaşılan anlamlardır
Garfinkel’e ve çoğu diğer etnometodologa göre insanların içinde yaşadıkları dünyayı anlamlandırmak, hatta yaratmak için kullandıkları temel araç dil ve konuşma etkinliğidir.
HAROLD GARFINKEL VE ETNOMETODOLOJİ
Etnometodolojide toplumsal olgular etkileşimsel etkinlikler olarak ele alınır, eylemlerin de eyleme katılanlar (üyeler) tarafından daha önceden belirlenmiş bazı kural veya gerekliliklere göre gerçekleştirildiği kabul edilir.
Sosyologların ortaya koyması gereken bu düzenli özellikler, toplumsal yapı gibi dış koşulların yarattığı düzenlilikler değil, üyelerin eylemleri sırasında ve eylemin kendi içinde yarattıkları düzenliliklerdir; bu düzen, üyelerin hem ürünleri hem de yaşadıkları bir süreçtir.
Garfinkel’e göre gündelik yaşam etkinlikleri, bu etkinliklere katılan üyeler açısından hem anlaşılabilirlik, rutinlik, tahmin edilebilirlik, tipiklik ve etkililik gibi hem de beklenmezlik, özgünlük, anlaşılmazlık, etkisizlik ve tehlike gibi özelliklere sahip olabilirler. Önemli olan bu özelliklerin hepsinin yerel olarak, eylemin içinde, eylemde bulunanlar tarafından üretildiğini fark etmek ve kabul etmektir
Garfinkel’in çalışmalarının ve genel olarak etnometodolojinin en temel kavramları arasında;
- Belgeleme yöntemi: Bu yöntem, “mevcut bir görünümü, altta yatan kalıbın ‘belgesi’ ya da ‘işareti’ olarak görmeyi” içerir. Bir başka şekilde tanımlayacak olursak belgeleme yöntemi: bir durum ya da bağlamın özelliklerinden bazılarının seçilip belirli bir şekilde tanımlanarak ilgili durumun ya da bağlamın altında yatan bir kalıbın kanıtı olarak kabul edilmesi ve sonra bu sürecin tersine çevrilerek kalıbın özelliklerinin kalıbın varlığı olarak kullanılmasıdır. Garfinkel’in Mannheim’dan ödünç aldığı bir kavram olan “belgeleme yöntemi”, belirli bir görüntüye, temelde bulunan kalıpların ‘belgesi’ imiş gibi davranılması, bu görüntünün temeldeki kalıbın adına, onu göstermek için var olduğunun düşünülmesi, önce bu özelliklere dayanılarak kalıpların yaratılması, sonra da bu özelliklerin bu kalıplar hakkındaki bilgiye dayanılarak yorumlanmasıdır.
- Refleksivite: Refleksivite, Türkçe’ye zaman zaman “düşünümsellik” olarak çevrilmektedir. İnsanlar anlamı, düzeni ve yaptıkları şeylerin rasyonelliğini, gündelik yaşamları sırasında konuşmaları ve kullandıkları sözcüklerle, yani betimlemeler yaparak inşa ederler. Toplumsal dünyaya ilişkin betimlemeler yaptıklarında, betimledikleri şeyi inşa etmiş olurlar çünkü bir durumun betimlenmesi, aynı zamanda bu durumun inşa edilmesidir.
- Dizinsellik/anlamın bağlama-gönderimliliği: Eylemlerin üyeler için ifade ettiği anlam, üyelerin bu eylemin bağlamını nasıl yorumladıklarına bağlıdır; üyelerin anlamaları ve açıklamaları bağlama-gönderimlidir, yani sadece belirli ortamlar açısından anlamlıdır. Sözcüklerin her zaman geçerli olan değişmez anlamları yoktur, yani anlam nesnel değildir; üyeler konuşanın kim olduğu, konuşan ve dinleyen arasındaki ilişkinin ne olduğu, konuşmanın amacının ne olduğu gibi çeşitli ölçütlere bakarak durumu analiz ederler ve sözcükler de bu analize bağlı olarak anlam kazanır. Bu nedenle konuşmakta olan iki kişinin yanına gittiğimizde, ilk anda ne hakkında konuştuklarını anlayamayız, ancak bağlamı anladığımızda konuşmadaki kelimelerin tam olarak ne anlama geldiğini bilebiliriz.
Garfinkel’in Psikiyatri Deneyi: Garfinkel, belgeme yöntemini ve bu yöntemin refleksif doğasını göstermek için bir üniversitenin psikiyatri bölümünde bir deney yapmıştır. Bu deney çerçevesinde öğrencilere yeni bir psikoterapi tarzının denendiği söylenmiş, deneye katılan öğrencilerden psikiyatri danışmanından hakkında tavsiye almak istedikleri kişisel bir problemlerini özetlemeleri ve bitişik odadaki danışmana telefonla bu problemleri hakkında çeşitli sorular sormaları istenmiştir. Ancak gerçekte bitişik odada bulunan ve telefonda öğrencilerle konuşan kişi, öğrencilerin zannettiğinin aksine öğrencilerin sorularını dinleyip yanıt veren bir danışman değildir, deney gereği öğrenciler sorularını sorduktan sonra onlara tesadüfi olarak “evet” ya da “hayır” yanıtını veren bir kişidir. Garfinkel, bu deneyde öğrencilerin telefonda aldıkları yanıtlar için yaptıkları yorumlara dayanarak özetle şu sonuçlara varmıştır: Öğrenciler verilen yanıtları kendi sorularına verilen yanıtlar olarak algılamışlardır; yanıtların hiçbir anlamı olmadığı halde öğrenciler yanıtlara anlam yüklemişlerdir; yanıtlarda herhangi bir düzen olmadığı halde öğrenciler bir düzen algılamış ve yanıtlarda bir düzenin var olduğunu iddia etmişlerdir.
Öğrencilerin, danışmanın verdiği ve kendilerine arkadaşları verseydi belki de anlamsız ya da saçma bulacakları bazı yanıtları anlamlandırmaya çalışmalarının nedeni, içinde bulundukları bu bağlamdır.
Daha açık bir ifadeyle, Garfinkel’e göre toplumsal düzenin/gerçekliğin dışarıda, bağımsız ve kendine özgü bir gerçekliği olduğunu savunan pozitivist veya bilimsel sosyolojinin söz konusu bu varsayımları yanlıştır veya en azından bu bakış açısının toplumun diğer sıradan üyelerinin bakış açısından bir farkı yoktur.
Garfinkel’e göre bu deneyler gündelik yaşamda üyelerin birbirlerinden aslında ne hakkında konuştuklarını, konuşma ve davranışların geçtiği duruma/bağlama göre ne anlama geldiğini bilmelerini beklediklerini göstermektedir.
Öznel ve Nesnel İfadeler
Gündelik yaşam dünyası öznel ifadelerle kurulduğu halde bu dünyayı nesnel ifadelerle tanımlamaya çalışan sosyologlar, bilimsel rasyonelliğe ulaşmaya çalışırken gündelik yaşamın rasyonelliğinden uzaklaşabilmektedirler.
Garfinkel’in düşüncelerinin çoğu, Schutz’un toplumsal dünyanın öznelerarası bir niteliğe sahip olduğu, sağduyu bilgisinin doğası ve toplumsal aktörlerin pratik yönelimleri hakkındaki çalışmalarının ve bu düşünceleri empirik araştırmalarda uygulayabilecek şekilde kavramsallaştırma çabasının sonucunda gelişmiştir.
Garfinkel böylece pozitivist sosyolojideki birey anlayışına karşı çıkmakta, bireylerin toplumun yönlendirmesi doğrultusunda eylemde bulunan kuklalar olmadığını, yorumları, eylemleri ve düşünceleriyle toplumu ve toplumsal dünyayı kendilerinin yarattığını savunmaktadır
ETNOMETODOLOJİK ÇALIŞMALARA ÖRNEKLER
Aaron Cicourel
Sosyolojinin çağdaş toplumları incelemek için resmi sayısal verileri kullanmasını eleştirilmiştir. Cicourel’e göre sosyologlar, olayların ve kişilerin belirli özelliklerini ölçmeye çalışmakta ve onları bu özelliklere göre sınıflandırmakta, böylece bütün sosyolojik araştırma biçimlerinde gözlemlerin ya da verilerin bir düzeni olduğu görüşünü dayatmaktadırlar.
İnsan davranışına ilişkin bu tip açıklamalar sağduyu bilgisi ile uyumludur, bu açıdan sosyolojik açıklamalar Cicourel’e göre sosyolog olmayan üyelerin yaptıkları açıklamalardan daha farklı değildir.
Aaron Cicourel yaptığı çalışmada suç hakkındaki resmi istatistiklerin suç davranışının kesin bir yansıması olmaktan çok suçla ilgili verileri toplayan ve yorumlayan görevlilerin yorumlarının ve etkinliklerinin bir yansıması olduğunu göstermiş, böylece suçluluğun, üyeler tarafından suçu tanımlarken kullanılan yöntemlerden ayrı olarak ele alınabilecek bir sosyolojik fenomen olmadığını göstermeye çalışmıştır
Don H. Zimmerman
Zimmerman’ın çalışması bürokratik kurumlardaki kurallarla ilgilidir. Zimmerman’a göre üyeler kuralları kendi etkinliklerini tanımlamak ve anlamlandırmak için kullanırlar, bu etkinliklerin bir kısmı kuralların ihlalini içerebilirse de bu ihlaller de kurala gönderme yapılarak haklı kılınır.
Harvey Sacks
Harvey Sacks, konuşma üzerine analizler yapmış, konuşmanın toplumsal örgütlenişi üzerinde durmuştur. Gündelik yaşamı sürdürme becerilerinin büyük ölçüde diğer üyelerin anlayabileceği betimlemeler üretme becerilerine bağlı olduğunu belirtmektedir
Emmanuel Schegloff
Emanuel Schegloff, Harvey Sacks ve Gail Jefferson ile birlikte “konuşma analizi” olarak bilinen alanın kurucularındandır.
Schegloff’a göre gerçeğe ulaşmak ancak dünyayı anlayacak teknik bir araç geliştirmekle mümkün olabilir, bu araç da sıralılık, ardışıklık, teknik düşünceler, tercihlerin örgütlenmesi ve benzeri ilkelerden oluşur. Bu araç konuşma analiziyle geliştirilebilir, konuşma analizi bizim dili kullanma biçimimizin önceden görmezden geldiğimiz yönlerinin farkına varmamızı sağlar, dilsel davranışımızı fark edebilmemizi sağlayacak şekilde gözlerimizi açar, konuşmalarımızın tesadüfi olmadığını gösterir.
Michael Lynch
Michael Lynch, bilginin toplumsal olarak inşa edilen doğasına dikkat çekmiş ve bu inşanın empirik çalışmalarla detaylı bir şekilde açıklanması ve bilimin inşa edici yorumlamalarını ortaya koyacak çalışmalar yapılması gerektiğini savunmuştur.
Lynch, araştırmacıların neye bakacaklarını ve ne göreceklerini bilmek üzere eğitildiklerini belirtmektedir, ona göre araştırmacıların lamelde gördükleri sıra dışı bir lekeyi “yapaylık” olarak görmelerinin nedeni, bu lekeyi bu şekilde algılamak üzere eğitilmiş olmalarıdır. Bu durum bilimin “gerçek”lerinin bir araştırma laboratuvarında gerçekleşen gündelik etkinlikler tarafından nasıl toplumsal olarak oluşturulduğunu göstermektedir.
Literatürde etnometodolojiye getirilen başlıca eleştiriler şu şekilde sıralanabilir:
Etnometodoloji betimleme yapmaktan öteye gidememekle ve büyük teoriler geliştirememekle, dar bir çevreye hitap etmekle ve sosyoloji tarafından kabul görmeye çalışmamakla eleştirilmiştir.
Etnometodoloji, insanların neden belirli şekilde davrandıklarına ilişkin açıklamalar yapmamakla ve insanları sanki hiçbir güdüleri ya da amaçları olmayan varlıklar gibi göstermekle eleştirilmiştir.
TOPLUMSAL İNŞACILIK
“Toplumsal İnşacılık” fenomenolojik düşüncelerden etkilenen Peter Berger ve Thomas Luckmann tarafından geliştirilen bir teoridir. Bu teori, toplumsal dünyanın önce tipleştirme süreciyle inşa edildiğini, daha sonra bu tipleştirmelerin kendilerini üreten bireylerin ötesinde nesnel bir nitelik kazandığını ileri sürerek toplumsal eylem yaklaşımı ile yapısalcı yaklaşımları bir araya getirmeye çalışan ve temel olarak etnometodolojiye dayanan bir teoridir.
Toplumsal inşacılık yaklaşımı, gerçekliğin nesnel ve öznel yönlerinin birbirine zıt olmadığını, bu nedenle pozitivist ve yorumlayıcı sosyolojinin temel varsayımlarının birbirilerini tamamen dışlaması gerekmediğini ileri sürer.
Bu yaklaşıma göre toplumsal gerçeklik kendi başına bir toplumsal olgu değildir, üretilen ve iletişimle iletilen bir şeydir; toplumsal olarak inşa edilir ve bir kez inşa edildikten sonra da çeşitli yollarla muhafaza edilir.
Gerçekliğin inşası, dışsallaştırma, nesnelleştirme ve içselleştirme şeklinde üç evrenin diyalektik ilişkisi ile mümkün olur.
Dışsallaştırma: İnsanlar dünyayı kültür aracılığıyla yaratır ve dışsallaştırırlar çünkü kültür, belirli bir bağlam içinde insanları neye inanacakları, ne düşünecekleri, ne hissedecekleri, ne yapacakları, ne üretecekleri, ne kullanacakları konusunda yönlendirerek toplum ve birey arasındaki bağlantıyı sağlar. İnsanlar toplumsal dünyayı kültürün sağladığı araçlar ve semboller aracılığıyla yaratırlar.
Bu süreç içinde anlamı da insanlar yaratır ve teorik olarak istedikleri gibi yaratırlar. Örneğin çoğu zaman genellikle cinsiyetin kadın ve erkek olmak üzere iki kategorisi olduğunu düşünürüz; ama bazı toplumlarda kadın olarak da erkek olarak da görülmeyen üçüncü bir cinsiyetin (berdache) varlığı kabul edilir, ayrıca biyolojik olarak incelendiğinde en az altı cinsiyet kategorisi olduğu belirtilmektedir, yine de insanlar biyolojik gerçeğe kendi kültürel gerçekliklerini dayatır ve iki cinsiyet kategorisi oluştururlar
Örneğin dağlar ya da denizler insanlara bir anlam ifade ederler, ama insanlar hiç var olmasa da var olacaklardır; oysa bir kaşık, kültürel bir üründür, ancak bir araç olarak var olabilir, insanlar olmasaydı asla var olamayacak bir gerçektir, dolayısıyla kaşık gibi nesnelerin anlamı ve işlevsel olarak mevcudiyetleri insanlara bağlıdır.
Sembolik gerçekler ise özgürlük ya da aşk gibi, hiçbir fiziksel varlığı olmayan ve varlığı tamamen insanlara bağlı olan gerçeklerdir. Nesne veya düşünceler fizikselliklerini yitirdikleri, insanlara bağlı hâle geldikleri ölçüde daha anlamlı, daha önemli olurlar, bu nedenle insanlar kaba gerçeklerdense sembolik gerçekleri daha anlamlı bulurlar; örneğin özgürlük ya da aşk insanlar için sandalye veya masadan, hatta paradan daha önemlidir
Bu çerçevede insanların yarattığı şeyler bir kez üretildikten sonra insanlara sanki kendi eylemlerinden ya da yaptıkları öznel tanımlardan bağımsız olarak mevcutlarmış gibi, dış dünyanın bir parçası imiş gibi görünürler.
Nesnelleştirmenin yollarına kısaca değinmek gerekirse:
- Kurumsallaştırma, insanların karşılıklı olarak etkinliklerini, davranışlarını daha geniş eylemlerin örnekleri olarak tipleştirmeleri, böylece davranışların alışıldık hale gelmesidir. Örneğin üniversiteye yeni başlayan bir öğrenci ilk günlerde edindiği arkadaşlarla yakınlaşamayabilir, çünkü onlardan ne beklemesi gerektiğini ve kendisinden ne beklendiğini bilmemektedir; ancak karşılıklı olarak birbirlerinden belirli davranışlar beklemeye başladıklarında birbirlerinin davranışlarını tipleştirmeye, diğer bir deyişle davranışlarını kurumsallaştırmaya başlarlar.
- Meşrulaştırma: Berger ve Luckmann, insanların anlama ihtiyaçları olduğu için toplumsal dünyayı meşrulaştırmaya da ihtiyaçları olduğunu, meşrulaştırmanın da bilişsel ve ahlaki temelde toplumsal ilişkiler ve güç ilişkileri kuran hikayelerle gerçekleştiğini belirtirler
Bir kez yaratıldıktan ve dış gerçeklik hâline geldikten sonra toplumsal dünya, toplumsallaşma aracılığıyla insanların öznel bilinçlerinin bir parçası hâline gelir, yani nesnelleştirilmiş kültür içselleştirilir;
İçselleştirme süreci, nesnelleştirilmiş toplumsal dünyanın toplumsallaşma yoluyla öznel bilince aktarılmasıdır.
Toplumsal inşacılığa göre insan gerçekliği içselleştirilmiş bir gerçekliktir. İnsanlar kültürü inşa edip, dışsallaştırdıktan sonra nesnelleştirir, daha sonra da toplumsallaşma aracılığıyla içselleştirirler ve bu sayede kültür doğal, gerçek ve içinde doğduğumuz verili bir şey gibi görünür.
Bu yaklaşıma göre toplumsal gerçeklik ne tamamen nesneldir ne de tamamen özneldir; insanlar kendi öznel gerçekliklerini nesnelleştirir ve sonra da içselleştirirler; bu açıdan önce gerçekliği üretirler, daha sonra ise bu gerçeklik onları yönlendirir.
GÜNDELİK YAŞAM SOSYOLOJİSİ
Gündelik yaşam sosyolojisi, çok sayıda alt alana sahip olan ve sembolik etkileşimcilik, fenomenoloji, etnometodoloji dışında varoluşçu sosyoloji, dramaturji, konuşma analizi, duygu sosyolojisi, etiketleme teorisi, postmodern sosyoloji gibi birbirinden ayrı ama ilişkili bir dizi teorik yaklaşımdan oluşan bir alanı ifade etmek için kullanılan bir terimdir.
Varoluşçu sosyolojiye göre toplumdaki çeşitli grupların diğerlerinden saklamak istediği şeyler vardır, bu nedenle insan etkinlikleri dışarı sunulan ve içeride var olan iki farklı gerçekliğe sahiptir. Bu yaklaşıma göre sosyolojinin görevi ön planda görünen, dışarıya sunulan imajların ardına geçmek ve grubun kendisine sakladığı, içeride var olan gerçekliği ortaya koymaktır
Duygu sosyolojisi, duyguların toplumsal etkileşim sürecinde ve bu etkileşimle ilişkili olarak meydana geldiğini savunan ve temel olarak gündelik yaşam deneyimleri ile duygular arasındaki ilişkiyi inceleyen bir alandır