Modern Sosyoloji Tarihi 4 – Fenomenolojik Sosyoloji

Sosyoloji teorileri 2 grupta ele alırsak:

  • İnsan davranışlarını büyük ölçüde biçimlendirdiği varsayılan geniş ölçekli toplumsal yapılara ve bu yapıların çözümlenmesine ağırlık veren teoriler. Bu teorilere genel olarak yapısalcı teoriler ya da makro sosyoloji adı verilir.
  • İnsan davranışlarının büyük ölçüde toplum tarafından biçimlendirildiği varsayımını reddeden, bu nedenle toplum yapısını bir bütün olarak ele almak yerine bireysel aktörlere ve bu aktörlerin eylemlerine ve karşılıklı etkileşimlerine odaklanan teoriler. Bu ikinci gruba giren teorilere de genel olarak yorumlayıcı yaklaşımlar, toplumsal eylem yaklaşımları ya da mikro sosyoloji adı verilir.

Fenomenoloji bireylerin eylemlerinin amaçsal eylemler olduğunu, dış koşullar tarafından belirlenmediğini savunarak pozitivist sosyolojinin hem birey ve toplum anlayışına hem de yöntemine tümden karşı çıkar. Fenomenolojiye göre sosyoloji, insanların içinde bulundukları toplumsal dünyaya atfettikleri anlamı anlamanın ötesine gidemez. Başka bir deyişle fenomenoloji, insan eyleminin nedensel bir açıklamasının yapılmasının mümkün olamayacağını savunur.

FENOMENOLOJİ (GÖRÜNGÜBİLİM)

Fenomenolojiye göre fiziksel dünya herkes için aynı anlamı taşıyan, bireylerden bağımsız bir gerçekliğe sahip değildir. Diğer bir deyişle fiziksel dünya görelidir, insanların kendisine yüklediği anlamlara ve yorumlara bağlıdır. Örneğin fenomenolojiye göre anahtar, vida veya jant gibi şeyler aslında yoktur, bunların hepsi farklı biçimler verilmiş ve farklı işlevlere sahip olan metallerdir. Diyelim ki Afrika’da kabile halinde yaşayan ve hayatında hiç anahtar görmemiş birine bir anahtar gösterip ne olduğunu sorduk. Bu kişi, anahtara bizim yüklediğimiz anlamları yüklemeyecektir, onun için bu nesnenin bizim için olduğu gibi bir anlamı yoktur. Bu görelilik durumu, toplumsal dünyada, fiziksel dünyada olduğundan daha belirgindir.

Nitekim aynı eylem veya durum birçok farklı şekilde yorumlanıp anlamlandırılabilir. Örneğin bir ölüm olayı kaza, intihar, cinayet, ecel gibi çok farklı şekillerde yorumlanabilir. Ya da bir insanı öldürmek, bazı durumlarda suç sayılırken bazı durumlarda bir mecburiyet, hatta bazen bir kahramanlık olarak yorumlanabilir. Bu durum, insan bilgisinin göreli olduğunu göstermektedir.

Toplumu “gündelik yaşamlarımızda rutinlerimiz, etkileşimlerimiz ve diğer insanlarla paylaştığımız ortak varsayımlar aracılığıyla yarattığımız ve yeniden yarattığımız bir şey” olarak görür. Diğer insanların toplumsal dünya hakkındaki varsayımlarını toplumsallaşma sürecinde öğreniriz, böylece diğer insanların çeşitli kavramlara hangi anlamları yüklediklerini öğrenir ve bu kavramlar hakkında bir fikre sahip oluruz.

Felsefede Fenomenoloji: Edmund Husserl tarafından geliştirilen, gündelik yaşamda sorgulamaksızın verili kabul ettiğimiz gerçekliğin bilincimiz tarafından nasıl inşa edildiğini anlamaya çalışan felsefi bir ekol, felsefi bir araştırma yöntemidir. Fenomenoloji, bilincimizin sorgulamadığımız, doğal bir tutumla verili kabul ettiğimiz bu gerçekliği ne şekilde elde ettiği, nasıl inşa ettiği sorusunu sormaktadır. Dolayısıyla Fenomenoloji, dış dünyanın ancak bu dünya hakkındaki bilincimizle anlamlı olduğu varsayımına dayanan, insan bilincinin işleyişi ile ilgilenen ve insanların içinde yaşadıkları dünyayı yorumlama yollarını incelemeye çalışan bir felsefi yaklaşımdır

Fenomenleri deneyimleyen insanların zihinsel süreçlerine odaklanan Fenomenoloji, bir felsefi ekol olarak Edmund Husserl tarafından geliştirildikten sonra Alfred Schutz tarafından sosyolojik bir yaklaşım hâline getirilmiştir.

Edmund Husserl’in fenomenolojik felsefesinin en önemli özelliği yönelimselliktir (intentionality). Buna göre bilinç her zaman bir şeye/nesneye yönelmiş olarak, yani bir şeyle/nesneyle ilişkili olarak veya bir şeyin/nesnenin bilincinde olarak vardır. Örneğin bilinç toprağın, ağacın bilincinde olarak vardır. Başka bir deyişle, ağaç ve bilinç şeklinde iki ayrı şey yoktur. Dolayısıyla nesne ve özne ayrımı yoktur. Nesne ancak bilincin ona yönelmesi anlamında bir gerçekliğe sahip olur. Böylece bu tanımlamaya göre nesne belirli türdeki yönelimsel deneyimlerimiz tarafından inşa edilmektedir.

Fenomenolojiye göre bireylerden ayrı ve nesnel bir gerçekliğe sahip olan, değişmeyen, herkese göre aynı olan fiziksel bir dünya yoktur. Dünya, insanların ona yüklediği anlamlara bağlı olarak görelidir. İnsanların kendi bilinçleri dışındaki dünyayı anlama yolları, onu bu şekilde sınıflandırmaktır. Husserl bu sınıflandırma sürecinin tamamen insan zihninin ürünü olduğunu ve hiçbir açıdan nesnel olmadığını savunur, bu nedenle de bu sürecin doğru ya da yanlış olarak değerlendirilemeyeceğini ileri sürer.

Husserl, insan zihninin dışında ve ötesinde fiziksel nesnelerin var olduğu iddiasını reddetmez. Ancak ona göre insanlar kendi zihinlerinin dışındaki bu fiziksel nesnelere sadece duyuları aracılığıyla temas edebildikleri için bu nesnelerin gerçek doğası hakkındaki bilgilerinden asla emin olamazlar. Bu nedenle Husserl’e göre toplumsal dünya ve toplumsal gerçeklik, insanların varsayımlarından ve yorumlarından oluşmaktadır.

Nesnelerin gerçek doğası hakkındaki bilgimizden emin olamayacağımız için de bilgiye ulaşma yolunda bildiğimizi varsaydığımız bilgileri, yani deneyimlerimizi ve sağduyuya dayalı inançlarımızı bir kenara bırakmamız, bu bilgi yokmuş gibi davranmamız, dünyayı ya da belirli toplumsal durumları, bunu deneyimleyenlerin açısından görmeye çalışmamız gerekir. Sağduyuya ve deneyime dayalı bu bilgileri bir kenara atma süreci ‘paranteze alma’, ‘fenomenolojik indirgeme’ veya ‘epoche’ olarak bilinir.

Bu doğrultuda toplumsal dünyanın özünü kavrayabilmemiz için bilincimiz tarafından oluşturulmuş olan ve verili kabul ettiğimiz bu doğal tutumu bir tarafa bırakmamız gerekir. Bu yöntem düşüncelerin a priori (deney öncesi) özlerini ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Bu felsefe, her şeyi ön varsayımlara indirgemeyi ve her şeyin en temel bilgisine, özüne ulaşmayı amaçlar.

Diğer bir deyişle fenomenoloji, insan deneyimlerinin hepsini inceleyerek insan niyetselliğinin, bilincin ve yaşam dünyasının (lifeworld) temel yapılarını ortaya koymaya çalışan ve insan algılarını inceleyip yorumlayabilmek için sezgilerin de kullanılması gerektiğini savunan bir felsefedir. Bu açıdan fenomenoloji, insan bilincine odaklanarak ampirizm ve rasyonalizm arasında bir köprü kurar.

FENOMENOLOJİK SOSYOLOJİ

Schutz, Husserl’in fenomenolojik felsefesine dayanarak toplumsal yaşamı farklı bir şekilde kavramsallaştırmaya çalışmış, böylece etnometodolojinin de temellerini atmıştır. Schutz’un dünya görüşü, toplumsal düzenin ortak varsayımlara ve yorumlamalara dayanan ve üzerinde uzlaşılmış bir gerçeklik olduğunu ileri süren oldukça yorumlayıcı bir görüştür.

Husserl’e göre bizim için var olan şeyler, bizim niyetli ve kasıtlı olarak farkında olduğumuz şeylerdir, bu nedenle bütün olguların temel ögelerinin insan bilincinde ve insan niyetselliğinde bulunduğunu savunur.

Schutz tarafından geliştirilen fenomenolojik sosyoloji, fenomenolojinin pozitivizm eleştirisini içerir ve pozitivist ve bilimsel sosyolojiye yönelik en büyük eleştirilerden biri olarak kabul edilir. Pozitivist sosyoloji toplumsal dünyayı fiziksel dünyaya benzer bir şekilde kavramsallaştırır ve toplumun, bireyin dışında ve ötesinde kendi gerçekliğine sahip olduğunu savunur.

Fenomenolojiye göre ise pozitivizmin bilimsel yöntemi ile toplumu ya da toplumsal durumları, bu durumu yaşayan, deneyimleyen kişilerin anlamlandırmaları ve yorumları açısından anlamak mümkün değildir. Fenomenologlar, bilimsel yöntemin önemli bir parçası olan nesnellik iddiasına da benzer şekilde itiraz ederler.

Schutz’a göre gündelik yaşamda toplumsal dünyanın her bireyin kendi öznel bilinci ile deneyimleniyor olması, bu dünyanın her birey için kişisel, yani ‘özel’ bir dünya olduğu anlamına gelmez. Gündelik yaşamda edinilen deneyimler bireylere özel olsaydı, bireylerin iletişim kurmaları, birbirleriyle anlaşmaları son derece zor olurdu. Oysa Schutz’a göre bireyler diğer bireylerden farklı deneyimlere sahip olduklarını bilirler, ama bütün bireyler gündelik toplumsal yaşamın ortak ‘nesnel’ doğasını, yani ‘sağduyu bilgisi’ olarak adlandırdığı bilgiyi toplumsallaşma sürecinde öğrenmiş ve kabul etmişlerdir. Ve etraflarındaki diğer insanların da toplumsal yaşamı kendi algıladıkları gibi algıladıklarını varsayarlar.

Schutz’a göre sosyal bilimcilerin ele aldıkları gerçeklikler aslında önceden “yorumlanmış olan” gerçeklikler olduğu için, varsayımları incelemeden kabul etmek, sağduyuya dayalı düşüncelerin eleştirilmeksizin sosyolojik kavramlar hâline gelmesi tehlikesini yaratır. Bu temel problem “öznel bir gerçeklik hakkında nesnel bir açıklama” yapmaya çalışmaktır.

Schutz’a göre toplumsal düzen ortak varsayımlara ve yorumlamalara dayanan, üzerinde uzlaşılmış bir gerçekliktir. Fenomenolojik sosyolojiye göre dünyayı görme, algılama, anlamlandırma ve yorumlama biçimimiz büyük ölçüde toplumsal çevremizin etkisine dayanır.

Özneler Arasılık

Schutz’un fenomenolojik sosyoloji yaklaşımı toplumsal dünyanın özel değil özneler arası olduğunu savunur. Özneler arasılık, öznellik ve nesnellik arasındaki bir köprü görevi gören, bir olgunun birden fazla özne tarafından bireysel ve öznel olarak deneyimlendiği bir durum olarak düşünülebilir.

Toplumsal dünyada insanların algıladığı düzenin, yani özneler arasılığın temelleri, sağduyu bilgisi, tipleştirme ve bakış açılarının karşılıklılığıdır.

Sağduyu bilgisi, toplumsallaşma sürecinde dil aracılığıyla öğrendiğimiz ve içselleştirdiğimiz, kendi toplumumuzda eylemde bulunmak ve etrafımızdaki nesne, olay, davranış ve olguları anlamlandırıp yorumlamak için kullandığımız ortak bir bilgi birikimidir.

Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse sağduyu bilgisi, toplumsal aktörlerin yaşayarak ve içinde yaşadıkları toplumsal dünyanın bir parçası olarak (toplumsallaşarak) sahip oldukları bilgiyi ifade eden bir kavramdır. Sağduyu sayesinde insanlar “toplumsal olarak edinilmiş ve yine toplumsal olarak onaylanan bir bilgi stokunu verili kabul ederler”. Diğer bir deyişle sağduyu bilgisi sayesinde bireyler içinde yaşadıkları toplumsal dünyayı sanki kendilerinden bağımsız bir şekilde dışarıda kendiliğinden var olan ve belirli bir düzene sahip olan bir dünyaymış gibi deneyimlerler.

Tipleştirme: Sağduyu bilgisi, tipleştirme süreciyle oluşur ve birikir. Yaşarken sayısız miktarda nesneyi, olayı ve eylemi deneyimleriz, ancak bütün bu deneyimlediğimiz şeyleri algılarken bir şekilde sınıflandırırız. Bu tipleştirmeleri bireyler olarak kendi başımıza yapmayız, toplumsallaşma sürecinde dil aracılığıyla, dinleyerek ya da okuyarak öğreniriz ve aynı şekilde diğer insanlarla da paylaşırız. Dolayısıyla dünya hakkındaki bilgimizin büyük kısmı, kamusal olarak herkese açık olan bir bilgidir.

Schutz’a göre sosyolojinin konusu da sağduyu bilgisini meydana getiren bu ‘tipleştirmeler’dir.

Bakış Açılarının Karşılıklılığı: Tipleştirmeler sayesinde bireyler, içinde yaşadıkları toplumsal dünyayı tipleştirirken bir kurgu sistemi yaratmış olurlar, bu sistem sağduyu bilgisidir. Bakış açılarının karşılıklılığı da tipleştirmeler ve sağduyu bilgisi sayesinde, diğer insanların da dünyayı bizim gördüğümüz gibi görüp algıladıkları şeklindeki ortak, paylaşılan temel bir varsayımdır.

Bir başka şekilde ifade edecek olursak, bakış açılarının karşılıklılığı, diğer insanların da bizimle aynı tipleştirmeleri yaptıkları, yani biz dünyayı nasıl görüp anlıyorsak onların da aynı şekilde görüp anladıkları şeklindeki paylaşılan yaygın kanıdır.

Bakış açılarının karşılıklılığı, aksine inanmak için bir neden yoksa, bireylerin toplumsal dünyadaki olay ve eylemleri kendileri nasıl anlıyorsa diğer bireylerin de aynı şeklde anlayacakları varsayımıdır. Diğer bir deyişle yaşadığımız toplumsal dünyada ilişkiler sistemimizi paylaşan herkesin belirli olgu ve kavramları ortak olarak doğal, iyi ve doğru olarak kabul etmesidir.

Schutz için, “toplumsal dünya nesnel bir sistem ya da yapı değildir; toplumsal dünyanın kaynağı, farklı toplumsal gruplar ve topluluklar hakkındaki ortak varsayımlar ile hep birlikte paylaşılan bilgi birikimidir”. Diğer bir deyişle Schutz ve genel olarak fenomenologlar için toplumsal düzen doğal bir düzen değildir, üzerinde konuşulmuş, uzlaşılmış bir düzendir.

Her ne kadar Schutz sağduyu bilgisinin paylaşılan bir bilgi olduğunu vurgulasa da bu, sağduyu bilgisinin değişmeyen bir içeriğe, sabit bir yapıya sahip olduğunu göstermez. Schutz’a göre sağduyu bilgisi, insanlar arasındaki etkileşimle birlikte sürekli olarak değişmekte olan bir bilgi birikimidir. Her eylemin öznel bir anlamı vardır ama bu anlam, bu eylemi yapanın bilinç akışına ve referans çerçevesine, yani insanın o an ve durumda gerçekleri algılama, değerlendirme ve yorumlama biçimine bağlıdır. Eğer bu referans çerçevesi değişirse, insanların eylemlere verdikleri anlam da değişebilir.

Schutz, eylemlerin birden fazla anlamı olabileceğini ve bir eyleme anlamın, eylem gerçekleştikten sonra atfedildiğini belirtir. Bu açıdan anlam, eylemin kendisi değildir, ulaşılan amaçtır ki bu amaç da daha sonra girişilecek başka, uzun vadeli projelerde araç haline dönüşebilir. Schutz’a göre her bireyin kendine özgü bir geçmişi, arka planı ve bilinç akışı olduğu için insanlar dünyayı birbirlerinden oldukça farklı şekillerde deneyimlemektedirler, ama yine de ortak, paylaşılan sağduyu bilgisi sayesinde birbirlerini ve birbirlerinin eylemlerini bir dereceye kadar anlayabilirler.

“Amacıyla” Güdüsü ve “Çünkü” Güdüsü

Sosyolojide başka insanların eylemlerinin öznel anlamını anlamaya çalışırken kullanılan en önemli kavramlardan biri “güdü“dür (motive). “amacıyla“ (in order to) güdüsü ile “çünkü” (because) güdüsü arasında bir ayrım yapar.

ilki, yani amacıyla güdüsü, gelecek yönelimli bir güdüdür ve eylemi amaç ya da proje açısından açıklar. İkincisi, çünkü güdüsü ise geçmişe yöneliktir, eylemin ortaya çıkmasına katkıda bulunan geçmiş deneyimleri tanımlamaya çalışır. Örneğin bir hırsızlığı amacıyla güdüsü ile açıklayacak olursak, “amaç parayı çalmak ve çocuğunun ihtiyacı olan ilacı almaktı” şeklinde açıklayabiliriz. Diğer taraftan aynı eylemi çünkü güdüsü ile açıklayacak olursak, “çünkü işsiz kalmıştı ve gereken ilacı alacak parası yoktu.” açıklamasını yapabiliriz.

İlişkilerde Karşılıklı Anlama

“Biz” ilişkisi gündelik yaşamın temel yapısını oluşturan, kişisel, tekil, insanların birbirlerinin varlıklarının farkında olduğunu bilmelerini gerektiren ve karşılıklı olarak birbirlerine yöneldikleri bir ilişkidir ve bütün diğer ilişkiler biz ilişkisine bağlıdır. Bununla birlikte, bireylerin karşılıklı olarak birbirlerini en yüksek düzeyde anladıkları yönelim, “sen” yönelimidir.

“Onlar” ilişkisi ise daha az kişisel, anonim sayılabilecek, bireylerin birbirlerine karşı yönelimlerinin daha sınırlı olduğu ikincil ilişkilerdir. Onlar ilişkisinde de insanlar bir arada olabilirler, ancak birbirleriyle özgün insanlar olarak ilişki kurmaz, toplumsal rollerinin gerektirdiği şekilde daha kısıtlı bir ilişki kurarlar.

Schutz, sosyolojinin görevinin bireylerin öznel bilinçlerini kavramak değil, anlamanın ideal tiplerini oluşturmak olduğunu belirtmektedir.

FENOMENOLOJİYE GETİRİLEN BAŞLICA ELEŞTİRİLER

Fenomenolojik analiz başlangıçta heyecan verici olsa da ileriki aşamalarında teknik ve sıkıcı bir hal almakla eleştirilmiş, ayrıca öncelikli olarak küçük grupların etkinlikleri ve etkileşimleriyle ilgilendiği için fenomenolojinin toplumun bütününü inceleyen büyük teorilere oranla zayıf kaldığı ve bilimsel olmadığı ileri sürülmüştür.

Bunun yanında fenomenolojik bakış açısına göre kimse varsayımlardan bağımsız, nesnel ve üstün bir analiz yapamayacağına göre bilimsel analize dayalı her tür açıklamanın öznel bir yorumdan ibaret olarak kalacağı ileri sürülmüş ve fenomenoloji bu açıdan çelişkili olmakla eleştirilmiştir.