Modern Sosyoloji Tarihi 2 – Çatışma Teorisi Ve Sosyolojik İmgelem

Yapısal işlevselcilik özellikle 1950’lerden sonra farklı cephelerden birbiri ile bağlantılı çok sayıda eleştiri almaya başladı.

İşlevselciliğin aksine Mills, her zaman toplumsal gerçekliğin çatışmalı bir doğaya sahip olduğunu ve toplumun farklı grupları arasında çıkar çatışmasının olduğunu, bu çıkar çatışmalarının hayatın bir gerçeği olduğunu savunmuş ve sosyolojik düşünmeyi geliştirmek amacıyla reformlar yapma gerekliliğine inanmıştır.

Mills, çalışmalarında özellikle gücün analizi üzerinde yoğunlaşır. Araştırmalarını “Amerikan kapitalizmindeki karar merkezleri, toplumsal tabakalaşma ve üniversite sistemi gibi konular üzerinde yapmıştır. Çatışmacı kuramcılar toplumsal düzenin (veya toplumun bir arada tutulmasının) toplumsal hiyerarşinin en üst mertebesinde bulunanların sahip oldukları otoritenin zorlayıcı gücüyle sağlandığını savunurlar.

Literatürde Ralf Dahrendorf, Lewis A. Coser, John Rex, David Lockwood, Raymond Aron ve Randall Collins’in çalışmaları çatışma teorisi altında değerlendirilenler arasında başta gelir.

CHARLES WRIGHT MILLS VE SOSYOLOJİK İMGELEM

Ona göre günümüz insanının “kendisinin dışındaki dünyada ve kendi benliğinde olup bitenleri anlamasını sağlayacak düşünsel bir nitelik” kazanmaya gereksinimi vardır. Bu düşünsel niteliği de Mills sosyolojik imgelem (ya da toplumbilimsel düşün) yeteneği olarak tanımlamaktadır. Yani sosyolojik imgelem bireylerin kişisel yaşamlarındaki sorunlarla toplumsal düzeydeki sorunlar arasındaki ilişkiyi görebilecek bir bakış açısına veya yeteneğe sahip olmaları olarak tanımlanabilir.

Mills çalışmasında öncelikle ‘Grand Teori’ dediği büyük boy kuramları, özellikle de bu gelenekte yer alan Parsons’ın Sosyal Sistem çalışmasını katı bir şekilde eleştirir. Parsons’un eserlerinde savunulan türden bir toplum görüşü ve anlatımının rahatlıkla ideolojik bir kullanım taşıdığı; bu tür görüşlerin geleneksel olarak tutucu düşünceyi yansıttığını söyler.

Soyutlanmış Ampirizm/Deneyimcilik Mills’in Sosyolojik İmgelem adlı çalışmasında “ortaya atığı ve ampirizmi bilimle eşitleyip kantitatif araştırma tekniklerini fetişleştiren sosyologların çalışmalarını adlandırmak amacıyla kullandığı bir terim”dir

Mills işverenlerle ücretli çalışan işçiler arasında ortaya çıkan ve bu bakımdan ne proleteryanın ne de burjuvazinin sınıfsal özellikleri ile tam özdeşleşmeyen bu yeni orta sınıfın (beyaz yakalılar) statüsü ile yakından ilgilenir ve bu sınıfın neden bağımlı bir sınıf olduğunu analiz etmeye çalışır. Ona göre beyaz yakalılardan oluşan bu yeni orta sınıf kendilerini ücretli çalışan işçilerden daha üstün görmekle birlikte, gerek ücretlerinin işçilerden daha yüksek olmaması gerekse yönetici sınıfa olan bağımlılıkları nedeniyle gerçekte çok daha büyük bir yabancılaşma içerisindedirler. Hem emeğe hem de kendilerine yabancılaşmış olan bu yeni sınıfın üyeleri ne kendi yaşamlarını kontrol edebilecek kişisel güce ne de ulusu şekillendirebilecek politik güce sahip olamayan “acınası tipler”dir.

Mills için beyaz yakalılar bir kamu toplumundan bir kitle toplumuna dönüşüm halinde olan Amerikan toplumunun en önemli göstergesidir: Öte yandan, ekonomik açıdan da yeni orta sınıf, memur ve büro hizmetlileri olarak “mülksüzleşmişler, ücretli işçilerle aynı duruma indirgenmişlerdir. Siyasal yönden ise işçiler gibi örgütlü olmadıkları için, onlardan da kötü durumdadırlar.

Mills, “İktidar Seçkinleri” adlı ünlü çalışmasında özellikle Amerikan toplumunda güç/iktidar analizi üzerinde odaklanır ve Amerikan toplumunun, belirli kesimlerden gelen küçük bir seçkin grup tarafından nasıl yönetildiğini analiz etmeye çalışır. Bu seçkinler iddia edilen niteliklere sahipse de bu nitelikler doğuştan değil sahip olunan ayrıcalıklı yaşam koşullarından kaynaklanmaktadır.

Mills’e göre iktidar seçkinleri (i) büyük şirketlerin, özellikle savaş endüstrisini elinde bulunduran büyük şirketlerin yöneticileri, (ii) ordunun üst rütbeli subayları ve (iii) Federal hükümetin başındaki siyasal yöneticilerdir.

Sonuç olarak Millsdengeleyici bir toplumsal güç olduğu öne sürülen orta sınıfın bu güçten büyük oranda yoksun olduğunu; Amerikan toplumunu ilgilendiren en önemli kararların küçük bir seçkin grup tarafından alındığını belirtir.

LEWIS. A. COSER VE ÇATIŞMACI YAPISALCILIK

Coser çatışmanın çok önemli olmakla birlikte, uzlaşma/konsensüs kadar önemli olamayacağını vurgulamış, böylelikle bir anlamda yapısal işlevselciliğe bağlılığını ifade etmiştir. Coser çatışmanın farklı işlevlerinden söz etmekle birlikte en çok grup birliğinin ve kimliğinin oluşması, korunması ve sürdürülmesi üzerindeki rolü üzerinde yoğunlaşır.

Coser’a göre çatışma grup kimliğinin oluşumu ve sürdürülmesi üzerinde olumlu işlevsel bir etkiye sahiptir. Bu mekanizmalar genellikle düşmanca duyguların ve saldırgan eğilimlerin yapıyı parçalamadan dışarıya atılmasını sağlayan “emniyet süpabı” kurumları (“safety-valve” institutions) aracılığıyla işlerler. Örneğin, “Bir öğrenci derneği veya fakülteyi iyileştirme komitesi, öğrencilere ve fakülteye şikayetlerini dile getirme olanağı sağlayarak, üniversitede bir emniyet süpabı işlevi görebilir”

Ona göre gerçekçi çatışmalarda kişilerin tepkisi belirli taleplerinin ve kazanımlarının engellenmesine yol açan nesnenin kendisine yöneliktir. Öte yandan, gerçekçi olmayan çatışmalarda kişilerin tepkilerini gerilime yol açan gerçek kaynağa değil de onu ikame edecek başka bir kaynağa kaydırmaları söz konusudur.

Coser yakın toplumsal ilişkilerde hoşnutsuzlukların dile getirilmesinin ilişkilerin sürdürülmesini sağlama ve grubun çözülmesini engelleme gibi bazı olumlu işlevlere sahip olduğunu öne sürer.

Grup seviyesindeki çatışmalarda da söz konusu çatışma ilişkinin üzerine kurulduğu temel değerleri ve varsayımları sorgulamıyorsa olumlu işlevsel demektir. Öte yandan dış gruplarla çatışma öncesinde grup içi birlik derecesi zayıf ise çatışma grup üzerinde parçalayıcı yani olumsuz veya bozuk işlevsel bir etki yaratabilir.

Coser çatışmanın tanındığı ve kurumsallaştığı çoğulcu ve demokratik toplumların, çatışmayı bastıran kapalı ve katı toplumlara kıyasla çok daha sağlıklı, istikrarlı ve bütünleşik toplumlar olduklarını savunur.

RALF DAHRENDORF: POSTKAPİTALİST TOPLUM VE ÇATIŞMA TEORİSİ

Ona göre toplumsal düzen ve değişmenin temel kaynağını konsensüs değil çatışma oluşturmaktadır

Dahrendorf, endüstriyel toplumun sadece bir biçimi olarak gördüğü kapitalizmin, o zamandan beri geçirdiği çok önemli bazı değişmelerin 20. yüzyılda Marx’ın analizlerini büyük ölçüde geçersiz kıldığını ve neticede Marx’ın yazılarının 20. yüzyılda çatışmanın temelini açıklama konusunda geçerliliğini yitirdiğini düşünür.

Buna göre, emek ve sermaye sınıfları, Marx’ın giderek daha da kutuplaşacakları yönündeki iddiasının aksine, kendi içlerinde giderek daha da bölünmüşlerdir. Postkapitalist toplumsal formasyona dönüşümde rol oynayan önemli değişimlerden bazıları:

  • Sermayenin ayrışması (decomposition of capital)
  • Emeğin ayrışması (decomposition of labour)
  • “Yeni orta sınıf”ın gelişmesi
  • Toplumsal hareketliliğin artması
  • Eşitliğin artması

Dahrendorf için postkapitalist toplumda meşru güç/kontrol anlamında kullandığı otorite (yetki) sahibi olmak artık üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmaktan daha önemlidir. Bu nedenle post-kapitalist toplumda çatışma, ona göre, artık otorite temeli üzerinde gelişmektedir. Ona göre “güç bireylerin kişiliğine bağlı iken, otorite her zaman rollerle ya da toplumsal konumlarla ilişkilidir”. Meşru bir güç olarak otorite kişilere değil konumlara aktarılır. Otorite konumunda olanlar otorite konumunda olmayanlar üzerinde otoritenin sağladığı yaptırım gücünü kullanırlar.

Marx’ın kuramında toplumu bölen, üretim araçlarının özel mülkiyeti iken Dahrendorf’un kuramında toplumu bölen meşru güç anlamındaki otoritedir. Bu dönüşümü post-kapitalist bir dönüşüm olarak nitelemiştir.

Kaynak: Anadolu Üniversitesi Yayınları – Modern Sosyoloji Tarihi