Modern Sosyoloji Tarihi 1 – İşlevselcilik

Modern sosyoloji, klasik sosyoloji ile çağdaş sosyoloji arasında yer alan ve genel olarak on dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın son çeyreği arasında kalan dönemde geliştirilen teorik yaklaşımları ifade etmek için kullanılan bir terimdir.

İşlevselcilik, en genel hatlarıyla toplumların süreğen, birbirine bağlı, istikrarlı, genellikle tümleşik bütünler oldukları ve her biri toplumun istikrarının sürmesi açısından belirli işlevleri yerine getiren parçalardan oluştuğu varsayımına dayanır. Kökleri, klasik sosyolojide Comte ve Durkheim’ın temsil ettiği pozitivist geleneğe dayanır.

Marksizmin aksine çatışmayı değil, birliği ve uyumu vurgulayan bir yaklaşım olmasıdır. Nitekim İşlevselcilik, toplumu bir konsensüs olarak, yani düşünce, fikir, duygu ve inançların ortak olarak paylaşıldığı, genel bir görüş birliğine sahip bir bütün olarak görür.

En kapsamlı biçimini Parsons ve Merton’ın çalışmalarında almış olan işlevselcilik, 1940’lar ve 1950’ler boyunca Amerikan sosyolojisindeki baskın yaklaşım olmuştur.

TALCOT PARSONS

Parsons, işlevselciliği yapı kavramı ve sistem yaklaşımı çerçevesinde geliştirmiştir. Bu nedenle yapısal işlevselcilik olarak adlandırılır.

Genel Sistem Teorisi ve Sistem Kavramı

İşlevselci yaklaşım, genel olarak Genel Sistem Teorisi’nin bir alt türü olarak kabul edilmektedir

Genel sistem teorisinin kurucularından kabul edilen Spencer, astronomi, biyoloji ve psikoloji gibi çeşitli bilim dallarında aynı temel ilkenin geçerli olduğunu, varlıkların belirsiz, tutarsız bir homojenlik halinden belirli ve tutarlı bir heterojenliğe doğru evrildiğini belirtmiştir. Von Bertalanffy, sistemlerin temel ilkeleri üzerinde çalışarak bu ilkeleri sadece fiziksel dünyaya değil, toplumsal ve kültürel dünyaya da uyarlanabilecek şekilde genişletmiştir

Sistem, karşılıklı olarak birbiriyle ilişkili bir dizi parçadan oluşur. Örneğin bir ülkenin siyaset sistemini ele alırsak; bu sistemin parçaları arasında seçmenler, parlamento, hükümet ve siyasal partiler sayılabilir.

İşlevselciliğin Genel Özellikleri

İşlevselci yaklaşımın en temel kavramları arasında sosyal sistem, toplumsal yapı, toplumsal kurum, işlev ve işlevsel açıklama olduğu söylenebilir. İşlevselcilikte herhangi bir şeyin işlevi, sistemin gerekliliklerini karşılamak için yaptığı katkıdır. Diğer bütüncül yaklaşımlardan ayıran temel özellik, parçaların bütünle ilişkisine verilen önemdir. İşlevselci yaklaşıma göre toplum da dahil olmak üzere bütün sistemlerin amacı, denge durumuna ulaşmak ve dengelerini korumaktır.

Örneğin; İşlevselciliğe göre eğitim kurumunun temel işlevlerinden bazıları, bireylere toplumun norm ve değerlerini öğreterek ailede başlayan toplumsallaşmanın devamını sağlamak ve üretime katılacak eğitimli bir iş gücü yetiştirmektir. İşlevselciliğe göre toplumun temelinde, toplum üyeleri tarafından paylaşılan norm ve değerler yer almaktadır.

Toplumun da mevcudiyetini sürdürebilmesi için karşılanması gereken bazı temel gereksinimleri vardır. Bunlar işlevsel zorunluluklar olarak adlandırılırlar. Toplumsal sistemi meydana getiren parçalar da sistemin bu ihtiyaçlarını karşıladıkları ölçüde öneme sahiptirler.

Comte, işlevselci yaklaşım için gerekli olan uzlaşmacı bakış açısını geliştirmiş, toplumları tümleşik bütünler ya da sosyal sistemler olarak görmüş ve toplumlar üzerinde çalışmanın en uygun yolunun doğa bilimlerinin yöntemlerini kullanmak olduğunu ileri sürmüştür.

Malinowski’ye göre örneğin büyü, ilkel toplumlarda işlek uygarlığın diğer ögelerinin karşılayamayacağı bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı için vazgeçilmez bir işlevi yerine getirmekte, cenaze törenleri de yapısal sürekliliğin korunmasına katkıda bulunmaktadır

Radcliffe-Brown toplumu, sosyal yapının birbiriyle ilişkili ögelerinden meydana gelen bir sistem olarak, toplumsal yapıyı da normatif ilişkiler ağı olarak tanımlamakta ve bu normatif ilişkilerin, bir ortak değer sistemi içinde var olduğunu savunmaktadır.

YAPISAL İŞLEVSELCİLİK

Parsons özellikle Weber’in bireyciliği ile Durkheim’ın bütüncülüğünü bütünleştirmeye çalışmıştır.

Parsons’ın Birinci Evresi: Toplumsal Eylem

Weber, çağdaş toplumda eylemin rasyonel olma eğiliminde olduğunu ileri sürmektedir. Eylemin rasyonel olması, en uygun araçlarla sonuca ve amaca ulaşmak anlamına gelmektedir. Parsons’a göre sosyal sistemde eylemler rol temelinde örgütlenirler. Rol, aktörlerin diğer aktörlerle etkileşime girmesini gerektirir ve bireyin eylemini bir bütün olarak eylem sistemi ile birleştiren temel birimdir.

Aktör eylemde bulunurken eylemin kendi ihtiyaçlarını karşılayıp karşılamamasına bakarak tercihte bulunuyorsa motivasyonel yönelim, toplumun norm ve değerlerini düşünerek tercihte bulunuyorsa değer yönelimi söz konusudur.

Parsons’ın İkinci Evresi: Yapısal İşlevselcilik

Sosyal sistem içindeki pozisyonu açısından aktör, düşüncelere ve eylemlere sahip birey olarak değil, statü ve rollerden meydana gelen bir bütün şeklinde görülür.

Parsons’a göre, “denge durumundaki bir toplum, çatışmanın olmadığı, herkesin kendisinden, yani kendi rollerinden ne beklendiğini bildiği ve bu beklentilerin sürekli olarak karşılandığı bir toplumdur”. Bu şekilde kusursuz bir denge durumuna ulaşmak pratikte olanaklı değildir, ama Parsons’a göre bütün toplumlar sürekli olarak bu denge durumuna ulaşmak için çaba gösterirler.

Parsons, çalışmalarının bu evresinde toplumsal sistemi çözümlemek için bir araç geliştirmiştir. Bu araç, eylemi ya da toplumsal sistemdeki rolleri sınıflandırmak için kullanılan “kalıp değişkenler”dir.

  • Niteliğe karşı performans: Nitelik, aktörün kim olduğuna, performans ise ne yapmış olduğuna odaklanır.
  • Yaygınlığa karşı belirlilik: Yaygınlık, anne çocuk ilişkisi gibi birçok amaç ve çıkarı kapsayan geniş bir dizi ilişkiyi; Belirlilik ise doktor-hasta ilişkisi gibi belirli amaçlara yönelik sınırlı ilişkileri vurgular.,
  • Özgüllüğe karşı evrensellik: Formel örgütlerin ve modern kurumların hakim olduğu bürokratik toplumlarda özgüllüğe karşı evrensellik ikilemini günlük yaşamda sürekli olarak aktörlerin karşısına çıkar.
  • Duygusallığa karşı duygusal tarafsızlık: Karı-koca arasındaki ilişki duygusal bir ilişki iken müşteri ile satıcı arasındaki ilişki duygusal olarak tarafsız bir ilişkidir.
  • Kolektif yönelime karşı bireysel yönelim

Parsons’ın Üçüncü Evresi: Genel Sistem Kuramı

Parsons, faydacı yaklaşımın aksine bireylerin amaçlarının ortak olarak edinildiğini ve toplumsal düzenin de bir zorunluluktan değil, insanların paylaştıkları ortak değer amaç ve inançlardan doğduğunu ileri sürer.

Sistemlerde dört işlevsel zorunluluk vardır. Bunlar:

  • (A) Uyum (adaptasyon): Adaptasyon, sistemin çevresi ile olan ilişkilerinin düzenlenmesi işlevidir.
  • (G) Amaca Ulaşma: Sistemin belirli amaçlara ulaşması ve bu amaçlardan hangilerinin öncelikli olacağı ile ilgilidir.
  • (I) Bütünleşme: Sistemin bir bütün olarak işlevini yerine getirebilmesi için sistemin parçalarının birbirleriyle uyumu ile ilgilidir.
  • (L) Gizil kalıp koruma: Belirli bir düzene ya da norma göre sistem içindeki eylemin devamlılığının ve düzenliliğinin sağlanması ile ilgilidir.

Bu işlevsel zorunluluklar; (1) sistemin kendi gereksinimleri ile mi yoksa çevreyle olan ilişkisindeki gereksinimleriyle mi ilgili olduklarına göre “içsel-dışsal” olarak ve (2) bir amaca ulaşmakla mı yoksa bu amaca ulaşmak için gerekli olan araçlarla mı ilgili olduklarına göre “amaçsal-araçsal” olarak ayrılırlar.

Parsons’ın kuramında aktörler, güdüler ve kültürün bir birleşimi tarafından oluşturulan ihtiyaç eğilimleriyle şekillendirilen pasif bir imaja sahiptirler. Parsons’ın bireyi pasif konumda bırakması ve kişiliği tanımlarken ihtiyaç eğilimlerine odaklanması çeşitli açılardan eleştirilmiştir.

Alt sistemleri sıralarsak:

  • (A) Ekonomi , emek, üretim ve tahsis-dağıtım yoluyla çevreye uyum (adaptasyon) sağlama ve çevreyi dönüştürme işlevini üstlenen yapı ya da alt sistemdir.
  • (G) Politika ya da politik sistem olarak adlandırılan alt sistem, toplumsal amaçları takip ederek ve aktörleri bu amaçlara ulaşmaları için harekete geçirerek amaca ulaşma işlevini yerine getirirken
  • (I) Toplumsal komünite(ler) (veya sosyal toplulaklar) ise bütünleşme işlevini üstelenir ve toplumun çeşitli parçalarını koordine eder
  • (L) Güvenlik sistemi , toplumsallaşma sürecinde toplumsal norm ve değerleri (kültürü) aktörlere aktararak ve bu norm ve değerlerin aktörler tarafından içselleştirilmesini sağlayarak gizil kalıp koruma işlevini üstlenir.

Hem gizli kalıp koruma (L) hem de bütünleşme (I) sistemin içindedir, sadece toplum içindeki iç ilişkilere giren alt sistemlerdir. Adaptasyon (A) ve amaca ulaşma (G) ise dışsaldır.

Genel olarak Parsons sistem içindeki aktörden çok bir bütün olarak sistemle ilgilenir, aktörlerin sistemi nasıl yarattığı ve koruduğuna değil, sistemin aktörü nasıl kontrol ettiğine odaklanır.

Toplumsal Değişme Parsons’a göre temel olarak toplumdaki bireylerin içselleştirdikleri norm ve değerlerin değişmesidir. Sistem içinde toplumsal kontrolün kendi içinde bir hiyerarşisi vardır. Bu hiyerarşiye göre en üstte (i) değerler, daha sonra (ii) normlar, daha sonra (iii) roller ve son olarak da (iv) yaptırımlar yer alır. Mesela toplum için başarı temel bir değerse, o halde çocuğun kişiliği de başarılı olma ihtiyacı duyacak şekilde gelişecektir

Toplumsal değişmeye neden olan temel faktörler;

  • göç, evlilikler, doğum ve ölümler ya da üretimin artması gibi nedenlerle demografik yapının değişmesi
  • fiziksel kaynakların tükenmesi gibi fiziki çevrede yaşanan değişimler
  • (bilimsel ve teknolojik gelişmeler
  • yeni ideolojiler nedeniyle kültürel örüntünün değişmesidir

Kültürel faktörler, değer ve inançların birbirini izleyen ve sürekli bir “rasyonelleşme” ve “gelenekselleşme” sürecine girmesine neden olur ve sosyal sistemi de bu şekilde değiştirirler.

Parsons’a göre evrim süreci bütün toplumlarda eşit bir şekilde görülmez, bazı toplumlar evrim sürecini hızlandırabilirken bazı toplumlar kendi içlerindeki çatışmalar ya da diğer sorunlar nedeniyle evrim sürecini geciktirebilir, hatta geriletebilirler.

PARSONS SONRASI İŞLEVSELCİLİKTE GELİŞMELER

ROBERT MERTON

Merton, bir sosyal olgunun diğer sosyal olgular için olumsuz olan işlevler de taşıyabileceğine dikkat çekmiştir. Yapılar ve kurumlar sosyal sistemin diğer parçalarının korunmasına katkıda bulunabildikleri gibi onlar için olumsuz olan sonuçlar da yaratabilirler. Merton bu durumu ifade etmek için “disfonksiyon” (bozuk işlev) kavramını kullanmaktadır.

Merton’a göre, “nasıl aynı birim çok çeşitli işlevlere sahipse, aynı şekilde aynı işlev de alternatif birimler tarafından değişik biçimlerde yerine getirilebilir.”

Merton, bilim sosyolojisinin temellerini atan sosyologdur. Merton, bilimsel toplulukların, toplumsal güçlerden ve toplumun maddi ve kültürel desteğinden bağımsız olmadığını göstermeye çalışır. Ona göre modern bilimin işlevi, kapitalist toplumun endüstriyel ihtiyaçlarını karşılamaktır, bu nedenledir ki modern bilim toplumsal konsensüs tarafından desteklendiği 17. Yüzyıla kadar gelişmemiştir.

Merton, orta boy kuramların önemini vurgulayarak bir tarafta Parsons’ın büyük boy soyut teorisi, öte tarafta modern Amerikan sosyolojisini karakterize eden küçük ölçekli ampirik çalışmalar arasında köprü kurmaya çalışmıştır.

İşlevselciler genel olarak, bir bütün olarak toplumun analizini yapmışlardır. Buna karşılık Merton işlevsel analizin bir örgüt, kurum ya da grup düzeyinde yapılabileceğini vurgulamaktadır Açık işlevler, sistemin uyumunu ya da düzenlenmesini kolaylaştıran, niyetli ve fark edilen sonuçlardan oluşur. Gizil işlevler ise kasıtlı değildir ve fark edilmeyebilirler.

Anomi: Merton’a göre kültürel norm ve hedeflerle bireylerin bu hedeflere ulaşması için toplum tarafından belirlenen araçlar arasında uçurum olduğu zaman anomi ortaya çıkar.Örneğin bizim toplumumuzda aile önemli bir değerdir ve buna bağlı olarak evlenip aile kurmak önemli bir normdur. Ancak bazı kişiler toplumdaki pozisyonları nedeniyle evlenemeyebilirler,

Bu Durkheim`in anomiyi uygun normların mevcut olmamasından kaynaklanan bir kuralsızlık durumu olarak tanımlamasından farklıdır.

Merton, bireylerin anomi durumunda uyum sağlama, yenilik getirme, kuralcılık, vazgeçme ve başkaldırma seçeneklerine başvurduğunu öne sürer.

Kingsley Davis ve Wilbert Moore

Davis ve Moore, bütün toplumlarda var olduğu için toplumsal tabakalaşmayı bazı işlevsel gereklilikleri yerine getiren işlevsel bir mekanizma olarak kabul etmiştir. Ona göre abakalaşmayı gerekli kılan işlevsel zorunluluk, toplumda etkili rol tahsisi ve performansıdır. Böylece toplumsal eşitsizliği meşrulaştırmaktadırlar.

Kai T. Erikson

Püriten topluluğunda farklı zamanlarda yaşanan üç suç dalgasını yapısal işlevselci bakış açısıyla inceleyen Erikson, bu çalışmasında suç oranının zaman içinde sistemi bütünleştirerek nasıl olumlu bir işlev gördüğünü göstermeye çalışmıştır

Erikson’a göre her toplumun sapkın davranışa ve sapkın davranışlarda bulunanlara ihtiyacı vardır. Çünkü sapkın davranışlar, sapkın olmayan davranışların sınırlarının ne olduğununun ortaya konabilmesini sağlar. Toplum üyelerine uygun kabul edilen davranışların neler olduğunu hatırlatır ve böylelikle toplumsal konsensüsü korumaya yardımcı olurlar.

YENİ-İŞLEVSELCİLİK (NEOFUNCTIONALISM)

Yeni İşlevselciliğin, ilk önce Almanya’da N. Luhmann ve J. Habermas’ın çalışmalarıyla doğduğu, daha sonra ABD’de J. Alexander’ın çalışmalarıyla geliştiği kabul edilmektedir.

Habermas Toplumlar karmaşıklaştıkça bireylerin kendi eylemlerinin sonuçlarını tahmin etmekte zorlandıklarını ve bu nedenle yaşantı dünyası ile yapısal sistemlerin birbirinden daha da ayrı hale geldiğini belirtir. Her ne kadar sistemlerin gelişip evrimleştiği parametreleri yaşantı dünyasının gereksinimleri belirliyor olsa da çağdaş toplumları açıklayabilmek için Parsons’ın kavramlaştırmasındaki gibi kendi kendini düzenleyen sistem anlayışına ihtiyaç duyulduğu sonucuna varmıştır

Luhmann, biyolojideki autopoiesis (kendi kendini üretme) kavramından etkilenmiş ve toplumu kendi kendini üreten ve organize eden bir sistem olarak görmüştür. Kendine referanslı sistemlerin üç bileşeni: kurallar, yapılar ve süreçlerdir.

  • Kurallar, bilginin işlendiği ikili zıtlıklardır (doğru-yanlış gibi)
  • yapılar merkezî değerler ve normatif düzenlemelerdir
  • süreç ise mevcut etkileşimin kendisidir.

Kendi kendini üreten sistemlerde yapı ve süreç değişebilir, ancak kural aynı kalır.

Luhmann’a göre iletişim kurmayan bireyler toplum açısından anlamsızdır, toplum ancak bireylerin iletişim kurmasıyla oluşur. Yani toplum bireylerin katılımıyla oluşan doğal bir düzen değildir, toplumun temel birimleri bireysel aktörler değil, iletişimdir. İletişimden ayrı olarak düşünüldüğünde bireylerin toplumsal açıdan anlamsız olduğunu savunan Luhmann’a göre toplum, ancak bireyler iletişim kurduğu zaman var olur.

Jeffrey C. Alexander yapısal işlevselci teorinin güçlendirilmesi için bu teoriye çatışma ve öznel anlam kavramlarının dahil edilmesi ve sistem bütünleşmesi, alt sistemlerin yorumlanması ve denge gibi kavramların verili olarak kabul edilmemesi, sorgulamaya açık eğilimler olarak görülmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

Bu çerçevede bireyle toplumu kavramsal olarak birbirine bağlamaya çalışan Alexander’a göre mikro düzeyde, yani etkileşim düzeyinde gerçekleşen eylem, toplumsal değişmenin gerçekleşmesini sağlayabilecek olan bir aracıdır,

Yeni işlevselcilik alt sistemler, bütünleşme ve denge gibi kavramların geleneksel yapısal işlevselcilikte olduğu gibi verili kabul edilen sonuçlar olarak değil, toplumsal olasılıklar olarak görülmesi gerektiğini ve sistemlerin ampirik gerçekleriyle kıyaslanması gerektiğini savunur. Bu açıdan geleneksel yapısal işlevselciliğe oranla daha az indirgemecidir.

İŞLEVSELCİLİĞE GETİRİLEN BAŞLICA ELEŞTİRİLER

Parsons’ın bireyi özgür iradeye sahip olmayan varlıklar gibi ele aldığı ileri sürülmüş ve insan doğasına ilişkin görüşleri eleştirilmiştir. En önemli eleştirilerden biri tarihsel olmayışı, toplumsal gerçekliğin tarihsel ve sembolik özelliklerini görmezden gelmesidir.

İşlevselciliğe getirilen diğer eleştirilerden biri, toplumsal eşitsizlikleri meşrulaştırarak statükoyu, yani içinde bulunulan mevcut düzeni korumasıdır.

İşlevselcilere en sık yöneltilen eleştirilerden biri, çatışmayla yeterince ilgilenmemiş olmalarıdır. İşlevselci bakış açısından çatışma, güç ilişkilerinden çok sistemin işleyişinden, örneğin toplumsallaşma sürecinde meydana gelen aksaklıklardan kaynaklanan geçici bir durum gibi görünmektedir.

Kaynak: Anadolu Üniversitesi Yayınları – Modern Sosyoloji Tarihi