Modern Felsefe 6 – Fransız Aydınlanma Filozofları

Aydınlanma düşüncesi, din ve geleneksel düşünce ve uygulamaların baskısından kurtularak insanın her alanda kendi aklının ışığında davranma ve sorun çözme kararlılığını anlatmaktadır.

Voltaire

Voltaire deneyci görüşlerin Fransa’da yayılmasına yardımcı olmuş, bireysel özgürlük kazanımı için kilise ve devlet kurumuna karşı savaşmıştır. Kendisi gerçekte bir tanrıtanır idi.

Voltaire’in Deist Tanrı Anlayışı: Metafizik Üzerine İncelemesi ’nde evrenin bilinçli bir planlamanın sonucu olarak oluşturulduğu, bu planlamayı yapan bir zekanın bulunduğu, bunun da Tanrı olduğunu belirtir.

İnsan ve İstenç Özgürlüğü: “Tinsel ruh” gibi terimlerin yalnızca bilgisizliğimizi örten sözcükler olduğunu ileri sürmüştür. İstenç özgürlüğü ile ilgili olarak; eğer güdülerimiz varsa, istencimiz bu güdüler tarafından belirlenir, bu güdüler zihnin ya da içgüdünün son sözüdür der.

Şans herhangi bir bilinmeyen nedenin, bilinen etkisini anlatmak için başvurulan bir sözcüktür.

Montesquieu

1748’de başyapıtı niteliğindeki “Yasaların Ruhu” yayımlandı. Yönetimleri Cumhuriyetçi, monarşik ve despotik olarak sınıflandırdı.

Montesquieu’ya göre insanı fiziksel varlığına dayanan doğal yasalar, her türlü pozitif yasayı önceler. Özgürlük, yasaların izin verdiği her şeyi yapma hakkıdır. O’na göre politik özgürlük, güçlerin ayrılığı ilkesini gerektirir. Buna göre yasama, yürütme ve yargı güçleri kesinlikle birbirinden ayrılmalıdır.

Claude Adrien Helvetius

Helvetius’un (1715-1771) Anlık Üzerine adlı temel yapıtında insanların duyu düzeyini aşan bağımsız yetileri olmadığını belirtir. Herhangi bir yargıda bulunmak bireysel düşünceler arasındaki benzerlikleri ya da farklılıkları algılamaktan ibarettir. Yargıda bulunmak salt bir algılamaktır.

Kendisi etik alanda da indirgemeci bir yol tutarak tüm ahlaksal eylemlerimizi, kişinin ben-sevgisine indirger. Cömertlik ve iyilikseverlik gibi erdemler de insanın ben sevgisine yani haz sevgisine indirgenebilir. Bu durum etik yönden yararcı bir kuramla uyuşum içinde olacaktır.

Eğitim her şeyi yapabilir ve bizi biz yapan eğitimdir. Helvetius’a göre ahlakın en temel ilkesi “kamu iyiliği en yüksek yasadır” şeklinde dile getirilebilir.

Ansiklopedistler

Denis Diderot

İnsanların ve hayvanların aynı doğada olduklarını bilişsel ve kavrayışsal yetilerindeki farklılıkların sadece değişik fiziksel düzenlenişlerin sonucu olduğunu da dile getirdi.

Diderot metafizik açıdan maddeci, etik açıdansa idealistti. Diderot doğal ahlak yasalarının temelinin aklın “a priori” buyrukları değil, insan doğası olduğunu savunmaktaydı.

Jean le Rond d’Alambert

O’na göre metafiziksel anlamda şeylerin özüyle ilgilenmek bize hiçbir şey sağlamaz. Şeylerin niçinlerini ve nedenlerini bilemeyiz. Bilimsel felsefenin görevi fenomenleri metafizik anlamda değil, sistematik anlamda betimlemek ve ilişkilendirmektir. Bu söylemiyle pozitivizmin öncülerinden biridir.

Ahlak ilkelerinin tümü gerçek çıkarımız ve toplumsal ödevlerimizi yerine getirme arasındaki doğru ilişki ve dengeyi kurmaya yöneliktir.

Jean Jaques Rousseau

Kültür Eleştirisi

Rousseau, sanatların ve bilimlerin insanları çok daha kötü yapmak için dikkate değer değişiklikler ürettiğine inanmaktadır. Modern yaşam biçimi herkesi konuşmada, giyimde, tutumda moda olanı izlemeye zorladı, kendi doğamızı izlemeye izin vermedi ve çok geçmeden olduğumuz olarak görünmeye cesaret edemez bir duruma geldik.

İnsan sürüsünde herkes bütünüyle birbirine benzer davranır, bu nedenle gerçek dostumuzun kim olduğunu bile asla bilemeyiz. İnsan ilişkileri tam bir aldatmacadır.

Rousseau, sanatta ve bilimde ilerlemenin daima ahlakta bir düşüşe ve toplumu da sonunda çöküşe götürdüğünü, tarihten seçtiği birtakım örneklerle desteklemeye çalışır. Rousseau’ya göre toplumları bir arada tutan bilgi değil, inançtır.

Eşitsizliğin Kökeni ve Sözleşme Gereksinimi

O’na göre hayvan ve insan arasındaki türsel ayrımı oluşturan şey akıldan çok özgürlüktür ve kendini geliştirme yetisidir. İnsan bu özgürlük bilinciyle ruhunun tinselliğini de sergilemiş olur.

Dinsel sisteme bir karşı çıkış olarak da insanın doğal olarak iyi olduğunu ve insan doğasında hiçbir günahın ya da sapkınlığın bulunmadığını vurgulamıştır. Doğa durumundan örgütlü topluma geçişi önce toprağa yerleşme biçiminde olmuştur. O’na göre, bir parça toprağı çitle çevirdikten sonra “burası benimdir” diyen ve kendisine kolayca inanan bireyleri bulan ilk insan, uygar toplumun gerçek kurucusu olmuştur. Bu gelişmenin sonucunda mülkiyet ortaya çıkmış, eşitlik yok olmuş, ormanlar tarlalara dönüşmüş, tahıl üretimine koşul olarak kölelik ve sefalet ortaya çıkmıştır. Ayrıca, adalet ve adaletsizlik arasındaki ahlaksal ayrımlar belirginleşmiştir; artık insanlar doğa durumunda olduklarından daha iyi değildirler.

İnsanlar güvenliklerini ve özgürlüklerini garanti altına alabilmek için birbirleriyle sözleşme yapma yoluna gittiler. Bir yanda ilkel halkın doğal iyiliği ve yalınlığı, öte yandan uygar insanın ve örgütlü toplumun kötülükleri tam bir karşıtlık oluşturmaktadır. O’na göre doğa durumuna geri dönülemez. Çünkü artık o koşullar yok olmuştur.

Genel İstenç Düşüncesi

Rousseau devlet ve aile arasında ayrım yaparak işe başlar. Aile “bir istenci olan ahlaksal bir varlık” olarak betimlenir. Devlet yapısındaki genel istenç her zaman bütünün ve her bir parçanın iyiliğine yönelik olduğuna göre yasaların da kaynağıdır; devletin bütün üyeleri için, birbirleriyle ve onun ilişkilerinde haklı ya da haksız olanın kuralını oluşturur.

Halka dayalı hükümetin en önemli kuralı her şeyden önce genel istenci izlemektir. Erdemlilik, tüm tikel istençleri genel istenç ile uyumlu kılmaktan başka bir şey değildir.

Duygu Eğitimi

Rousseau’ya göre insandaki ben sevgisi onun en temel duygusudur. Bu duygu ilkeldir, içgüdüseldir, tüm geri kalanlar bu duygunun türleridir. Bu duygu bencillikle karıştırılmamalıdır. Ben sevgisi kendi içinde düşünüldüğünde her zaman iyi, her zaman doğa düzeniyle uyum içindedir. Şefkat duygusu her bireydeki ben sevgisinin şiddetini yumuşatarak türün sürdürülmesine katkıda bulunur ve doğa durumunda şefkat yasaları ahlak ve erdemliliğin yerine geçer. Şefkat ben sevgisinin türevidir. Acıma ya da şefkat ilk göreli duygudur.

Duyusallığın istemi bedenin iyiliğine eğilimliyken, düşünme yetisinin isteği düzen sevgisi tarzında ruhun iyiliğine ve gelişimine eğilimlidir. Bu yönden olan gelişime Rousseau duyunç adını vermektedir. Ahlaksal kavramlar daha çok duyucun gelişimine bağlı olarak oluşurlar. Bu arada ben sevgisi üzerinde gelişen en önemli kavramlardan biri de adalettir. Adalet kavramı, hakkımız olandan kaynaklanır. Sade insanlar doğaya en yakın duranlar, uygarlığın yapay duygu ve tutkularıyla bozulmamış olanlar, duyuncun sesine en açık olanlardır.

Toplum Sözleşmesi

Bu kitabında insanlığın uygar yaşama geçişin kötü sonucu olarak kaybettiği özgürlüğünü ve etik değerlerini yeniden kazanabileceği bir hükümet biçimi olarak demokratik yönetim biçimi üzerinde düşünmekte ve irdelemeler yapmaktadır. O’na göre devlet, yurttaşların özgürlük ve eşitlik için doğuştan vazgeçilmez hakları ve kendi yazgılarını belirleme güçleri yoluyla katıldıkları bir toplumsal sözleşme üzerine dayalı politik bir örgüttür.

Bireylerin özgür olma hakkı sadece toplumun ahlak istenci ile sınırlanabilir. Rousseau’nun genel istenç kuramı, demokrasi düşüncesinin temelidir. Ancak kişi bencil çıkarları için değil, yarar için oy vermelidir. Ancak o zaman genel istenç gerçekleşir. Kant halk kitlelerine duyarlı olmayı Rousseau’dan öğrendiğini belirtmektedir.