Modern Felsefe 5 – Berkeley ve Hume

George Berkeley

Locke’un düşüncesindeki tutarsızlıkları eleştirerek yola çıkmış ve empirizmini bir öznel idealizme ve immateryalizme sürüklemiştir. Ona göre bilgisine sahip olamadığımız bir şey bizim için yok demektir.

Bilgi Kuramı

“Yeni Bir Görme Kuramına Doğru” adlı yapıtında maddesel tözün temel niteliği olan uzamlılık üzerine eğildi. Ona göre görme ve dokunma duyumlarının bağlantıları mantıksal bir zorunluluk olmayıp sadece alışkanlıktan ileri gelmekteydi. Berkeley Locke’taki birincil ve ikincil nitelikler ayrımını reddedip sadece ikincil nitelikleri kabul etmiş olur. Berkeley, buradan tüm bilgimizin olgusal olarak görmeye ve öteki duyusal deneyimlere bağlı olduğu sonucuna varır.

Bizim uzama ilişkin nesnel bir kavrayışımız gerçekleşmemektedir. Bu nedenle biz nesneyi salt olarak algılamaktan uzağız. Yani gerçekte obje ve duyum aynı şeydir yani bir obje algılanmış niteliklerin bir toplamıdır. Sonuç olarak var olmak; algılanmış olmaktır. Şu halde töz ya da madde asla algılanmamakta ya da duyulanamamaktadır. Bu durumda var olduğu söylenemez. Eğer töz var olmuyorsa ve sadece duyulanan nitelikler gerçek ise, o zaman sadece düşünme, ya da Berkeley’in deyişiyle tinsel (spiritüel) şeyler var olur.

Berkeley’in Metafiziği

Algılamadığım şeylerin benim zihnime dışsal olan bir varoluşa sahip oldukları açıktır, çünkü deneyim aracılığıyla onların zihnimden bağımsız olduğunu keşfediyorum. Şeylerin varoluşu bundan dolayı Tanrı’nın varoluşuna bağımlıdır ve Tanrı doğadaki şeylerin düzenliliğinin nedenidir. Benim ve onların sınırlı zihinlerinden ayrı olarak, zihne analoji ile daha büyük bir Zihin vardır ve bu da Tanrı’nın zihnidir.

Bizim zihnimizde bulunan ideler, Tanrı’nın bize bildirmiş olduğu idelerdir. Böylece bizim günlük deneyim içinde algıladığımız nesnelerin nedeni madde ya da töz değil, Tanrı’dır.

David Hume

Hume başta bilimsel yöntemi savunsa da zamanla akla duyduğu güveni kaybederek, sağduyu yöntemine bel bağlamıştır.

Zihnin İçerikleri: Zihnimizde bulunanların tümü, Hume’un deyişiyle genel terim olarak algılardır; zihindeki bu algılar, iki form içinde bulunur; bunlar izlenimler ve idelerdir.

İzlenimler; biz onlara sahip olurken canlı ve açıktır; bu izlenimler üzerine düşünümde bulunduğumuz zaman onların idelerine sahip olmuş oluruz ve bu ideler özgün izlenimlerin daha az canlı versiyonlarıdır. Acı hissetmek bir izlenimdir; bu acının anımsanması ise bir idedir.

Hume’a göre zihnimizde insanlar arasında deneyimlediğimiz iyilik niteliklerini ve erdemi “sınırsızca büyütmek” suretiyle bir Tanrı idesi oluşturmak yoluna gideriz. Bu nedenle de Tanrı idesi karmaşık bir idedir.

İdelerin Çağrışımı:

Zihin, izlenimleri aldığı zaman bunlar iki biçimde yeniden ortaya çıkabilirler; birincisi bellekte anımsama yoluyla ortaya çıkmaları, ikincisi de imgelemde imge olarak ortaya çıkmalarıdır. Hume, düşünmenin işlemlerini üç başlık altında ele alır: ilişkiler, kipler ve tözler dir.

Nedensellik İlkesi:

Nedensellik idesinin kökeninde ne var? Mademki ideler izlenimlerin kopyalarıdır, bize nedensellik idesini veren izlenim hangisidir ya da var mıdır? Hume bu soruya olumsuz yanıt verir. Objeler arasındaki belirli ilişkileri deneyimlediğimiz zaman zihnimizde bir nedensellik idesi doğmuş olmalıdır.

Dış Dünya Gerçekçiliği:

Niçin “ben” diye düşünüyoruz, bunun açıklaması ne olabilir? Hume, bunu bize sürekli özdeşlik izlenimi veren belleğin gücüne bağlar. Hume’un “tüm idelerimiz deneyimden gelir, deneyimin ötesinde yer alan hiçbir ide yoktur”

Hume’un Etik Görüşü

“Ahlak, tüm ötekilerden daha çok bizi ilgilendiren bir konudur.” Hume için etiğe ilişkin temel olgu ahlak yargılarının sadece akıl tarafından değil, sempati-duygudaşlık duygusu tarafından düzenlenmiş olmasıdır.

Hume’a göre insanların her birinin kendi kişisel çıkarı adaletin tesis edilmesinin kökensel güdüsüdür.

Hiçbir durumda insan mutluluğu feda edilmemelidir; araçlar amaçlara baskın olmamalıdır. Dünyadaki her şey emekle satın alınır ve sadece tutkularımız emek harcamanın nedenleridir.

Diğer Başlıca Ampiristler

Etienne Bonnot De Condillac

Arzularımızın ve daha kalıcı tutkularımızın toplamı, istenç dediğimiz yetiyi ortaya koyar. Aynı şekilde duyumlarımızın, anıların, yargıların ve usavurmaların toplamı da anlama yetisini ortaya koyar.

Bir çocuk elini bedeninin bölümleri boyunca gezdirecek olursa kendini bedenin tüm bölümlerinde duyumsayacaktır. Ama eğer yabancı bir cisme dokunursa elinde kendini duyumsadığı gibi bu yabancı cisimde kendini duyumsamaz. Ben, yabancı bir cisimden elden almakta olduğu karşılığı alamaz. Böylece bu cismi dışsal olarak yargılama yoluna gider.

Thomas Reid

İskoç felsefesinde sağduyu okulunun kurucusudur.

Reid, öncelikle empirizmin ilk ilkesi olarak beliren “ideler algının dolaysız objeleridir” düşüncesinin yanlış olduğunu göstermeye çalışır. Ona göre algı, obje ile ilişkili olarak zaten yargıyı içerir; o algılayanın zihnindeki idelerin basit bir kavranışı değildir.

Reid’e göre öğesel bilgi verileri, çözümlemenin bir sonucudur. İlkin kökensel temel yargılar gelir; duyular aracılığıyla nesneleri her algılayışımızda, yalın ayrımsamayı içeren yargı ya da inanç da oluşur.

Sağduyu ilkeleri , kendiliğinden açık ilkelerdir; bunları karşıtları olanaksız zorunlu gerçeklikler ve karşıtları olanaklı olumsal gerçeklikler biçiminde ifade eder. Bunlar arasında mantıksal aksiyomlar, matematik aksiyomlar, ahlak ve metafiziğin ilk ilkeleri yer alır.

Sağ duyusal ilkeler biz algılamadığımız zamanlarda da vardır. Bu yaklaşıma salt realizm denebilir. Bu şekilde Locke’un algı kavramından hareketle, Berkeley’in spiritüalist idealizmi ve Hume’un idealist kuşkuculuğu Reid tarafından bir sağduyu realizmine dönüştürülmeye çalışılmıştır.