Modern Felsefe 13 – Bentham ve Mill

JEREMY BENTHAM

Bentham’ın ilk yapıtı 1776’da Hükumet Üzerine Bir Fragman adı ile yayımlandı. En önemli çalışması 1789 yılında çıkan Ahlak ve Yasama İlkelerine Giriş ( Introduction to the Principles of Morals and Legislation) başlığını taşır.

Bentham hazcılık temeli üzerinde bir etik öğreti geliştirmiştir. İlkçağda Epiküros tarafından öne sürülen, 18. yüzyılda Fransada Helvetius, İngiltere’de Hartley ve Tucker tarafından ele alınan bu yaklaşıma Bentham, yeni ve unutulmayacak bir anlatım kazandırmıştır.

Yararlılık İlkesi (Principle of Utility)

Bentham’ın felsefesi genelde bir ahlak felsefesidir.

Onun için her alandaki başarının birincil koşulu bilimsel olmaktan geçiyordu. Bu nedenle etiği ve politikayı da bilimsel olarak doğrulanabilir disiplinler hâline getirmeye çalışmış, bunun için değerlendirme ölçütlerini, niceliksel ölçütler olarak formüle etmek gerektiğine inanmıştır.

Yaptığı iş temelde bir insan doğası çözümlemesidir. Bu noktayı Hume felsefesinden almıştır. Bu açıdan indirgemeci çözümlemeyi çok iyi başardığı kabul edilmektedir. Bentham’a göre tüm eylemlerimiz hazza ulaşma isteği ve acı çekme korkusunca güdülenir. Yani Doğa insanlığı bu iki üstün efendinin denetimi altına yerleştirmiştir: acı ve haz.

Buna göre her insan, doğası gereği haz elde etmeye ve acıdan kaçınmaya çabalar; bu nedenle insanların tüm eylemleri hazza ulaşma isteği ve acı çekme korkusu tarafından güdülenir. Bu evrensel bir genellemedir. Bentham’ın bu saptamasına göre, biz insanlar için bu iki efendinin daima evrensel olarak emrinde olma, bizim ne yapacağımızı belirlediği gibi ne yapmamız gerektiğine de işaret eder. Yani bir yandan neden ve etkilerin zinciri, öte yandan eylemlerimizdeki doğru ve yanlışın, bir başka deyişle iyi ve kötünün ölçütü bu egemenliğe bağlıdır.

Şu hâlde genel yarar ilkesi seçtiğimiz eylem ve davranışlarımızın sonuçları en büyük sayıda insanın en büyük mutluluğunu ortaya koyabilmelidir. Ahlaksal iyi bundan başka bir şey değildir. Böylece Bentham’ın yararcılığı egoistik-bencil yararcılık olmaktan çıkarak evrensel bir eylem yararcılığı haline gelmiş olmaktadır.

Bentham, bu genel yarar ilkesini gerçekleştirebilmek için hazcı hesaplama (hedonic calculus) denilen, hazları ve acıları ölçümleme yolunu önermiştir. Haz gibi bir şeyi ölçmek ya da tartmak nasıl olanaklı olabilir? Ayrıca haz ya da mutluluk salt bedensel bir olgu mudur?

Bentham’ın kuramındaki en büyük kuramsal zorluk, bir eyleme karar verirken birisinin kendi haz ya da mutluluğunu istemesi ile çoğunluk kuralına göre öteki insanların mutluluğunu istemesi arasındaki çatışmayı nasıl aşabileceği sorunudur.

Yasa Konusunda Yararlılık İlkesi

Bentham’ın yasama yöntemi her şeyden önce “eylemin verdiği zararı” ölçmek üzerine kuruludur.

Bu noktada Bentham yasa koyucunun dikkate alması gereken birincil ve ikincil kötülüklerden söz eder. Birincil kötülük, bir hırsızın, parasının kaybına yol açmasından dolayı kurbanına çektirdiği acıdır. İkincil kötülük ise başarılı bir hırsızlık, hırsızlığın kolay olduğunu telkin etmiş olur.

Yasa koyucu açısından, ikincil kötülük birincil kötülükten çoğunlukla daha önemli görülür çünkü hırsızlık konusu tekrar ele alınırsa, kurbanın somut kaybı, bir bütün olarak toplumdaki güvenlik ve istikrarın kaybından akla yatkın bir biçimde, pekala daha küçük olabilir. Yasa, topluluğun total mutluluğunu artırmakla ilişkilidir. Bunu da kötü sonuçlar doğuran eylemlerin yapılmasını önleyerek sağlayabilir.

Bentham’ın önerdiği yarar ilkesi, yeni ve basit bir ceza kuramıyla, sadece daha eski kuramlara göre daha kolayca doğrulanmakla kalmayacak, daha etkili bir biçimde cezanın amaçlarını sağlamış olacaktır.

Ceza Kavramı

Bentham’a göre her çeşit ceza kendinde kötüdür çünkü acı ve üzüntü verir. Eğer ceza yararcı bakış açısından doğrulanabilecekse gösterilebilmelidir ki ceza nedeniyle verilen acı, bir şekilde daha büyük bir acıyı önlemeli ya da ortadan kaldırmalıdır.

Bentham’ın Köktenciliği

Bentham, zamanının aristokratik toplum yapısına yarar ilkesinin uygulanamayışının nedenine kendince tanı koydu. Neden, toplumsal bozukluklar ve yasal sistemdeki bozukluklar, en çok sayıda insan için en büyük mutluluğu üretebilecek yeni davranış yolları gösterildikten sonra da hâlen sürüp gidiyor? Yanıt çok açık. Gücü elinde bulunduranlar en çok sayıda insanın en büyük mutluluğunu istemiyorlar. Yöneticiler kendi kişisel çıkarlarına çok daha fazla ilgi gösteriyorlar.

Bu nedenle, bu çatışma ya da çelişkinin üstesinden gelebilmenin yolu yönetenlerle yönetilenin özdeş olmasıdır ya da yönetimi halkın ellerine vermektir. Demokrasi yönetimi en büyük sayıda insanın en büyük mutluluğunu gerçekleştirmeye uygundur.

JOHN STUART MILL

Utilitarianism adlı ünlü yazısında Mill, Bentham’ın açtığı yolda ilerleyerek, yarar ilkesini savunma işine girişir. Bentham eylemin ahlaksallığını doğurduğu haz miktarını ölçmek yoluyla belirlemekteydi. Mill’e göre ise hazları ya da acıları böyle bilimsel şekilde ölçümlemek mümkün değildir.

Mill hazları nitelik bakımından ele alınca daha yüksek hazlar ve daha aşağı hazlar biçiminde ayrımlaştırma yapmak zorunda kaldı. Daha aşağı hazlar Bentham’ın ölçümleme önerdiği bedensel hazlardır. Daha yüksek olanlar ise Mill’in nitelik olarak farklı gördüğü salt insana özgü olan, söz gelimi entelektüel ve estetik hazlardır. Doygunluğa ulaşmış bir domuz olmaktansa, doygunluğa ulaşmamış bir insan olmak daha iyidir.

Mill, savunduğu nitel hazcı yaklaşımı temellendirebilmek için insan doğası kavramına yönelir. Hayvanlar doğaları gereği salt bedensel haz ve acılarını yaşarlar. Bu arada bireyselliğin önemine de vurgu yapar. Ona göre bireysellik, öz-gelişme ile aynı şey demektir.

Özgürlük Üzerine adlı makalesinde şunu belirtir: Yararlılığı etik soruların son başvuru yeri olarak görüyorum ama bu insanın kalıcı çıkarlarında temellenen en geniş anlamda bir yararlılık olarak düşünülmelidir. Bu yüzden bireyin kendi mutluluğu ve genel mutluluk arasındaki ilişkinin açığa çıkarılması da Mill etiğindeki en temel noktalardan biridir. Ona göre yararcılığın sağlam temeli insanlığın toplumsal duygularında bulunmaktadır. Mill bu duyguları kökende, bizimle aynı türden varlıklarla birlik içinde olma isteği olarak betimler. Bu istek insan doğasında güçlü bir ilkedir ya da zamanla geliştiği için böyledir.

Mill yararcılığın ilkelerini politik kurama uygulayınca demokratik kurumları, devletin toplumsal yaşama en az müdahelesini ve serbest ekonomik yarışmayı önerme yolunu tutmuştur.

Mill’in Yurttaş Özgürlüğü ve Hükümet Üzerine Görüşleri

Mill’in bireyin kendini geliştirmesi düşüncesi yurttaş özgürlüğü ya da toplumsal özgürlük üzerine düşüncelerinde merkezî rol oynamaktadır. Bireylerin özgürce gelişimi toplumu da geliştirir ve zenginleştirir. Önce şunu belirtelim: Mill için bireysel özgürlük ve toplumsal özgürlük eş anlamlıdır. Ona göre toplumsal özgürlük toplum tarafından birey üzerinde yasal olarak kullanılabilen iktidarın neliği ve sınırlarıdır.

Başka insanların özgürlüğünü engellemedikçe ve başkalarını etkin biçimde suça kışkırtmadıkça bireyin özgürlüğü kısıtlanmamalıdır. Birinin davranışının topluma karşı sorumlu olduğu biricik yanı başkalarını ilgilendiren yanıdır. Yalnızca kendini ilgilendiren yanında bağımsızlığı hak açısından mutlaktır. Birey kendisi üzerinde, kendi bedeni ve anlığı üzerinde egemendir. Bu yüzden Mill’in genel savı uygar bir toplulukta bireye zor uygulamanın tek haklı gerekçesi “başkalarına zararı engellemek” dir.

Bireyler neyin yararlı olabileceği konusunda hiç de yanılmaz değildirler. Bu nedenle neyin iyi neyin kötü olduğu konusundaki düşüncelerini herkese dayatmaya kalkışmamalıdırlar. Topluluk “Ya bir bireye ya da kamuya kesin bir zarar ya da kesin bir zarar riski olması” dışında kişisel özgürlüğü kısıtlamamalıdır. Ne var ki bu kez de “kesin zarar ya da kesin zarar riski” kavramlarından ne anlaşılacağı sorulabilir. Felsefeci açısından buradaki kuramsal güçlük tam olarak ortadan kalkmış sayılmaz ve kalkması da zor görünüyor. Yine de Batı demokrasilerindeki genel izlenim Mill’in bu genel ilkesini izleme yönündedir. Görüldüğü gibi Mill’in özgürlük uslamlaması, temelde tam bir bireycilik uslamlamasıdır. Her birey başkalarına zarar vermemek koşuluyla kendi istediği yolda özgürlüğünün peşine düşebilir.

Hükümet Üzerine

Mill de demokrasinin en iyi yönetim biçimi olduğunu kabul etmesine karşın, Özgürlük Üzerine adlı yapıtında demokrasi yönetim biçiminin içerdiği belirli tehlikelere dikkati çeker. Demokrasi yönetiminde insanların istencinin genelde çoğunluğun istenci ile eş anlamlı olduğunu ve çoğunluğun da azınlık üzerinde baskı yapabileceğini ve bunun da zaman zaman görüldüğünü öne sürer. Yine baskı kadar büyük bir tehlike olarak bir demokraside düşünce despotluğu (tiranlığı) da bulunabilir. Bundan dolayı bir demokraside bile insanların özgürlüğünü ve öz-gelişim gereksinimlerini yadsıyan güçlere karşı güvenlik önlemleri almak zorunludur.

Bu konuda Mill şu ünlü önermesini ortaya koymuştur: Güvence altına alınan insan türü açısından birey olarak ya da topluluk olarak herhangi birinin ya da birilerinin davranış özgürlüğüne müdahele etme ile ilgili tek ilke, bireyin kendisini koruma (nefsi müdafaa) hakkıdır.

Kuşkusuz yönetimin yasal birtakım görevleri vardır ancak hiçbir yönetim Mill’e göre şu konulara müdahele etmemelidir:

  • bir eylem özel kişiler tarafından daha iyi yapıldığı zaman
  • yönetimin özel bireylere göre eylemi daha iyi yapabilme olasılığı bulunmasına karşın, bireylerin gelişimleri ve eğitimleri bakımından söz konusu eylemi yapmaları arzu edilebilir bir husus olarak görüldüğü zaman
  • yönetimin gereksiz yere gücünün artmasının tehlike oluşturduğu zaman.

Uygulanış tarzı olarak ideal olanı doğrudan demokrasidir, ancak belli bir nüfus genişliğine ulaşmış toplumlarda bunun uygulanması nerede ise olanaksız olduğundan temsili olanından başka bir alternatif yok gibidir. Ne var ki bu yönetim biçiminin tehlikelerini konuyu ele alırken belirttiğimiz gibi, burada çoğunluğun azınlığa baskı yapmasını önlemek için Mill, azınlıkların da etkin bir biçimde temsil edilmeleri gerektiği konusuna vurgu yapar.

Mill, Bentham’ın tümüyle bireyci demokrasi anlayışından yola çıkmakla birlikte, vurguyu niteliğe, yani bireysel kişiliğin gelişimi üzerine yapmakla, sadece haz arayan ve acıdan kaçınan bireysel birim kavramından, tüm güçlerinin uyumlu ve bütünleştirilmiş etkin gelişimini arayan kişi ya da kişilik kavramına geçmiştir. Böylece Mill’in yararcılığı toplumsal öğeyi de ister istemez devreye sokmuştur. Öte yandan Mill her şeye karşın bir bireycidir ve sonuna dek bireyci olarak kalmıştır. Çünkü gerçekten varolan bireyden başkası değildir.

İstenç Özgürlüğü

İstenç özgürlüğünü savunanlara göre isteklerimizin sözcüğün doğru anlamında nedenleri yoktur, onlar nedensiz olarak ortaya çıkarlar. Çünkü istenç o sırada özgürce yani nedensiz olarak istemiştir. Oysa Mill, tüm isteklerin ya da istenç edimlerinin nedenleri olduğunu kabul ettiği için felsefi zorunluluk öğretisi adını verdiği öğretiyi benimsemiştir.

Bu bağlamda Mill için, geçerli olan nedenler; güdüler ve karakterdir. Bu açıdan bir bireyin zihninde bulunan güdüler verildiğinde ve benzer olarak bireyin karakter ve eğilimi verildiğinde ne tür bir davranış sergileyeceği hiçbir yanılgı olmaksızın çıkarsanabilir. Bu yüzden Mill’in bir karakter belirlenimciliği kuramını benimsemiş olduğunu söyleyebiliriz.

Burada özgürlüğü nasıl anladığımıza ilişkin bir soru sorulabilir. Eğer özgürlük alternatif (almaşık) eylem yolları karşıma çıktığında, karakter, istekler ve güdüleri de içermek üzere bütün etmenlerin aynı olacağı kabul edildiğinde bile edimsel olarak yaptığımdan ayrı bir seçim yapabileceğim anlamında alınırsa insanın özgür olduğu kabul edilemez. Mill tüm bu irdelemeyi, eylemin rasgele, körlemesine seçilmiş olduğu anlamında bir istenç özgürlüğü yaklaşımına karşıt olarak ortaya koymuştur. Ona göre ilkede tahmin edilebilirliği kabul etmek, insanın özgür olarak davrandığını söylememizi engellemez.

Mill’in Mantık ve Empirizm Görüşleri

Mill’e göre tümevarım genel önermeler ortaya çıkarma ve tanıtlama işlemidir ve en temel uslamlama biçimidir. Buradaki temel soru, gözlemlenen tikel verilerden hareketle evrensel bir genellemeye nasıl oluyor da geçilebiliyor? Mill burada doğanın biçimdeşliği ilkesini öne sürmektedir. Doğadaki tüm süreçlerin biçimdeş olduğu önermesi tümevarımın genel ilkesi ya da genel aksiyomudur.

Doğa yasaları doğada en yalın anlatımlarına indirgenmiş biçimdeşliklerdir. Tümevarımcı mantığın görevi ise böyle bilgilerin kurulmasını sağlayan uslamlamaları yöneten ilkeleri ve yasaları belirlemektir.

Tümevarımı ele aldığında daha olgusalcı bir konumu benimseyerek, doğa biliminin kurduğu yapıda temsil edilebilecek kararlı bir yapısının olduğunu varsayma eğilimindedir. Bu varsaymada nedensellik yasasının önemi büyüktür. Nedensellik zamansal ardışıklıkla ilişkilidir ve bir başlangıcı olan her olgunun bir nedeni olduğu gerçekliği insan deneyimi ile eş-zamanlıdır. Nedensellik yasasının kabul edilmesi tümevarımcı bilimin temel direğidir.

Buna göre doğadaki tüm fenomenler, önceki nedenler dizisinin koşulsuz sonucudurlar. Eğer evrenin önceki durumunun tamamı yeniden ortaya çıkabilseydi bu yine şimdiki durum tarafından izlenirdi (Full determinizm). Sonuç olarak Mill nedensellik yasasının evrenselliliğine ve yanılmazlığına pratikte kesin gözüyle bakar. Ama kuramsal açıdan mutlak doğrulama olanaklı görünmüyor.