Modern Felsefe 11 – Nietzsche

Hegel’in en köktenci karşıtlarından biri de modern felsefenin en ilgi çekici ve etkili filozofları arasında yer alan Alman Friedrich Nietzsche’dir.

İnsan, Çok-Fazla-İnsan başlıklı yapıtında Nietzsche, pozitivist bir bakış açısı ile metafiziğe saldırmakta, metafizik uslamlamaların sonul anlamda maddeci çizgide açıklanabileceğini savunmaktadır.

1882’de Sevincin Bilimi’ni kaleme almıştır. Bu yapıtta Hıristiyanlığın yaşama düşman olduğu düşüncesi işlenirken “Tanrı öldü” bildirimi pek çok kişiyi şoke etmiştir. 1883-1885 arası yıllarda Zerdüşt Böyle Buyurdu isimli eserini bölümler hâlinde yayımlamıştır. Yapıtın son bölümünde öncesiz-sonrasız yineleniş kuramı açıklanır.

Bu evrede Nietzsche, felsefi görüşlerini ön-plana çıkaran İyinin ve Kötünün Ötesinde (1886) ve Ahlakın Soy Kütüğü (1887) isimli eserlerini yayımladı.

Erken Yazıları ve Modern Kültüre Yönelik Eleştirisi

Nietzsche’nin ilk eserlerinden olan Trajedinin Doğuşu’ndaki temel savları şunlardır:

  • Yunanlılar yaşamın korkunç, tehlikeli ve açıklanamaz olduğunu kabul etmelerine karşın, kötümserliğe teslim olmayıp yüzlerini daima yaşama dönmüşler, bunu da sanat ortamı yoluyla dünyayı ve insan yaşamını dönüştürerek başarmışlardır.
  • Dünyayı estetik bir fenomen olarak görmüş, bunu da Dionisian ve Apollonian tutumlara karşılık gelen iki yolla başarmışlardır. Dionisios yaşam akışının bir simgesidir. Dionysos ayinlerinde görülen ve hiçbir kural tanımayan taşkınlıklar, coşkulu eylemler yaşam akışını simgelemektedir. Buna karşılık Apollon ışığın, ölçünün, kısıtlamanın simgesidir. Bireyleşme ilkesini temsil eder.
  • Nietzsche, Yunanlıların sanata, güzelliğe ve forma olan bu bağlılıklarının temelinde, dürtünün, tutkunun önüne çıkan her şeyi silip süpüren karanlık ve biçimsiz selini görür.

Olgusallık üzerine estetik bir örtü çekmek, ideal bir biçim ve güzellik dünyası yaratmak Apolloncu yol olacaktır, bu yolun anlatımı kendisini Olimpos mitolojisinde epik ve plastik sanatlar alanında bulur. İkinci yol varoluşu tüm karanlığı ve ürkütücülüğü içinde onaylamak ve kucaklamaktır, bu yol Dionysiosçu tutumdur ve kendine özgü sanat biçimleri trajedi ve müziktir.

Nietzsche’ye göre gerçek kültür Dionysos öğesi olan yaşam güçlerinin, Apolloncu öğeler olan biçim ve güzellik sevgisiyle birliğinden doğacaktır.

Nietzsche, bu aşamada, yaşamın mı bilgiye yoksa bilginin mi yaşama egemen olması gerektiğini sorar. Bu ikisinden yaşam, kuşkusuz çok daha yaygın ve belirleyici olduğu için Nietzsche, bilginin ve bilimin egemenliği altına giren on dokuzuncu yüzyıl kültürünün, canlılık güçlerinin öcüne karşı korunmasız bırakıldığını öne sürer.

19. yüzyılda ulaşılan kültürel düzeyden insanların hoşnut göründüğünü ama bir yandan da dehaya düşman olan tekbiçimli bir sıradanlığın öne çıktığını, bunun da demokrasiye ve toplumculuğa yönelik devinimlerle açığa çıktığını savunur.

Nietzsche’ye göre insan esnek bir varlıktır. Kendini aşmaya, taze olanakları olgusallaştırmaya yeteneklidir. Bu nedenle bir görüşe, bir amaca, bir yön duygusuna gereksinim duyar. Bu görüşü ne empirik bilim, ne de Hıristiyan dini sağlayabilir. Çünkü her ikisi de olaylara tarih üstü değerlerle bakmaktadırlar. Geriye sadece insanın kendisini aşmasının olanakları konusunda açık görüşü olan ve tehlikeli olmaktan da korkmayan felsefeci kalır.

Nietzsche’nin Ahlak Eleştirisi

Nietzsche’nin ahlakı ayrıntılı olarak ele almaya başladığı yapıt, İnsanca, Pek İnsanca adlı yapıtıdır. Öncelikle, “ahlak, birincil olarak genelde topluluğu korumanın ve yıkımdan uzak tutmanın aracıdır” denilmektedir. Eğer bu amaç nedeniyle birey üzerinde bir zorlama olacaksa bireyin tutum ve davranışlarını toplumun çıkarlarına uydurmasını sağlamak bakımından olacaktır. Bu zorlamayı geleneğin zorlayıcılığı izler ve toplumun otoriter sesi giderek vicdan adını verdiğimiz biçimi alır. Boyun eğme, hazla ilişkilendirme yoluna gidilerek ikinci bir doğa hâline gelebilir.

İyinin ve Kötünün Ötesinde adlı yapıtında da geniş bir biçimde ele aldığı gibi, bir köle ahlakı ve buna karşıt olarak bir efendi ahlakı ayrımlaştırması ortaya çıkar.

  • Efendi ahlakında, bir başka deyişle aristokratik ahlakta, iyi ve kötü, soylu ve küçümsenebilire eşdeğer hâle gelir ve bu nitelikler yine eylemlerden çok insanlara uygulanır.
  • Köle ahlakında ölçüt, zayıfların ve güçsüzlerin toplumuna yararlı olan şeyler olarak belirlenir. Bu topluma yararlı şeyler, duygudaşlık, iyi kalplilik ve alçak gönüllülük gibi niteliklerdir, bunlar erdemlilik olarak övülürler. Güçlü ve bağımsız bireyler tehlikeli ve kötü olarak görülürler. Kısacası köle ahlakı sürü ahlakıdır, ahlaksal değerlendirmeleri de gereksinmelerinin bir anlatımıdır.

Bu bakış açısı Ahlakın Soykütüğü başlıklı kitabında daha sistematik olarak ele alınmıştır. Burada Nietzsche içerleme kavramından yararlanır. Daha yüksek düzeydeki insanın kendi değerlerini yaşamının ve gücünün bolluğundan yarattığı öne sürülmektedir. Buna karşılık zayıflar ve güçsüzler, güçlülerden korktukları için sürünün değerlerini mutlak imiş gibi öne sürerek güçlüleri ya da soyluları denetleyip evcilleştirmeye çalışırlar. Kuşkusuz bu içerleme sürü tarafından açıkça kabul edilmez ve birtakım dolambaçlı yollarla ifade edilebilir.

Nietzsche, evrensellik ve mutlaklık iddiası taşıyan bir ahlaksal sistem kavramının yadsınması gerektiğini öne sürer. Çünkü bu tür bir ahlak sistemi ona göre içerlemenin meyvesidir ve aşağıya doğru çeken bir yaşam tarzını, bir başka deyişle yozlaşmayı temsil eder. Bu nedenle ayrı ahlak tipleri arasında bir rütbe derecelendirmesi kavramı olmalıdır. Bu durumda sürü isterse kendi değerlerini taşıyabilir ama bunları daha yüksek insan tipine dayatma hakkına sahip değildir.

Bu yüzden Nietzsche, iyinin ve kötünün ötesinde durmaktan söz ettiğinde, herkesi ortak bir düzleme indirgeyen, sıradanlığı destekleyen ve daha yüksek insan tipinin gelişmesini önleyen sürü ahlakının üzerine yükselmek gerektiğini anlatmaya çalışmaktadır. Nietzsche’ye göre Hıristiyanlık, köle ahlakının dayandığı değerlerin evrensellik düzeyine yükseltilmesi amacına hizmet etmiştir.

Ateizm ve Sonuçları

Nietzsche, Şen Bilim’de “Yakın zamanların en büyük olayı Tanrı’nın ölmesidir.” bildiriminde bulunur. Bunun anlamı, Hıristiyan Tanrı’ya inancın inanmaya değmez olması düşüncesidir. Hıristiyan Tanrı artık buyruk ve yasaklarıyla durdurucu olamaz. İnsanların gözleri olgusal-olmayan, doğaüstü bir öte dünya varlığına değil, bu dünyaya çevrilmişti artık.

Bu sözlerden Tanrı’nın insan yaşamına düşman olduğu gibi bir sonuç çıkmaktadır. Nietzsche, Putların Alacakaranlığı’nda bu inancı şu sözlerle pekiştirir: “Tanrı kavramı şimdiye dek varoluşa en büyük karşı çıkıştı.Antichrist’te tanrı kavramı ile “Doğaya, yaşama ve yaşama istencine savaş açıldığını” ifade edilir ve bu dünyaya ve öbür dünyaya yönelik her yalanın tanıtı olarak Tanrı’nın gösterildiğini söyler.

Ona göre Hıristiyanlık insanı zayıf düşürür; boyun eğmeye, vazgeçmeye ve teslimiyete götürür. Kendini aşağı görmesine, vicdan acısı çekmesine yol açar ve kendini özgürce geliştirme yeteneğini köreltir.

Hıristiyan ahlak sisteminin önemli bir parçasını teolojik kökleri olmaksızın sürdürmeye çalışan demokrasi ve sosyalizm gibi laikleşmiş Hıristiyanlık biçimlerinin sonul anlamda başarısız olacağına inanmaktadır. Çünkü bu aşamayı er geç mutlak değerlerin, nesnel ve evrensel bir ahlak yasası düşüncesinin yadsınması aşamasının izleyeceğine inanmaktadır. Böyle bir aşama ise nihilizm (yadsımacılık) aşamasıdır. Tüm etik değerlerin yitirilmişliğini anlatan nihilizmin bir edilgin biçimi vardır, bir de etkin biçimi bulunur.

Nietzsche’ye göre, nihilizmin gelişi kaçınılmazdır. Avrupa’nın yozlaşmış (decadent) Hıristiyan uygarlığının da sonu gelecektir. Aynı zamanda bu, değerlerin yeniden değerlendirilmesi için daha yüksek bir insan tipinin doğuşu için kapıyı açacaktır.

Güç İstenci ve Üst-İnsan Kuramı

Güç istenci kavramı Nietzsche felsefesinin merkezinde yer alır. Zerdüşt Böyle Buyurdu’da, güç istencinin insanın temel güdüsü olduğu ve tüm canlı varlıklarda etkili olduğu söylenir. İnsan yaşamı baştan sona gücü istemekten başka bir şey değildir. Bu söylenenlerden anlaşıldığına göre, bu kuram a priori metafizik bir sav olmaktan çok, geniş kapsamlı empirik bir varsayımdır.

Nietzsche, güç istencini öncelikle bilgi ile ilişkisi içinde ele alır. Ona göre bilgi her şeyden önce bir güç aracı olarak işlev görür. Bu nedenle bilgi isteği, bilmeye yönelme, güç isteminden dolayıdır. Bilginin amacı mutlak gerçekliği, kendi uğruna tanımak ya da bilmek değil, bilgi alanına egemen olmaktır. Duyumlar ve izlenimler kompleksini pratik gereksinimlerimizin gerektirdiği ölçüde şemalaştırarak onlara bir düzen ve biçim dayatırız.

Olgusallık oluştan başka bir şey değildir, ancak oluşun akışına değişmez yapılar dayatarak onu varlık hâline getiren yine biziz. Oysa bütün bu girişimler güç istencinin bir yansımasıdır. Böylece, Nietzsche’ye göre: Bilim, doğaya egemen olmak amacıyla doğanın kavramlara dönüştürülerek betimlenmesidir. Bilgi, canlılık gereksinimleri temeli üzerinde yükselen bir yorumlama sürecidir ve oluşun akışına egemen olma istencini anlatır. Örneğin bir töz olarak “ben” ya da “kendilik-self” kavramı oluşun akışına dayatılmış bir yorumdur.

Nietzsche’ye göre bir yorumun yararlılığından çıkarımda bulunarak onun nesnelliğini çıkarsama hakkımız yoktur. Nesnel gerçeklik ya da mutlak gerçeklik diye bir şey yoktur. Mutlak gerçeklik kavramı oluş dünyasından tatmin olmayan ve kalıcı bir varlık dünyası arayan felsefecilerin icadıdır. Kurgular yorumlardır yorumlarda sadece bakış açılarıdır. Böylece aklın kategorileri denen şeyler de mantıksal kurgular ve bakış açılarıdır. Ama bakış açısına bağlı gerçeklik görüşü kuşkusuz ayrımları kabul eder. Buna göre bazıları pratik açıdan yararlı bazıları ise yararsızdır. Bu ilkeler, bu açıdan sadece insanın oluşun akışına egemen olabilmesini sağlayan araçlardır.

Bu gerçeklik yaklaşımını doğa dünyasına uygularsak, cisimlerin en küçük parçacığı olan her atomun bir güç istenci odağı olduğunu ve gücünü boşaltmaya ya da yaymaya çalıştığını kabul edebiliriz. Bu açıdan doğa yasaları da iki ya da daha çok partikül arasındaki güç ilişkilerini temsil ederler. Evrim sürecinde Darwin’in dışsal koşulların etkisini çok fazla büyüttüğünü söyler. Oysa canlılık sürecinde özsel öge, biçimlendirmek ve oluşturmak için organizmanın kendi içinde bulunan güç odağıdır.

Nietzsche’ye göre, evrimsel süreçte yok olanlar tam da çok daha iyi örneklerdir, tersine yaşamı sürdürenler ortalama olanlardır. Bireysel olarak ele alındığında çoğunluğun üyeleri daha aşağı düzeyde olabilirler ama bir araya geldiklerinde güç kazanmış olurlar.

Ona göre haz ve acı, gücü artırmak adına ortaya konulan çabaya eşlik eden fenomenlerdir. Bu açıdan haz, artmış güç duygusu olarak betimlenebilirken, acı güç istencine karşı bir engelin duyumsanmasından doğar ve güç istenci için bir uyarı görevi görür.

Aşama Düzeni ve Üst-İnsan

Sıradan çoğunluk bir araya geldiğinde güçlü olsa bile, Nietzsche için yükselen yaşamı temsil etmez. Yine de sıradan olanlar gereklidir. Çünkü kültürün gelişmesi geniş bir taban üzerinde olanaklıdır. Bu daha yüksek bir insan tipinin doğuşu için zorunlu bir koşuldur.

Yığınların görevi dünyanın yeni efendilerinin üzerinde kendi yaşamlarını sürdürebilecekleri ve daha da yüksek insan tiplerinin doğuşunu olanaklı kılacak tabanı sağlamaktır. Bu nedenle Nietzsche, daha yüksek insan tipini temsil etmek üzere Üst-insan (der Übermensch) kavramını öne sürer. Buna göre hedef insanlık değil, üst-insandır. İnsan aşılması gereken bir şeydir, hedef değil, hedefe vardıran bir köprüdür.

Üst-insanlar tüm değerleri yeniden değerlendirme, eski değerler tablosunu kırma, kendi zengin içerimli yaşamlarından yeni değerler yaratma yürekliliğini göstermedikçe üst-insandan söz edilemez.

Nietzsche’nin söylemek istediği şey, zihinsel gücün, karakter ve istenç gücünün, bağımsızlık, tutku, beğeni ve dış görünüşün olanaklı en yüksek gelişimi ve bütünleşmesi biçiminde algılanabilir. Üst-insan, tutkularının kaosunu düzenleyebilen, karakterine bir biçim verebilen ve yaratıcı olan bir kişidir, yaşamın korku odaklarının farkında ve yaşamı içerlemeye düşmeksizin onaylayan bir kişidir. Nietzsche, örnek olarak, üst-insanın tek bir kişide birleşmiş Goethe ve Napolyon ya da yeryüzünde ortaya çıkan Epikürosçu Tanrı olabileceğine işaret eder.

Bu terim, herkesin az çok amaç edinebileceği bir ‘ideal insan’ kavramı olarak düşünülebilir. Buna göre, denebilir ki yüksek kültürlü, bedensel açıdan her konuda yetenekli, gücünden dolayı hoşgörülü, hiçbir şeyi yasak olarak görmeyen, bütünüyle özgürleşmiş, yaşamı ve evreni olumlayan bir insan modeli üst-insanı anlatabilir.

Sonsuz Yineleniş Kuramı

Zerdüşt Böyle Buyurdu’da ve Şen Bilim’de Nietzsche, sonsuz yineleniş (döngü) düşüncesine yer verir.

Bu düşüncenin ontolojik bağlamda özeti şudur: Dünyamız gezegen olarak sona erdikten sonra, parçacıkların gücü tarafından tıpkı daha önce olduğu gibi yeniden yapılaşacak, bir başka deyişle yeniden varlığa gelecektir ve bu dünyada olup-biten her şey yeni baştan ve aynen yinelenecektir. Nietzsche’nin bu öğretiyi vurgulamasının başlıca nedeni, felsefesindeki bir boşluğu dolduruyor olmasıdır. Bu kuram aşkın bir tanrının getirilmesini bertaraf ederken aynı zamanda kamutanrıcılığı (panteizmi), tanrı kavramının evren adı altında üstü kapalı yeniden getirilişini de önlemiş olur. Kuram ayrıca bir öte’deki kişisel ölümsüzlük düşüncesini de dışlar ve bunun yerine bu dünyadaki yaşamlarımızın sonsuz yinelenişi düşüncesini koyar,

Bu kuram Nietzsche’nin bu dünyasallık için kararlı bir istencini-seçimini yansıtır. Evren bir anlamda kendi üzerine kapalıdır ve gerçekten güçlü insan, bu evreni kararlılıkla, cesaretle ve sevinçle doğrular. Nietzsche, bu düşünceyi, birey açısından gördüğümüzde yaşama evet deme yeteneğinin bir sınavı olarak görür. Yaşamı olduğu gibi kabul etme ya da güler yüzle doğrulama tutumu güç istencinin de bir anlatımı olacaktır. İyinin ve Kötünün Ötesinde adlı yapıtında, ise Nietzsche oyunun sayısız kez yeniden oynanmasını isteyen ve oyuna değil ama oyunculara da yeniden diye seslenen bir dünya doğrulayıcı insandan söz eder.

Sonuç olarak Nietzsche, tüm çok yönlülükleri ile gerçekten dahi bir yazar ve özgün bir düşünür olarak yeri bir daha doldurulamayacak bir biçimde düşün tarihinde yerini almıştır.