Modern Felsefe 10 – Schopenhauer

Önemli yapıtlarını yayımladığı yıllarda ününün ve etkisinin doruğunda bulunan Hegel’in gölgesinde kalan Schopenhauer, gerçek bir Hegel karşıtı ve hatta düşmanıydı. Fichte, Schleiermacher ve Schelling gibi tüm idealist filozof kuşağından derin bir hoşnutsuzluk duymakta idi.

Dünyadaki İstenç Üzerine (1836) başlıklı yapıtında Platon ve Kant`ın etkisi açıkça ortadadır. Bunlara ek olarak Schopenhauer bir başka etkili kaynak olarak klasik Hindistan kültüründen Upanishad’ları keşfetmiştir. Uzakdoğu felsefesinin bu kolu, Schopenhauer’ın “Tüm her şey bu mu?” “Yaşam bu mu?” sorularının yanıtlanması bakımından, görünümün deneyimlenmesinden başka bir şey olmadığı konusunda çıkarımladığı ussal ya da felsefi sonuçları kişilik özelliklerine bağlı sonuçlarla birleştirmesi bakımından yüreklendirici olmuştur. Schopenhauer’ın bu sorulara verdiği yanıt kötümser (pesimistik) bir “evet” olmuştur.

Schopenhauer’ın metafizik sistemi, metafizik sorunları ilgilendiren bilinen anlamındaki bir metafizik sistem olmaktan çok, yaşam ve gerçeklik üzerine kötümser bir bakışın metafiziksel bir haklı çıkarılışını açımlamak esasına dayanır.

Öncelikle Schopenhauer “Neyi bilebilirim ve şeylerin doğası nedir?” diye sorar. Bu noktada Yeterli Neden İlkesi ile “hiçbir şeyin nedensiz olmayacağını” öne sürer.

Yeterli Neden İlkesinin dört formu şunlardır: Fiziksel nesneler, matematiksel objeler, soyut kavramlar, ben bilgisi.

  • Fiziksel Nesneler: Bunlar uzayda ve zamanda birbirleriyle nedensel ilişkiler içinde varolurlar ve biz bunları sıradan deneyim aracılığıyla biliriz ve yine bunlar madde bilimlerinin inceleme konusunu oluştururlar. Görüngülerin bu dünyasında Yeterli Neden İlkesi bize oluşu ya da değişimi açıklar.
  • Matematiksel Objeler: Burada uzay ve zamanla ilişkili olan geometri ve aritmetikle karşılaşırız. Geometri uzay parçalarının çeşitli konumlarını yöneten ilke üzerinde temellenir. Aritmetikse zaman parçalarını içerir; zaman parçalarının bağlanışı saymayı ve tüm sayıları doğurur. Uzay ve zaman parçalarına ilişkin yasa, yeter neden ilkesinin bir başka biçimini, yani varlık dediğimiz ilkeyi ortaya çıkarır.
  • Soyut Kavramlar: Bu objeleri çıkarım kurallarını uyguladığımız zaman öteki kavramlardan sonuç olarak çıkarırız, kavramlar ve sonuçlar arasındaki ilişki yine yeterli neden ilkesi tarafından yönetilir, burası mantığın alanıdır ve burada yeterli neden ilkesi, bilme yollarına uygulanır.
  • Ben Bilgisi: Ben nasıl bir obje olabilir? Ben-kendilik (self) isteyen, istekte bulunan, istemde bulunan öznedir. Bu isteyen ya da davranan özne, bilen özne için konudur. Biz buna öz-bilinçlilik diyebiliyoruz. Ben ile onun istenç edimleri arasındaki ilişkinin bilgisini yöneten ilke, eylemin yeterli nedeni olarak, kısaca güdülenme (motivasyon) yasası olarak adlandırılabilir.

bu dört formundan çıkan çarpıcı gözlem, her yerde zorunluluğun hazır bulunduğudur. Böylece biz fiziksel zorunluluk, mantıksal zorunluluk, matematiksel zorunluluk ve ahlaksal zorunluluk ile yüz yüze kalırız. Zorunluluğun bu kapsayıcılığı Schopenhauer’da kaçınılmaz olarak kötümserliğin derin bir anlam kazanmasına yol açar.

Schopenhauer’ın Bilgi Öğretisi

Ona göre Kant, modern zamanların tartışmasız en büyük düşünürüdür. Kant’ın felsefe alanında gösterdiği bir şey varsa o da insan deneyiminin ötesinde yer alan herhangi bir şeyin bilgisine ulaşma çabasının yararsız olacağıdır. Schopenhauer’in bilgi kuramı Kant’ın fenomen (algılayan bir zihne görünen şey) ve noumen (kendilerinde-oldukları-gibi-şeyler) arasında yapılan ayrımla başlar.

Schopenhauer, Kant’ın da kabul ettiği gibi, zihnimizin İngiliz empiristlerinin öne sürdüğü gibi salt gördüklerinin edilgin bir alıcısı değil, tersine duyusal materyali şekillendirici ve düzenleyici olarak etkin bir rol üstlendiğini kabul eder. Schopenhauer Kant’ın ayrı ayrı ele aldığı duyarlığın formları ile anlama yetisinin kategorilerini birleştirdi ve nedensellik kategorisini, zamanı ve mekânı, tasarım olarak dünya bilgimizin zorunlu koşulları olarak kabul etti.

İstenç ve Tasarım (İdea) Olarak Dünya

Dünya benim tasarımımdır. Bu tümceyi şaşırtıcı yapan içindeki her sözcüğün aynı zamanda kitabın başlığındaki sözcüklerden biri olmasıdır. Schopenhauer için dünya terimi mümkün olan en geniş anlama sahiptir. O insan, hayvan, ağaç, yıldız, ay, yeryüzü, gezegenler, kısacası tüm evreni içerir.

Schopenhauer, herhangi biri dünya deneyimini dikkatlice gözden geçirdiğinde, bildiği şeyin güneş ya da toprak değil, sadece güneşi gören bir göz ve toprağı hisseden bir el olduğunu anlayacaktır demektedir. İnsanı çevreleyen dünya sadece bir tasarımdır. Bu durum, varolanın tümünün ya da dünyanın, bilgi açısından, sadece özne ile ilişki içinde bir obje olduğu, algılayanın algısı olduğu, yani tek bir sözcükle tasarım olduğu anlamına gelir.

Tüm olgusal olan, yani etkinlik içindeki dünya anlama yetisi yoluyla o şekilde belirlenmiştir ki bunun dışında başka hiçbir şey yoktur. Dünya kendisini bir kişiye, obje olarak bir özneye sunar ve biz özne olarak sadece algıladığımız dünyayı biliriz. Bu şekilde objelerin tüm dünyası ideadır-tasarımdır ve tasarım olarak kalır. Hiç kimsenin dünya tasarımı yetkin değildir ve bu yüzde benim tasarımım senin tasarımın ile aynı olmaz ama herkes “Dünya benim tasarımımdır.” diyebilir.

Kant kendinde-şeyleri asla bilemeyeceğimizi söylemiştir. Biz daima şeylerin dışındayızdır, biz asla onların içsel yapısına nüfuz edemeyiz. Oysa Schopenhauer hakikate götüren biricik bir dar kapı bulduğunu düşündü ve sonsuza dek şeylerin dışında kaldığımız düşüncesine, bulduğu bu biricik dar kapının büyük bir istisna oluşturduğunu iddia etti. Bu istisna “her birimizin kendi istencine-istemesine sahip olduğu” yolundaki bilgimiz ya da deneyimimizdir.

Ona göre bedenin eylemi nesnelleşmiş istencin ediminden başka bir şey değildir. İstenç ve eylem sadece derin düşünmede ayrılırlar. Bilinçliliğimiz içinde kendimize ilişkin bildiğimiz şey, “Salt bilen bir özne olmadığımız, ama bir başka açıdan bilinebilir içkin bir doğaya sahip olduğumuzdur.” Bundan çıkan sonuç, biz kendimiz kendinde-şeyiz; bu kendinde şey istençtir. Ya da Schopenhauer’ın dediği biçimiyle, istenç edimidir; yani kendinde-şeyin en belirgin en sıkı tezahürüdür. Şu hâlde bu, doğruluğa giden biricik dar kapıdır, yani istencin her bir kişinin özü olduğunun keşfidir.

Bizden başlayan yol, kendinde-şeylere ait olan içsel doğayı bizim için açık tutar. Böylece her şeyin içsel doğasının istenç olduğunu öğrenmiş oluruz. Mademki her şey dünyayı yapılaştırandır o halde dünyayı istenç olarak görmeliyiz.

Schopenhauer için istenç, salt ussal kişilere ait değildir. İstenç her şeyde, hayvanda ve hatta ruh taşımayan şeylerde bile bulunur. Aslında, salt bir tek istenç vardır ve her bir şey istencin özel bir tezahürüdür. Şu hâlde tüm doğada karşı konulmaz bir güç, enerji ya da Schopenhauer’ın deyişiyle sürekli ve kör bir itici güç vardır.

Kötümserliğin Metafizik Nedeni

Her şey sanki içindeki içsel bir saatin devinimini ortaya koyar. En düşük yapılı varlık olan amipten en yüksek yapılı varlık olan insana dek her var olan aynı güç, yani istenç tarafından sürüklenir.

Schopenhauer’a göre akıl, istencin bir sıfatıdır. O, ikincildir ya da felsefi anlamda ilinekseldir. Ussal çaba zamanın kısa periyotları boyunca elde tutulabilir, güçten düşer ve dinlenmeye çekilir, sonul anlamda bedenin bir işlevidir. Tersine istenç kesintiye uğramaksızın yaşamı desteklemek ve elde tutmak için devam eder. Mesela rüyasız uyku esnasında akıl işlevini yerine getirmez, oysaki bedenin tüm organik işlevleri devam eder. Bu organik işlevler istencin tezahürleridir.

Schopenhauer insanların sadece görünüşte önlerinde bulunanlar tarafından çekildiklerini, fakat gerçekte arkadan öne doğru itildiklerini söylemekteydi. Bu itici güç, kendisine yöneldikleri yaşam değil, fakat onları ileriye doğru sürükleyen zorunluluktur. Doğanın tümündeki birincil itki yaşamın üretilmesidir. Yaşama istenci yaşam çemberinin devam etmesinden başka bir ereğe sahip değildir. Schopenhauer doğa dünyasını, yaşama istencinin kaçınılmaz olarak sürekli çatışma ve yok etmeyi doğuran acımasız bir savaşımı olarak betimleme yoluna gitmiştir.

Schopenhauer’a göre en az iki kaçış yolu var görünmektedir: Bu kaçış yolları estetik ve ahlak alanlarında olanaklı olabilecektir. Schopenhauer’a göre estetik alanındaki kaçış kısa süreli ve geçicidir, bu bağlamda güzelliğin estetik seyri bir süre için kişiye istencin köleliğinden kaçış yolu sağlamaktadır. Oysa aynı kaçış için ahlakın sunduğu yol çok daha kalıcıdır.

Estetik Kaçış Yolu: Estetik seyirde kişi seyrettiği estetik objeye bir yarar ya da çıkar sağlamak için yönelmez, tersine tümüyle yarardan ve çıkardan arınmış olarak yönelir. Bir başka deyişle estetik obje bir istek nesnesi olarak ya da istek için bir uyaran olarak görülmemelidir.

Kant bu duruma estetik objenin “ereksiz erekliliği” demiştir. Şu hâlde estetik hoşlanma ya da beğenme, bir insanın dikkatini saldırgan yaşama istencini uyaran objelerden, onların yerine tutku ve arzu ile hiçbir ilişkisi olmayan seyir objelerine yoğunlaştırmaya yöneltebilir.

Buna göre bizim bir kişinin resminde gördüğümüz şey belli özel bir kişi değil, insanlığın, tümümüzün paylaştığı belli bir görünümünün bir sunumudur. Schopenhauer’a göre estetik ve etik benzer bir işleve sahiptirler. Çünkü her ikisi de dünyevi tutku dolu çabadan istencin etkinliğinin ötesindeki bir düzeye doğru bilinçliliğimizi yukarılara kaldırmaya hizmet ederler. Bu şekilde kişi, istencin tutsağı olmaktan istence boyun eğmekten bir süreliğine de olsa özgürleşmiş olur.

Schopenhauer’a göre tüm sanatların en yükseği müziktir. Çünkü müzik bir ideayı ya da ideaları, istencin dolaysız nesnelleşmesini sergilemez. İstencin kendisini, kendinde-şeyin iç doğasını sergiler. Bu yüzden insan müzik dinlerken görüngülerin altında yatan asıl gerçekliğin bir bildirilişini alır.

Ahlaksal Kaçış Yolu: Schopenhauer istencin tiranlığından çok daha uzun süreli bir kaçışın yolunu yaşama istencinden vazgeçme formülünde bulmuştur. Zira bir insanın yaşamını komplike hale getiren ve acı çekmeye neden olan şey, sonu gelmeyen arzular biçiminde kendisini ifade eden ve süreklilik gösteren yaşama istencidir.

Böylece ahlak, eğer olanaklıysa istencin yadsınmasını içermelidir. Bu yadsıma özü-yadsıma, çilecilik ve vazgeçme anlamına gelecektir. Acaba kişi yaşamına son mu vermeli diye akla gelebilir. Schopenhauer bunu kabul etmez. Çünkü yaşama son vermek istenci yadsımaktan çok, ona boyun eğmek olacaktır.

Ancak Schopenhauer’ın felsefesinin çerçevesi içinde ahlak olanaklı mıdır? Bireysel insan, tek bir bireysel istencin bir nesnelleşmesidir ve bu nedenle eylemleri belirlenmiştir. Schopenhauer’e göre bu belirlenmişlik tutum değişikliklerinin olanağını ortadan kaldırmaz. Çünkü bireysellik fenomenaldir, numen tektir. Örneğin, bir kişi zaman zaman düşünce ya da bilinçliliğini cisimler dünyasının üzerinden daha yüksek bir düzeye kaldırmayı başarabilir. Bir bireyler çokluğu yalnızca fenomenal özne için varolur.

Bir insan aslında tüm bireylerin bir olduğunu görecek denli fenomenin arkasına geçebilir. Tümü de tek bir istencin fenomenleridir. İşte bu noktada karşımıza etik duygudaşlık düzlemi çıkar. Başkalarının çıkarsız olarak sevilmesi iyilik ya da erdemdir. Bir kişi bir bireye karşı duyduğu yoğun arzudan tüm insanlığa duyulan bir sempati duygusuna geçebilir.

Gerçek iyilik Kant’ın düşüncesinin tersine yalnızca ödev uğruna kesin buyruğa boyun eğmek değildir. Gerçek iyilik sevgidir, kendine yönelik erostan ayrı olarak caritastır, yani öteki insanlara duyulan sempati-duygudaşlıktır. Bu farkındalık, kibarlık-naziklik etiğini doğurabilir. Bu kanaat kibarlığa, sevgiye, merhamete müracaat etmeyi yönlendirebilir çünkü bunlar bize, hepimizin aynı bir varlık olduğumuzu hatırlatır.

İstenç, insan içinden ve onun yoluyla kendinin öyle duru bir bilgisini elde edebilir ki dehşet içinde kendinden uzaklaşır ve kendini yadsır. O zaman insan istenci herhangi bir şeye bağlanmaya son verir ve insan çilecilik ve kutsallık yolunu izler. Bu son açıklamalarla Schopenhauer’ın Uzakdoğu, Hint-Maya felsefesinden nedenli etkilendiğini açıkça görebilmekteyiz.

Görünürdeki bu çelişkiye karşın, böyle bir köktenci kendini yadsıma eylemi ortaya çıkabilir. Ne var ki bu durumun kuraldışı olduğu kabul edilmelidir. Bir başka deyişle ancak aziz düzeyindeki kişiler bunu gerçekleştirebilir. Çünkü istenç özü bakımından özgürdür ve yeterli neden ilkesine bağlı değildir. Schopenhauer, bu şekilde belirlenimcilik ilkesine bir kural dışını kabul etmiş olur. Fenomenin kendisi zaman içinde varolmayı sürdürürken, özgür metafiziksel istenç fenomenin temelindeki doğayı ortadan kaldırarak fenomen ile çelişkisini ortaya koyar.

Felsefenin uzanabildiği düzeydeki kendinde-şey istençtir. İstencin yadsınması her şeyin yadsınması demektir. Eğer istenç kendine döner ve kendini ‘ortadan kaldırırsa’ geriye yokluk kalır.

Schopenhauer’ın felsefesi Fichte-Schelling-Hegel çizgisindeki idealizme karşıt olmakta birlikte, idealizmin bir başka türü olarak karşımıza çıkar. Yorumcuların ifade ettiğine göre Schopenhauer’ın sistemini “aşkınsal istemselci idealizm” olarak betimlemek olanaklı olmaktadır. Dünyanın bizim tasarımımız olması anlamında idealizmdir. Us ya da düşünce kavramından çok istencin dünyanın tözü yapılması anlamında istemselci ve tek bir bireysel istencin kendini deneyimin çeşitli fenomenlerinde belirten mutlak istenç olması anlamında aşkınsaldır.