Louis Althusser – İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları – Kitap Özeti

Althusser’in Marksist teoriye en önemli katkılarından biri “Devletin İdeolojik Aygıtları” adlı teorik metnidir. Filozof bu metninde klasik felsefenin ezeli “ruh-madde” karşıtlığının dışına çıkıyor ve “ruhu ya da “düşünceyi, maddenin belirli ölçüde çarpıtılmış bir yansıması değil, toplumun somut pratikleri ve aygıtları içinde oluşan, maddi bir nesne olarak tanımlıyor.

İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları 

ÜRETİM KOŞULLARININ YENİDEN-ÜRETİMİ ÜZERİNE 

Marx’ın dediği gibi, eğer bir toplumsal formasyon üretimde bulunurken, aynı zamanda üretim koşullarını da yeniden- üretmezse, hayatını bir yıl bile sürdüremeyeceğini bir çocuk bile bilir. Üretimin nihai koşulu, demek ki, üretim koşullarının yeniden-üretimidir.

Üretim sürecinin belirli üretim ilişkilerinin altında ve içinde var olan belirli üretici güçleri harekete geçirdiğini söyleyebiliriz. Bundan, her toplumsal formasyonun var olmak için bir yandan üretirken ve üretebilmek için, aynı anda üretim koşullarını da yeniden üretmesi gerektiği sonucu çıkar. Demek ki şunları yeniden üretmesi gerekiyor: 1. Üretici güçler; 2. Var olan üretim ilişkileri. 

Emek-gücünün yeniden-üretimi işletmenin dışında gerçekleşir. Peki bu nasıl sağlanır? Emek-gücüne kendini yeniden-üretmesinin maddî aracını vererek: Yani, ücret ile. Ücret yalnızca emek-gücünün harcanmasıyla üretilen değerin emek-gücünün yeniden-üretimi için vazgeçilmez bölümünü gösterdiğinden; süreç bu biçimde işler.

Emek-gücünün bu (zengin bir çeşitlilik arzeden) vasıflarının yeniden-üretimi kapitalist düzende nasıl sağlanır? 

Kapitalist eğitim sistemi içinde, başka kurum ve kertelerde:

Bilgilerin ve tekniklerin yanında; iş bölümünün her görevlisinin “tayin edildiği” yere göre uyması gereken terbiye kuralları, görgü “kuralları” öğreniliyor okulda. Sivil ve mesleki vicdan, ahlak kuralları, açıkçası toplumsal-teknik iş bölümüne saygı kuralları ve en sonunda da sınıf egemenliğinin yerleştirdiği düzenin kurallarına saygı.

Emek-gücünün yeniden-üretiminin yalnızca nitelikliliğinin yeniden-üretimini değil, fakat aynı zamanda kurulu düzenin kurallarına boyun eğmesinin de yeniden-üretimi sağlanıyor. Yani yöneten ideolojinin işçiler için yeniden-üretimini ve sömürü ve baskı görevlileri için yönetici sınıfın egemenliğini “söz ile” sağlasınlar diye yöneten ideolojiyi düzgün kullanma yeteneğinin yeniden-üretimini sağlıyor. 

Başka bir söyleyişle, okul (fakat aynı zamanda Kilise gibi başka devlet kurumları, ya da ordu gibi başka devlet aygıtları da) bir sürü beceri öğretiyor, fakat bunu yönetici ideolojiye boyun eğmeyi ya da bu ideolojinin “pratiğinin” egemenliğini sağlayan biçimlerde yapıyor.

Fakat böylece, yeni bir gerçekliğin etkili varlığını tanıyoruz (kabul ediyoruz): ideoloji

ALTYAPI VE ÜSTYAPI 

Marx’ın her toplumun yapısını özgül bir belirlemeyle eklemlenmiş “düzey” ya da “kertelerden oluşmuş biçimde tasarladığını söylemiştik: 

  • Altyapı ya da ekonomik temel 
  • Hukuki, siyasal (hukuk ve devlet) ve ideoloji (çeşitli ideolojiler; ahlaki, dini, hukuki, siyasal vb.) içeren üstyapı. 

Altyapı üst yapıyı belirliyor. Fakat üst yapı da altyapının yeniden üretimine hizmet eder. Üstyapının doğası ve varoluşunun özünü yeniden-üretimdedir.

DEVLET 

Marksist gelenek bu konuda kesin konuşuyor: Devlet, açıkça baskı aracı olarak kabul edilir.

Proletaryaya karşı burjuvazi ve yandaşlarının yürüttüğü sınıf mücadelesinde, “yönetici sınıfların hizmetinde” baskı aracılığıyla müdahale ve yürütme gücü olarak devlet demek olan devlet aygıtı, gerçekten bütünüyle devleti ve gerçekten bütünüyle temel “işlevini” tanımlar. 

Buna karşın burada da bina mecazında belirttiğimiz gibi (altyapı ve üstyapı) devletin özelliğinin bu biçimde sunulması kısmen betimleyici kalmakta. Devletin mekanizmalarını kendi işleyişleri içinde anlamak için, devletin devlet aygıtı olarak, klasik tanımına bir şey eklemenin vazgeçilmez olduğunu düşünüyoruz. 

Tüm siyasal sınıf mücadeleleri Devlet çevresinde döner. Bu noktada devlet iktidarını devlet aygıtından ayırmak gerekir. Sınıf mücadelelerinin hedefi devlet iktidarıdır ve bunun sonucunda devlet iktidarı devlet aygıtının kendi hedefleri doğrultusunda kullanır.

Proletarya, varolan burjuva devlet aygıtını yıkmak ve bu ilk aşamada onun yerine bambaşka bir devlet aygıtı koymak ve ileriki aşamalarda radikal bir süreci, devletin yıkılma sürecini başlatmak için devlet iktidarını elde etmelidir. 

Devletin İdeolojik Aygıtları 

Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA’lar) devletin (baskı) aygıtıyla aynı şey değildirler. Marksist teoride, devlet aygıtının şunları kapsadığını hatırlatalım: Hükümet, Yönetim, Ordu, Polis, Mahkemeler, Hapishaneler vb. ki bunlar bundan böyle bizim devletin Baskı Aygıtı adını vereceğimiz şeyi oluştururlar.

Devletin İdeolojik Aygıtları ile gözlemcinin karşısına, birbirinden ayrı ve özelleşmiş kurumlar biçiminde dolaysız olarak çıkan belirli sayıda gerçeklikleri belirtiyoruz. Aşağıdaki şu kurumları şimdilik DİA’lar olarak kabul edebiliriz

  • Dini DİA (değişik kilise / diyanet sistemleri)
  • Öğretimsel DİA (değişik, özel ve devlet “okullar” sistemi)
  • Aile DİA’sı
  • Hukuki DİA
  • Siyasal DİA (değişik partileri de içeren sistem)
  • Sendikal DİA 
  • Haberleşme DİA’sı (basın, radyo-televizyon ve medya) 
  • Kültürel DİA (edebiyat, güzel sanatlar, spor vb.) 

Şunu diyoruz: DİA’lar devletin (Baskı) Aygıtı ile aynı şey değildirler. Peki farklar nedir? 

  • Devletin birleşik (baskı) aygıtları tümüyle kamu alanında yer almasına karşın DİA’ların (görünüşteki dağınıklıkları içinde) en büyük bölümünün özel alanda bulunduğunu saptayabiliriz. Din kurumu, partiler, sendikalar, aileler, bazı okullar vb. vb. özeldir. 
  • Devlet’in (Baskı) Aygıtı “zor kullanarak” işler, oysa DİA’lar ideoloji kullanarak işlerler.
  • Kiliseler ve okul, ceza, ihraç, seçme vb. uygun yöntemlerle yalnız kendi çobanlarını değil sürülerini de “disipline sokarlar”. Aile de böyledir…

Eğer ilke olarak “yönetici sınıfın devlet iktidarını elinde tuttuğunu böylece Devlet’in (Baskı) Aygıtına sahip olduğunu düşünürsek, bu aynı yönetici sınıfın DİA’larda da etkin olduğunu kabul etmemiz gerekir. Çünkü Devlet’in ideolojik Aygıtlarında gerçekleşen de bütün çelişkileriyle, bu yönetici sınıfın ideolojisinin kendisidir.

Baskıyla değil ideolojiyle işleyen bu DİA’ların “işlevi” nedir? 

ÜRETİM İLİŞKİLERİNİN YENİDEN-ÜRETİMİ ÜZERİNE 

Üretim ilişkilerinin yeniden-üretiminin büyük bir bölümü devlet iktidarının bir yandan DİA’larda, öbür yandan Devletin (Baskı) Aygıtında uygulanmasıyla sağlanıyor. 

DİA’lar çok sayıda ve birbirlerinden ayrıdırlar, “görece özerktirler”. Kimi zaman sınırsız, kimi zaman sınırlı biçimlerde dile getiren çelişkilere nesnel bir alan sağlamaya elverişlidirler. 

Devlet (Baskı) Aygıtının görevi, özü bakımından, son analizde sömürü ilişkileri olan üretim ilişkilerinin yeniden-üretiminin siyasal koşullarını baskı (fiziksel ya da değil) ile sağlamaktır.

Fransız Devrimi’nin hedefi ve sonucu her şeyden önce yalnızca, devlet iktidarını feodal soyluluktan tüccar-kapitalist burjuvaziye geçirmek, devletin eski (baskı) aygıtını kısmen parçalayıp koymak olmamıştır. Aynı zamanda bir numaralı DİA olan Kilise’ye saldırmak olmuştur. Ruhban sınıfın bünyesinin sivilleştirilmesi, Kilise servetlerine el konması ve dini DİA’nın egemen rolünün yerini alacak yeni DİA’ların yaratılması bu hareketin sonuçları olmuştur. 

Tüm DİA’lar, hangisi olursa olsun, aynı hedefe yönelir: Üretim ilişkilerinin yani kapitalist sömürü ilişkilerinin yeniden-üretimi. Her biri bu tek hedefe kendine özgü yoldan katkıda bulunur: 

  • Siyasal aygıt bireyleri devletin siyasal ideolojisine uydurur bu, ya “demokratik”, “dolaylı” (parlamenter) ideolojidir, ya da “dolaysız” (faşist) ideoloji. 
  • Haber aygıtı, tüm “yurttaşları” basın, radyo, televizyon ile günlük milliyetçilik, şovenizm, liberalizm, ahlakçılık vb. dozlarıyla besler. 
  • Kültürel aygıt da aynı şeyi yapar (şovenizmde sporun rolü en ileri derecededir) vb. 
  • Dini aygıt ölüm, evlilik ve doğum gibi önemli törenler veya vaazlarla, insanın bir yanağını tokatlayana ötekini sunacak kadar kardeşlerini sevemiyorsa, külden başka bir şey olmadığını hatırlatarak. 
  • Aile aygıtı… Fazla üstünde durmayalım. 

Bu konserde, ezgisine kulak verilmese bile, bir DİA açıkça egemen rolü oynar; Okul.

Ana okulundan başlayarak, yeni veya eski yöntemlerle, yıllar boyunca, çocuğun “etkilere en açık” olduğu çağda, aile DIA’sı ve öğretimsel DİA arasında sıkışmış olduğu yıllar boyunca, egemen ideolojiyle kaplanmış “becerileri (Ana dil, hesap, doğa tarihi, bilimler, edebiyat),ya da sadece katıksız egemen ideolojiyi (ahlâk, felsefe, yurttaşlık eğitimi) tekrarlaya tekrarlaya çocukların kafasına yerleştirir.

Gençler sınıflı toplumda yerine getireceği göreve uygun ideolojiye pratik olarak sahip kılınır: 

  • Sömürülen olma görevi (son derece gelişmiş mesleki, ahlaki, medeni, milli ve apolitik vicdana sahip)
  • Sömürü görevlisi olma görevi (işçilere emretmeyi ve onlarla konuşmayı bilmek: “İnsani ilişkiler”)
  • Baskı görevlileri (emretmek ve “tartışmaya yer bırakmadan” itaat ettirmeyi bilmek ya da siyasal yöneticilerin belâgatinin demagojisini kullanabilmek) 
  • Profesyonel ideologlar olma görevi (bilinçleri saygı ile, yani hak ettikleri aşağılama ve demagoji ile işleyerek, Ahlâk, Fazilet Aşkınlık, Millet, Ülkenin Dünyadaki Rolü vb. ile besleyebilme yeteneği). 

Başka hiçbir DİA bu kadar yıl boyunca haftanın 5-6 günü 8’er saatten, kapitalist toplumsal formasyonun çocuklarının tümünün zorunlu (ve üstelik, bedava) dinleyiciliğine sahip değildir. 

Kapitalist düzen için hayati olan bu sonucu üreten mekanizmalar elbette evrensel olarak egemen burjuva ideolojisiyle örtülmüş ve gizlenmiştir. Bu ideolojidir ki Okulu: velilerinin (kendileri özgürdürler) kendilerine emanet ettikleri çocukların özgürlüğüne saygılı öğretmenlerin erdemleriyle, onları sorumlu yetiştirdikleri tarafsız bir ortam olarak gösterir. 

İDEOLOJİ ÜSTÜNE 

Marx bu terimi ele aldığında ona, gençlik eserlerinde bile yeni bir anlam verir. İdeoloji, bir insanın ya da bir toplumsal grubun zihninde egemen olan fikirler, tasarımlar sistemidir. Yani ideoloji, Bireylerin Gerçek Varoluş Koşullarıyla Aralarındaki Hayali İlişkilerin Bir Tasarımıdır.

Yaygın olarak dini ideolojinin, ahlaki ideolojinin, hukuki ideolojinin, siyasal ideolojinin vb. aynı zamanda birer “dünya görüşü” oldukları söylenir. Elbette bu ideolojilerden birini gerçek diye yaşamadıkça, bu “dünya görüşlerinin” büyük bir bölümünün hayali olduğu, yani “gerçekliğe tekabül etmediği” kabul edilir. 

Marksist bir dil kullanmak istersek, üretim, sömürü, baskı, ideolojiyi yaygınlaştırma ve bilimsel pratik görevlileri mevkilerindeki bireylerin gerçek varoluş koşullarının tasarlanması, son kertede üretim ilişkilerinden ve üretim ilişkilerinden türeyen ilişkilerden kaynaklanıyorsa, şunu diyebiliriz: Her ideoloji, zorunlu olarak hayali çarpıtması içinde, varolan üretim ilişkilerini değil, fakat her şeyden önce bireylerin, üretim ilişkileri ve onlardan türeyen ilişkilerle olan hayali ilişkisini gösterir. Bu anlamda İdeolojinin varoluşu maddidir. Bir ideoloji her zaman hem bir aygıtta, hem de (aygıtın) pratiğinde var olur.

Mesela bir birey Tanrı’ya ya da Göreve ya da Adalet’e vb. inanıyor. Bu inanç, bir özne olarak, sözü edilen bireyin fikirlerinden türer. Bunun aracılığıyla (inandığı fikirleri özgürce oluşturduğu ya da özgürce kabul ettiği bir bilince sahip bir özne) sözü geçen öznenin (maddi) tavırları doğal olarak ortaya çıkar. Sözü edilen birey şu ya da bu biçimde davranır, şu ya da bu pratik tavrı kabul eder ve dahası özne olarak kendi bilinciyle özgürce seçtiği fikirlerin “bağımlı olduğu” ideolojik aygıtın kimi düzenlenmiş pratiklerine katılır. Tanrı’ya inanıyorsa, ayinii izlemek için Kiliseye gider, diz çöker, dua eder. Ve bu pratikler, içinde yer aldıkları ayin kurallarıyla bir ideolojik aygıtın maddi varlığı içinde düzenlenmişlerdir. Küçük bir kilisede küçük bir ayin, bir cenaze töreni, bir spor kulübünde küçük bir maç, bir okulda bir ders günü, siyasal bir partinin toplantı ya da mitingi vb. 

Bu pratiklerin önemi büyüktür: Pascal aşağı yukarı şunları söyler; Diz çökün, dudaklarınızı dua ederek kıpırdatın, inanacaksınız. Yani Maddi bir ideolojik aygıt içinde varolan, maddi kuralların düzenlediği maddi pratikler, kendi inancına göre vicdan rahatlığı ile hareket eden bir öznenin maddi eylemlerinde varolan pratikleri buyuruyor. Buradan diyebiliriz ki; bir pratik, bir ideolojinin aracılığıyla ve bir ideolojinin içinde vardır ancak. Bir adım öteye götürürsek; bir ideoloji, özne aracılığıyla ve özneler için vardır ancak. Artık İdeoloji bireyleri özne diye adlandırmaktadır.  

Özne kategorisi ancak burjuva ideolojisinin ve özellikle hukuk ideolojisinin ortaya çıkmasından sonra da bu adı almakla birlikte bütün ideolojinin Kurucu Kategorisidir. Kısaca özne kategorisi her ideolojinin kurucu kategorisidir. Sizin ve benim birer özne (özgür, ahlaki vb.) olduğumuz açıktır. Ama kabul etmekte başarısız kaldığımız, karşılaştığımızda: “Apaçık ortada! Bu iyi işte! Gerçekten doğru!” dediğimiz; kaçınılmaz apaçıklıkları, apaçıklıklar diye zorla kabul ettirmek ideolojinin özelliğidir. 

Özne olduğumuzu ve en basit gündelik hayatın pratik kuralları içinde hareket ettiğimizi tanımak bize yalnızca ideolojik tanıma pratiğimizin “bilincini” verir. Fakat hiç bir şekilde bu bilmenin (tanımanın) mekanizmasının bilgisini vermez.

Her ideoloji somut bireyleri somut özneler olanak çağırır ve adlandırır. İdeolojinin varoluşu ile bireylerin özneler olarak çağrılmaları veya adlandırılmaları bir ve aynı şeydir. İdeolojinin dışında geçtiği sanılan şeyler gerçekte ideolojinin içinde geçerler. İdeoloji hiçbir zaman: “Ben ideolojik’im” demez.

Doğacak bir çocuğun nasıl ve ne kadar beklendiğini herkes bilir. Çocuk, doğmadan önce içinde yer alınıp “beklendiği” özgül aile biçimi içinde özne olmak için belirlenmiştir.

Bir adım daha atalım. Şimdi, bu adlandırma mizansenindeki “aktörlerin” ve her birinin rolünün, ideolojinin tüm yapısında nasıl yansıdığına dikkatimizi vermeliyiz. 

Dini ideolojileri incelersek görürüz ki; İdeolojinin kopya çıkaran yani suret oluşturan aynasal yapısı aynı anda şunları sağlar: 

  • “Bireylerin” özne olarak çağrılması;
  • Özne’nin tabiyeti altına girmeleri;
  • Özneler ve Özne arasındaki ve öznelerin kendi aralarındaki karşılıklı birbirini tanıma ve son olarak da öznenin kendisi tarafından tanınması
  • Bu durumda her şeyin çok iyi olduğuna ve öznelerin ne olduklarını tanımaları ve buna uygun biçimde davranmaları koşuluyla her şeyin yolunda gideceğine ilişkin mutlak güvence: “Amin”. 

Özne, bu durumda:

  • özgür bir öznellik: Hareketlerinin yaratıcısı ve sorumlusu olan bir inisiyatif merkezi;
  • daha yüksek bir otoriteye boyun eğmiş, yani özgürce boyun eğmeyi kabul etmek dışında her türlü özgürlükten yoksun, bir başkasının tabiyeti altındaki bir özneyi belirtir.

Ana Özne’nin (tanrının) emirlerine özgürce boyu eğsin, yani kendi tabiyetinin eylem ve hareketlerini “tek başına tamamlasın” diye birey özgür özne olarak çağrılır. Tabiyet altına alınmaları yoluyla ve tabiyet altına alınmaları için vardır ancak özneler. 

DİPNOT: Türkçe “Özne” kelimesinde bulunmayan bir çift-anlamlılık söz konusu burada. Fransızca “Sujet” bizim bildiğimiz anlamda “özne” olduğu gibi, aynı zamanda, “bağımlı” anlamında, “tabi” demektir. Bu kökten türetilme fiil, “tabiyet altına alma” anlamına gelir. Dolayısıyla Althusser kelimenin her iki anlamını bir arada kullanarak ideolojinin belirsiz yapısını çiziyor. 

Üretim ilişkilerinin yeniden-üretiminin gerçekleşmesi sınıf mücadelesinin bakış açısı içinde yer alınmadığı sürece soyut kalır. Sömürünün ve yeniden-üretimin koşullarını güvence altına alan ve sınıfsal baskıyı sağlayan sınıf mücadelesi aygıtı olarak, devlet ve aygıtlarının, ancak sınıf mücadelesi açısından bir anlamı vardır. Bu yüzden DİA’lar genel olarak ideolojinin gerçekleşmesi veya egemen sınıfın ideolojisinin ihtilafsız gerçekleşmesi değildir; bu alanlarda sınıf mücadelesi devam eder ve kendini yeniden üretir.

Marksizm ve Sınıf Mücadelesi

Basit bir fikri hatırlatmama izin verin. Marx’ın temellerini attığı bilimin (tarihi maddecilik) ve Marx’ın (yolunu) açtığı felsefenin (diyalektik maddecilik) yüreği ve merkezi sınıf mücadelesidir. 

Toplumsal sınıflar; kapitalist ekonominin basit bir sonucu, sınıf mücadelesi de sınıfların varlığının basit bir sonucu değil mi? Kapital’in bu şekilde okunması, bu şekilde yorumlanması Marksist teorinin ciddi bir çarpıtılmasıdır: Ekonomist (burjuva) bir çarpıtma! Toplumsal sınıflar Kapital’in sonunda değildirler: Başından sonuna kadar Kapital’dedirler.

Marx kapitalist üretim, dolaşım ve dağıtım (yani sözde tüm ekonomi politiğin) koşullarının tümüne toplumsal sınıfların varlığı ve sınıf mücadelesinin sızdığını ve egemen olduğunu göstermek istiyordu. 

Birkaç cümleyle Marx’ın tezinin temel ilkesini açıklayalım: 

  • “Katıksız” ekonomik üretim yoktur, “katıksız” dolaşım (mübadeleler) yoktur, “katıksız” dağılım yoktur. Bu ekonomik olguların tümü, uzlaşmaz sınıf ilişkileri, yani sınıf mücadelesi ilişkileri olan toplumsal ilişkilerin varlığında gerçekle şen süreçlerdir. 
  • Üretim birimlerinde (fabrikalar, tarımsal işletmeler vb.) gördüğümüz biçimde, toplumsal yararı (kullanım değeri) olan nesnelerin maddi üretimini ele alalım. Bu maddi üretim, bir hammaddeyi dönüştüren üretim araçlarını (makinalar, avadanlık) işleten “emek gücünün” (emekçiler) kullandığı “üretici güçlerin” varlığını gerektirir.
  • Üretici güçler, üretim sürecinde, sömürü ilişkileri olan, üretim ilişkilerinin egemenliği altında işletilirler. İşçiler varsa, onlar ücretlidirler, yani sömürülenlerdir. Eğer yalnızca emek-güçlerine sahip olan ve onu satmak zorunda olan ücretliler varsa, demek ki üretim araçlarına sahip olan ve emek-gücünü sömürmek, ondan artık-değer kazanmak için emek-gücünü satın alan kapitalistler vardır. Uzlaşmaz sınıfların varlığı demek ki üretimin kendinde, üretimin kendi yüreğinde yer alıyor. 
  • Eğer böyleyse “katıksız” üretim ve “katıksız” iktisat yoktur. Uzlaşmaz sınıflar üretim ilişkileriyle, üretim sürecinin başından beri vardırlar. Uzlaşmaz sınıfların bu ilişkisiyle, sınıf mücadelesinin temelleri atılmıştır Sınıf mücadelesi maddî olarak üretimin kendine kök salmıştır. 

Fakat hepsi bu değil. Üretirken, varlığının (üretiminin) toplumsal ve maddî koşullarını yeniden-üretmezse tarihte hiçbir toplum varolmaz, yani hayatını sürdürmez. Burjuvazi bu sınıf mücadelesini, sömürünün siyasal, ideolojik ve maddi koşullarını sürekli kılarak ya da yeniden-üreterek sürdürüyor.

Sınıf mücadelesini aynı zamanda üretimin dışında da sürdürüyor. Burada işçi sınıfını baskı ve ideoloji ile yola getirmek için devletin, devletin baskı aracının ve Devlet’in İdeolojik Aygıtlarının (siyasal sistem, okul, kilise, basın-yayın) rolü işe karışıyor.