Kültürlerarası İletişim – Ders Notu

KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM NEDİR?

Dünya üzerinde insan topluluklarının oluşması, tek tek insanların birbirleriyle iletişim kurmalarının bir sonucudur. İnsan toplulukları kendi içlerinde anlaşmanın, üyelerinin birbirlerini anlamasının yolunu, uzlaşarak, ortak sembollere belirli anlamlar yüklemek suretiyle buldular.

Sözlü iletişim ile birlikte sadece somut dünya değil, düşünceler, hayaller ve duygular gibi soyut kavramlar da dille anlatılabilir oldu. Her topluluk kendine özgü sözsüz iletişim sembolleri de geliştirdi.

İletişim için kullanılan dil ve sözsüz iletişim sembolleri yaşamın diğer alanlarını da etkiledi. İnsan ancak dilinin elverdiği ölçüde düşünebildiği için çevresinde olup bitenleri algıladı, karşılaştığı sorunları dilinin sınırları içinde düşünerek çözmeye çalıştı. Her topluluk karşılaştığı sorunlara bu nedenle farklı çözümler buldu ve bu çözümlere göre yaşamını şekillendirdi. Kültür dediğimiz bu farklı yaşam biçimleri toplulukları birbirinden ayırmaya başladı.

Topluluklar birbirlerinin dilini anlamayınca yaşam tarzlarına, yani kültürlerine de yabancı kaldılar. Kültürlerarası iletişimin konusu, günlük yaşamın çeşitli alanlarında, yukarıda sıralanan farklı kültürlere mensup insanlar arasındaki etkileşimdir.

Kültürlerarası iletişim disiplininin amacı, farklı kültürlere mensup insanlar arasında gerçekleşen etkileşim sürecini bütün yönleriyle anlamak, açıklamak ve bu tür iletişim süreçlerinin olası sonuçları hakkında öngörüler geliştirerek etkin iletişimin yollarını aramaktır.

KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM BİLİMİNİN GELİŞİM TARİHİ

Eski dilde “seyyah” denilen gezginlerin yazdığı gezi kitaplarına “seyahatname” denir. Bireysel gözlemleri içeren bu kitaplar bilimsel açıdan olmasa da belirli dönemler hakkında fikir vermeleri bakımından önemli yapıtlar olarak değerlendirilir. Ruy Gonzales de Clavijo XIII. yüzyılda, Papalık elçisi olarak Moğol İmparatoru Timur’un yanına giderken Anadolu’yu gezmiş ve seyahatnamesinde izlenimlerini yazmıştır.

Benedict kültürlerarası iletişim alanında ilk bilimsel çalışma yapan bilim insanı olarak kabul edilmelidir. Bununla birlikte kültürlerarası iletişim kavramını ilk ortaya atan ve bu kavramı tanımlayarak bilim dünyasına kazandıran Edward T. Hall’dür. Hall 1959 yılında yayınladığı “The Silent Language” adlı kitabında kültürü antropolojik tanımıyla ele almış ve “enformasyon sistemleri kuramı” olarak adlandırılan kuramıyla kültürlerin farklılaşmasını açıklamaya çalışmıştır.

Karşılaşan kültürlerde zamanın ve mekânın nasıl algılandığının bilinmesi, jest ve mimikler ile paradil kodlarının tanınmasının yeterli olduğunu ileri süren Hall, sözsüz iletişimin önemini vurgulamıştır. Sözsüz iletişim bundan sonra, konuşma dışında kalan, mekânın kullanımı (proxemics), sesin dil dışında kullanımı (paradil; paralanguage) ve zamanın kullanımı (chronemics) gibi farklı başlıklar altında incelenmeye başlanmıştır.

1970’ lerde Kültürlerarası İletişim disiplininde hızlı bir gelişme gerçekleşti. Öncelikle Amerikan üniversitelerinde kültürlerarası iletişim dersleri okutulmaya başlandı.

KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİMLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

Hall’e göre, kültür insan toplulukları tarafından, insanın temel gereksinmelerini karşılamak üzere üretilen, yaratılan her türlü insan yapısı ürünler bütünüdür. Kültür yapay bir şeydir, insan tarafından yaratılanların tümüne verilen addır. Zamanla kültür ve uygarlık kavramları birbirinden ayrılmaya başladı ve uygarlık daha çok insan ürünlerinin maddi tarafını kültür ise maddi olmayan tarafını kavramakta kullanıldı.

Kültürü maddi ürünlerden ayrı bir kavram olarak ele alan kültür kuramları, kültürü bir bilişsel sistem, bir yapısal sistem ya da bir sembolik sistem olarak ele alma eğilimindedir. Kültürü bilişsel bir sistem olarak kabul edenlere göre kültür, neyin nasıl olabileceğine, bireyin olan biten hakkında ne hissettiğine ve onunla ilgili olarak neyi nasıl yapabileceğine karar vermesi için gereken standartları içerir.

Kültür kavramını ortak sembolik sistem anlayışı ile tanımlamaya çalışanlar kültürel ve normatif sistemleri birbirinden ayırmak gerektiğini savunurlar. Onlara göre, normatif, yani kural koyucu sistem özellikle karar verme ve etkileşim modellerinin incelenmesi için uygundur.

Bu kitapta, kültürlerarası karşılaşmaları daha kolay analiz edebilmek için, kültür “sembol, anlam ve normların tarihsel aktarım sistemi” olarak tanımlanacaktır.

Kültürlerarasılık

Kültürlerarasılık, etkileşime katılan tarafların farklı kültürlere mensup olmaları halinde ortaya çıkan durumdur.

İletişimi bir süreç olarak kavrayan Süreç Yaklaşımı na göre, iletişim birçok bileşenleri olan bir süreç içinde gerçekleşir. İletişim tek bir eylem değil çok boyutlu bir süreçtir. Anlam Yaratma Yaklaşımı’na göre, iletişim bir anlamın karşı tarafın zihnine aktarılması durumudur. Bu anlamların istemli ya da istem dışı olarak bize aktarılmasının önemi yoktur.

Anlamlar, insan topluluğu üyelerinin üzerinde uzlaşmaya vardığı ve hangi anlamı taşıdığı onlar tarafından bilinen kodlar ve semboller yardımıyla bir bireyden diğerine ya da başka bir mekâna ve zamana aktarılır.

Kodlama genel ifadeyle bir mesajın, iletişim kanalının özelliklerine uygun olacak şekilde, bir simgeleştirme süreci aracılığıyla fiziksel olarak iletilebilecek veya taşınabilecek hale getirilmesidir. Etkileşim sürecine katılan taraflar kodlama yolu ile aktarmak istedikleri anlamları sözlü ya da sözsüz sembollerden oluşan iletiye dönüştürürler. İnsan iletişiminde kodlama, iletişim kurabilmek için çeşitli görsel ve sessel sinyallerin belli kurallara veya kodlara göre düzenlenmesi demektir.

Etkin iletişim niyet edilen anlam ile karşı tarafın çıkardığı anlamın aynı olması durumudur.

Algılama, uyaranların duyu organlarınca fark edilip zihinsel süreçlere dâhil edilmesi demektir.

Bir ileti algılandıktan sonra kodaçımı işlemi gerçekleşir. Bu işlem, iletiyi oluşturan kodların anlamı oluşturmak amacıyla açılmasından başka bir şey değildir.

Bu sembolleri de taşıyan iletiler alındıktan ve kodları açıldıktan sonra ancak hepsi bir arada yorumlanır. Yorumlama sonunda da anlam oluşturulur.

İletişimin İşlevleri

İletişimin birinci işlevi bilgi ya da enformasyon aktarmaktır. Enformasyon işlenmemiş veri anlamında kullanılmaktadır. Enformasyon işlenip özümsenince bilgi olur.

İletişim davranışlarının ikinci işlevi, istemli de olsa istem dışı da olsa sosyal ilişkileri etkilemektir.

İletişim davranışlarının üçüncü işlevi, yararcı işlevdir. Propaganda ve reklam çalışmalarında, iletişim davranışlarının bu işlevinden yararlanılmaya çalışılır.

İletişimin dördüncü işlevi, zihnî ve psikolojik süreçlerle ilgili olan öznel ve duygusal işlevidir.

İletişim Sürecinin Özellikleri

Öncelikle bilinmesi gereken şey, duygu ve düşüncelerimizi bir başkasının zihnine doğrudan doğruya aktarmamız mümkün değildir. Düşüncelerimizi ve duygularımızı doğrudan doğruya aktaramadığımız için, onları semboller aracılığıyla aktarırız.

Bu semboller ses, nesne, hareket, renk, temas olabilir. Bireyin içinde bulunduğu ve başkasının giremediği sınırların genişliği kültürden kültüre değiştiği gibi duygu ve düşünceleri aktarmak için yararlandıkları semboller de kültürden kültüre değişir. Kültür semboller yoluyla nesilden nesle aktarılır ve nesilleri birbirine bağlar.

İletişim sürecinde her ileti bir sonuç doğurur. Başka deyişle algılanan her iletiye bir tepki verilir. Tepkiler bazı durumlarda çok açık ve duyu organlarıyla algılanabilen nitelikte olabileceği gibi, bazı durumlarda kapalı olabilir.

İletişim dinamik bir süreçtir. İletişim sürecine katılanlar iletileri algılar, anlamlandırır, yanıt verir, tepki gösterir. Bu yanıt ve tepkiler diğer tarafça algılanıp anlamlandırılır ve karşılığı verilir. Bu döngü sırasında artık hiçbir taraf eskisi gibi değildir. Bundan sonra iletişim başka bir düzeyde gerçekleşir. Bu süreç, sürece katılanlarla birlikte sürekli olarak değişir. Elinizdeki kitap aracılığıyla kitabın yazarıyla olan iletişim süreciniz de sürekli değişmektedir. Okuduğunuz her satır sizi bir öncekinden farklı kılmaktadır. İletişim süreci belirli bir bağlamda gerçekleşir. Bağlam, iletişim süreci gerçekleşirken içinde bulunulan fiziki ortamı, zamanı ve sosyal ilişkiler ağını ifade eder. Bağlama göre iletişim süreçlerini yöneten kurallar değişir dedik ancak farklı kültürlerde benzer bağlamda gerçekleşen iletişim süreçlerinin kuralları farklıdır.

İletişim sürecine katılan bireylerin birbirlerinin kişisel nitelikleri, iletişimin içeriği ve karşılıklı olarak iletişim biçemleri hakkında bilgi sahibi olmaları, sürecin dönüşmesine ve başka bir nitelik kazanmasına neden olur.

Kültürlerarası iletişim durumlarını açıklamaya çalışan kuramların oluşturulurken öncelikle kültürel farklılıkları sınıflandırmaya ve hangi kültürel niteliklerin hangi kuralları yönettiğini anlamaya çalışırız.

TOPLUMSAL YAŞAM, KÜLTÜR VE İLETİŞİM

Topluluk ve Toplum

Topluluk, belirli amaç için bir araya gelen ve onu oluşturanlar arasındaki bağların çok güçlü olmadığı, uzlaşmayla belirlenen kurallara göre yönetilen, amaç ortadan kalkınca dağılan insan grubudur. Toplum ise bireylerin kurumsal bağlantılarını ve birbirleriyle ilişkilerini üzerinde uzlaşılmış belirli kurallar çerçevesinde yürüttükleri bir birliktir.

Hukuk kurumu toplumu oluşturan birey ve kurumların uyum içinde bir arada yaşamasını ve olabilecek çatışmalarda taraflar arasında adaletin gerçekleşmesini sağlar. Kurumların farklı toplumlardaki biçim ve işleyişi farklıdır.

Her toplum kendi kültürünü yaratır, kültür de onun iç işleyişini belirler.

Değerler ve Normlar

Toplumlar, seçeneği olan düşünce, davranış ve durumlardan birini diğerlerine tercih ederek kendi değerlerini belirlerler. Değer, diğerlerine göre tercih edilen fikir, duygu, davranış ve duruma denir. Norm, bir kültürün tercih ettiği düşünce ya da davranış kurallarına göre belirlenen davranış modelleridir.

Değerler zamanla değişir. Gündelik konuşmalarda “yükselen değer” lerden söz edildiğini duyarız. Unutulmaması gereken konu, toplum içindeki bütün bireylerin toplumsal değer ve normlara aynı derecede bağlı olmadığıdır. Buradan anlaşılacağı gibi, toplumlar kültürel açıdan homojen değildir.

Aynı toplumda ve hatta aynı ailede yetişenler bile kültürü farklı şekilde özümsemeleri, içselleştirmeleri nedeniyle benzer durumlarda birbirlerinden farklı davranış gösterebilirler.

Normların Çeşitleri

En kısa süre etkili olan ve en az yaptırım gücü bulunandan başlayarak en güçlü yaptırımla toplumun bütününü kapsayan normlara doğru alışkanlık, moda, âdet, görenek, gelenek, örf ve yasa şeklinde sıralanabilir.

  • Alışkanlık en zayıf normdur. İnsanlar alıştıkları şekilde davranmaya eğilimlidir. Alışılmış davranışları göstermek toplumsal yaşamda rahat etmenin yollarından biri olduğu için, herhangi bir zarara yol açmıyorsa yaygınlığı artar ve toplum tarafından kabul görerek daha güçlü normlara evrilebilir.
  • Moda, toplum içinde hızla yayılan ve alışkanlıktan sonra gelen ve ona göre daha uzun ömürlü olan normdur.
  • Âdet, genel kabul görmüş iş yapma biçimleri ve davranış örüntülerine verilen addır.
  • Görenek, alışkanlık, moda ve âdetleri içeren geniş kapsamlı bir normdur. Göreneklere uygun davranmamak toplum tarafından hoş karşılanmaz. Göreneğe uymayanlar görgüsüz olmakla suçlanır. Görgüsüzlüğe karşı uygulanan yaptırım ayıplamadır.
  • Gelenek, yaşamın belirli dönemlerine geçiş aşamalarında uygulanan belirli törensel uygulamalar çerçevesinde uyulması gereken bütün normları kapsar.
  • Örf, gelenekten daha dar kapsamlı yaşam alanlarında uyulması zorunlu normları içerir. Örfe aykırı davrananlar toplumdan dışlanır, yakınları ile ilişkisini yitirir ve bazı durumlarda fiziki cezalandırmaya maruz kalırlar.
  • Yasa, toplumsal normlar içinde kuralları ve yaptırımları belirlenmiş ve yazılı olarak kaydedilmiş en güçlü normdur.

Toplumsal Yaşam

Toplumsal yaşam, bireylerin toplumsal sistem içinde, onun kurallarına uyarak sürdüğü yaşamdır.

Normların dışında yaşamı düzenleyen toplumsal senaryolar vardır. Bu senaryolar geleneklerce belirlenen durumlarda, bireylerin toplumdaki konumlarına göre nasıl davranacakları ve ne söyleyeceklerini belirler. Bireyler sadece senaryoda kendileri için biçilmiş rolleri oynar, belirlenmiş replikleri tekrarlar. Çoğunlukla bu senaryoların akışı sorgulanmaz, sadece onlara uygun davranılır. Söz gelimi eve konuk geldiğinde, ziyaretin başlangıcından sonuna uygulanan senaryonun gerekleri yerine getirilir.

Bireylerin mensup oldukları toplumsal tabakalar ve toplumsal sınıflar ile sahip oldukları toplumsal statüler de toplumsal yaşamın belirleyici unsurlarıdır.

BİZ VE ÖTEKİLER

Sosyal bilimlerde bir gruba mensup olanlar “grup içi” diğerlerine ise “grup dışı” terimleri ile ifade edilir. İletişim bilimlerinde ise grup içi olanlar biz, grup dışı olanlar ise öteki demektir. Ötekileştirme, anlamayanı ve anlaşılamayanı dışlamak olarak tanımlanır.

Kalıp Düşünceler, Ön Yargılar

Kalıp düşüncelere sosyal bilimlerde stereotip denir. Stereotipler insanlar, kültürler ve toplumlar hakkındaki basmakalıp fikirlerdir.

Alman halkbilimci Hermann Bausinger, stereotipleri “değişmelere göreceli olarak direnen, sınamalardan kaçan, eleştirisiz genellemeler” olarak tanımlar ve stereotipin, bilimsel olmayan düşüncenin bilimsel adı olduğunu yazar.

Ön yargı: Bir kültür, grup ya da ulus hakkında bireysel deneyimlere dayalı olarak oluşmuş düşüncelerdir. Ön yargılar, bireyler, gruplar, ilişkiler ve nesnelerle ilgili değerlendirici yargılardır.

Ön yargı, değerlendirmeyle ilgili fikri, kanıyı ve tutumu içeren geniş kapsamlı bir kavramdır. Her ön yargıda, bir fikirden yola çıkılarak gerçekleşen bir etkileşim sonucunda, bir kanı edinildikten sonra, bir tutum geliştirilmiştir. Kalıp düşüncede herhangi bir tutum söz konusu değildir. Söz gelişi, “İngilizler soğuktur” ya da “Almanlar dakiktir” kalıp düşüncelerinde herhangi bir tutum belirlenmemiştir.

İnsan iletişiminde ne kalıp düşüncelerden ne de ön yargılardan arınmak mümkündür. Kalıp düşünceler ve ön yargılardan arınmak mümkün olmadığı gibi gerekli de değildir; çünkü kalıp düşünce ve ön yargıların da iletişimde işlevleri vardır. Kalıp düşünceler ve ön yargılar gündelik yaşamda edindiğimiz izlenimleri, deneyimleri ve karmaşık enformasyonu düzenleyerek kategorileştirir ve birey için bir yönelim sistemi oluşturur.

Kalıp düşünceler ve ön yargılar, bireye genel kategoriler, değerlendirme ölçütleri ve davranış stratejileri sunarak, yaşamı kolaylaştırır ve karmaşık durumlarla baş edilmesini sağlar. Aynı zamanda kalıp düşünceler toplumsal uyum ve toplumsal sınırlandırma sistemleri olarak, her toplumun kendini korumasını sağlar.

Etnomerkezcilik

Etnomerkezcilik terimi ilk kez Amerikalı sosyolog William Graham Sumner (1840-1910) tarafından kullanılmıştır. Etnomerkezcilik genel anlamıyla “bireyin, kendi grubunun izlediği yolun diğerlerinden üstün olduğu ya da diğer grupları kendi grubundan aşağı görme düşüncesi” olarak tanımlanır.

Etnomerkezcilik de ötekileştirmenin temel gerekçelerinden biridir. Bu çerçevede tanımlarsak, etnomerkezcilik sınırlı bilgi ve deneyime dayalı olarak başkalarının kültürü hakkında yanlış varsayımlarda bulunmaktır.

Genellikle öteki ile arasında mesafe koymak şeklinde ifade edilen bu tutumlar üç şekilde gerçekleşir.

  • Birincisinde birey, kendi kültürel ölçütlerine göre, yabancı ile arasına, onunla ilgilenmediğini, ona önem vermediğini gösteren bir mesafe bırakır. Bu mesafeye ilgisizlik mesafesi diyoruz.
  • İkincisinde yabancıyla etkileşimde bulunmamak için aralarına daha büyük bir iletişim mesafesi koyar. Bu mesafe sakınma mesafesi olarak adlandırılır.
  • Son olarak, yabancıyla aralarına, düşmanlık duygularını gösterecek derecede mesafe koyar. Bu mesafeye ise aşağılama mesafesi denir.

Belirsizlik ve Kaygı

Belirsizlik, bilinmeyen, neye nasıl tepki vereceği kestirilemeyen yabancıyla iletişime nereden başlayacağını bilememek duygusunu ifade eder.

Kaygı ise bu süreçte olabileceklerden duyulan rahatsızlığı, gerginlik ve endişe duygusunu ifade eder. Kaygı, bilişsel değil, duygusal bir tepkidir. Kısaca, karşıdakinin davranışını tahmin edememek belirsizliğe neden olurken, kaygı, doğabilecek olumsuz sonuçlarla ilgili duyguları içerir.

GÜNDELİK YAŞAMDA KÜLTÜRLERARASILIK

Gündelik yaşam, bireyin toplumsal yaşam içinde diğerleriyle paylaştığı yaşam kesitidir. Gündelik yaşam terimi bir toplumun üyelerinin gündelik yaşamlarının ortak noktalarını ve ortak davranış örüntüleri ile gündelik rutinlerin ortalamasını ifade eder. Bu ortalamayı göz önünde tutarak bir toplumun gündelik yaşamından söz etmek mümkün olabilir.

Gündelik yaşamda kültürlerarasılık durumu yalnız yüz yüze karşılaşmalarda ortaya çıkmaz. Kitle iletişim araçlarının gelişmesi ve yaygınlaşmasının sonucu olarak farklı ülkelerde, farklı kültürel kodlarla üretilmiş medya içerikleri dünyanın her yerinde tüketilmektedir.

Burada temel sorun, kültürlerarası iletişim eğitimi almamış, kültürlerarası iletişim yeterliğine sahip olmayan bireylerin gündelik yaşamlarında kültürlerarası durumlarla nasıl baş edebileceklerini bilememeleridir.

KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM KURAMLARI

ENFORMASYON SİSTEMLERİ KURAMI

Amerikalı antropolog Edward Twitchell Hall (1914-2009) tarafından ortaya atılmıştır. Enformasyon Sistemleri Kuramı kültürün sözsüz bileşenlerini açıklamaya ve iletişim üzerindeki etkilerini ortaya koymak amacıyla geliştirilmiştir. Bu etkinlikleri de etkileşim, toplumsal yaşam, geçimini sağlama, iki cinsiyetlilik, mekânı kullanma, zamanı kullanma, öğrenme, oynama, savunma ve maddeden yararlanma olarak sınıflandırmıştır.

Ortak İnsan Etkinlikleri

Etkileşim: Her canlı, evrimleşme derecesine göre farklı karmaşıklıkta uyarıları algılar ve yanıt verir. Söz ve semboller yalnız insan için uyaran niteliği taşırlar. Benzer uyaranları algılayabilen canlılar arasında bir etkileşimden söz edilebilir. Uyarana verilen tepki karşıdaki tarafından algılandığı durumlarda etkileşim gerçekleşmiş demektir. Hall’ün birinci etkinlik sistemi olarak kabul ettiği etkileşim, diğer etkinliklerin gerçekleşmesi için ön koşuldur. Etkileşim kültürün oluşumunun da ön koşuludur.

Toplumsal yaşam, bireylerin nerede, nasıl davranacaklarını, toplumsal senaryolardaki rolleri de içeren geniş bir kavramdır. Farklı kültürlere mensup bireyler tanımadıkları kültürlerde toplumsal yaşama ayak uydurmakta zorlanırlar.

Geçinme: Geçinme, ortak insan etkinliklerinden biridir. Bütün insanlar, yaşamlarını devam ettirebilmek için beslenmek zorundadır. Her kültürün geçinme etkinliği, o kültürün oluşumundan başlayarak, geçirdiği değişme evreleri ve koşulları tarafından şekillenir.

İki Cinsiyetlilik: Erkek ve kadınlar için kültür tarafından “uygun” görülen davranış örüntüleri küçük yaşlardan itibaren çocuklara öğretilir. Hangi cinsin, hangi bağlamda, nasıl davranacağı toplumsal senaryolar yoluyla ezberletilir.

Kültürün insanları cinsiyetlerine göre ayırmasına neden olan ve biyolojik temeli bulunmayan bütün kural ve normları kapsayan uygulamaları toplumsal cinsiyet kavramı altında incelenir. Toplumsal cinsiyet algılamasındaki farklılıklar iletişim davranışlarında gözlenir.

Mekânı Kullanma: İnsan ile doğal çevre arasındaki ilk fiziksel sınır cilttir. Bundan sonra soyut sınırlar gelir. Bu sınırlar gözle görünmeyen sınırlardır. Birey merkezde olmak üzere, içeriden dışarıya doğru halkalar halinde genişleyen bu sınırların belirlediği mekânlar sırasıyla; kişisel mekân ve egemenlik mekânıdır.

Kişisel mekân, bireyin kendinden başka hiç kimsenin girmesine izin vermediği mekândır. Egemenlik mekânının genişliği de kültürden kültüre değişir. Toplumsal hiyerarşi ve bireylerin toplum içindeki yerleri egemenlik mekânlarının genişliğini belirleyen önemli etkenlerdir.

Zamanı Kullanma: Doğanın belirlediği zamanlamaya doğal zaman adı verilir. Kültürce şekillendirilmiş zamana kültürel zaman denir. Edward T. Hall’e göre, kültürler zamanı kullanma açısından iki gruba ayrılır. Bunlardan birincisi “monochronic” (monokronik) kültürler, diğeri ise “polyhcronic” (polikronik) kültürler dir (Hall ve Hall 1983: 17).

Monokronik kültürlerde etkinliklerin planlanması, sınıflandırılması ve genel olarak hesaplama büyük önem taşır. Polikronik kültürlerde zaman bir nokta olarak algılanır ve bu nedenle de kolay anlaşılan bir kavram değildir: Birçok etkinlik eşzamanlı olarak devam eder. Planlamanın pek bir değeri yoktur çünkü planlara uyma alışkanlığı yoktur.

Öğrenme: Bazı kültürlerde bilgiler belleğe dayalı olarak ve ezber yoluyla aktarılırken, bazı kültürlerde öğrenme için bilgiye ulaşmanın yolları gösterilir. Bazı kültürlerde görerek öğrenme yaygınken bazılarında yaparak öğrenmeye önem verilir.

Kültürün büyük kısmı öğrenilmiş davranışlardan ibarettir. Öğrenme sistemini bilmeden bir kültürün üyeleri ile etkin iletişim de kurulamaz; çünkü her birey enformasyonu kendi kültürel öğrenme kalıpları içinde algılar, anlamlandırır ve içselleştirir.

Oyun: Yaşamın, yerine getirilmesi ya da uyulması zorunlu bütün kural ve koşulları insanı tedirginlik ve kaygı içine sokar ve rahatsız eder. Bu nedenle insanlar, şakalaşmadan başlayıp diğer eğlence türlerine kadar değişen bir çerçevede, yaşamın sert, tekdüze ve sıkıcı akışından kurtulmaya çalışırlar. Yaşamı renklendirmeye yarayan en önemli enformasyon sistemi oyundur. Oyun, yaşamı renklendirmeye yarayan en önemli ortak insan etkinliğidir.

Hall’e göre, kültürel açıdan oyunun kendisi değil, oyunu oynayanın amacı önemlidir. Söz gelişi, hangi yaşta olursa olsun, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika kültürlerinde oyuncular arasında rekabet ve yarışmayı gerektiren oyunlar tercih edilir. Anadolu’da ise durum farklıdır. Anadolu çocuk oyunlarını araştıran Mevlüt Özhan’a göre, çocuğun “… yaşama uyumunu, birlikte karşılıklı sevgi ve saygı içinde yaşamasını” teşvik eden oyunlar tercih edilir.

Savunma: İnsanı tehdit eden başlıca tehlikeler doğadan gelen hastalıklar ve doğal afet dediğimiz doğa davranışları ile diğer insanlardır.

Sağlık iletişimi alanında çalışanlar, ağrı, acı, sancı ve sızlama arasındaki ayrımın bile kültürden kültüre değiştiğini bilirler. Doğa olaylarına karşı savunma ilk çağlardan beri geliştiren çeşitli sistemlerle gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu sistemlerden en önemlisi dindir.

İnsani savunma sistemi, diğer sistemler yanında toplumsal yaşamı en çok etkileyen ve biçimlendiren sistemlerden biridir. Savunma, insan ve toplum yaşamı için bu kadar önemli olunca her kültür kendine özgü savunma davranışları geliştirir ve bu kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu nedenle kültürlerarası iletişimde karşılaşılan kültürün savunma anlayışı iletişim davranışlarına da yansır.

Maddeden Yararlanma: Bilgi, inanç, fikir ve düşüncelerin dışında kalan ve yaşamımızı kolaylaştıran insan yapısı herşeye maddi kültür ürünleri denir. Giyimden yiyeceklere, barınaklardan üretim araçlarına kadar her şey kültürün ürünüdür ve kültürden kültüre farklılık gösterir. Maddi kültür alanındaki bu farklılıklar maddi olmayanlardan daha kolay görünür.

Dünyanın her yerinde bulunabilen bir otomobil Almanya’da farklı, Türkiye’de farklı, Pakistan’da farklı şekilde algılanır ve kullanılır. Otomobili süslemek, eklemeler yapmak ve onunla kurulan duygusal bağ her kültürde değişir. Dolayısıyla maddi kültür ürünleri iletişim davranışlarının oluşması açısından önemli rol oynar.

Bağlam ve Anlam

Edward T. Hall, bütün insanlarda ortak olan bu etkinliklerin farklı kültürlerde birbirine benzemeyen iletişim davranışlarının geliştirilmesine neden olduğunu belirtir. Hall’e göre, kültürün işlevlerinden biri de üyelerinin iç dünyası ile dış dünya arasına seçici bir perde çekmektir. Bu kültür perdesi ya da süzgeci bireyi aşırı enformasyon yükünden korur. Aşırı enformasyon yükü, “enformasyon niceliğinin alıcının bu yükle anlamlı bir biçimde uğraşma ya da yükü işleme kapasitesini aştığı zaman ortaya çıkan durum” u ifade eder.

Enformasyon Sistemleri Kuramı, kültürlerin enformasyon yüküyle baş etme stratejileri açısından farklılaştığını ve bu farkın bireylerin iletişim davranışlarına yansıdığını ileri sürer. Her defasında sadece güncel enformasyonu alarak anlamlandırmak mümkün olur. Bu sürece bağlamlama süreci denir.

Bağlamlama sürecinde birey, algıladığı enformasyonu, belleğindekiler arasından ilgili gördüğü bilgiye bağlayarak anlamlandırır. Bu şekilde aşırı enformasyon yükünden kurtulur. Az miktarda enformasyon işleyerek anlam yaratabilir. Bu tür kültürler geniş bağlamlı kültür olarak adlandırılır. Bu kültürlerin mensupları her konuda bilgi toplamak isterler.

Geniş bağlamlı kültürlerin mensupları iletilerini az miktarda enformasyon içerecek şekilde kodlayarak gönderirler. Geniş bağlamlı kültürlerde, kişilerarası iletişim süreçlerinde sözsüz sembollerden yaygın olarak yararlanılır. Kendileri gibi geniş bağlamlı kültür üyeleri bu iletileri kolayca açar ve anlamlandırır.

Bazı kültürler ise aşırı enformasyon yükünden kurtulmak için her defasında tek bir konu ile ilgili bütün enformasyonu alır ve işlerler. Bu tür kültürlere dar bağlamlı kültür denir. Dar bağlamlı kültürün üyeleri, iletişim konusu olan alanda çok soru sorar, ayrıntıları merak ederler. Kendilerine bir görev verildiği zaman görevin ayrıntıları ile ilgili sorular sorarak kendilerinden ne istendiğini tam olarak öğrenmeye çalışırlar.

Kuzey Amerikalı, Orta ve Kuzey Avrupalılar genellikle dar bağlamlı iletilerden yararlanırken Güney Amerikalılar, Akdenizliler, Orta ve Uzak Doğulular geniş bağlamlı iletiler kullanma eğilimindedir.

Bu farklılık kültürlerarası iletişimde niyetlenilen anlamın aktarılmasında önemli sorunlara neden olur. Bağlam farklılığı nedeniyle ortaya çıkan yanlış anlamalar yüzünden etkin iletişim gerçekleştirilemez. Geniş bağlamlı kültürlerin üyeleri dar bağlamlı iletileri, gereğinden fazla enformasyon içerdikleri için ya seçici perde yüzünden hiç algılamaz ya da sıkıcı ve önemsiz bulur, ayrıntılara dalan dar bağlamlı kültürlerin üyeleri ile sohbet etmekten hoşlanmazlar. Ülkemizden yurt dışına eğitim için giden öğrenciler bu yüzden daha çok Yunan, Bulgar, İtalyan, İspanyol ve Güney Amerikalılarla daha kolay arkadaşlık kurarlar.

Enformasyon Sistemleri Kuramı’nın Eleştirisi

Toplumsal yaşamda çeşitli sınıf ve tabakalar şeklinde ayrışan insanlar arasındaki güç ve iktidar farklılıkları, kişisel özellikler, toplumsal değişme sonucu kültürdeki değişmeler, toplum içi iş bölümü ve toplumun geçirdiği tarihsel süreçler bu kuramda ele alınmamıştır. Bu nedenle Hall’ün kuramından ancak sınırlı bir şekilde yararlanma şansı bulunmaktadır.

KÜLTÜREL BOYUTLAR KURAMI

Kültürel boyutlar kuramı Hollandalı işletme bilimci Geert Hofstede tarafından geliştirilmiştir.

İnsan Doğası

Hofstede’ye göre, bütün insanlar doğanın verdiği ortak niteliklere sahiptir ve bu nitelikler kalıtımsaldır. Korkmak, sevmek, mutlu olmak ya da üzülmek, ortak insan duygularıdır. Aynı şekilde diğer insanlarla ve çevreyle etkileşimde bulunmak, deneyimlerini paylaşmak da ortak insan davranışlarıdır. Ancak korku ve mutluluğu, sevgiyi ifade etme yol ve biçemi insan doğası tarafından belirlenmez. Bu aşamada kültür devreye girer.

Kültür

Hofstede’ye göre, kültür çocuk yaşlardan itibaren edinilen düşünme, hissetme ve dış dünyayı anlamlandırma tarzıdır. Hofstede’ye göre, her kültür kendi mensuplarına belirli düşünce duygu ve dış dünyayla ilgili anlayış modelleri sağlar. Bu modeller bireyin nasıl düşüneceğini, nasıl hissedeceğini ve dünyayı nasıl anlamlandıracağını gösteren, uygulaması kolay, bireyin alışkın olduğu davranış kalıpları ya da davranış örüntüleri dir. Hofstede bu nedenle kültürü zihnî (bilişsel) yazılım (mental programming) olarak adlandırmaktadır.

Ancak, burada belirtilmek istenen insan davranışlarının, daha önceden edindikleri kültürel donanımdan etkilenebileceğidir. Her kültürde, grubun çoğunluğu kültürel norm ve değerler çerçevesinde davranırken, grup üyelerinden bazıları beklenmeyen davranışlar gösterebilir ya da norma uygun olmayan davranışlar sergileyebilir. Bu duruma normdan sapma ya da kısaca sapma denir.

Buna göre, kültür “bir grubun ya da insan kategorisinin üyelerini diğerlerinden ayıran kolektif zihnî yazılımdır”. Hofstede kültürü bilgisayarların işletim sistemlerine benzetmektedir.

Hofstede, bireylerin mensup olduğu kültürü tanıyarak, başka deyişle, bireylerin zihnî yazılımlarını öğrenerek, hangi durumlarda nasıl davranacaklarını kestirmenin mümkün olduğunu ileri sürmektedir.

Kişilik

Kişilik, bireyin çeşitli durumlarda düşünce, duygu güdü ve davranışlarını etkileyen düzenlenmiş, dinamik nitelikler bütünüdür.

Kültürel değişme doğal bir süreçtir. Kişilik özellikleri nedeniyle sahip olduğu ile yetinmeyen ve dünyayı, çevresini farklı açılardan gören bireyler alışılmışın dışına çıkarak yenilikleri ortaya çıkarırlar. Bireyler mensup oldukları kültür yanında kişilik özellikleri nedeniyle farklı davranışlar gösterebilir.

Kültürel Boyut

Kültürel boyut, kültürün diğer kültürlerde ölçülebilen yönüdür. Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde antropologlar, hangi kültüre sahip olursa olsun, bütün toplumların aynı temel sorunlarla karşılaştıklarını, fakat bu sorunlara farklı çözümler bulduklarını ileri sürdüler. Burada dört temel sorun alanı saptandı: otorite ile ilişkiler, birey ile grup arasındaki ilişkiler, erkek ya da kadın olarak dünyaya gelmenin toplumsal etkileri, bilinmeyen karşısında tutum ve saldırganlığın kontrol altına alınması.

Geert Hofstede, Inkeles ve Levinson’un ortak toplumsal sorun olarak ortaya koydukları bu alanların, kültürleri karşılaştırmak için kullanılabileceğini düşündü ve kırk ülkeyi kapsayan bir araştırma ile elde ettiği sonuçları 1980 yılında yayınladı.

Hofstede’nin Kültürel Boyutları

Hofstede, kendinden önce yapılan araştırmalarda saptanmış olan, toplumların ortak temel sorun alanlarını farklı terimlerle kültürel boyut olarak ifade eder: birey otorite ilişkisi: Güç aralığı, birey ile grup arasındaki ilişkiler: Bireycilik-ortaklaşa davranışçılık, erkek ya da kız olarak dünyaya gelmenin toplumsal etkileri: Erillik-dişillik, bilinmeyen karşısında tutum: Belirsizlikten sakınma.

Güç Aralığı: Güç aralığı, bütün toplumlarda gözlenen sosyal konumlar çerçevesinde, toplumu oluşturan bireyler arasındaki uzlaşmaya dayalı iktidar, otorite ya da güç farklarının büyüklüğünü ifade eder. Güç aralığının büyük olduğu kültürlerde aile büyüklerine koşulsuz itaat edilmesi beklenir. Babanın söz ve kararları tartışılmaz. Güç farkının büyük olduğu kültürlerde eğiten ile eğitilen arasındaki hak, görev ve yetki farkı büyüktür. Aynı zamanda iş yerlerinde “üst” ile “ast” ların hak ve yetkileri çok farklıdır.

Anadolu kültürlerinde “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” sorusunun sık sorulmasının nedenlerinden biri de budur. Bu ifade “benim kim olduğumu bilsen böyle davranmazsın” cümlesinin soru halidir. Bir kültürde her makam ya da statü için ayrı iletişim davranışları varsa o kültürde güç aralığı büyük demektir.

Bireycilik Ortaklaşa Davranışçılık: Bazı kültürlerde grubun ya da toplumun ortak çıkarları bireyin çıkarlarından üstün tutulurken, bazı kültürlerde bireysel çıkarlar grup ya da toplum çıkarlarından önemlidir. Ortaklaşa davranışçı kültürlerde grup içi düzenin sağlanması için bireylerin normlara uyması beklenir, uymayanlara sert yaptırımlar uygulanır. Bireyci kültürlerde dayanışma yerine yarışma, takım oyunu yerine yarışa dayalı oyunlar oynama eğilimi yaygındır. Burada başarının derecesi, rakiplerin ne kadar önüne geçildiği ile ölçülür.

Erillik-Dişillik: Eril kültür, “cinsiyete dayalı rollerin belirgin olarak birbirinden ayrıldığı; erkeklerin kararlı, sert ve maddi yönelimli, kadınların alçakgönüllü, duyarlı oldukları ve yaşam kalitesine önem verdiği kültürleri”, Dişil kültür ise “cinsiyete dayalı rollerin birbiriyle kesiştiği, hem kadınların hem de erkeklerin alçakgönüllü, duyarlı oldukları ve yaşam kalitesine önem verdikleri kültürleri” açıklayan kavramlardır.

Eril kültürlerde kızlar erkeklerle hemen her alanda yarışırken dişil kültürlerde hırslı olmak hoş karşılanmaz. Eril kültürde adalet, dişil kültürde ise eşitlik önemlidir.

Belirsizlikten Sakınma: Belirsizlikten sakınma derecesi bireylerin tanımadıkları durumlarda kendilerini tehdit altında hissetme düzeyini ifade eder. Bu duygunun ortalama derecesi kültürden kültüre farklılık göstermekte ve bireyin iletişim davranışlarını doğrudan etkilemektedir.

Belirsizlikten sakınma derecesi yüksek kültürlerde belirsizlik yaratabilecek durumlara meydan vermemek için yaşamın bütün alanlarında anlaşılabilir kurallar geliştirilir. “En kötü kural, kuralsızlıktan iyidir” anlayışı bu tür kültürlerde geçerlidir çünkü belirsiz durumda kalmaktansa kendilerini riske atmaktan çekinmezler. Bu nedenle belirsizlik derecesi yüksek kültürlerde, “ağız dalaşı” ya da “söz düellosu” na pek rastlanmaz. Belirsizlik derecesi yüksek kültürlerde, belirsizlikten kurtulmak için ani tepkiler, belirsizlikten sakınma derecesinin düşük olduğu kültürlerde ise sakin ve kontrollü davranışlar gözlenir.

Zaman Yönelimi Boyutu: Zaman, bütün kültürler için algılanması ve anlaşılması güç, kontrol edilemeyen ortak sorun alanlarından biridir. Kısa dönem zaman yönelimi ne sahip toplumlar genellikle kesin gerçeğe ulaşmakla ilgilenirler. Bu kültürlerin üyeleri belirli kurallar çerçevesinde düşünen ve geleneklere saygılı, geleceğe hazırlık yapmaya göreceli olarak az eğilimli ve hızlı sonuç almaya hevesli insanlardır. Uzun dönem zaman yönelimli kültürlerin üyeleri ise gerçeğin daha çok duruma, bağlama ve zamana bağlı olduğunu düşünür. Gelenekleri değişen koşullara uydurmaya çalışır, tasarruf ve yatırıma istekli ve tutumludurlar, işlerinde sebat gösterirler.

KÜLTÜRLERARASI FARKLILAŞMA VE İLETİŞİM

Algılama, duyu organlarımız aracılığıyla çevredeki etkilerin farkına varmaktır. Göz görmez, zihin görür.

İnsanların gerçekler dünyasında, ancak kendi gerçeklikleri içinde yaşar. Algı kavramı, gerçek olanın birey tarafından olduğundan farklı şekilde görüldüğünü ifade eder. Mesela Aşk ile nefretin kardeş olduğu söylenir. Çünkü aşk inanılmayacak kadar kısa bir sürede nefrete dönüşebilir. Bireyler bu kadar kısa zamanda değişemeyeceğine göre, değişen algı mıdır yoksa bireyler mi? Aslında değişen karşıdaki değildir, birincinin algılarıdır. Aşk ve nefret kadar olmasa da birine karşı sempati duymak, hoşlanmak, sevmek ya da saymak, onunla ilgili algılarımızı önemli derecede etkiler.

Sesli işaretlerle oluşturulmuş kodlara sözel kod denir. Sözel olmayan kodlar da vardır. Bunlara “sözsüz kod” lar diyoruz. Sözsüz kodlar da yapısal olarak sözel kodlara benzer. Giyim kodları, çeşitli giysi parçaları farklı renk ve kombinasyonlarda bir araya getirilerek oluşturulur. Kodlar sadece kendilerini oluşturan işaretler ve ögelerle anlam kazanmaz. Aynı zamanda kodların içinde oluşturulduğu bağlam da taşınacak anlamın yaratılmasında önemli rol oynar. Kodların bağlamı da anlamın yaratılmasında önemli rol oynar. Anlamın koda yüklenmesi işlemine kodlama denir.

Kodlamanın içsel bir süreç olduğunu daha önce belirtmiştik. Birey bu içsel süreçte, aktarmak istediği anlamı, daha önceden öğrendiği, zihnindeki hazır kodlara yükler. Hazır kodlar, kültürün öğrenilmiş kısmını oluşturur.

Algı Süzgeci

Yaşadığımız ortamda çevremizi saran uyaranların, enformasyonun ya da iletişim etkenlerinin az bir kısmını algılarız. Bunun nedenlerinden biri, duyu organlarımızın bütün bu etkenleri algılayabilecek niteliklere sahip olmamasıdır. Ancak bazı etkenler duyu organlarımızın anatomik yapısı ya da fiziksel nedenlerle algılanabilir olsalar da kültürün bilişsel yapıyı şekillendirmesi nedeniyle algılanmazlar.

Bu bilişsel yapı, eğitim yoluyla sistematik hâle getirilir.

Dilini ve alfabesini bilmedikleri ülkelere gidenler arkalarından kendilerine seslenen insanların çağrılarını, yerel işaretleri ya da uyarı levhalarını algılamazlar. Bu durumda olan bireylerin çığlık, kahkaha, ağlama gibi sesler dışında sözel kodlardan ve kültüre özgü sözsüz kodlardan anlam çıkarmaları mümkün değildir. Çünkü, başka kültürlere ait hem sözel hem de sözsüz kodlar bireyin kendi kültürü tarafından düzenlenmiş anlamlandırma sürecine giremezler. Bu düzenlemeye kültürlerarası iletişimde “algı süzgeci” denir. Kültürün çizdiği çerçeveler arasında olmayan uyaranlar algı süzgecinden geçmez.

Algı süzgeci bireylerin enformasyon gereksinmelerine göre şekillenir. Geniş bağlamlı kültürlerin üyeleri, bağlamsal göstergelere karşı duyarlıdır ve onlara önem verirler. Dar bağlamlı kültürlerin üyeleri ise iletişim sürecinde ağırlıklı olarak, yazılı ya da sözel, sözlü (dilsel) mesajlardan yararlanma eğilimi gösterirler. Hall’e göre, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, İngiltere, İsviçre, Almanya ve İskandinav ülkeleri gibi endüstrileşmiş ülkelerin kültürleri genellikle dar bağlamlı; Fransa, İtalya İspanya gibi bazı Avrupa ülkeleri ile Asya, Afrika, Güney Amerika ve Amerikan Yerlilerinin kültürleri geniş bağlamlı kültürlerdir.

Algılama farklılıkları kültürlerarası karşılaşmalarda yanlış anlamaların temel kaynaklarından birini oluşturur.

Düşünce Biçemlerinde Farklılaşma

Kültür, algılama ve kodaçımı evrelerinde belirleyici rol oynar. Düşünme kalıpları ilk çocukluk yıllarından başlayarak edinilir. Düşünme alanında kültürlerin birbirlerinden nasıl farklılaştığını anlamak için bilişsel psikolojide en çok kabul gören ortama bağımlılık ve ortamdan bağımsızlık ayrımından yararlanılır.

İnsanların düşünme biçemleri kültür tarafından şekillenir. Ortama bağımlı düşünme biçemine sahip kültürlerin üyeleri elde ettikleri verilerle bulundukları ortamı bütün olarak kavramaya çalışırlar ve tek tek parçalar üzerinde düşünmezler. Ortama bağımlı düşünme biçemine sahip birey, elde ettiği enformasyon ile ortamın tam bir resmini oluşturmaya çalışır. Geniş bağlamlı kültürlerin üyeleri de her alanda daha önceden topladıkları bilgileri, elde ettikleri yeni bilgilerle tamamlayarak anlam yaratırlar. Dolayısıyla daha az veri ile anlam yaratma olanağına sahiptirler.

Ortamdan bağımsız düşünme biçemine sahip kültürlerin üyeleri çevrelerini “dar bağlamlı algılama biçemi” ile algılarlar. Ortamdan bağımsız düşünme biçemi, bilimsel alanda ‘tümevarım’ olarak adlandırılır. Bu düşünme biçeminin egemen olduğu kültürlerin üyeleri çevrelerini basit karşılaştırmalarla değerlendirir ve yargılarlar. Avrupa kültürlerinde Amerikalılardan farklı olarak tümdengelimsel ve soyut biçem benimsendiği için kavramsal bir dünya önem kazanır.

Batı kültürlerinin temel bilişsel davranış kalıbını mantıksal, kategorici, doğrusal ve analitik; Akdeniz kültürlerini de kapsayan Doğu kültürlerinin temel bilişsel davranış kalıpları genellikle ilişkisel, tamamlayıcı, bütüncül ve sezgisel nitelik taşır. Sezgisel düşünme biçeminde önemli olan sonuç değil, konuyla ilgili kesin gerçeğe ulaşmaktır.

Kişilerarası İlişkilerde Farklılaşma

Her kültürde bireyler arasındaki ilişki derecelerine göre belirlenmiş iletişim kalıpları vardır. Kültürel kalıplar, bireysel farklılıkları ortadan kaldırmaz. Her birey, kültür kalıplarını farklı şekilde içselleştirir ve uygular.

Bireyin yabancıyı ya da genel olarak “öteki” ni nasıl algılayacağı yanında farklı toplumsal bağlamlardaki kişilerarası iletişim davranışları da kültür tarafından belirlenir.

Bireyin İçinde Bulunduğu Grupla İlişkileri

Her toplumsal grupta normları koşulsuz uygulama ile birey özerkliğini koruma gerginliği yaşanır.

Francis Hsu’ya göre, bireycilik Kuzey Amerikan kültürünün üyelerinin kişiliğinin odağında bulunmaktadır. Hsu, Kuzey Amerikan ve Çin kültürlerini karşılaştırıldığında bireyciliğin en önemli farklılık olduğunu bulmuştur.

Antropolog Ruth Benedict de Japon kültürünü “utanma kültürü”, Amerikan kültürünü ise “günah, kusur kültürü” olarak adlandırmıştır. Benedict’in araştırmalarından sonra geçen zaman içinde her iki kültürde de değişme olmasına karşın, bu kuramın günümüzde bile geçerliliğini koruduğu belirtilmektedir. Bu kurama göre, Japonya’da çocuklara “eğer böyle hareket edersen, insanlar sana güler, eğer insanlar sana gülerse, aileni utandırmış olursun” denir. Ülkemizde de aynı davranış kalıpları kullanıldığı göz önüne alınırsa Türk kültürünün de “utanma kültürü” olduğu söylenebilir. Başkalarının algılarına önem verilen kültürlere utanma kültürü denir.

Kuzey Amerikan kültüründe, normlara uygun davranmayan çocuğa “bu davranış doğru değil, eğer böyle hareket etmeye devam edersen cezasını sen çekersin” denir.

Toplumsal Yaşamda Bireylerarası İlişkiler

Bireyci kültürlerde, bireylerarası ilişkiler genellikle bireysel gereksinmeleri karşılama amacına yönelik olarak kurulur ve geliştirilir. Etkinliğe yönelik bu işlevsel yaklaşım, toplum içinde önemli derecede hareketliliği gerekli kılar. Çünkü değişen insan gereksinmelerini karşılamak için, farklı kombinasyonlarda ilişkiler kurma zorunluluğu doğar ve eski ilişkiler koparılırken yeni bireylerle, yeni amaçlara yönelik ve yeni işlevleri yerine getirecek ilişkiler kurulur.

Ortaklaşa davranışçı kültürlerde bireylerarası ilişkilerin temelinde, bireylerin karşılıklı olarak birbirinden hoşlanması, huyunu beğenmesi ve genel olarak bunu bütün olarak kabul etmesi yatar. Yakın ilişki sürdüren bireyler arasında gözlenen sabitlik ve güvenlik duygusu, genellikle bireysel gereksinmeler ve isteklerden üstün tutulur. Yakın arkadaşlar arasında maddi alanda “benim-senin” ayrımı yapılmaz.

Bireyci kültürlerde kısa süreli ve sabit olmayan kişilerarası ilişkilerin bozulması, ilişki kuran bireyler üzerinde önemli psikolojik etkiler bırakmadığı hâlde, ortaklaşa davranışçı kültürlerin üyeleri için “ömür boyu” sürmesi beklenen, göreceli olarak önemli sırların paylaşıldığı bireylerarası ilişkilerin bozulması trajik sonuçlar doğurmaktadır.

Ortaklaşa davranışçı kültürlerde bir kez kurulan bireylerarası ilişki kolayca bozulmaz. Geniş bağlamlı kültürlerde bireysel çıkarlar bireylerarası ilişkilerin sürmesi uğruna feda edilir.

Bireyin Farklı Statüdeki Bireylerle İlişkisi

Bazı kültürlerde statü birey tarafından kazanılır, bazılarında ise statü toplum tarafından verilir.

Güç aralığı az olan kültürlerde, etkileşenler, eğer başka türlü davranmalarını gerektirecek bir neden yoksa iletişim sürecinde birbirlerinin toplumsal statülerini dikkate almaz ve onlara kendileriyle eşit insanlar olarak davranırlar.

Bir kültürdeki güç aralığı ile toplumsal statü algısı arasında doğrudan bağlantı vardır.

Araştırma sonuçlarına göre, kırsal altkültürlerde bireylerarası ilişkiler işleve yönelik değildir. Kentsel altkültürlerde ise bireylerarası ilişkiler özelleşmiş nitelik taşırlar ve bireylerarası ilişkilerde, eğer katılanlar konunun uzmanı değilse olanların verdiği enformasyona önem verilmez.

Kırsal kültürlerde yüz yüze iletişimde elde edilen enformasyon medya dolayımlı enformasyondan daha üstün tutulur. Türkiye’yi içeren kültürlerarası iletişim çalışmalarında kentsel-kırsal altkültürler mutlaka dikkate alınmalıdır.

İletişim Kanallarında Farklılaşma

Kültür hem öğrenilir hem de iletişim yoluyla korunur ve yeni nesillere aktarılır. Kültürler arasında, yaygın olarak kullandıkları iletişim kanallarına göre de farklılıklar vardır. Her kültür, belirli iletişim kanallarını göreceli olarak diğerlerinden daha çok ya da daha az kullanır.

Sözlü kültür geleneğine sahip toplumlarda sözel kanalın kullanımı yaşamın bütün alanlarında diğerlerinden üstün tutulur. Sözlü kültürlerde hitabete özel önem verilir. Ortaklaşa davranışçı kültürlerde grup içi yüz yüze iletişim yaygındır.

Yazılı iletişim kanalı, bazı kültürlerde sözel kanaldan daha yaygın olarak kullanılır. Özellikle bireyci kültürlerde sözel kanaldan elde edilen enformasyona güven duyulmaz. Yazılı kanalı kullanan kültürlerde yazılı edebiyat ve dil zengindir.

Bu kültürlerde toplumda statü kazanmanın yolu başarıdan geçtiği için, yazılı ifadeyi geliştirmek için eğitimin en alt basamağından başlayarak özel bir çaba gösterilir.

Görsel kanal daha sözel kültürlerde daha yaygın olarak kullanılır.

Yeni medya ortamları geleneksel kanal ayrımını ortadan kaldırma yolunda ilerlemektedir. İnternetin yaygınlaşması ve yeni mecraların ortaya çıkmasıyla sözel, yazılı ve görsel enformasyon taşıyan metinler bir arada kullanılmakta ve zaman mekân sınırlamaları ortadan kaldırılarak insanlar farklı kanalları kullanıp iletilerini anlamı en iyi şekilde taşıyacak hâle getirebilmektedir. Bununla birlikte, yeni medyanın farklı kültürlerde nasıl kulanıldığını araştırmaya yönelik yeni çalışmalar kültürlerarasılığın bu alanda da varlığını koruduğunu göstermektedir.

SÖZLÜ İLETİŞİM BİÇİMLERİNDE FARKLILAŞMA

İletişim davranışları temel olarak sözel ve sözel olmayan davranışlar olarak ikiye ayrılabilir. Sözlü iletişim davranışları, anlamları sözel semboller aracılığı ile aktarılmak niyetiyle gösterilen davranışlardır. Sözün olduğu her tür davranış sözlü davranış olarak adlandırılır. Yazılı metinler de sözlerin sembollerinden ibaret olduğu için, yazı yoluyla anlam aktarma da sözel davranışlar sınıfı altında incelenir.

Sözlü ve sözsüz iletişim davranışları bütün insanların ortak davranışlarındandır. Ancak her iletişim davranışı farklı bireyler tarafından farklı tarzda, stilde kullanılır. Buna iletişim biçemi denir. İletişim biçemi, bir bireyin kişilerarası ilişkilerde sıklıkla kullandığı iletişimsel tarzdır.

Bireyler açıklayıcı, yönetici, ilişkilendirici ve analitik kişilik özelliklerine sahip olabilirler.

  • Açıklayıcı kişilik özelliği ne sahip bireyler heyecanlı, karşıdakinin kim olduğunu öğrenmek isteyen, konuşma sırasında karşıdakini sıkacak kadar uzun açıklamalar yapan,
  • Yönetici kişilik özelliği ne sahip bireyler, kendi yollarını belirler ve bakış açılarına güvenirler.
  • İlişkilendirici kişilik özelliği ne sahip bireyler yardımsever olmayı, sıcak karşılanmayı ve dikkat çekmeyi severler. En çok “niçin?” sorusunu sorarlar.
  • Analitik kişilik özelliği ne sahip bireyler çok miktarda veriye ihtiyaç duyar, çok soru sorar ve yöntemli, sistematik çalışmadan hoşlanırlar. En çok “nasıl?” sorusunu sorarlar.

Bireyleri kişilik özelliklerine göre pasif, iddialı ve saldırgan olarak üç gruba ayıran bir başka yaklaşıma göre,

  • Pasif kişilik özelliği ne sahip bireyler alçak ve güvensiz sesle, özür diler gibi konuşurlar.
  • İddialı kişilik özelliği ne sahip bireylerin konuşmalarında kendine güvenen bir ses tonuyla sürekli olarak “ben” dediğini ileri süren bu yaklaşıma göre, söz konusu bireyler konuşma sırasında doğrudan karşıdakinin yüzüne bakar ve rahat bir vücut duruşuyla rahat hareketler sergilerler.
  • Saldırgan ya da sert kişilik yapısına sahip olanlar, yüksek sesle konuşur, “sen” le başlayan cümleler kurar, gözlerini kısarak doğrudan karşıdakinin gözünün içine bakar, sert bir vücut duruşu ve kesin hareketlerle, parmağını karşıdakine yönelterek konuşurlar.

Batı kültürünün davranış örüntülerine dayalı bu yaklaşımlar, bütün insanları kişilik yapılarına göre sınıflara ayırarak, her sınıfın davranışları hakkında belirli çerçeveler çizmektedir. İletişim biçemlerini sadece kişilik özellikleri tarafından belirlenmez. Kültürlerarası farklılık iletişim biçemlerinin farklılaşmasının altında yatan temel nedenlerden biridir.

DİL-KÜLTÜR-DÜŞÜNCE VE SÖZLÜ İLETİŞİM

Dil, sadece iletişim ve duyguların ifadesi için bir araç değildir. Her dil aynı zamanda deneyimler dünyasını kategorize etmeye yarar. Deneyimler ise yaşanan durumlara göre farklılıklar gösterir. Dilsel farklılıkların doğal olduğunu kabul etme yönünde genel bir eğilim vardır. Ancak karşılaştırmalı dil bilimi açıkça göstermektedir ki bireyin her konuşmasında bir seçme söz konusudur. Çünkü normal olarak bu dilsel süreç sorgulanmadığından, her dil grubu kendi kategorilerini doğal ve bütün insanlık için geçerli kabul etme eğilimi gösterir. Eğer başka kültürlerde farklı durumla karşılaşılırsa birey, karşısındakinin mantıksız, aptalca ya da inadına öyle düşündüğünü ya da konuştuğunu sanır.

Bir kültür grubunun dili, onun dünyaya bakışını yansıtır. Dilimizin yettiği kadar düşünebiliriz. Dil kültürün şekillendirdiği yaşantımızın ifadesidir.

Sapir-Whorf Hipotezi

Diğer adıyla Dilsel Görecelik (izafiyet) Hipotezi’nde, dilin sadece fikirleri ifade etme aracı değil, aynı zamanda fikirleri şekillendiren bir araç olduğu ileri sürülmüştür.

Biz doğayı ana dilimizin belirlediği çizgide analiz ederiz. Fenomen dünyasından çıkardığımız kategori ve tipleri orada bulamayız. Aksine, dünya büyük oranda zihnimizdeki dil sistemi tarafından organize edilen ve değişen bir izlenimler akını içinde tanıtılır.

Kültür, dil aracılığıyla düşünme şeklimizi etkiler. Bununla birlikte, dil, kültür ve düşünce arasındaki doğrudan bağlantı fikrine katılmayanlar da bulunmaktadır. Birçok araştırmacı, bütün dilleri kapsayan evrensel bir gramerin olduğunu ileri sürmektedirler.

Kültür ve Dil Kodları

Bernstein’a göre, sözlü iletişim biçemleri, o biçemleri kullanan bireylerin içinde yaşadıkları toplumsal bağlam tarafından belirlenir. Bireyler sözlü iletişim sırasında, dillerinin onlara sağladığı kodlar arasından duruma uygun olanları seçerek ileti oluşturmada kullanırlar.

Bernstein’a göre, neyin nasıl söyleneceği kültür tarafından belirlenir. İnsanlar, ilk çocukluk döneminden başlayarak, sözlü iletişim davranışlarını düzenleyen ilke ve kuralları öğrenirler. Toplumsal yapı, dilsel gelişimini bu yolla etkiler ve çocuğun deneyimlerinin temelini oluşturur. Toplumsal aidiyet duygusu ve toplumsal kimlik, toplumsal yapının ürettiği dil kodları aracılığı ile çocuğa aktarılır. Dilli olarak yetişmiş çocuklar ile birden fazla konuşma sistemine ya da dil kodlarına sahip olanlar, farklı toplumsal yapılar içinde, o yapılara uygun ilkeler çerçevesinde sözlü iletişim davranışlarını yönetebilirler. Kültürlerarası iletişim disiplini, çok dilli çocukların yetişmeleri sırasında edindikleri bu becerileri yetişkinlerin nasıl kazanabilecekleri sorusunun yanıtını aramakta ve elde ettiği verileri uygulama alanına yansıtmaktadır.

Bernstein’a göre, konuşmada “sınırlandırılmış” ve “genişletilmiş” olmak üzere iki tür kod kullanılır.

  • Sınırlandırılmış kod, daha çok toplumsal bağlamın gizli ve içsel imlerine dayanır; bu nedenle de sözcük dağarcığı ve sözlü mesajların yapısı dar çerçevede tutulur. Sözgelişi, yakın arkadaşlar arasında paylaşılan konuların çok olması ya da belirli bir konuda daha önce gerçekleşen enformasyon alışverişi, bir sonraki iletişim sürecinde aynı bireylerin sınırlandırılmış kodlar kullanmalarını gerektirir.
  • Genişletilmiş kodlar ise konuşmacıların sözsüz ve diğer bağlamsal göstergelerden olabildiğince az yararlanarak, mesajın taşıdığı tüm anlamı sözel koda yüklemesi durumunda ortaya çıkar. Sınırlandırılmış kodlarda, enformasyonun büyük bölümü sözsüz kanallardan iletilirken, genişletilmiş kodlarda, enformasyonun hemen tamamı sözel kanallardan iletilir.

Bernstein’ın sınırlandırılmış, genişletilmiş kodlar hipotezi, Hall’ün bağlam-anlam hipotezi ile uygunluk göstermektedir.

SÖZLÜ İLETİŞİM BİÇEMLERİNDE FARKLILAŞMA

Sözlü iletişim biçemi, iletişim sürecine katılan bireylerin kendi düşünce ve duygularını nasıl belirttiklerini, kendilerini sözlü olarak nasıl ifade ettiklerini, sözcükleri nasıl ve ne kadar sözlük anlamında kullandıklarını ifade eden bir terimdir.

Çocuklar sosyalizasyon süreci boyunca; Belirli bağlamlardaki etkileşimde uygun davranışlarda bulunmak için uyacakları kural ve normları, Etkileşimdeki amaçlarına ulaşmak ve ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik uygun etkinliği seçmeyi, Niyet ve arzularını ifade edebilmek için gerekli sözlü iletişim biçemlerini öğrenirler.

İçerik ve Anlam Bağlantısıyla İlgili Sözlü İletişim Biçemleri

İnsanlar algıladıkları iletilerden anlam çıkarırken, sadece içeriğe değil, onun hangi niyetle, hangi formda ve hangi kanaldan gönderildiğini de dikkate alırlar. Söz ne anlam taşırsa taşısın, söyleyiş biçemi anlamı değiştirebilir.

İçerik aynı olsa bile, içeriğin sunuluşuyla ilgili değerlendirme kültürden kültüre değişir. Dolayısıyla iletide ne söylendiği değil, bazı durumlarda nasıl söylendiği önem kazanmaktadır.

1) Doğrudan Sözlü İletişim Biçemi

Doğrudan sözlü iletişim biçemi nde gönderen aktarmak istediği anlamı, algılanabilir sözcükleri düzanlamında kullanarak içeriğe yükler.

Düzanlam: Anlamlandırmanın birinci düzeni olup, bir göstergenin ilk anlamını dile getirir.

Yananlam: Bir sözcüğe ya da isme eklenen duygusal ya da coşkusal çağrışımlara bağlanan ikincil anlam düzeyi. Örneğin “bahar” ın yananlamı “yenilenme” yi, “tazelenme” yi, “yeniden doğuş” u içerebilir.

Kültürel Boyutlar Kuramı’na göre “bireyci” kültürlere mensup bireyler, “kendi düşüncelerini ağırlıklı olarak doğrudan sözlü biçemle iletir. Doğrudan sözlü iletişim biçemini yaygın olarak kullanan kültürlerde sözlü bir mesaj, bağlam ve sözsüz semboller pek dikkate alınmadan tek başına değerlendirilebilir.

2) Dolaylı Sözlü İletişim Biçemi

Dolaylı sözlü iletişim biçeminde ise sözcükler ve deyimler her zaman sözlük anlamlarında kullanılmaz. Bu kültürün üyelerinin “çatışmalardan kaçınma” yı ön planda tutması, kullandıkları dilin yapısı gibi, kullanılan iletişim biçemlerini de etkilemiştir. Anadolu kültüründe, etkileşim sürecinde en çok dikkat edilen konu, etkileşimin devamını sağlayabilmek için, etkileşenler arasında çatışma çıkmasından sakınmaktır. Schiffauer’e göre, “Türk kültüründe genellikle, bir şeyi doğrudan söylemek ve yüz yüze gelmek yerine çatışma çıkabilecek durumlarda, sohbet konusu kapatılır” (Schiffauer, 1992: 111).

Dolaylı iletişim biçemi grup içi uyumu korumaya yöneliktir. Söz gelişi Japon kültüründe, etkileşim sırasında söylenen “evet”, “tamam” ve benzeri sözcükler, konuşmada ileri sürülen fikir ya da isteklerin kabul edildiği anlamına gelmez ve sadece konunun anlaşıldığını ya da bireyin karşıdakini dinlemekte olduğunu ifade eden göstergeler yerine geçer.

İletinin Kapsamıyla İlgili Sözlü İletişim Biçemleri

1) Geniş Kapsamlı Sözlü İletişim Biçemi

“Geniş kapsamlı sözlü iletişim biçemi, enformasyon alışverişi sırasında, etkileşim sürecinin amacı ve gereksinmeleriyle ilişkin değil gibi görünen ancak konuyla ilgisi olan enformasyonun da verildiği iletişim biçemidir.

Geniş kapsamlı sözlü iletişim biçeminde anlam, ilişkili diğer anlamlarla birlikte aktarılır. Geniş mesajın birbirine geçtiği bu iletişim biçemi, aynı kültürü paylaşmayan bireylerin gönderilen mesajları algılamasını olanaksız kılar.

Geniş kapsamlı biçemde olumsuz yanıt vermek için bütün bahane ve gerekçeler sıralanır. Söz gelişi “Benimle sinemaya gelir misin?” sorusuna “hayır” diye yanıt verilirse bu mesaj, ya yanıtı verenin soruyu yöneltene kırgın olduğu ya da başka bir sorun yüzünden gelemediği şeklinde yorumlanır. Bu nedenle yanıt geniş kapsamlı olmalıdır. Nedenler, geçerli gerekçeler açıklanmalı, eğer açıklanamıyorsa başka bahaneler öne sürülmelidir. Aksi hâlde, gönderilen mesajın yorumlanması, istenmeyen sonuçlar doğurabilir.

Geniş bağlamlı kültürlerde önem verilen grup ahengini koruma da böylece gerçekleşmiş olur. Bu biçemin yaygın olduğu toplumlarda, enformel grup görüşmeleri olan “sohbet” kavramının özel bir önemi vardır. “Hoş sohbet” kişiler, bir araya geldikleri bireylerle konuşulacak bir konu bulabilen ve bu konu çerçevesinde, kimseyi kırmadan, sert tartışmalara girmeden ve kimseyi eleştirmeden konuşabilen, konuşmalarını söz ustalığı ile bezeyebilen kişilerdir. Bu bireyler toplumda saygınlık görür.

Anlamı aktarmak için gerekli enformasyon ile iletinin kapsamı arasındaki ayrıma dikkat etmek gerekir. Yani geniş bağlamlı kültürlerde karşı tarafa gönderilen iletide, asıl amaca yönelik az miktarda enformasyon anlam yaratmak için yeterlidir. İletinin geri kalanı, konunun etrafında dolaşan ve başka konulardaki ek enformasyondan ibarettir ve bu ek enformasyonun amaçlanan anlamı yaratmakta bir rolü yoktur.

Dar bağlamlı kültürler için “anlaşılmaz olan bu biçeme bir örnek olmak üzere, yazarın Türk işçileri ile Alman yöneticiler arasında gözlediği bir iletişim durumunu aktarmak yararlı olacaktır: “Bir Türk işçi, bir hafta sonrası için ustabaşından üç günlük izin almak ister ve dinlenme saatinde onun yanına gidip “gelecek hafta üç gün izin almak istiyorum” der. Ustabaşının yanıtı: “Listeye bakayım, eğer gelecek hafta yeterince adam varsa izin veririm” şeklinde olur. Türk işçi, “ama benim önemli işim var, gitmem lazım. Yeğenimin bir sorunu varmış, beni çağırdılar” der. Ustabaşı, “bu beni ilgilendirmez, sonra gel listeye bakalım” deyince, işçi sesini çıkarmadan bir süre daha büroda ayakta bekler. Ustabaşı kahve içmekte ve bir şeyler yemektedir, işçiye bakmaz bile. İşçi “hoşça kalın” demeden arkasını döner ve bürodan çıkar. Ertesi gün formen ustabaşına gider ve izin isteyen işçinin işe gelmediğini söyler. İşçi öğleye doğru telefon etmiş ve hasta olduğu için işe gelemediğini, ertesi gün doktor raporunu göndereceğini bildirmiştir. Gerçekten, ertesi gün doktor raporu gelir. İşçi on gün evde dinlenecektir. On gün sonra işçi işe gelir. Ustabaşı onu yanına çağırır ve hastalığının ne olduğunu sorar. İşçi “raporda yazılı” diye sertçe yanıt verir. O günden sonra ustabaşı ile Türk işçinin ilişkileri bozulur. Ustabaşı, sık sık sağlık raporu alarak işe gelmediği için, işçiyi personel bürosuna şikâyet eder (Kartarı, 08.09.1993 tarihli alan protokolünden).

Bu sorunun temelinde farklı kültürlerden insanların farklı iletişim biçemlerinden yararlanmaları ve karşı tarafın iletişim biçemini, kendi kültürel kalıplarına göre değerlendirmeleri yatmaktadır. Olayın başlangıcına dönülürse, Türk işçinin, “dinlenme saatinde” Alman ustabaşının bürosuna gittiği belirtilmektedir. “Dinlenme zamanı” Alman kültürünün üyeleri için en dokunulmaz “bireysel hak” lardan biridir. Almanya’da her gün saat 12.00-15.00 saatleri arasında “Ruhestunde” (sükûn saati) denilen süre içinde gürültü yapılmaz. Sözgelişi, çamaşır makinesi çalıştırılmaz, elektrikli süpürge kullanılmaz, ev aletleriyle iş yapılmaz. Bazı apartmanlarda gece saat 22.00’ den sonra duş almak bile sakinlerin ortak kararıyla yasaklanmıştır. İş yerlerinde ise dinlenme saatinde hiçbir Alman’a iş yaptırma olanağı yoktur. Böyle bir talep onun bireysel haklarını hiçe saymak anlamına gelir. Bununla birlikte, yıllardan beri Türkler, Yunanlılar, İtalyanlar ve İspanyollar gibi Akdeniz ülkelerinden işçilerle birlikte çalışan ustabaşı, onların dinlenme saatinde kendisini “rahatsız etme” lerine alıştığı için, Türk işçiye, kendine göre normal-hatta olumlu-olan, yanıtı vermiş, “listeye bakayım, eğer gelecek hafta yeterince adam varsa, izin veririm” demiş, sonra da dinlenme arasında kahvesini içmeğe devam etmiştir. Türk işçi, ustabaşının bu davranışını başka şekilde algılamış ve yorumlamıştır.

Yazar yukarıda anlatılan olayın analizini yaptıktan sonra, işçi temsilciliği ve fabrika yönetiminin onayını alarak, bu iki farklı kültür üyesini bir araya getirip çatışmanın arkasında yatan “anlamama” ve “yanlış anlama” ları açıklamış ve taraflar analizin doğru olduğunu belirterek, birbirlerini yanlış anladıklarını kabul etmiş ve barışmıştır.

Görüldüğü gibi, iki taraf da kendi açısından haklıdır.

2) Dar Kapsamlı Sözlü İletişim Biçemi

Dar kapsamlı sözlü iletişim biçemi daha çok dar bağlamlı ve belirsizlikten sakınma derecesinin göreceli olarak düşük olduğu kültürlerde yaygın olarak kullanılır. Konuyla ilgili de olsa talep edilmeyen enformasyon aktarılmaz. Ne az, ne de çok bilgi verilir. Ancak amacı, gereksinmeleri ve istekleri açıklamak için, gerektiğinde temel ve tamamlayıcı enformasyon da verilir.

Dar bağlamlı ve belirsizlikten sakınma derecesinin düşük olduğu kültürler dar kapsamlı ve doğrudan mesajları yeğlerler.

Kültürün Bireye Yaklaşımıyla İlgili Sözlü İletişim Biçemleri

Kültürün bireyi yerleştirdiği konum, bireyin iletişim biçemini belirler.

Bireyci kültürlerin üyeleri sözlü iletişim sırasında sözlerine “ben” ile başlar, kendini öne çıkarmaktan çekinmez ve aktarmak istediği anlamları kendi niyet, inanç ve fikirleri çerçevesinde sözel olarak ifade eder. Bu biçeme kişisel sözlü iletişim biçemi denir. Bireyci kültürlerin üyeleri kişisel sözlü iletişim biçemi kullanma eğilimindedir.

Ortaklaşa davranışçı kültürlerin üyeleri sözlü iletişim sırasında özne olmaktan sakınır, kendini öne çıkarmaz ve aktarmak istediği anlamları mensubu olduğu grubun, toplumun ortak niyet, amaç ve fikirleri çerçevesinde ve içinde bulunulan bağlamla ilişkilendirerek ifade etmeye çalışır. Bu biçeme bağlamsal sözlü iletişim biçemi denir. Ortaklaşa davranışçı kültürlerin üyeleri bağlamsal sözlü iletişim biçemi kullanma eğilimindedir.

Bağlamsal biçemde, karşıdakini toplumsal bağlamı içinde görmek gerekir. Türkçede karmaşık toplumsal ilişkilere koşut olarak, bireyci kültürlerin dillerinde karşılığı olmayan çok sayıda unvan vardır. Söz gelişi, Almancada “Schwägerin” sözcüğü hem yenge, hem baldız, hem görümce, hem de elti anlamında kullanılır. Oysa Türk kültüründe bu unvanların her birinin yeri ayrıdır.

Ortaklaşa davranışçı kültürlerde toplum içinde her konumun ayrı adı vardır. Bu kültürlerde ben yerine biz, benim yerine bizim sözcükleri tercih edilir.

Bireyin Yönelimiyle İlgili Sözlü İletişim Biçemleri

1) Araçsal Sözlü İletişim Biçemi

İletişimde amaca yönelik bireyler araçsal sözlü iletişim biçemini kullanır. Araçsal sözlü iletişim biçemi nde, iletişim sürecinin merkezinde mesajları gönderen bireyin kendisi bulunur. İletiler onun en kısa yoldan amacına ulaşması için oluşturulur, gönderilir ve yalnız gerekli enformasyonu içerir.

2) Duygusal Sözlü İletişim Biçemi

Bazı kültürler ise iletişim sürecinde alıcıyı odak noktasına yerleştirir. Burada önemli olan alıcıyı olumsuz etkilememek, anlamı olabildiğince onun algılayabileceği bir forma sokmak ve anlamın yaratılmasından sonra verilebilecek tepkiyi kestirebilmektir.

İletişimde alıcıya yönelik bireyler duygusal sözlü iletişim biçemi kullanır.

İletinin Hitabıyla İlgili Sözlü İletişim Biçemleri

İletiler tek bir göstergeden ibaret olsalar bile fiziksel bir forma sahiptir. Ayrıca her ileti, “çağrı” olarak adlandırılan, kime gönderilmek üzere hazırlandıklarını belli eden bir hitaba ve kimin hazırladığını belli eden bir “açığa vurma” biçemine sahiptir.

Bireyci, dar bağlamlı ve belirsizlikten sakınma derecesi düşük kültürlerin üyeleri genellikle açığa vurma bileşenini öne çıkarırken, ortaklaşa davranışçı, geniş bağlamlı ve belirsizlikten sakınma derecesi yüksek kültürlerin mensupları çağrı bileşenini öne çıkarırlar. Bir iletiyi kimin gönderdiği kolayca anlaşılıyorsa açığa vuran sözlü iletişim biçemi, kime iletildiği kolayca anlaşılıyorsa çağrılı sözlü iletişim biçemi kullanılmış demektir.

SÖZSÜZ İLETİŞİM BİÇEMLERİ

Söz kullanılmadan anlam aktarma etkinliğine sözsüz iletişim denir. Etkin iletişim niyetlenilen, amaçlanan anlamın karşı tarafta yaratılması sonucunda gerçekleşir.

Alber Mehrabian’ın, 1967 yılında birini Morton Wiener, ikincisini Susan Ferris adlı araştırmacılarla birlikte yaptığı deneylerin sonuçlarına dayanarak ileri sürdüğü “iletişimin % 93’ ü sözsüz gerçekleşir” tezi, uzun süre bilim çevreleri dışında sorgulanmadan kabul gördü.

İletişim alanında çalışan birçok araştırmacı Mehribanian’ın yaptığı deneylerin yöntem açısından sorunlu olduğunu ve ileri sürdüğü tezin ancak deney ortamı gibi çok sınırlı durumlarda geçerli olduğunu göstermesine karşın (Jones ve LeBaron; Trimboli, Walker; Archer, Akert, O’Sullivan ve K. Scherer; Ekman ve Friesen) bazı yazarlar, tezi bütün iletişim durumları için geçerli bilimsel bilgiymiş gibi sorgulamadan almış ve kendi çalışmalarında, yayınlarında kullanmıştır. İletişimin % 93’ ünün sözsüz gerçekleştiği tezi doğru değildir.

Dil dışında kalan ve insan tarafından anlam aktarımı için yararlanılan bütün davranışlar sözsüz iletişim davranışıdır. Zamanın ve mekânın kullanılması da dâhil olmak üzere her türlü davranış; jestler, mimikler, genel olarak yüz ifadesi, bedensel duruş, temas, giyim ve görünüş, sözlü olmayan sesler, sessizlik, susma ve koku, anlam aktarımında yararlanılan sözsüz iletişim davranışlarıdır.

Sözsüz iletişim, sözlü olanlar dışında kalan, bireyin ürettiği, çevresini kullanımı sonucunda ortaya çıkan ve gönderen ile alıcı için ileti değeri taşıyan bütün uyarıcıları kapsar. Sözsüz iletişim istem dışı da gerçekleşir. Çevremizi oluşturan her şeyden anlam çıkarılır. İstesek de istemesek de çevremize, hatta olmadığımız yerlere bile iletiler gönderir ve hakkımızda anlamlar yaratılmasına yol açarız. Hiç kimse iletişim sürecinden çıkmaz, iletişim hiçbir zaman kesilmez ve kopmaz.

Bir konuşmada ismimizin geçmesi ya da ima edilmemiz bile iletişim sürecinde mevcut olmamıza, iletişimin bir parçası olmamıza neden olur. Ölmek de insan iletişiminden çıkmaya yetmez.

Sözsüz İletişimin İşlevleri

Sözsüz iletişimin temel işlevi anlam aktarmaktır. İşlevleri kısaca: Anlam aktarmak, bireylerin duygu ve gerçek tutumlarıyla ilgili iletileri göndermek, sözlü iletileri tekrarlama da dahil, işleyip anlamı güçlendirmek, sözlü iletileri tamamlamak ve genişletmek, iletişim sürecinde zamanı yönetmek, taraflar arasındaki söz sırasını belirlemek olarak sıralanabilir.

Sözle aktarılamayan anlamlar sözsüz kodlarla aktarılır. Bazı durumlarda, sözsüz mesajlar, tamamen sözlü mesajların yerini doldurur ve artık herhangi bir sözlü ifadeye gerek kalmaz. Eş zamanlı sözlü ileti ile sözsüz ileti arasında anlam farkı varsa, gerçek anlamın sözsüz iletide olması olasılığı yüksektir.

Tekrar, iletişim sürecinin önemli kavramlarından biridir ve bir iletinin ya da aynı anlamı taşıyan farklı iletilerin alıcıya birden fazla kez gönderilmesi anlamına gelir. Geniş bağlamlı kültürlerde sözsüz kodlardan yararlanma oranı dar bağlamlı kültürlerden yüksektir. Televizyon haberlerinde hem sözlü hem de sözsüz tekrarlar yapılır.

Biriyle konuşurken kendi davranışlarımıza dikkat ettiğimizde hiçbir iletinin tek bir kez gönderilmediğine tanık oluruz. İletişim sürecindeki tekrarların büyük kısmı sözsüz iletişim davranışlarlarıyla sağlanır.

Sözsüz iletişimin yukarıda açıklanan işlevleri bütün kültürler için geçerlidir. Ancak her işlevin yerine getirilmesi için farklı kültürlerde farklı sözsüz kodlardan yararlanılır ve farklı sözsüz iletişim biçemleri kullanılır.

SÖZSÜZ İLETİŞİM VE KÜLTÜR

İletişim davranışları da diğer kültür bileşenleri gibi topluluk üyelerinin çoğunluğunun üzerinde uzlaştığı ve sembolik anlamları bütün üyelerce bilinen davranışlardır. Sözsüz iletişim davranışları görerek, izleyerek ve taklit ederek öğrenilir. Dile bağlı olarak sözlü iletişim davranışları çoğunlukla örgün eğitim yoluyla aktarılır ve grup üyeleri tarafından öğrenilir. Sözsüz iletişim davranışları ise tamamen görerek, izleyerek ve taklit ederek, enformel yollardan öğrenilir. Mesela Her kültürün selamlaşma davranışı farklıdır. Bütün insanlar, konuşmadan önce aile içinde sözsüz iletişim davranışlarını öğrenirler.

Yapılan sınıflandırmalar arasından en çok kabul göreni Michael Argyle tarafından geliştirilenidir. Bu sınıflandırmada sözsüz iletişim davranışları;

  • devinsel iletişim ya da beden dili (kinesics)
  • mekânsal iletişim (proxemics)
  • yönelim açısı (bireyin başkasına bakışı)
  • dış görünüş duruş,
  • oturuş biçemi
  • baş hareketleri
  • yüz ifadesi
  • jestler
  • bakışlar
  • paradil gibi başlıklar altında toplanmıştır.

Bu sınıflamada, Edward T. Hall’ün “sessiz dil” olarak adlandırdığı sözsüz iletişimin temel bileşenlerinden zaman (chronomics) ve dokunma (haptics) dikkate alınmamıştır.

SÖZSÜZ İLETİŞİM BİÇEMLERİNDE FARKLILAŞMA

Zamanla İlgili Sözsüz İletişim Biçemleri

İletişim etnografisi nde ve kültürlerarası iletişimde zamanın gerçekte ne olduğu değil, zamanın insanlar tarafından nasıl algılandığı ve gündelik yaşamın zamanla birlikte nasıl sürdürüldüğü üzerinde durulur.

Zaman, eylemin gerçekleştiği süredir ve insan denetimi dışında akar. Bazı kültürlerde zaman kendi akışı içinde doğal bir yaşam bileşeni olarak kabul edildiği hâlde bazı kültürlerde zaman yaşamın merkezine yerleştirilmiş ve gündelik yaşam tamamen zaman çevresinde düzenlenmiştir.Kültürlerarası iletişim insanların zamanı nasıl algıladığını anlamaya çalışır.

Zaman dünya üzerindeki kültürler tarafından temelde üç şekilde algılanır. Bunlar; döngüsel, noktasal, çizgisel zaman algılarıdır.

Döngüsel zaman; dünyanın güneşin, ayın da dünyanın çevresinde dönmesinden kaynaklanan gün, ay, mevsimler ve yılın sürekli olarak tekrarlanmasından kaynaklanan bir algılama biçemidir. Zamanı döngüsel olarak algılayanlara göre, zaman değişmez. Geçen zaman dönüp yine gelir.Gündelik yaşam buna benzer belirli zamanlara göre düzenlenir ve yaşanır. Çocuğunun doğumunu “çok kar yağdığı yıl” ya da “dayısı askere gittiğinde”, “harman yerinde çıkan yangında” diyerek zamanlandıran kadınlar bu zaman algısına sahiptir.

Zamanı nokta olarak algılayan kültürlere göre, zaman metronom hareketiyle sembolize edilebilecek bir olgu değil, kavranması ya da sakınılması gereken, uygun ve uygun olmayan anların oluşturduğu noktalardan ibaret bir süreksiz dizidir. “Anlık yaşamak” denilen yaşam tarzının benimsendiği kültürlerde yaygın olarak görülen bu noktasal zaman algısı insanların “geçmişten ders çıkarma” gibi bir anlayışları olmaz. Onlara göre, insan yaşamında deneyimin hiçbir anlamı ve gerekliliği yoktur. Zamanı nokta olarak algılayan kültürlerde gelecek kavramı yoktur.

Batı kültürlerinde zaman, çoğunlukla çizgisel, başka deyişle, iki ucu açık, geçmişten gelip geleceğe giden süreklilik olarak algılanır. Geçmişe bir daha dönmeyecektir. Bu yüzden, Batı kültürlerinin çoğunda, gelecek geçmişten daha önemlidir. Zaman kazanılır, kaybedilir, biriktirilir, paraya tahvil edilebilir.

Hall’ün kuramında zamanı bütün olarak algılayan kültürler polikron, parçalı olarak algılayan kültürler ise monokron olarak adlandırılmıştır.

Polikronik kültürlerin üyeleri zamanı dilimlere ayırmaz bütün olarak algılarlar. Monokronik kültürlerin üyeleri için zaman en ince ayrıntılarına kadar parçalanabilir ve ayrı ayrı değerlendirilebilir.

Kültürler, zaman yönelimlerine göre, geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek yönelimli kültürler olarak sınıflandırılır. Batı kültürlerinde gelecek yönelimi ağır bastığı hâlde, Doğu kültürleri daha çok geçmiş yönelimlidir. Bu değerlendirmeler toplulukta gözlenen genel eğilimi ifade etmektedir. Latin Amerika, Akdeniz ve Afrika’nın birçok kültürlerinin üyeleri şimdiki zaman yönelimlidir.

Hall, Afrika’da yaşayan Tiv kabilesinin üyeleri için zamanın bir kapsüle benzediğini belirtmektedir. “Ziyaret, yemek pişirme ve iş yapma için ayrı ayrı zamanlar vardır. Eğer bir kişi bu zamanların birinde bulunuyorsa diğer etkinliklerden birini göstermez”.

Zamanı Kullanma Biçemleri

Zamanı kullanma biçemi, zamanı algılama biçemi ile doğrudan ilişkilidir. Birey zamanı nasıl algılıyorsa gündelik yaşamında da ona uygun biçemde yararlanır.

Zamanı döngüsel olarak algılayan kültürlerin üyeleri için “kaybedilmiş zaman” sözü anlamsızdır. Onlara göre, zaman şimdi geçerse nasıl olsa dönüp yeniden gelecektir. Eğer bir işi bu Perşembe günü yapamazsanız, gelecek Perşembe günü yaparsınız. Zamanı döngüsel algılayan kültürlerin üyeleri görece daha sakin, daha heyecansız ve sabırlı davranırlar, hiçbir işlerinde acele etmezler.

Zamanı noktasal olarak algılayan kültürlerin üyeleri gündelik yaşamlarını belirli kültürel uygulamaların yoğunlaştığı zamansal noktalara göre şekillendirirler. Söz gelişi, bir arkadaşıyla akşam buluşmak üzere sözleşen noktasal zaman algısına sahip bir birey için buluşma zamanı akşam ezanı ya da kendisinin akşam yemeği yediği vakittir. Her iki vaktin de sabit bir zamanı yoktur. Noktasal zaman algısı, zamanı somut etkinliklerle ilişkilendirerek kullanmayı gerektirir.

Zamanı çizgisel olarak algılayan kültürlerde, zaman dilimlere ayrılır ve her dilim kendi içinde değerlendirilir. Arkadaşlar birbirlerini iş yerinde özel olarak ziyaret etmez. İş arkadaşları arasında, çalışma saatlerinde özel konuların konuşulması hoş karşılanmaz, hatta işten çıkarılma nedeni olarak kabul edilir.

Monokronik kültürlerde “bir zamanda bir iş” ilkesi gündelik yaşamın temelini oluşturur. Tezgâhtar bir müşteri ile konuşurken ikinci birinin sorusuna yanıt vermez. İlk çocukluk dönemlerinde öğrenilen bu davranış biçemi nedeniyle yapmakta oldukları işe tam anlamıyla yoğunlaşır ve o iş bitinceye kadar çevrelerinde olup biteni algılamazlar.

Polikronik kültürlerin üyeleri ise, aynı zaman diliminde birkaç işle meşgul olabilir ve ne kadar meşgul olurlarsa olsunlar kendilerine yönelen birini yanıtsız bırakmazlar.

Günümüzde, bireylerin zamanı kullanma biçemi büyük ölçüde, üyesi oldukları toplumun ileri teknolojiden yararlanma ve endüstrileşme dereceleriyle ilgilidir. Bir toplum ne kadar endüstrileşmiş ise iletişim davranışlarında, zamanla ilgili olarak o kadar tutumlu ve rasyonel düşünme eğilimi gösterir.

Fabrikalar, okullar, iş yerleri ve modern ordular sadece “saat-zamanı” na uygun olarak işlevlerini yerine getirebilirler. Ülkemizde zaman yöneliminin yukarıda belirttiği yönde değiştirilmesi, öncelikle ekonomik etkinliklerin yoğunlaştığı kentlerde gözlenmektedir. Buna karşın, kırsal kesimde insanlar hâlâ zaman kavramını geleneksel anlayışa uygun olarak algılamakta ve zamanı yaşam koşullarının gerektirdiği biçemde kullanmaktadır.

Kültürler arasında zamanı kullanma açısından farkı anlamanın yollarından biri dakiklik konusunda tutumlarını gözlemektir.

Mekânla İlgili Sözsüz İletişim Biçemleri

Mekân iletişim sürecinin bağlamını oluşturan önemli bileşenlerden biridir. İletişim sürecinde, gazeteciliğin “beş N bir K” olarak adlandırılan “ne, nerede, ne zaman, nasıl, niçin ve kiminle?” sorularının ikinci sırasında “nerede” sorusu bulunmaktadır. Mekân, genellikle insan eli değmiş, içinde iletişim süreçlerinin gerçekleştiği uzay parçasıdır.

Mekânı Algılama Biçemleri: Mekân bazı toplumlarda fiziksel boyutlarına ve konumuna göre değerlendirilir. Mekânın genişliği, yüksekliği, boyu ve eni ile hangi yöne baktığı, bitişik ya da yakın olduğu diğer mekânlara göre durumu mekânın o kültürdeki “değeri” hakkında fikir verir.

Bazı kültürlerde mekân iletişim sürecinde başat rol oynar ve anlamın oluşmasına katkıda bulunur. Söz gelimi, Anadolu kültüründe, bireylerden birinin makam odasında gerçekleşen bir etkileşimde mekân, sembolik olarak o bireyin toplumsal ve ekonomik statüsünü temsil eder.

Japon kültüründe nesne ve insanlar arasındaki mesafeler anlamlıdır. Türkçede “araya mesafe koyma” ya da “mesafeli davranma” gibi deyimlerde ifadesini bulan bu kavram, mekânın iletişim sürecindeki rolü ile ilgilidir.

Bazı kültürlerde kişisel mekân o kadar küçüktür ki, üyelerin çoğu bir kişisel mekân kavramından habersizdir. Bazı kültürlerde ise kişisel mekân o derecede geniştir ki aynı ailenin üyeleri bile birbirine fiziksel olarak yaklaşmaktan sakınır. Kişisel alan kültürden kültüre değişir.

Batı kültürlerinde genellikle mekânın iletişim sürecindeki rolü oldukça azdır. Mekânın fiziksel niteliklerinin önemli olduğu Orta Doğu, Asya, Doğu Avrupa, Rus ve Akdeniz kültürlerinde hem büyüklük hem de içindeki eşyalar Batı kültürlerinin makam odalarından çok görkemlidir.

Mekân kavramı olmayan kültürlerde nesne ve insanların birbirine göre konumları anlam taşır. Eskimo için de, rüzgârın yönü ve getirdiği kokular, kar ve buzun durumuyla ilgili algılamalar, yüzlerce kilometre uzaktaki hedef için yön gösterici rol oynamaktadır. Bu nedenle Eskimoların dilinde, rüzgârın ondan fazla adı vardır. Eskimolar zamanla mekânı da bir ve aynı olarak kabul etmekte, mekânı, görüntü değil, ses ve diğer duyular yoluyla algılamaktadırlar (Hall, 1969: 79).

Mekân Yönelimi Biçemleri: Mekânın iletişim sürecinde önemli yer tuttuğu kültürlerde hangi boyutta olursa olsun, ona özel bir değer verilir.

Anadolu’da mekâna özel önem verilir, birçok mekân kutsaldır. Böylece “memleket” ve “hemşeri” kavramları ortaya çıkmıştır. Memleketten uzak olmayı ifade eden “gurbet” kavramı da ancak bu tür kültürlerde mevcuttur.

Mekân Hâkimiyeti Biçemleri: Hâkimiyet mekânına sahip olma gereksinmesi yalnız bireyler için değil, insan grupları için de geçerlidir. Güç aralığının büyük olduğu kültürlerde toplumsal statü yükseldikçe hâkim olunan mekânın hacmi büyür, donanımı zenginleşir. Bu bölümün başında açıklandığı gibi mekân statü sembolü olarak anlam aktarır.

Kişilerarası Mesafe Biçemleri: Hall’e göre, Kuzey Amerika kültürlerinde, her bir sosyal durum için karakteristik olan birçok “mesafe bölgeleri” vardır. Gizli mesafe, kişisel mesafe, sosyal mesafe, kamusal mesafe.

Gizli mesafe, cinsiyetle ilgili olanlar da dâhil her türlü dokunmayı içeren etkileşim bölgesini kapsar. Kişisel mesafe nin sınırlandırdığı alanda da dokunma olanağı vardır ancak bu dokunmalar herhangi “gizli” (intim) anlam taşımaz. Sosyal mesafe, bireysel nitelik taşımayan, söz gelişi, iş ilişkileri çerçevesinde başka bireylerin girebildikleri etkileşim alanını belirleyen mesafeyi ifade eder. Kamusal mesafe ise toplumsal yaşamda diğer bireylerle karşılaşılan bölgeyi belirler.

Asya kültürlerinde kişisel mekânın boyutları ile toplumsal sınıf arasında doğrudan ilişki vardır. Türk kültüründe yaş ve sosyal statü mekânı kullanmada rol oynar.

Mekân Düzenleme Biçemleri: Farklı kültürlerde mekânın düzenlenmesi ile ilgili birbirine benzemeyen fikirler, yargılar, modeller ve biçimler vardır. Söz gelişi, Kuzey Amerikan kentlerinde birbirlerini dik kesen caddelerin oluşturduğu kentsel örgü, bu kültürün üyelerinin kolayca yönlerini bulmalarını sağlar. Bu nedenle ülkemizi ziyaret eden Amerikalılar, kaldıkları yere dönmek için yollarını bulmakta zorluk çektiklerini belirtmektedirler.

Amerikan evlerinde mutfak ve salon bir aradadır. Buna karşılık, Avrupalılar, mutfak ve oturma odasını birbirinden ayırır, kendilerine “sükûn” bulacakları bir mekân oluşturur, hane halkından olmayanlarla birlikte oturabilecekleri kısmı ayrıca düzenlerler.

Türkiye’de, Amerikalı ve Batı Avrupalılardan farklı olarak, konuklar için ayrılan mekâna özel önem verilir. Konuk odaları, apartman dairelerinin salon bölümleri, birçok ailede konuk olmadığı zamanlar kapalı tutulan, kullanılmayan mekânlardır. En gösterişli, en pahalı ve aile için en değerli olan eşyalar konuk odalarında bulunur.

Beden Diliyle İlgili Sözsüz İletişim Biçemleri

Dış Görünüş Biçemleri: Her kültürde, giyim, saç şekli, sakal ve bıyık, başörtüsü, başlık, şapka, sarık ya da takke, yüzük, bilezik, kolye ve gerdanlık gibi takılar çeşitli mesajlar taşırlar.

Bireyin dış görünüşüden onun hakkında birçok anlam çıkarılabilir. İnsanlık tarihi kadar eski olan süslenme ve dış görünüşü toplumsal beğeni ölçülerine uygun hâle getirme çabaları, günümüzde moda ve kozmetik sektörünün gelişmesini sağlayan ana nedendir.

Devinim Biçemleri: Beden hareketlerinin (devinimlerinin) çeşitli mesajlar ilettiği herkes tarafından bilinir. Blaise Pascal iki yüz yıl önce, “bizim doğamız devinimlerden oluşmuştur, geri kalan ise ölümdür” demiştir. Kinesics (devimsel iletişim) adı verilen disiplin beden hareketlerini ve bu hareketlerin kodlarını incelemektedir. Devimsel iletişim, bireyin hangi kültüre mensup olduğuna bakılmaksızın iki temel kabule dayanır: Bütün devinimler bireyin psikolojik ya da fiziksel durumuna ilişkin enformasyon içerir; Hareketlerin anlamını okuma yeteneği evrenseldir.

  • Anlam Güçlendiren ve Düzenleyen Devinim Biçemleri: Devinimsel iletişimin önemli işlevlerinden biri sözlü iletişimle aktarılmak istenen anlamı güçlendirmektir. Bireyin sözlü olarak verdiği mesajı sözsüz olarak güçlendirmek ya da tamamlamak amacıyla yapılan hareketlere betimleç denir. Sözlü iletişimde iletişim akışını denetlemeye ve katılanlar arasındaki ilişkiyi düzenlemeye yardım eden sözsüz davranışlara düzenleç denir. Düzenleçler, etkileşim sürecine katılan bireylerin konuşmalarını sürdürme, daha yüksek ya da alçak sesle konuşma, sırasını başkasına verme gibi davranışlarını düzenler; katılanların dikkatini birbirleri üzerinde yoğunlaştırmalarını ya da süreci izlediklerini karşı tarafa göstermelerini sağlarlar.
  • Anlam Aktaran Devinim Biçemleri: Bazı hareketler/ devinimler ise görünür mesajlar iletirler. Bir kişiyi çağırma, yön gösterme ya da selamlama amacıyla elle verilen mesajlar buna örnektir. Belirtke, kişilerarası iletişimde, sözcükleri veya deyimleri dolaysızca dile getiren, kolayca sözlü anlatımlara çevrilebilen sözsüz davranışlardır. Belirtkeler yalnız söz ya da söz gruplarının yerini tutmakla kalmaz, aynı zamanda, bilinçli olarak en çok kullandığımız devinimlerdir. Belirtkelerin sözlü iletişimle birlikte kullanıldığı durumların başında, selamlaşma ve vedalaşma gibi gelmektedir. Belirtkelerin bu çalışmanın konusu açısından en önemli özellikleri ise temellerinde kültürel deneyimlerin yatmasıdır.

Duruş ve Oturuş Biçemleri: İnsanların duruş ve oturuş alışkanlıkları kültür tarafından şekillendirilir. İnsan bedeninin yaklaşık bin değişik duruş gösterebileceği belirtilmektedir. Her duruşun anlamı kültürden kültüre değişir ve birbirine benzer duruş biçemleri farklı kültürlerde farklı anlamlar taşıyabilir. Uzak Doğu kültürlerinde, bir bireyin karşısında hafifçe eğilmenin, selamdan çok daha başka bir anlam taşır. Güç aralığı büyük kültürlerde amirin yanında derli toplu oturulur.

Yüz İfadesi Biçemleri: Bireylerin iç dünyasında olup bitenleri dış dünyaya bildiren önemli sözsüz iletişim yollarından biri yüz ifadeleridir. Bir birey, gönderdiği mesajın, alıcı üzerindeki etkilerini onun yüz ifadelerinden okuyarak anlayabilir. Yüz ifadeleri genellikle istem dışı mesajlar olarak değerlendirilmektedir. Bazı kültürlerde duyguların dışa vurulmasını engellemeye yönelik stratejiler geliştirilmiştir. Söz gelişi, eril nitelik taşıyan kültürlerde, erkeklerin ağlaması veya üzüntülerini belli etmesi hoş karşılanmaz ve erkek çocuklar küçük yaştan başlayarak bu konuda eğitilir. Dişil kültürlerin üyeleri duygularını göstermeyenlere “soğuk” der.

İstemli yüz ifadeleri, istemsiz olanlardan farklı olarak, birey tarafından belirlenen ifadelerdir. Başka deyişle, istemli yüz ifadeleri ile iletilen mesajlar, bireyin gerçek iç dünyasını yansıtmayabilir. Yapma veya yüzüne maske geçirme olarak bilinen, gerçek duygu ve düşünceler yerine, karşı tarafa amaçlı mesajlar göndermesi eylemi, yüz ifadeleri ile verilen mesajların başka yolla doğrulanması çabalarını da birlikte getirir.

Bakış Biçemleri: İnsanın dış dünyayı doğrudan algılamasına yarayan organlarından en önemlisi gözdür. Gözün tek işlevi çevreyi algılamak değil, aynı zamanda, bireyin dış dünyaya mesajlar göndermesini sağlamaktır. Göz teması, bakışlar, göz hareketleri ve göz bebeklerinin büyüyüp küçülmesini de kapsayacak şekilde, gözlerle gönderilen mesajları inceleyen disipline “oculestic” adı verilmektedir.

Bakışlar, sadece bireyin duygularını aktarmakla kalmaz, aynı zamanda, iletişim sürecinde düzenleç ve kimlik sembolü işlevi görür. Nazar inancının yaygın olduğu kültürlerde, bakışların iyi ya da kötü güç taşıdığına ve kötü nazarın, karşıdaki insanın malına ve canına, istemsiz olsa da zarar verebildiğine inanılır.

Nazar inancı, bakışın algılanma biçemi ile ilgilidir. Dik dik bakmak, bakış yoluyla karşıdakini tehdit etmek anlamı taşır. Karşıdakinin gözlerinin içine bakmak bazı kültürlerde tehdit olarak algılanmaktadır. Oysa Batı ve Kuzey Avrupa ile Kuzey Amerika kültürlerinde iletişim sürecine katılan bireyler, konuşmacıyı dinlediklerini göstermek için onun gözlerine bakarlar.

Dokunma Biçemleri: Her kültürde çocukluk döneminden itibaren dokunmanın kuralları öğretilir. Bireyin kime, nasıl ve hangi ortamlarda dokunabileceği nesilden nesle aktarılır. Kişisel mesafenin büyük olduğu kültürlerde, bireyler dokunuldukları zaman rahatsız olurlar.

Dokunmanın süresi de anlamlıdır. Tokalaşma sırasında ellerin birbiri ile temas süresi, tokalaşan bireyler arasındaki ilişkiye koşut olarak uzayabilir ve dokunma süresi kültüre bağlıdır. Söz gelişi baş, yüz, kol, sırt ve el Türkiye’de günlük yaşamda en çok dokunulan bölgelerdir. Ancak kimin, kimin neresine dokunabileceği de kültür tarafından belirlenir ve bireyler tarafından öğrenilir. Bir öğrenci, öğretmeninin sırtına dokunamaz ya da “sırtını sıvazlayamaz”.

Tayland kültüründe ise bir bireyin başına dokunmak, ona saldırı olarak algılanmaktadır.

Paradille İlgili Sözsüz İletişim Biçemleri

Paradil “konuşmanın sessel (ama sözsüz) boyutu; bir şeyin söylenme tarzı; sözsüz ama sessel davranış; sesin söylenen söz dışındaki özellikleri” olarak tanımlanır. İletişim sürecinde sözlü mesajlar sadece sözlük anlamıyla algılanmaz. Mesajın anlamını belirleyen etkenler arasında, onun hangi ses tonuyla nasıl söylendiği de büyük önem taşır.

Sözlü iletiye asıl anlam veren onun tonlamasıdır. Bir sözlü ileti, farklı ses ve vurgularla iletilirse farklı anlamlar taşır. Paradil; sesin yüksekliği, temposu, tonu, tınısı ve söyleniş biçemini içeren ses niteliklerini; gülme, ağlama ve benzeri duyguların sessel ifadesini sağlayan ses niteleyicilerini ve sözlü iletişim sırasında konuşmacının kullandığı “eee”, “ııı” gibi seslerle, yukarıda değinilen “susma” ları içeren ses bölücülerini kapsar.

Türk kültüründe, ne söylendiği değil, nasıl söylendiği önemlidir. Sözlü mesajların kimden, hangi bağlamda geldiği ve hangi sessel nitelikler taşıdığı, o mesajın hem algılanması hem de yorumlanmasında rol oynar. İletişime katılan bireylerin kullandıkları paradil unsurlarından yararlanılarak duygusal durumları, toplumsal statüleri, ekonomik durumları, cinsleri, yaşları, eğitim düzeyleri, etnik ve bölgesel kökenleri hakkında bilgi edinilebilir. Güç aralığının büyük olduğu kültürlerde, hiyerarşik sıra ile paradil arasında anlamlı bir ilişki vardır. Etkileşenler arasında en yüksek statüye sahip olan en yüksek sesle konuşur.

Sözlü mesajların anlamlarını tamamlayan veya değiştiren sessel ögelerin yanında, tek başlarına anlam taşıyan ancak dille ilgisi olmayan sesler de vardır. Türk kültüründe çok kullanılan dille dişleri birbirine dokundurarak çıkarılan “cık” sesi bunlardan biridir. Başı yukarıya doğru kaldırılarak “cık” yapmak “hayır” anlamına gelmektedir.

Susma, sözlü iletişim sırasında, sözler arasında verilen aradır. Ancak konuşurken sözcükler ve cümleler arasında verilen kısa aralarla, bir mesaja reaksiyon olarak gösterilen susma arasında fark vardır.

Bazı durumlarda, sorulan soruya bu iletişim biçemlerinden hiçbiri yardımıyla yanıt verilemez ve paradilden yararlanılır. Susma, birçok durumda verilen en iyi yanıttır. Toplumsal ve ekonomik statüsü yüksek bir birey, statüsü kendine göre çok daha aşağıda olan bir kişiye soru sorduğunda, eğer olumsuz yanıt, ikinciyi zor duruma sokacaksa yanıt yerine susmayı yeğler. Soruyu soran da yanıtın olumsuz olduğunu anlar.

KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM YETERLİĞİ

İletişim yeterliği, “kişisel bakımdan etkili, toplumsal bakımdan uygun bir tarzda iletişim gerçekleştirme yetisi” olarak tanımlanmaktadır. Etkin iletişim, gönderenin, iletmeyi amaçladığı anlamın alıcıda oluşmasını sağladığı zaman gerçekleşir.

Bu bölümde, etkileşime katılanların farklı kültürlere mensup olmaları durumlarda etkin iletişimi gerçekleştirmenin yolları üzerinde durulacaktır.

KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM YETERLİĞİ KAVRAMI

Etkileşim süreçlerine katılan bireylerin çevre koşullarını kendi iletişim amaçlarına ulaşmak için denetim altında tutabilmeleri yetenek kadar bilgi de gerektirir. Bu ise bireyin; iletişim ortamını tanımasına, koşullarla ilgili bilgi alabilmesine, iletişime katılan diğer kişilerin reaksiyonlarını doğru şekilde tahmin edebilmesine, uygun iletişim stratejilerini seçip uygulayabilmesine ve gerçekleşen etkileşimin sonuçlarını tam olarak değerlendirebilmesine bağlıdır.

İletişim yeterliği etkileşime katılan bir bireyin, etkileşim sırasında her iki tarafı da ilgilendiren amaçlarına ulaşmak için mevcut durumun koşulları içinde, olası iletişim davranışlarından en uygun olanını seçme becerisidir. Uygunluk, bireyin iletişim durumunun temel bağlamsal taleplerini yerine getirmesi ve geniş anlamda etkin olmasını ifade eder.

İletişimin “bağlam” bileşeni, iletişim yeterliğinde önemli rol oynar. İletişim sürecine katılan birey; sözel, ilişkisel ve sembolik-fiziksel bağlamın iletişimin etkin olup olmamasını nasıl etkilediğini bilmek durumundadır.

Bu bilgiler ışığında uygunluğun dört ögesi ortaya çıkmaktadır: Miktar, nitelik, ilişkinlik ve iletişim biçemi. miktar, bağlamın gerektirdiği kadar iletiyi; nitelik, amaçlanan anlamı aktaran iletiyi; ilişkinlik, iletilerin konuyla bağlantısını ve iletişim biçemi, bağlamın gerektirdiği biçemi ifade etmektedir.

Kültürlerarası iletişim yeterliği, bireylerin, kültürlerarası bağlamda bireysel, sosyal, iletişimsel ve stratejik açılardan tam ve başarılı uyumunu ifade eder. Kültürlerarası karşılaşmalarda kendi algı ve anlamlandırmalarımızdan çok karşı tarafın neyi nasıl anlamlandırabileceğine önem verilmelidir.

KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM YETERLİĞİ YAKLAŞIMLARI

Bu yaklaşımları genel olarak altı başlık altında toplamak mümkündür: uluslararası birey yaklaşımı, öznel kültür yaklaşımı, çokkültürlü insan yaklaşımı, sosyal davranışçılık yaklaşımı, tipoloji yaklaşımı, kültürlerarası iletişimci yaklaşımları.

  • Uluslararası birey, farklı ülkelerde yaşama becerisine sahip, farklı kültürlerle etkileşimde sorun yaşamayan insandır.
  • Öznel kültür yaklaşımı, kültürlerarası durumlarla karşılaşan bireylerin öznel (kendine özgü) kültür anlayışlarını çıkış noktası olarak kabul etmektedir.
  • Çokkültürlü insan yaklaşımı, bireylerin birden fazla kültürün üyesi olmaları durumunda, bu kültürlerin mensupları ile iletişimde sorun yaşamayacakları varsayımı üzerine kuruludur.
  • Sosyal davranışçılık yaklaşımı na göre, kültürlerarası iletişim yeterliği, iletişime katılan bireyin kişilik özelliklerinden çok, başka ülkelerde yaşayarak ya da eğitim programları yoluyla elde ettiği deneyimlere bağlıdır. Yabancı kültürün sadece gözlem yoluyla öğrenilmesi etkileşimde olumsuz sonuçlar doğurabilir.
  • Tipoloji yaklaşımı, kültürlerarası iletişim yeterliği ile ilgili farklı modeller geliştirmektedir. Her modelde kültürlerarası iletişim yeterliği, yeterlik için gerekli olan farklı bileşenlere dayalı olarak belirlenir. Söz gelimi bir model kişilik özellikleri ile yetenekleri öne çıkarır, bir diğeri öğrenilmiş bilgilerle yaşam deneyimlerini sıralayarak kişilik özelliklerini göz önüne almaz. Böylece her model farklı tipte bireylerin kültürlerarası iletişim yeterliğine sahip olabileceğini ileri sürer.
  • Kültürlerarası iletişimci yaklaşımları, bireyler arasındaki iletişim sürecini farklı kültürlerin üyeleri arasında başarılı etkileşimin merkezine koyar ve iletişim sürecine farklı açılardan bakılabildiğini göz önünde tutarlar. Mary Jane Collier’e göre, kültürlerarası iletişim yeterliğine dört farklı açıdan bakılabilir. Bunlar, etnografik, kültürlerarası tutum, davranışsal yetenekler ve kültürel kimlik bakış açılarıdır. Etnografik açıdan bakıldığında, iletişim bağlamına önem verilir.

Kültürlerarası karşılaşmalarda taraflar, kültürel kimlikleri ile mensup oldukları kültürün temsilcileridir.

KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM YETERLİĞİ TÜRLERİ

Farklı kültürel kimliklere sahip bireylerin etkileşim sürecinde gösterdikleri davranışlar incelendiğinde, bu bireylerin etkin iletişim kurabilmek için farklı türlerde iletişim yeterliği geliştirdikleri görülür. Bu yeterlik türleri temel yeterlik, toplumsal yeterlik, bireylerarası yeterlik, dil yeterliği, iletişim yeterliği ve ilişkisel yeterlik olarak sınıflandırılabilir.

  • Temel yeterlik, bireyin iletişim amaçlarına ulaşmak için yeni toplumsal çevreye etkin bir şekilde uyum sağlamasına yarayan genel nitelikleri ifade eder. Kültürlerarası iletişimde temel yeterlik için bilişsel kapasite yetenekten önce gelir.
  • Toplumsal yeterlik, başkalarının duygularını sezebilme, toplumsal rol üstlenme, bilişsel karmaşıklık ve etkileşimi yönetebilme gibi yetenek ve nitelikleri kapsar. Toplumsal yeterlik için bilgi ve sezgi gerekir.
  • Bireylerarası yeterlik, yüzyüze iletişimde iletişim amaçlarına ulaşabilme niteliğine sahip olmayı ifade eder.
  • Dil yeterliği, iletişim sürecinde yararlanılan dilin doğru olarak kullanımıyla ilgilidir. Dil yeterliği tek başına kültürlerarası iletişim yeterliği kazandırmaz.
  • İlişkisel yeterlik yukarıda sıralanan yeterliklerin çoğunu içermekle birlikte diğerlerinden bağımsızdır ve etkileşimin karşılıklı süreçleri ile ilgisi açısından diğerlerinden ayrılır. Bir birey, başkalarıyla etkileşimde bulunmak ve iletişim amaçlarına ulaşmak için önce onlarla belirli düzeyde ilişki kurmalıdır. “İlişki kurma” yerine “bağlantı kurma” da denilebilir. İlişkisel yeterlik, başkasıyla bağ kurabilmek, kurulan bağlantıyı koruyabilmek ve geliştirebilmektir.

KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM YETERLİĞİ EDİNME SÜRECİ

Kültürlerarası iletişim yeterliği, bireyin etkileşimde bulunduğu yabancılarla etkin iletişim kurabilmesini sağlar ve duygusal, bilişsel ve davranışsal bileşenlerden oluşur.

Bireyin duygusal bakımdan yabancı ile iletişime hazır olması kültürlerarası iletişim yeterliğinin ön koşuludur. Bir insanın; etnomerkezci olmaması ya da etnomerkezcilik düzeyinin düşük olması, karşılaşılan kültürle ilgili ön yargılarının bulunmaması ya da ön yargılarının farkında olması, açıklık ve sezgi gücüne sahip olması kültürlerarası iletişim yeterliği edinmeye duygusal açıdan hazır olduğunu gösterir.

İkinci düzey bilişsel donanımdan oluşur. Bunun için; kültürlerarasılık bilincini kazanmak, kendinin ve kendi kültürünün farkında olmak ve kültürlerarası karşılaşmalarda gerçekçi beklentilere sahip olmak gerekir.

Üçüncü sırada fiili ya da davranış düzeyi gelir. Bu düzeyde birey, kültürlerarası karşılaşmalarda duygusal ve bilişsel donanımına dayanarak iletişim davranışları sergiler. İletişim sürecinde karşıdakine saygı göstermek, esnek olmak, dil ve genel olarak iletişim becerilerini kullanmak ve belirsizliğe karşı toleranslı olmak davranışsal donanım ın temelini oluşturur. Duygusal, bilişsel ve davranışsal yeterlikler birbiriyle bağlantılıdır.

Kültürlerarası Duyarlılık Kazanma

Kültürlerarası iletişim yeterliğinin duygusal yönü, bireyin kendini değerlendirmesi temeline dayanır. Bu değerlendirme bireyin; öz saygısını, açık fikirliliğini, ön yargısız davranışlarını ve sosyal rahatlığını kapsar.

Yargılayıcı olmamak, bireyin kültürlerarası iletişim sürecinde diğerlerini içtenlikle dinlemesine engel olan ön yargılara sahip olmamasını ifade eder. Yargılayıcı olmamak aynı zamanda etkileşime katılan diğer bireylerin, istekle dinlenildiklerini görerek, kendilerini psikolojik olarak rahat hissetmelerine yardım eder.

Kültür şoku, bireylerin, tanımadıkları bir toplumsal çevreye uyum sağlamakta zorlanmaları sonucunda içine girdikleri bunalım ve gösterdikleri tepkiler, anomi durumudur.

Kültürlerarası Uyanıklık Kazanma

Kültürel uyanıklık, bireyin kendi kültürünün ve iletişime katılan diğer bireyin kültürünün onların düşünce ve davranışlarını nasıl etkileyeceğini anlaması anlamında kullanılır. Kültürlerarası durumlarda uyanıklık, bilişsel bir süreç çerçevesinde kazanılabilir. Bilişsel uyanıklık, yabancı kültürü öğrenmeyle ilişkilidir.

Kendi kültürünü enformel yolla, ilk çocukluk döneminde itibaren aile ve yakın çevresi ile daha sonraki eğitim aşamalarında öğrenen birey, yabancı kültürü öğrenmek için özel bir çaba harcamalıdır.

Sezgi, anlamanın, kendinin farkında olmak ve kültürel uyanıklık yönlerinden oluşan kültürlerarası uyanıklık” yeteneğidir. Kendini gözleyen ve tanıyan bir birey kültürlerarası iletişime katılan diğer bireye kendini tanıtma ve ifade etme konusunda daha duyarlı davranır ve kendini tanıtırken davranışsal mesajları nasıl kullanacağını bilir. Kültürlerarası anlayış, kültürel farklılıklar iletişim sürecini etkilemeye başladığında bireyin davranışlarını ayarlamasına yardım eder.

Kluckhohn’un “kültür haritası” olarak adlandırdığı, diğer kültürler hakkında kazanılan bilgilerle oluşturulan referans çerçevesi ne kadar genişse ya da “kültür haritası” nı oluşturan bilgiler ne kadar doğruysa onu okumak ve ona göre davranmak da o kadar kolay olur. Kültür haritasının en önemli ögeleri değerler, normlar ve toplumsal sistemlerdir. Kültür haritasını anlamak için bu ögelerin tanınması ön koşuldur.

Kültürlerarası Beceriklilik

Kültürlerarası iletişim yeterliğinin davranışsal yönü, farklı kültürlerden bireylerle etkileşime girildiğinde, nasıl etkin davranışlar gösterilebileceği ile ilgilidir.

Kültürlerarası sözlü iletişimde uygun ileti oluşturma ya da seçme yeteneği, yabancı dili ustalıkla kullanmakla ilişkilidir ve dil yeterliği ya da dil kullanımını belirleyen bilgiyi, iletileri ustaca kodlamayı, iletişim sürecinde karşı tarafın algılayabileceği iletiler göndermeyi, karşıdakinin dilini (bireysel kullanım farklılıklarını göz önüne alarak) anlamayı ve sözsüz iletişim davranışlarının anlamlarını bilmeyi kapsar.

Bireyin iletişim sürecinde kendini açması, kültürlerarası etkileşim sırasında kendisi hakkında gönüllü olarak uygun ve açık enformasyon vermesi demektir.

Davranışsal esneklik, farklı bağlam ve durumlarda uygun davranış biçemlerini seçebilme becerisini ifade eder ve kültürlerarası iletişim yeterliğinin yaratıcı yönünü vurgular.

Etkileşimi yönetmek, mekân içinde uygun konumları, duruş ve oturuşları belirlemek, konuşma sırasına uymak, konuşmayı uygun şekilde başlatıp, uygun şekil ve zamanda bitirmek becerisini kapsar. Etkileşime katılan bütün bireylerin kimlikleri sürecin temel bileşenidir ve saygı gösterilmelidir.

Kültürlerarası iletişim yeterliği kazanmak için, önce kültürlerarası farklılaşmayı anlamak, farklılıklara duyarlı olmak, sonra bu farklılıkları ve onların nedenlerini öğrenmek, son olarak da farklı kültürlerden bireylerle etkileşime girildiğinde, iletişim sürecinde bunlardan yararlanarak edinilen bilgi ve deneyimleri iletişim davranışlarına yansıtımak gerekir.

KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİMİN KULLANIM ALANLARI

Hangi nedene dayanırsa dayansın; göç yoluyla yerlerini değiştiren insanlar başka kültürlerle karşılaşırlar, savaşlar genellikle farklı kültürlere sahip topluluklar arasında olur, siyasal rejimler zamanla kendi kültürlerini oluşturur ya da mevcut kültürde belirli değişmelere sebep olurlar, ekonomik gelişmeler farklı kültürlerden insanları bir araya getirir, eğitim kurumlarında öğrenmek, öğretmek ya da araştırmak amacıyla bir araya gelen insanların çoğu birbirinden farklı kültürlerin üyeleridir. İçinde bulunduğumuz yüzyılda gündelik yaşamın her alanında kültürlerarası karşılaşma kaçınılmaz ve kültürlerarası iletişim zorunludur.

TURİZM VE KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM

Turizmi ulusal (iç) turizm ve uluslararası (dış) turizm olarak iki sınıfa ayırarak inceleyenler, iç turizmde kültürlerarasılık durumunun olmadığını, dolayısıyla kültürlerarası iletişim yeterliğine gerek duyulmadığını ileri sürerler. Oysa altkültür kavramını bilenler, her toplumun içinde bölgesel, etnik, dinî, cinsiyete ve mesleğe dayalı altkültürlerin bulunduğunun farkındadır. Bu nedenle kısa süre için yaşadığı yerden başka bir yere dinlenmek, eğlenmek ya da belirli işlerini görmek için giden insanlara konaklama, yeme-içme ve gezip görme hizmeti üreten bireylerin farklı kültürlerden insanlarla etkin iletişim kurma yeterliği ne sahip olması zorunludur.

Her turizmci kültürünün temsilcisidir. Turistin ülke imajı o ülkenin temsilcileri ile ilgili izlenimlerine dayanır. Bir ülke hakkında oluşan imaj, o ülkeye gelen turistlerin zihnine kalıp düşünce olarak yerleşir. Bu kalıp düşünceler yerli kültürün üyeleriyle etkileşimde önemli rol oynar ve anlam aktarımlarını etkiler. Kültür turizmine katılanlar kültürel farklılıkların farkındadır.

Turizm tesislerinin hem fiziki hem de insani koşulları hedef kitlenin kültürel niteliklerine uygun olarak tasarlanır ve gerçekleştirilir. Hedef grubun kültüründe neyin nasıl algılandığı her aşamada dikkate alınır. Büyük turistik tesisler çalışanlarının konuklarının çoğunluğunu oluşturan kültürler hakkında bilgi sahibi olmalarını sağlamak için eğitim programları hazırlar.

SAĞLIK VE KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM

Her kültürde sağlık, hastalık, ağrı, sızı ve benzeri kavramlar farklı şekilde anlamlandırılır. “Sağlıklı olmak” ifadesi de birçok dilde farklı anlamlara Alman kültüründe birine “nasılsın, sağlığın yerinde mi?” diye sorulduğunda, sağlığı hakkında olumsuz bir söylenti varmış da onu doğrulamak için soru yöneltilmiş gibi hisseder kendini. Oysa ülkemizde, aynı soru yöneltilen birey en azından “çok şükür, idare ediyoruz” ya da “çok şükür, şimdilik iyiyim” diye yanıt verir ve bunun altında herhangi bir art niyet aramaz. Her kültürde çekilen ağrı farklı şekillerde dışa yansıtılır.

İnsanlar çocukluk dönemlerinden itibaren sağlıkla ilgili inanç, düşünce, tutum ve davranışları öğrenir ve içselleştirirler. Her kültürde ilaç, doktor ve hastaneyle ilgili tutum ve davranışlar geliştirilmiştir.

Kültür dikkate alınmadan yapılan kampanyalar etkili olmaz. Son yirmi yıl içinde, özellikle hemşirelik eğitimi veren üniversitelerde kültürlerarası iletişime özel bir önem verilmektedir.

Hemşirelik eğitiminde görülen bu olumlu değişim, ne yazık ki sağlık eğitimin en üst düzeyi olan hekim eğitiminde gerçekleşmemiştir. Hekimlerin hastalarıyla iletişimleri ancak bireysel ilgi, donanım ve yeteneklere bağlı olarak etkin hâle gelebilmekte ya da hastalıkların saptanması ve tedavi süreçlerinin yürütülmesinde hastanın hiçbir katkısı sağlanamamaktadır.

EĞİTİM VE KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM

Bir sınıf içinde farklı kültürlerden öğrencilerin bulunması, kültürel çeşitliliğe dayalı bir öğrenme fırsatı yaratırken, özellikle başlangıç kademelerinde eğitim ve öğretimi daha karmaşık hâle getirmektedir. Önceki bölümlerde açıklanan algılama, öğrenme ve düşünme biçemlerindeki farklılaşmaların tek bir sınıf içinde gözlenmesi eğitim ve öğretim amaçlarına ulaşmayı zorlaştırmaktadır.

Kültürlerarası iletişim yeterliğine sahip olmayan öğretmenler böyle durumlarla karşılaştıklarında, karşılarındaki öğrencinin anlama ve düşünüp yorum yapma yetisine sahip olmadığı kanısına varır. Her kültürün düşünme ve öğrenme biçemi farklıdır. Ana dili eğitim dilinden farklı olan insanların eğitiminde sıkça karşılaşılan bu durum yüzünden, kültürlerarası iletişim disiplinin temelleri yabancı dil eğitimi alanında atılmıştır.

Ülkemizde bu konuda atılan önemli adımlardan biri 2004-2006 yılları arasında gerçekleştirilen ve çokkültürlü sınıflarda görev yapacak öğretmen adaylarına kültürlerarasılık kavramının öğretilmesi için eğitim programı hazırlamayı amaçlayan projenin sonuçları ilgili kurumlara sunulmuştur.

HUKUK VE KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM

Her toplumun iç işleyişinin, bireylerarası ve bireylerle toplumsal kurumlar arasındaki ilişkilerinin toplumsal normlar tarafından düzenlendiğini biliyoruz. Her kültürün hak anlayışı diğerinden farklıdır. Grup üyelerinin davranışlarını şekillendiren halk hukuku bileşenlerinin hiçbiri yazılı değildir.

Son yıllarda medyada gittikçe daha sık yer almaya başlayan “kadına karşı şiddet” kullanımı ile ilgili haberler buna örnek gösterilebilir. Grup içinde yerleşmiş davranış örüntülerinin dışına çıktığı ileri sürülen kadınlar halk hukukunca belirlenen yaptırımlara maruz kalmaktadırlar. Toplumsal değişme sonucunda halk hukuku ile yazılı hukuk arasındaki farklılıklar azaldıkça bu tür sorunlar da azalır. “Hukuku üstün kılmak” deyimi ile ifade edilmek istenen de budur.

Yazılı yasalar hazırlanırken, uygulama sırasında ortaya çıkacak sorunlar yüzünden kısa aralıklarla yasayı değiştirmek zorunda kalınmaması için, yasa koyucu yargıçlara “takdir hakkı” verir. Yargıçın takdir hakkını kullanarak, yasanın çerçevesini çizip tanımladığı suç ve karşılığında alt, üst sınırları ile türünü belirlediği ceza arasında kendi yorumuna göre bir ilişki kurar ve suçun niteliğine ve ona uygun gördüğü cezanın miktarına karar verir. Yargıcın “vicdanı” na dayanarak verdiği bu kararların arkasında, kültürün anılan suç ve suçluya ve ona verilen cezanın miktarı ve türüne atfettiği anlam yatmaktadır.

İskandinav ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkede hukuk kurumu azınlık haklarının korunması ve onlar için de adaletin sağlanması amacıyla hukuk personeline kültürlerarası iletişim yeterliği kazandırma çalışmalarına yıllar önce başlamıştır.

SANAT VE KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM

Sanat eseri, sanatçının, çevresi ile ilgili algılama ve anlamlandırmalarının somutlaşmış hâlidir. Sanatçılar, nesne ve olayları toplumun diğer üyelerinden daha farklı algılayabilen ve anlamlandırabilen kişilerdir.

Bu nedenle her toplum kendi sanatçılarına diğer bireylerden farklı bir statü verir, onları korur ve aykırılıklarına anlayış gösterir. Burada “aykırılık” terimi, alışılmışın dışında davranış sergilemek, alışılmış kalıpların dışında düşünmek, genel kabul görmüş fikir, hareket ve diğer kalıplara eleştirel gözle bakıp seçenekler ileri sürmek anlamında kullanılmaktadır. Dolayısıyla sanat, kültürel değişmeyi ve bunun sonucu olarak toplumsal değişmeyi sağlayan temel etkenlerden biridir.

Sevdikleri şarkıları dinlemek için konserlere gidemeyen insanlar, konser biletinden daha az para ödeyerek plakları, kasetleri ve elektronik kayıtları almaya başladılar. Kitaplar çeşitli dillere çevrilerek farklı ülkelerde yaşayan, farklı dilleri konuşan insanlara ulaştı. Sinema filmleri tüm dünyaya dağıtılmaya başlandı. Televizyonlar farklı ülkelerde yapılmış programları yayınladılar. Böylece ortaya bir “kültür endüstrisi” çıktı. Kültür endüstrisi kavramı ilk kez 1947 yılında Theodor W. Adorno ile Max Horkheimer tarafından 1947 yılında yayınlanan “Aydınlanmanın Diyalektiği” adlı makalede kullanılmıştır.

Binyıllardır ayrı duran yüksek ve düşük sanat düzeylerini, her ikisinin de zararına bir araya gelmeye zorlar. Yüksek sanatın önemi, yararı konusundaki spekülasyonlarla yok edilirken, düşük sanatın önemi de (toplumsal denetim kusursuz olmadığı sürece) içinde barındırdığı isyancı direniş özelliğine dayatılan medeni sınırlamalarla yok edilmektedir. Böylece, kültür endüstrisi yöneltilmiş olduğu milyonların bilincini ve bilinçaltını yönlendiriyor olmasına rağmen, kitleler birincil değil, ikincil role düşerler ve hesaplanabilir nesneler, makinenin tali parçaları olurlar. Tüketici, kültür endüstrisinin bizi ikna etmeye çalıştığı gibi hükmedici ya da özne değil, aksine nesnedir.

Kültür endüstrisi kitlelerle ilişkisini kötüye kullanarak, verili ve değişmez sayılan bir zihniyeti çoğaltmaya ve güçlendirmeye çalışır. Kültür endüstrisinin kapsamı giderek genişlemiş ve günümüzde iletişimin hemen her alanını kapsamıştır.

Son yıllarda Türkiye’de üretilen televizyon dizilerinin birçok ülkede yüksek oranlarda izlendiği bilinmektedir. Orta Doğu ülkeleri başta olmak üzere diğer komşu ülkelerde de büyük ilgi gören bu dizilerde temsil edilen kültür ile dizileri satın alıp televizyon kanallarında gösteren ülkelerin kültürleri arasında birçok noktada benzerlik olduğu gözlenmektedir.

Edebiyat alanında kültürlerarasılığı önemli kılan alanlardan biri çeviridir. Bu nedenle herhangi bir yapıtı yabancı dilden kendi diline aktaran çevirmenin, hem kendi kültür ve dilini hem de yabancı kültürü ve dilini çok iyi bilmesi gerekir. Çevirmenlik, yabancı sözcüklerin kendi dilinde karşılıklarını bulmak ve düzgün cümleler hâlinde ifade etme işi değildir. Çevirmenlik, bir eserde yazarın aktarmak istediği anlamı kavrayıp, kendi kültüründe aynı anlamı yaratacak dil öğeleriyle okuyucuda aynı anlamın oluşumunu sağlama etkinliğidir.

EKONOMİ VE KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM

Günümüzde herhangi bir yatırımın ekonomik olabilmesi için, üretilen mal ya da hizmetin yeterli düzeyde pazarlanması gerekir. Pazarlama, üretici ile tüketici arasında kurulan köprü olarak düşünülebilir Tüketici grubun kültürü pazarlama iletişiminde dikkate alınan önemli bileşenlerden biridir. Bireyin hangi alanda neye ihtiyaç duyduğu büyük oranda kültürce belirlenir.

Çok uluslu şirketler günümüzde dünyanın hemen her yerinde iş yapmaktadır. Ülkemiz, 1980’ li yıllardan itibaren çok uluslu şirketlerin önemli pazarlarından ve konumlanma yerlerinden biri hâline gelmiştir. Yerli şirketlerle yapılan ortaklıklar yanında doğrudan satın almalar yoluyla da çok sayıda yerli, şirket çok uluslu şirketler sınıfına geçmiştir. Bu değişme, şirket personelinin farklı kültürlerin mensuplarıyla birlikte çalışmasını gerekli kılmıştır. Çokkültürlü çalışma grupları kültürlerarası iletişim durumlarının daha sık ortaya çıkmasına ve kültürlerarası iletişim yeterliğinin gereğinin anlaşılmasına neden olmuştur.

YÖNETİM VE KÜLTÜRLERARASI İLETİŞİM

Bir devletin siyasal sınırları içinde yaşayan insanların tek bir kültüre mensup oldukları ileri sürülemez. Ancak, aynı devletin siyasal sınırları içinde aynı siyasal rejimde ve aynı ekonomik düzende yaşayan insanların tarihsel ve coğrafi bağları nedeniyle belirli konularda ortak norm, inanç, değer ve davranış örüntülerine sahip olması doğaldır. Bu tarihi, bölgesel ve kültürel ortaklıklar “ulusal kültür” kavramını ortaya çıkarır.

Anadolu toprakları üzerinde yaşayan insanların büyük çoğunluğu birkaç kuşak önce başka yerlerden göç etmiş kuşakların torunlarıdır. XIX. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmaya başlamasıyla Balkan ülkelerinden, Akdeniz adalarından, Orta Doğu’dan, Kafkasya’dan, Orta Asya’dan ve Afrika’dan Anadolu’ya göç edenlerin yanında, Selçuklulardan önce Anadolu’da yaşayan kültürlerin de mirasçısıyız. Bu bakımdan ülkemiz kültürel zenginliği ile övünen nadir ülkelerden biridir. Ancak bu kültürel çeşitliliğin kültürlerarasılığı da birlikte getirdiğinin farkına daha yeni varıyoruz. Kültürlerarasılık durumu ne yasamadan ne yürütmeden ne de yargıdan henüz hak ettiği ilgiyi görememiştir.