İnsan Hakları 101 – Ders Notu

İnsan Hakları ve İnsan Hakları Hukuku Kavramı

İnsan hakları, insanın insan olmaktan kaynaklanan haklarıdır. İnsan hakkı gerçekleştirilmiş bir durumdan çok varılmak istenen bir ideali gösterir. Hakkın özü bir şeyi yapabilme yetkisidir. Bu onun aynı zamanda bir zorunluluk değil, bir izin niteliği gösterdiği anlamını da taşır. Her hak, sahibine olumlu ya da olumsuz bir talepte bulunma yetkisi verir.

“İnsan hakları”, insanın doğası gereği doğuştan sahip olduğu tüm hakları anlatırken, temel hak ve hürriyetler insan haklarından sadece devlet tarafından tanınmış ve pozitif hukuka geçmiş olan bölümünü ifade eder. Bir hakkın insan hakkı olarak tanımlanabilmesi için temel olması, evrensel olması ve açıkça tanımlanabilir olması gerekir.

1993 Dünya İnsan Hakları Konferansı Viyana Bildirgesi’nde insan haklarının evrensel olduğu ve bunun “tartışma konusu” dahi olamayacağı belirtilmiştir.

Tüm dünyaya yayılan kapitalizmin ve sanayileşmenin dönüştürücü gücü, neredeyse bütün toplumlarda insan onurunun korunması bakımından “insan hakları”nı geçerli tek çözüm olarak sunmaktadır. Bu noktadan hareketle, insan haklarının evrensel ilkeler olarak görülmesinin nedeni daha kolay anlaşılabilir. Nitekim 1948 tarihli İHEB’in BM Genel Kurulu’nda hiç karşı oy almadan kabul edilmiş olması bu olgunun bir göstergesidir.

İnsan haklarının öznesi bireylerdir. İnsan hakları temelde birey haklarıdır. Dolayısıyla toplulukların hakları insan haklarına göre ikincil konumdadırlar. İnsanın tarihsel gelişimi içinde ilk kazandığı haklar kişi hakları olmuştur. Bunlardan kişi hürriyeti ve güvenliği, haberleşme, yerleşme, düşünce, din ve vicdan, basın, toplanma ve dernek kurma hürriyetleri tümüyle hürriyet haklarıdır.

İnsan hakları doktrininin temel işlevi, siyasi iktidarların keyfi müdahalelerine engel teşkil edip iktidarı sınırlandırmak; iktidarı bireyin rızasına dayandırarak bireyin kendini gerçekleştirebilmesinin yolunu açmak ve devletin bütün uygulamalarında insan haklarını koruma duyarlılığıyla hareket etmesini sağlamaktır. İnsan hakları, temelde devlete karşı ileri sürülen iddialar niteliğindedir. Diğer bir ifadeyle, insan hakları iddialarının muhatabı devlettir. İnsan haklarının esas hedefi kişiyi devlete karşı korumaktır. Devletin insan haklarıyla ilgili olarak tanıma, dokunmama, koruma ve temin/tedarik olmak üzere dört ödevinin bulunduğu söylenebilir.

Bir insan hakkının diğer haklar karşısında üstünlüğü ve tercih önceliği olamaz; değer ve işlevi açısından hepsi birbirine eşittir.

Negatif Haklar – Pozitif Haklar Ayrımı

Negatif haklar, bütünüyle bireyin hakları kullanmasına veya onlardan yararlanmasına devletin müdahale etmemesini gerektiren haklardır. Örneğin, bir kimse, yaşama hakkını kullanmak istediğinde, devlete düşen görev, bu kullanıma müdahale etmemektir. Bu haklar kişilere siyasi baskıdan korunmuş, dokunulmaz, güvenceli bir özel alan sağladıkları için, bunlara “koruyucu haklar” da denilir.

Buna karşılık pozitif haklar; devletin olumlu bir müdahalesinin, bir ediminin söz konusu olması gereken haklardır. Bu tür haklar daha çok ekonomik, sosyal ve kültürel haklara tekabül etmektedir.

Tarihî Gelişimine Göre İnsan Hakları Sınıflandırması

İnsan Haklarının Sınıflandırılması Fransız hukukçu Karel Vasak tarafından insan hakları üç kuşağa göre sınıflandırılmıştır.

  • Birinci kuşak kişi hakları ve siyasî haklar: Bunlar büyük ölçüde aristokrasi-burjuvazi çatışmasına dayanmaktadır. Feodal düzene karşı devrimci burjuvazinin verdiği mücadele hürriyet ve eşitlik kavramlarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Devrimler sonucunda hazırlanan anayasalar da bu hakları hukukileştirmişlerdir. İşte ilk kuşak, insan haklarının hukuk belgeleriyle tanınmasıyla başlayan dönemdir. Bunların en önemlileri 1776 Amerikan ve 1789 Fransız İnsan ve Vatandaş Hak Bildirileri’dir.
  • İkinci kuşak ekonomik, sosyal ve kültürel haklar: XIX. yüzyılda Kıta Avrupa’sına sıçrayan sanayi devrimi ve sınaî kapitalizm ile sosyal eşitsizlikleri daha da derinleştirmiştir. İşçi sınıfı bu dönemde doğmuş ve bu duruma karşı toplumsal muhalefeti oluşturmuştur. Bu muhalefetin hak ve hürriyetler alanındaki en önemli sonucu genel oy hakkının kabul edilmesi yoluyla siyasî hakların genişletilmesi ve sosyal haklardır. 1848 Fransız İhtilali ve 1871 Paris komünü deneyinden, 1917 Sovyet Devrimine ve İkinci Dünya Savaşı’na kadar bir dizi tarihsel mücadele, sosyal hakların tanındığı kanun ve anayasaların doğmasına neden olmuştur.
  • Üçüncü kuşak ise dayanışma haklarıdır: Bunlar yeni ortaya çıkan ve kolektif olarak kullanılan “grup hakları’’dır. “Halkların hakları’’ veya “dayanışma hakları’’ olarak bilinen bu haklar arasında barış hakkı, silahsızlandırılmış bir dünyada yaşama hakkı, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı çevre hakkı, ekonomik ve sosyal açıdan gelişme hakkı, halkların kendi durumlarını serbestçe belirleme hakkı, herkesin insanlığın ortak malvarlığından yararlanma hakkı gibi haklar yer alır. Sebeplerin başında bilim ve teknolojik ilerlemelerin ortaya çıkardığı sorunlar bulunmaktadır. Kısaca toplumsal ve uluslararası dengesizlik ve çatışmalar, Dayanışma haklarının hukuk öncesi temelini oluşturur. Her şeyden önce, insan haklarının bireylerin hakları olduğu, dayanışma haklarının ise “halkların hakkı” olduğu belirtilmektedir.

Kolektif hakların birey haklarıyla zaman zaman çatışma içerisine girmesi mümkündür. Bu durumda makul çözüm, bireysel hakların toplu haklara feda edilmemesi şartıyla bir denge kurulması yolundadır.

İnsan Haklarının Tarihi Gelişimi

İlk Çağda ne Hammurabi kanunlarının bağışladığı bazı haklar, ne de Roma vatandaşlarına tanınan haklar gerçek anlamda insan haklarıdır. Çünkü bu haklar bütün insanlara tanınmamıştır.

Orta Çağ’da Orta Çağda iki olay insan hakları açısından önemlidir. Bunlardan biri Hıristiyanlığın ortaya çıkışı, ikincisi de feodalizmdir. Bu dönemde hürriyet, derebeylerin toprakları üzerindeki hürriyetleri olarak anlaşılmıştır. Siyasi otorite ile dinsel otoriteyi birbirinden ayırarak insanın vicdanının devletin tahakkümünden kurtarmak isteyen Hıristiyanlık, insanın kişiliğine değer kazandırmıştır. Fakat zamanla Hıristiyanlık devlet otoritelerine karşı insan haklarını ve vicdan hürriyetini savunmayı bırakmıştır.

Bu Çağda siyasi iktidarın yetkilerinin sınırlandığı karşılıklı yapılan antlaşmaların en önemli örneğini 1215 Magna Carta oluşturur. Kişinin can ve mal güvenliğine sahip olduğu belirtilerek, bunlar kralın keyfi işlemlerine karşı korunmuştur. Ama bunları uygulamada etkin bir şekilde gerçekleştirecek mekanizmalar kurulamamıştır.

Yeni Çağ’da insan hakları siyasi düşünce tarihini ilgilendiren felsefi bir tartışma olmaktan çıkmış devletin anayasal hukuk düzenini ilgilendiren bir konu olarak hukuk alanına girmiştir. Rönesans’la başlayan hümanizm akımı bireyi ön plana çıkarmıştır. Bireyin bu şekilde yeniden değerlendirilmesi, onun devletten beklentilerini de değiştirmiştir. Devlet artık bireyin hizmetinde, onun bireysel gelişimini sağlamak ve güvence altına almakla görevli bir kurum olarak değerlendirilmiştir.

Liberalizmin fikir babası, mülkiyetin kuramcısı, insan haklarına modern şeklini veren John Locke insanın vazgeçilmez tabi haklara sahip olduğunu ve siyasi düzenin amacının hürriyeti güvence altına almaktan başka bir şey olmadığını savunur.

Avrupa’ da insan haklarının pozitif hukuka geçmesinde ilk önemli olay, İngiliz Parlamentosu tarafından 1689 tarihli Halklar Bildirisi’nin (Bill of Rights) çıkarılmış olmasıdır. Bu bildiri ile adil yargılanma, olağan olmayan cezaya çarptırılmama doğal haklar arasına katılmıştır.

II. Dünya Savaşını müteakiben, baskıcı rejimlere duyulan nefretin etkisiyle insan hakları düşüncesi yeniden güçlenmeye başlamıştır. 10 Aralık 1948 yılında BM Genel Kurulu’nda İHEB kabul edilmiş, bu bildiriye hukuken bağlayıcılık kazandırma çalışmaları sonucunda, 1966 yılında imzaya açılan iki uluslararası sözleşme 1976 yılında yürürlüğe girmiştir. Bunlar, BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’dir.

Geçtiğimiz yüzyılda sosyal haklara en geniş bir şekilde yer veren ilk anayasa 1917 tarihli Meksika Anayasasıdır.

İlk anayasamız 1876 tarihli Kanuni Esasî klasik kişisel hakların başlıcalarını ve bu arada “gizli oy” hakkını açıkça tanımıştır. 1924 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanunu da kimi klasik haklara yer vermiş ve 1789 tarihli Fransız Bildirgesindeki hürriyet tanımına yer vermiştir. Ülkemizde, Batıdaki sosyal haklarla ilgili ilk önemli pozitif gelişme 1961 Anayasası ile yapılmış ve sosyal devlet ilkesi anayasada belirtilerek ekonomik ve sosyal haklarla ilgili geniş bir haklar listesi Anayasada yer almıştır.

İnsan Hakları Hukuku esas olarak savaş dışı koşullarda geçerli normları ve kurumları düzenler. Böyle bir düzenin yaratılması için hukuk ya da yasalar tek başlarına yetmemektedir.

İnsan Hakları Hukukunun Kaynakları

1808 tarihli Sened-i İttifak Hükümdar ile beyler arasında imzalanmış olması bakımından Magna Carta’ya benzetilir. Belgenin temel haklarla ilgili hükmü vergi toplamada zulüm ve eziyet yapılmamasıdır.

Osmanlı Devletinde insan hakları yolunda atılan ilk önemli adım 1839 Gülhane Hattı Hümayun-u (Tanzimat Fermanı) ile olmuştur. Can güvenliği, mal güvenliği, şeref ve haysiyetin korunması, kişi güvenliği ile ilgili esaslar belirtilerek din ayrımı gözetilmeksizin bütün tebaaya bu haklar eşit olarak tanınmıştır.

1876 tarihli Kanun-u Esasî’nin Türk toplumunun ilk yazılı Anayasası olması bakımından ayrı bir önemi vardır. 1924 Anayasasında klasik hak ve hürriyetler yer almakta olup, bunlar için gerekli güvence mekanizması kurulamamıştır. 1961 Anayasası’nın insan hakları açısından birçok açılım getirmiştir.

ULUSLARARASI KAYNAKLAR

1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Uluslararası sözleşmelerin henüz pek çok devlet tarafından imzalanmadığı veya onaylanmadığı dönemlerde, uluslararası alanda geçerli tek uluslararası insan hakları aracı olarak kabul edilmiş, yeni ortaya çıkan, bağımsızlığına yeni kavuşan devletlerde anayasal bir belge olarak kullanılmıştır.

BM Genel Kurulu’nun hukuksal bağlayıcılıkla donatılmış “Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme” ile, “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme” kabul edilmiştir. “İkiz sözleşmeler” olarak da bilinen bu sözleşmeler yeterli sayıda devletin onaylamasıyla 1976 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ayrıca bunlara taraf devletlerin uyup uymadıklarını izlemek üzere bir insan hakları komitesi kurulmuştur.

BM, tarafından kadın hakları 1979 tarihli Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi ile ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Protokol, Türkiye tarafından 2000 tarihinde imzalanmıştır.

Çocuk Hakları, İnsan Kaçakçılığı, Kölelik, Vatansızlık, Savaş Suçları, İnsanlığa Karşı Suçlar ve Soykırım Savaş suçları gibi konularda da uluslararası anlaşmalar ve sözleşmeler mevcuttur.

20. yüzyılda, Rwanda’da ve Eski Yugoslavya’da uluslararası vicdanı derinden yaralayan insanlığa karşı suçların işlenmesi üzerine, uluslararası toplum daha yakın bir ilgi göstermiş ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Statüsü 1998’de Roma’da kabul edilmiştir. Uluslararası Adalet Divanı’nın aksine, bireyleri yargılayan UCM, bireylerin mahkeme önünde söz söyleme hakkına sahip olduğu uluslararası ilk mahkemedir.

Avrupa Konseyi: AK’ye bugün 47 devlet üyedir. Konsey’in başlıca hedefi, Avrupa ulus ve vatandaşlarının vakarını, temel değerleri olan demokrasiye, insan haklarına ve yasa düzenine saygıyı sağlamak yolu ile güvence altına almak olmuştur.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Avrupa’da insan haklarının korunması açısından en temel Sözleşmedir.

İHAS`ın başlıca özellikleri şunlardır:

  • Sözleşme bireye, bireysel başvuru hakkı yoluyla haklarını çiğneyen devlete karşı İHAM’e başvurabilme imkânı tanınmıştır.
  • Sözleşme ile güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin korunmasından Sözleşmeye taraf her devlet, diğer taraf devletlerin sözleşmeye saygılı olup olmadığını denetlemekle yükümlüdür.
  • Sözleşmenin benimsediği düzende, insan haklarının iç hukukta korunması asıldır; uluslararası koruma ikincil niteliktedir. Bu nedenle, bireyin sözleşmenin öngördüğü güvenceden yararlanabilmesi için iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekecektir.
  • Sözleşmenin sağladığı haklardan yabancılar da yararlanır.

AB vatandaşlarının Birlik düzeyinde haklarını ve çıkarlarını korumak üzere “Avrupa Vatandaşlığı” kavramı da Maastricht Antlaşması’nda ifadesini bulmuştur.

İnsan Haklarının Düzenlenmesi ve Sınırlanması

Bir hak ve hürriyeti tanımlama, onu tehdit eden durumlara karşı koruma ve sınırlarını belirtme hem bireylerin hak ve hürriyetlerden eşit yararlanmalarını sağlar hem de söz konusu hak ve hürriyetler için bir güvencedir. Ama Hak ve hürriyetlerin düzenlenmesinin aynı zamanda onların sınırlanması anlamına gelip gelmediği tartışmalıdır. Bazı haklar ve hürriyetler hiçbir zaman sınırlanamaz iken (mutlak) bazı hak ve hürriyetler ancak olağanüstü hâllerde, bazıları ise gerektiği zaman, yasalarla ve sebebe bağlı olarak her zaman sınırlanabilmesi mümkündür.

Kamu hak ve hürriyetlerinin düzenlenmesinde, “önleyici” ve “düzeltici” olmak üzere iki sistem bulunmaktadır.

Önleyici rejimlerde hürriyetlerin kullanılması, sınırlarının aşılmasını veya kötüye kullanılmayı engellemek amacıyla önceden bazı kayıtlar altına sokulmaktadır. Bu sistemde ilke olarak belli bir hürriyetin kullanılması önceden izin almayı değilse bile, bir bildirimde bulunmayı gerektirir.

  • Yasaklayıcı Önleme: Bir hürriyetin kullanılması için gerekli iznin verilip verilmemesinde kamu otoriteleri mutlak bir takdir yetkisine sahip bulunmaları hâlinde yasaklayıcı önleme rejimi geçerlidir.
  • Düzeltici önleme rejiminde, önceden belirlenmiş objektif şartların yerine getirilmesi hâlinde, istenilen izni idarenin vermesi zorunludur.
  • Basit Önleme Basit önleme rejiminde ise, bir hürriyetin kullanılması için izin almaya gerek yoktur. Sadece hürriyetin kullanılacağının ve bununla ilgili bazı hususların ilgili makamlara bildirilmesi yeterlidir. Dolayısıyla bildirimin, hakkın kullanımında doğrudan bir etkisi yoktur;

Düzeltici rejimde, hak ya da hürriyeti kullanacak ilgili kişi, neticede bütün sorumluluk kendisine ait olmak üzere hürriyetini serbestçe kullanabilir.

  • Kişi, bu hakkı kullanırken her türlü sorumluluğu üzerine almış olup; belirlenmiş sınırları aşmadığı, diğer bir ifadeyle, hürriyetin normal kullanım alanında kaldığı sürece, devletin ve idari makamların herhangi bir müdahalesi söz konusu olamaz.
  • Bu rejimde, yetkili makamların müdahalesi ancak hürriyetin kullanılmasından sonra söz konusu olur.

Sınırlama Kavramı ve İnsan Haklarının Sınırlanması İnsan hakları hukukunda genel kural insan haklarının korunmasıdır; sınırlama ise istisnadır.

  • Örneğin 1982 Anayasası’na göre, bilim ve sanatı yayma hakkı, anayasanın devletin nitelikleriyle ilgili hükmünün değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılmaması (m. 27), grev ve lokavt haklarının toplum zararına ve milli serveti tahrip edecek şekilde kullanılamaması gibi sınırlamalar mevcuttur.

Sınırlanması Mümkün Olmayan Haklar:

  • İşkence yasağı
  • kölelik ve kulluk yasağı
  • mahpuslara insancıl davranma hakkı
  • sözleşmeden doğan borcun yerine getirilmemesi nedeniyle hapis yasağı
  • kanunla kurulmuş, yetkili, bağımsız, ve tarafsız bir mahkemede adil yargılanma hakkı
  • kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi
  • hukuki kişilik hakkı
  • düşünce, din ve inanç hürriyeti
  • evlenme, aile kurma ve evlilerin (eşlerin) eşit haklara ve sorumluluklara sahip olma hakkı
  • çocuğun uyrukluk (vatandaşlık) hakkı
  • kanun önünde eşitlik, eşit hukuki koruma ve ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir fikir, ulusal veya toplumsal köken, milliyet, doğum veya başka bir statü sebeplerine dayalı ayrımcılık yapılmaması
  • etnik, dinsel veya dilsel azınlıkların kendi kültürel haklarını kullanma, kendi dinlerinin gereği ibadeti etme ve uygulama veya kendi dillerini kullanma hakları

1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi “Hürriyet başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilmektir. Bundan ötürü her insan için tabi hakların kullanılmasının sınırı, toplumun diğer üyelerinin de aynı haklardan faydalanabilmesini sağlayan sınırdır.” diyerek temel hak ve hürriyetlerin düzenlenmesi ve sınırlanması gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.

Sınırlamaların Yasallığı: 1982 Anayasası’nın 13. Maddesine göre temel hak ve hürriyetler ancak kanunla sınırlanabilir. İdarenin kanundan kaynaklanmadığı müddetçe, temel hak ve hürriyetleri kısıtlama veya durdurma yetkisi yoktur. Bazı olası nedenler aşağıda listelenmiştir.

  • Milli Güvenlik nedenine dayanılarak bazı hak ve hürriyetlerin sınırlanabileceği, uluslararası, bölgesel ve ulusal hukuk sistemlerinde açıkça belirtilmektedir.
  • Kamu güvenliği, uluslararası ve bölgesel insan hakları metinlerinde, bazı insan haklarının sınırlanmasına izin veren bir neden olarak öngörülmektedir.
  • Kamu Ahlakı Uluslararası, bölgesel ve ulusal insan hakları hukukunda, insan haklarının sınırlanmasına izin verilen temel sebeplerden birisidir.
  • Kamu Sağlığının Korunması: Kanunlarımızda, “umumi sıhhat” olarak da ifade edilen genel sağlık, toplumun bulaşıcı ve yaygın hastalıklardan uzak tutulmasını, toplumun sağlı koşulları içinde yaşamını sürdürmesini anlatır. Zorunlu izolasyon veya bulaşıcı hastalıklara yakalanan kişilerin hastanede kalmaya zorlanması, yerleşme ve seyahat hürriyetinin, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, genel sağlık nedeniyle sınırlanmasına örnektir.
  • Başkalarının Hak ve Hürriyetlerinin Korunması
  • Suç İşlenmesinin Önlenmesi: Örneğin “suçluların geri verilmesi” yerleşme ve seyahat hürriyetini ihlal eder.
  • Genel Refahın Sağlanması

Bu sınırlamalar uygulanırken; ölçülü olunmalıdır. Ölçülülük ilkesi sınırlamanın amacı ile sınırlamada başvurulan araç arasındaki ilişkiyi niteleyen bir kavramdır. Ayrıca 1961 Anayasası’nda temel hak ve hürriyetlerde, kanun koyucu tarafından yapılan sınırlamalarda, hakkın özüne dokunulamayacağı belirtilmişti. Bir hak veya hürriyetin özü, onun vazgeçilmez unsuru, dokunulduğu takdirde söz konusu hürriyeti anlamsız kılacak olan aslî çekirdeğidir.

OLAĞANÜSTÜ YÖNETİM USULLERİNDE İNSAN HAKLARI

Toplumun varlığını ve huzurunu tehlikeye sokan, kamu düzenini ciddi şekilde sarsan bu gibi durumlara genelde olağanüstü hâller (states of emergency) denilmektedir. Olağanüstü hâllerde, yetki alanı genişletilerek ve idari yetkiler artırılarak yürütme organı fonksiyon ve yetkiler açısından güçlendirilir; temel hak ve hürriyetlere kısıtlamalar, kişilere para, mal ve çalışma yükümlülükleri getirilebilir.

İlk defa 16. Yüzyılda Jean Bodin (1530-1596) “zaruret hâllerinde devlet varlığını koruma” haklarına dayandırılan olağanüstü hâller kuramı, 20. asrın sonlarına kadar çeşitli hukukçular tarafından benzer görüşlerle savunulmuştur.

Uluslararası sözleşmeler olağan üstü sınırlarının, “durumun zorunluluklarının kesinlikle gerektirdiği ölçüde” olmasını öngörmekte, bunlara ek olarak AİHS ayrıca askıya alma ile ilgili tedbirleri, “durumun gerektirdiği zaman dilimiyle sınırlı olarak” sınırlamaktadır.

Olağanüstü Hâl 1982 Anayasa’sında olağanüstü hâl ilanını gerekli kılan hâller sayılmıştır. Bunlar;

  • savaş, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi
  • seferberlik, ayaklanma, vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma
  • ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması,
  • anayasal düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin ortaya çıkması
  • şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması
  • tabiî afet veya tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması halleridir.

Olağanüstü Hâlin İlanı Yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde olağanüstü hâl ilanına Cumhurbaşkanı yetkilidir. Anayasaya göre ilan süresi altı ayı geçemez. TBMM, Bakanlar Kurulunun istemi üzerine her defasında dört ayı geçmemek üzere bu süreyi uzatabilir. Savaş hâllerinde, dört aylık süreyle sınırlı olma şartı aranmaz.

Uluslararası insan hakları sözleşmelerinde olağanüstü dönemlerde, bu sözleşmelere taraf devletlerin, hangi nedenlere dayalı olarak taraf olduğu sözleşmenin hangi hükümlerini askıya aldıklarını bildirmeleri öngörülmüştür.

İnsan Haklarının Birleşmiş Milletler Sisteminde Korunması

Bu düzenlemelerin başında 1945 tarihinde San Fransisco’da imzalanan BM Şartı gelmektedir. Buna göre her devlet, kendisinin insan haklarına saygı göstermesinin yanında tüm diğer devletlerce insan haklarına saygı gösterilmesini sağlamakla sorumludur.

Anlaşmayı takip yönteminin en çok bilineni rapor sistemidir. İnsan Hakları Komitesi KSHS’nin düzenlediği hakların uygulanmasını gözetmek ve taraf devletlerin bu haklara saygı gösterip göstermediğini denetlemek amacıyla kurulmuştur. İşkenceye Karşı Komite gibi çeşitli alt komiteleri mevcuttur.

Uluslararası sözleşmeyi imzalayan ve onaylayan her devlet, o sözleşmenin onaylanmasını izleyen ilgili komiteye, sözleşmeyi onayladığı tarihten itibaren, bazı sözleşmelerde genellikle bir yıl, bazı sözleşmelerde ise iki yıl içinde, başlangıç raporu ve periyodik rapor olmak üzere, iki türlü rapor sunmakla yükümlüdür.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ayrıca bireysel şikâyetler için bir mekanizma getirmektedir. Kişisel/bireysel başvuru yolu, bu usulü kabul eden uluslararası sözleşmelerde düzenlenen hak ve özgürlüklerin güvencesini sağlamak bakımından getirilen denetim yollarından en önemlisi ve en etkilisidir.

Her birey, grup ya da örgüt hükümetlerce işlenilen İnsan Hakları ihlallerini BM Genel Sekreterliğine bildirebilir. Mektup ya da telgraflar The Secretary-General of The United Nations Office of The UN High Commissioner for Human Rights Palais, WilsonCH 1211 Geneva 10, Switzerland adresine gönderilebilir. Bireysel/kişisel başvuru yoluna başvurulabilmesinin en temel ön şartı, taraf devletlerin, ilgili Komitenin bu yetkisini kabul ettiklerini özel bir beyanla bildirmeleridir. Kabul edilen başvurular, ilgili Komite tarafından, Sözleşmenin herhangi bir hükmünü ihlal ettiği ileri sürülen taraf devlete sunulur. Başvuruyu alan devlet altı ay içinde, görüşlerini Komiteye iletir.

SÖZLEŞME – DIŞI KORUMA USULLERİ

Uluslararası Adalet Divanı 1945 yılında, BM’nin kurucu Antlaşması ile Örgütün, başlıca yargı organı olarak kurulmuştur.

Ayrıca BM Güvenlik Konseyi’nin uluslararası hukukî sorumluluklarını yerine getirmekte başarısız olan devletlere yaptırım koyma yetkisi bulunmaktadır. Güvenlik Konseyine pek çok eleştiriler yöneltilmiştir. Bunlardan en önemlisi, Daimi üyelere karşı işlem yapamamasıdır. Ayrıca Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesine tanınmış olan veto hakkı, adı geçen devletler ve bu devletleri etkileyebilen güçlü devletler aleyhine kararlar çıkmasını önlemektedir.

BM Genel Kurulu insan hakları sorunları hakkında bildirgeler kabul etmektedir. Bunlar, hukuken bağlayıcı olmamakla birlikte, çoğunluğun global görüşünü belirten ahlâki bir zorlamaya sahip olabilmektedir.

İnsan Hakları Konseyi Birleşmiş Milletler’in insan haklarını teşvik ve korumayı üstlenmiş ana kuruluşudur. İnsan haklarını sistemli ya da kapsamlı biçimde ihlal eden üyeler hakkında Kuruldaki mevcut üyelerin üçte-iki oyuyla üyelikleri askıya alınabilir.

İnsan Hakları Yüksek Komiserliği 1993’te kurulmuştur. İyi ahlâklı ve dürüst kişilik sahibi, insan hakları konusunda uzman ve küresel toplumda farklı kültürleri anlayabilen kişilerden seçilen İnsan Hakları Yüksek Komiseri, coğrafi rotasyona uyulması şartıyla, 4 yıllığına BM Genel Sekreteri tarafından atanmakta, Genel Kurul tarafından onaylanmaktadır.

İnsan Haklarının Bölgesel Düzeyde Korunması

İnsan haklarının korunması ile ilgili uluslararası sistemler her zaman beklenen etkiyi gösterememektedirler. Bölgesel sistemlerin uygulanması, uluslararası sistemlerden daha kolaydır.

AVRUPA’DA İNSAN HAKLARININ KORUNMASI

Yargısal Nitelikteki Koruma Usulleri

  • Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi: Bir devlete karşı ancak kamu kuruluşlarının tutum ve davranışlarından dolayı Mahkemeye başvurulabilir. Mahkemede özel kişiler veya kuruluşlara karşı yapılan başvurulara bakılmaz.
  • Avrupa Toplulukları Adalet Divanı

Yargısal Nitelikte Olmayan Koruma Usulleri

  • Avrupa İşkenceyi Önleme Sözleşmesi Denetim Sistemi
  • Avrupa Sosyal Şartının Denetim Sistemi Denetim Mekanizmaları
  • Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği
  • Avrupa Birliği
  • Avrupa Güvenlik ve Iş birliği Teşkilatı

AMERİKA’DA İNSAN HAKLARININ KORUNMASI

Genel Olarak insan haklarının Amerika kıtasında korunması iki temel antlaşmaya dayanmaktadır: Bunlardan birisi Amerikan Devletler Teşkilatı Kurucu Antlaşması, diğeri de Amerikan Devletleri İnsan Hakları Sözleşmesi’dir.

1965 tarihli Buenos Aires Protokolü ile birlikte, Amerikalılararası İnsan Hakları Komisyonu ADT’nin en temel organı statüsüne yükseltilmiştir.

AFRİKA’DA İNSAN HAKLARININ KORUNMASI

Afrika Birliği Teşkilatı (ABT) Afrika’da hızlı ve yaygın sömürgesizleştirmenin yaşandığı yıllarda, 25 Mayıs 1963’te otuz iki bağımsız Afrika Devleti’nin katılımıyla, Addis Ababa’da toplanan konferansta, Afrika Birliği Şartı imzalanarak oluşturulmuştur.

1981 yılında, ABT Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı kabul edilmiştir.

Afrika İnsan ve Halkların Hakları Komisyonu

İnsan Haklarının İç Hukukta Korunması

İnsan hakları, ilke olarak bireylerin devletle ve bazı durumlarda da bireylerle ilişkilerini gerekli kıldığından; insan haklarının asıl ve en öncelikli olarak korunması ulusal hukuk sistemlerinin işidir. Ancak, ülke sınırları içerisinde insan haklarının garantörü olarak devletler görülse de tarihi deneyimler göstermiştir ki insan hakları yine en çok devletlerce ihlal edilmiştir. Ulusal–üstü koruma, ulusal korumayı tamamlayıcı, ikincil ve yedek niteliktedir.

Çağımızda, insan haklarının devlete karşı korunmasında en temel güvence kuvvetler ayrılığına, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı çoğulcu, özgürlükçü demokratik hukuk devleti sistemidir.

İnsan haklarının iç hukuklarda yer almasının ilk örnekleri, 1776 tarihli Virginia Haklar Bildirgesi, 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ve 1791 Birleşik Devletler Anayasası Değişikliğidir.

İNSAN HAKLARININ YASAMA ORGANINA KARŞI KORUNMASI

Temel Hak ve Hürriyetlerin Anayasa’da düzenlenmesi

Her ne kadar, temel hak ve hürriyetler, 1876 Kanun-u Esasî’den beri anayasalarımızda liste hâlinde düzenlenmekte ise de, Türkiye’de insan haklarının yasama organına ve işlevine karşı demokratik anlamda korunması, diğer Batılı ülkelere paralel bir şekilde, 2. Dünya Savaşı sonrası yapılan 1961 Anayasası ile olmuş, insan haklarının yasama organına karşı korunması amacıyla, bu Anayasanın başına bir temel hak ve özgürlükler listesi eklenmiş, bunların sınırlama neden, usul ve ölçütleri anayasa belirtilmek suretiyle temel hak ve özgürlükler rejimi kurulmuştur.

Sınırlamalara Karşı Güvencelerin Anayasada Düzenlenmesi

  • Sınırlamaların Kanuniliği İlkesi: İdarenin kanundan kaynaklanmadığı müddetçe, temel hak ve hürriyetleri kısıtlama veya durdurma yetkisi yoktur.
  • Sınırlamaların Sebebe Bağlılığı İlkesi

Kanunların Anayasaya Uygunluğunun Yargısal Denetimi

Temel hak ve özgürlükleri ihlal eden bir kanunun, Anayasa Mahkemesine açılacak bir iptal davası ile yürürlükten kaldırılması, kişilere tanınmış ve her zaman kullanılabilen bir yol değildir. Anayasa’ya göre, bir kanun ya da Cumhurbaşkanlığı kararnamesine karşı, anayasaya aykırı olduğu iddiası ile iptal davası açılabilmesi, söz konusu kanun ya da Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin, RG’de yayımlandığı tarihten itibaren 60 gün içinde, sadece cumhurbaşkanına, TBMM üyelerinin beşte birine, Türkiye Büyük Millet Meclisinde en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubuna verilmiş bir haktır.

İnsan Haklarını Koruyucu İşlev Gören TBMM Komisyonları

  • Dilekçe Komisyonu
  • İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

İNSAN HAKLARININ YÜRÜTME ORGANINA KARŞI KORUNMASI

İnsan haklarına yönelik ihlallerin büyük bir kısmı yürütme organı ve idareden kaynaklanır.

Korumanın Gerekliliği: Devlet iktidarının sahip olduğu yasama, yürütme ve yargı fonksiyonlarının birbirinden ayrılmasını ve bunların iradelerinin birbirinden ayrı olan organlara verilmesini öngören, her bir devlet iktidarının bir parçasını kullanan bu organların sahip oldukları karşılıklı yetkiler yoluyla birbirlerini denetlemesi, dengelemesi ve frenlemesi, sınırlı veya anayasal devlet yönetimini ortaya çıkarması, böylece kişi hürriyetlerinin devlet iktidarı karşısında korunması ve güvence altına alınması esasına dayanan kuvvetler ayrılığı ilkesi, günümüzde anlamını yitirmiş görünmektedir.

Artık birçok ülkede güçlü yürütme organına ihtiyaç duyulmakta ve hükümetler geniş yetkilerle donatılmaktadırlar. Yasama-yürütme dengesinin yürütme lehine bozulması insan hakları açısından birtakım sorunları da beraberinde taşımaktadır.

Bunlara ek olarak, başta Anayasa olmak üzere kanunlar yürütme ve idareye özellikle kolluk güçlerine insan hakları alanına müdahale konusunda son derece geniş yetkiler vermektedirler.

Koruma Mekanizmaları

İdarenin Yargısal Denetimi olsa da Anayasada, idarenin bazı işlemlerini yargı denetimi dışında tutarak, bu denetimin alanını daraltılmıştır. AY m. 125/2 ile, Yüksek Askeri Şuranın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma işlemleri, AY m. 129/4 ile silahlı kuvvetler hakkındaki disiplin cezaları, AY m. 159/10 ile HSK’nın meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz. Ayrıca, olağanüstü hallerde ve savaş halinde Cumhurbaşkanınca çıkarılacak Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin (m.119/6) Anayasaya aykırılığı ileri sürülerek Anayasa Mahkemesinde iptal davası açılması mümkün olmadığından (m. 148/1) bu gibi Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile yargı denetimine getirilecek kısıntıların da Anayasaya aykırılığı ileri sürülemeyecektir.

Buna ek olarak mahkeme giderlerinin çokluğu, davaların uzun sürmesi ve mahkeme kararlarının idarece yerine getirilmesinde görülen yetersizlikler nedeniyle, temel hak ve hürriyetler yeterince güvence altına alınamamaktadır.

Kanunsuz Emir önemli bir ilkedir. Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse emir yerine getirilir; bu hâlde, emri yerine getiren sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir hiç bir suretle yerine getirilemez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu

06.04.2016 tarih ve 6701 sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu ve Eşitlik Kanunu ile kamu tüzel kişiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip ve özel bütçeli, düzenleyici ve denetleyici kurum niteliğinde ve Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu kurulmuştur.

Kamu Denetçiliği Kurumu Kamu Denetçiliği (Ombudsman) Kavramı: Kurum, idarenin işleyişi ile ilgili şikâyet üzerine, idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmakla görevlidir.

YARGI ORGANINA KARŞI KORUMA

İlke olarak, insan haklarının yargıya karşı korunması sorunu yoktur. Zira, yargının varlık sebebi, insan haklarının korunmasıdır.

Eğer, temel hak ve özgürlüklerin korunmasında ilk adım, yargısal başvuru yolları başta olmak üzere, çeşitli hak arama yollarının öngörülmesi ise, ikinci adım da yargısal korunmayla ilgili özel güvenceler getirilmesidir. İnsan hakların korunması açısından yargı organlarının bağımsızlığı en önemli şarttır.

Yargı Bağımsızlığı

Hakimlerin bağımsızlığı, onların gerek yürütme, gerek yasama organına bağlı olmadıkları, bu organlardan bağımsız oldukları, bu organların hakimlere emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği ve tavsiyede bulunamayacağı anlamına gelir.

Hakimlik teminatı, hakimlerin bağımsızlığını korumaya yönelik kavramlardan biri ve en önemlisidir. Hakimlere kişisel teminatlar sağlanmalıdır ki hakim, her türlü maddi ve manevi kaygı ve etkilerden uzak olarak, görevini, Anayasaya, kanunlara ve hukuk kurallarına uygun olarak vicdani kanaatine göre yapabilsin.

Anayasaya göre Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz. Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suç işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.

ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU HAKKI

Bireysel başvuru hakkı, temel hak ve özgürlükleri kamu gücü tarafından ihlal edilenlerin başvurabilecekleri ikincil ve yardımcı nitelikli bir dava türüdür.

Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, İHAS ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Ancak, ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olağan idari ve yargısal başvuru (kanun) yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.

Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği ve buna ilişkin kararın kesinleştiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğüne göre, Bölüm, ihlalin bir mahkeme kararından kaynaklandığını tespit ederse; ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyayı ilgili mahkemeye gönderir.

TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN İHLALİNDEN DEVLETİN SORUMLULUĞU

İhlalden doğan zarar Devlet tarafından ödenecektir ve devletin bu ödeme nedeniyle sorumlu görevliye rücu hakkı saklıdır. Anayasaya göre, temel hak ve hürriyetlerinin haksız yere kamu görevlilerince ihlalinden doğan zararlardan temel ve genel ilke olarak, aslı ve birinci derecede Devlet sorumludur, memur ve diğer kamu görevlileri ise sadece rücu sorumlusudur.

Kişi Hak ve Ödevleri

YAŞAMA, MADDİ VE MANEVİ VARLIĞINI KORUMA VE GELİŞTİRME HAKKI

Yaşama hakkının konusu, kişinin öldürülmemesi ve tehlike ve risklere karşı korunmasıdır. Yaşama hakkı genel olarak doğumla başlar.

AİHS, yaşama hakkını, “gebe kalma anından itibaren” başlatır. İHAS’da yaşama hakkının ne zaman başlayacağı konusunda herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.

Medeni Kanunu’muza göre, kişiliğin başlangıç anı, tam ve sağ doğumdur.

Yaşama hakkı döllenmeden itibaren varsa, tıp gerekleri dışında çocuk aldırmanın (kürtaj) bu hakka bir müdahale olduğu açıktır. Yalnız tıbbî zorunluluklar nedeniyle kürtaja başvurulabilir.

Yaşama Hakkına Müdahaleler

  • Ötenazi (Ölme Hakkı): Ötenazi, iyileşmesi kabil olmayan ve ileri derecede ıstırap verici ölümcül bir hastalığın yarattığı acılara son vermek için uygulanan yöntemlerin tümünü kapsayan bir kavramdır. Yönetmelik ötenaziyi yasaklamıştır. Teşhis, tedavi veya korunma maksadı olmaksızın, ölüme veya hayati tehlikeye yol açabilecek veya vücut bütünlüğünü ihlal edebilecek veya akli veya bedeni mukavemeti azaltabilecek hiçbir şey yapılamaz ve talep de edilemez
  • Ölüm Cezası: Ölüm cezası yaşama hakkını ortadan kaldıran bir cezai yaptırımdır. 1990 tarihli KSHS’e göre devletler savaş zamanlarında, askeri nitelikteki ciddi suçların cezalandırılması amacıyla ölüm cezası kullanma haklarını saklı tutabilirler. Ancak, bu durumda olan devletlerin, savaşın başlangıcını ve bitişini BM Genel Sekreterliği’ne bildirmek zorundadırlar. Ülkemizde 1982 Anayasası’nın ilk şekline göre ölüm cezalarının verilmesi mümkün olmakla birlikte ölüm cezaları 1984 yılından beri infaz edilmediği için fiilen yürürlükten kalkmıştı.
  • Gebeliğin Sona Erdirilmesi: Kürtaj vb. yöntemlerle bir kadının gebeliğine son verilmesi de yaşama hakkına bir müdahale oluşturmaktadır. Nüfus Planlaması Hakkında Kanuna göre, gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar annenin sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı takdirde istek üzerine rahim tahliye edilir. Gebelik süresi on haftadan fazla ise rahim ancak gebelik, annenin hayatını tehdit ettiği veya edeceği veya doğacak çocuk ile onu takip edecek nesiller için ağır maluliyete neden olacağı hallerde doğum ve kadın hastalıkları uzmanı ve ilgili daldan bir uzmanın objektif bulgulara dayanan gerekçeli raporları ile tahliye edilir.
  • Organ ve Doku Nakli: Türk hukuk sisteminde beyin ölümünün gerçekleştiği durumlarda organ naklinin söz konusu olabileceği kabul edilmektedir.

Yaşama Hakkının Sınırları: Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tâbi tutulamaz. Meşru müdafaa hâli, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.

İŞKENCE, İNSANLIK DIŞI, AŞAĞILAYICI MUAMELE UĞRAMAMA HAKKI

İşkence 1984 tarihli İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık dışı ve Aşağılayıcı Muamele ve Cezaya Karşı BM Sözleşmesi’nde tanımlanmıştır. Zalimane, aşağılayıcı ve insanlık dışı cezalar; suç teşkil eden fiille çok büyük orantısızlık teşkil eden cezalar ile insanlık onuruna yakışmayan, herhangi bir geçerli sosyal amaca hizmet etmeyen cezalardır.

Anayasaya göre, kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.

KİŞİ HÜRRİYETİ VE GÜVENLİĞİ HAKKI

Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz veya tutuklanamaz. Hiç kimse kanunun tayin ettiği sebeplere ve usule uygun olmaksızın hürriyetinden yoksun bırakılamaz “Keyfi” kavramı, haksız, adalet ilkeleriyle ve insan onuruyla bağdaşmayan anlamındadır.

Tutuklanan kişinin geciktirilmeden hâkim önüne çıkarılması hakkının ve tutuklanan kişiye tutuklamanın yasal nedenlerinin bildirilmesi kuralının ihlali keyfidir.

Kamu sağlığının korunması veya suç eğilimine ortam teşkil eden durumların önlenmesi için, bulaşıcı hastalık yayabilecek bir kimsenin, bir akıl hastasının, bir alkoliğin, uyuşturucu madde bağımlısı bir kişinin veya bir serserinin, tedavi ya da eğitim amacıyla kanuna uygun olarak tutuklanmaları mümkündür.

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ HAKKI VE KORUNMASI

Herkes özel hayatını, aile hayatını, konutunu ve özel haberleşmesini istediği gibi düzenleyebilme hak ve yetkisine de sahiptir

Sır alanının belirlenmesi, bir olayın sır alanına girebilmesi ve hukuken korunan bir sır teşkil edebilmesi için iki şartın varlığı gerekir: Bir olay veya davranışın kişinin sır alanına girebilmesi için herkes tarafından bilinir ve izlenebilir olmaması (objektif şart) ve sır sahibinde bu olay veya davranışı gizli tutma iradesinin bulunması, sır sahibinin sır teşkil eden hususların üçüncü kişiler tarafından öğrenilmemesini istemesi (sübjektif şart) gerekir.

Özel hayatın gizliliği genellikle, kişinin üstünün, özel kâğıt ve eşyasının aranamaması ve bunlara el konulamaması, konutuna girilememesi ve özel haberleşmelerinin gizliliğine dokunulamaması gibi üç unsuru kapsar.

Haberleşme Hürriyeti

Anayasada haberleşme hürriyetine sahip olduğu ve haberleşmenin gizliliğinin esas olduğu belirtilmiştir. Haberleşme hürriyetine, ancak milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hakim kararı ile ya da gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde yine bu sebeplere bağlı olarak kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri ile müdahalede bulunulabileceği; kararın yetkili merci tarafından verilmesi hâlinde 24 saat içinde görevli hakimin onayına sunulması ve hakimin de kararını 48 saat içinde açıklaması gerektiği; aksi halde verilen kararın kendiliğinden kalkacağı hükme bağlanmıştır.

YERLEŞME VE SEYAHAT HÜRRİYETİ

Yerleşme ve seyahat hürriyeti dört farklı hakkı kapsamaktadır. Bunlar; kişinin ülkesi içinde seyahat hakkı, bir yerleşim yeri seçme hakkı, ülkesi de dahil herhangi bir ülkeden ayrılma hakkı ve ülkesine giriş hakkıdır. Devlet bu hakları sadece kamu kurum ve kuruluşlarının değil, aynı zamanda özel kişilerin müdahalesinden de korunması için güvence altına alması gerekir.

Herkes kendi ülkesi de dahil, herhangi bir ülkeden çıkma hakkına sahiptir. Kişinin, kendi ülkesi dahil, ülkeyi terk etme hakkı, sınırsız bir şekilde bir ülkeden diğerine seyahat hakkını içermez. Uluslararası hukuka göre her devlet, egemenlik hakkının bir sonucu olarak, kendi topraklarına yabancıların girişini yasaklamak veya bu girişlere kendi uygun göreceği durum ve koşullarda müsaade etmek ve kendi yurttaşlarını yabancı ülkelere gitmekten alıkoyabilme veya bu konuda kısıtlamalar getirebilme yetkisine sahiptir.

DÜŞÜNCE, VİCDAN VE DİN, DÜŞÜNCELERİ AÇIKLAMA VE 4 YAYMA ÖZGÜRLÜKLERİ

Düşünce (ifade) hürriyeti teorik olarak, düşüncelere ve bilgilere ulaşma, (haber alma, bilgi edinme) düşüncelerinden ötürü kınanmama (kanaat hürriyeti) ve düşüncelerini açıklama, yayma ve başkalarına aşılama (ifade hürriyeti) gibi üç temel ögeden oluşur.

Din hürriyeti temel bir insan hakkıdır; özünde, tercihlerine göre inancını seçme ve açıklayabilme, inançlarının gerektirdiği ibadet, tören ve ayinleri yapabilme, öğretebilme ve yayabilme haklarını içerir. Din ve vicdan hürriyeti, kendi başına veya başkaları ile birlikte toplu olarak ve aleni veya gizli bir şekilde ibadet etme, gereklerine uyma, uygulama, öğretme yoluyla açığa vurma özgürlüğünü de içerir.

İfade hürriyetinin sınırlandırılması, diğer birçok hürriyetin dolaylı olarak sınırlandırılması sonucunu doğurmaktadır. Bundan dolayı, düşünceleri açıklama ve yayma hürriyetinin demokratik bir sistemin ön şartı olduğu ifade edilebilir.

Düşüncelerin açıklanabilmesi hürriyeti, kişiye öncelikle beğenmediği uygulamaları eleştirme, düşünce ve inançlarına uygun şekilde davranabilme ve doğru olduğuna inandığı düşünceleri başkalarına kabul ettirme imkânlarını vermektedir.

Anayasaya göre düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz

TOPLANTI HAK VE HÜRRİYETLERİ

Toplantı, düşünceyi açıklama veya başkalarına ulaştırma ortak amacı için birden fazla kişinin, kapalı veya halka açık yerlerde bir araya gelmesidir. Herkes toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir

Ancak, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılması konusunda 1982 Anayasası hakkın kullanımını önceden izin şartına bağlanmamış olmakla birlikte, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 10. maddesi, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin düzenlenmesi için gerekli görülen 72 saat önceden bildirimde bulunulması şartını getirmiştir.

Örgütlenme hürriyeti, siyasi, dini, ideolojik, ekonomik, iş, sosyal, sportif, kültürel ve mesleki menfaatlerini gerçekleştirmek amacıyla bir araya gelmek suretiyle bireylerin toplu olarak kullandıkları temel bir hürriyettir. Örgütlenme (dernek kurma) hakkının kullanılması, milli güvenliğin, kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlakın, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla sınırlanabilir.

HAK ARAMA HÜRRİYETİ VE ADİL YARGILANMA HAKKI

Bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme, mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme, yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan hak arama hürriyetinin olmazsa olmaz koşuludur. Irk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka bir düşünce, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet doğum ya da başka bir statü gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılmaksızın herkes mahkemeler ve hukuk önünde eşittir.

Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir. Yargılama süresinin makullüğü somut olayın özelliklerine bağlıdır. İç hukukta, sanığın tutuklu olup olmadığı, davanın karmaşıklığı sanığın ve yetkililerin tutumu dikkate alınarak makul sure belirlenir.

Açık Yargılama Hakkı Açık yargılama, yargılamaya katılması zorunlu olan kişilerin dışında kalanların yargılamaya katılma imkânına sahip olmaları anlamına gelir. Bu nedenle, zorunlu olarak duruşmaya katılmaları gereken kişilerin dışında hiç kimse katılmamış ise dahi, duruşma açık yapılmış sayılır. Sınırlı ve belirli sayıda sayılan durumlar dışında bütün duruşmalar ve kararlar aleni (açık) olmalıdır.

Suçsuzluk (Masumiyet) Karinesi: Herkes, adil yargılamanın asgari gereklerini içeren bir yargılamayla mahkûm olmadıkça (mahkeme kararıyla suçu işlediği sabit olmadıkça) ve oluncaya kadar suçsuz sayılma ve buna göre muamele görme hakkına sahiptir.

Suç işlemekten mahkûm olan herkes, kararın daha yüksek bir yargı yeri tarafından denetlenmesini isteme hakkına sahiptir

Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar ve Siyasi Haklar

İkinci kuşak insan haklar içinde yer alan ekonomik, sosyal ve kültürel insan hakları diğer insan haklarının kullanılabilmesi için gerekli, asgarî düzeyde yaşamı sürdürme haklarını ifade etmektedir.

EKONOMİK HAKLAR

Başlangıçta kişinin eşya üzerinde mutlak bir egemenliği demek olan ve kutsal olan mülkiyet hakkı, çağımızda bu anlamını yitirmiş, sosyal işlevleriyle sınırlanmıştır.

Kamu yararı amacıyla mülkiyet hakkının sınırlanmasının örneklerini yine Anayasanın çeşitli maddelerinde bulabiliriz. Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlanması amacıyla destekleyici ve teşvik edici tedbirlerin alınması; çevrenin geliştirilmesi, çevre sağlığının korunması ve çevre kirlenmesinin önlenmesi; tarım arazilerinin amaç dışı kullanılmasının ve tahribinin önlenmesi; toprağın verimli olarak işletilmesinin korunması ve geliştirilmesi, erozyonla kaybedilmesinin önlenmesi ve topraksız olan veya yeterli toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlanması; doğal afetlerin önlenmesi, sanayiin ve turizmin korunması; sağlıklı bir kentleşme ve imar düzeninin sağlanması gibi nedenlerle idare tarafından ve yine kanunla mülkiyet hakkı sınırlanabilmektedir.

Sözleşme Hürriyeti: Herkes sözleşme, hürriyetine sahiptir. Özel teşebbüs hürriyeti, her gerçek veya özel hukuk tüzel kişisinin tercih ettiği alanda, iktisadi-ticari faaliyette bulunmak üzere kurulabilmesini, dilediği mesleki faaliyete girebilmesini ve faaliyeti ile mesleğini devletin veya üçüncü kişilerin müdahalesi olmaksızın dilediği biçimde yürütebilmesini ifade etmektedir.

Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır” hükmüne yer verilmek suretiyle, “milli ekonominin gerekleri” ve “sosyal amaçlarla” bu özgürlüğe sınırlama getirilebilmesine imkân tanınmıştır.

SOSYAL HAKLAR

Çalışma Hakkı ve Hürriyeti: Anayasamız herkesin çalışma hakkı ve hürriyetini tanımakta ve güvence altına almaktadır. Çalışma hakkının diğer haklardan farkı, hakkın kullanılmasının, hakkın sahibi dışında başka etmenlere bağlı oluşudur.

Çalışma hakkının kapsamına, iş güvenliği hakkı, işyerinin çalışma ve sağlık koşullarına uygun olmasını isteme hakkı, çalışma sürelerinin uygun ölçülerde tutulmasını isteme hakkı, çalışan çocuk, kadın ya da gençlerin özel olarak korunmasıyla ilgili haklar, adil ücret hakkı, ücretli tatil hakkı, dinlenme hakkı, boş zaman bulabilme hakkı, yaşına, gücüne ve cinsiyetine uygun işlerde çalıştırılmayı isteme hakkı, sosyal güvenlik hakkı, eşit işe eşit ücret hakkı, sendika hakkı, sendikalara serbestçe girebilme ve sendikalardan serbestçe çıkabilme hakkı, toplu iş sözleşmesi hakkı işyerinin yönetimine girme hakkı gibi bir dizi hak girmektedir.

Sağlık Hakkı: Sağlık hakkı, hastalığın, sakatlığın yokluğu ve aynı zamanda, fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden kişinin bütünüyle mutlu olması durumudur.

Sağlık hakkı, sadece sağlıklı olma hakkı şeklinde anlaşılamaz. Sağlık hakkı; cinsel ve üreme hürriyeti de dahil, sağlığını ve vücudunu kontrol ettirme, işkenceden uzak olma, rızası dışında tıbbi tedavi ve deneylere tabi olmama hakkı gibi müdahaleden uzak olma hakkı gibi kimi hak ve hürriyetleri içerir.

Çevre Hakkı: 1970’li yıllardan sonra kabul edilen anayasaların tamamına yakını çevre hakkına yer vermişlerdir. Bu anayasalardan bir kısmı çevrenin korunması konusunda devlete veya devlet ile bireye koruma ödevi yüklemişlerken, bir kısmı da sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını bir insan hakkı olarak kabul etmişlerdir.

Asgari Yaşam Koşullarına Sahip Olma Hakkı Yeterli Gıda Hakkı: Yeterli gıda hakkının esası gıdanın kalite ve miktar olarak gıda rejimiyle ilgili memnuniyeti sağlamaya yeterli düzeyde olması, yan etkilerinden uzak ve kişinin içinde bulunduğu kültürel çevrede kabul edilebilir olmasını bu gıdalara erişilebilirliğin sürekli (istikrarlı, sürdürülebilir) olmasını gerektirir. Yeterli gıda hakkı devlete üç çeşit yükümlülük yükler. Bunlar, saygı, koruma ve gerçekleştirme yükümlülükleridir.

Bunların dışındaki diğer haklar:

  • Yeterli Giyinme Hakkı
  • Yeterli Konut Hakkı
  • Sosyal Güvenlik Hakkı
  • Toplu İş Sözleşmesi Hakkı
  • Grev ve Lokavt Hakkı

KÜLTÜREL HAKLAR

Kültürel haklar, kültür dünyası ve sorunları ile ilgili tüm insan haklarından oluşmaktadır. Kültür kavramının derinliği, kültürel hakların da genişliği sonucunu doğurmaktadır.

Herkes, topluluğun kültürel faaliyetine serbestçe katılmak, güzel sanatları tatmak, ilim sahasındaki ilerleyişe iştirak etmek ve bundan faydalanmak hakkını haizdir. Herkesin yarattığı, her türlü bilim, edebiyat veya sanat eserlerinden mütevellit manevi ve maddi menfaatlerin korunmasına hakkı vardır.

Eğitim ve Öğretim Hakkı ve Ödevi: Eğitim hakkına hem yetişkinler ve hem de çocuklar sahiptir. Hiçbir uluslararası insan hakları hukuku metni, eğitimin yapılacağı belli bir dili belirlememektedir. Bununla birlikte, ulusal dilde ya da ulusal dillerin birinde eğitim yapılmazsa eğitim hakkı anlamsızlaşır.

Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler dışında başka faaliyetler yürütülemez. Eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler her ne suretle olursa olsun engellenemez.

Akademik Hürriyet ve Kurumsal Özerklik: Akademik hürriyet, bireylerin, çalıştıkları kurum veya sistem hakkında serbestçe görüşlerini açıklama, ayrımcılık gözetmeksizin, devletin veya diğer herhangi bir faktörün baskısı olmaksızın görevlerini yapma, mesleki veya temsili akademik kurumlara katılma ve uluslararası alanda, diğer bireylere tanınan tüm insan haklarına sahip olma hak ve hürriyetlerini de içerir. Akademik hürriyet, yükseköğretim kurumlarının özerkliğini de zorunlu kılar.

Bilim ve Sanat Hürriyeti: Anayasamızda ayrı bir maddede düzenlenmiştir. Buna göre, “Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir”.

Kitle İletişim Özgürlükleri Basın Hürriyeti: Basının hür olduğunu ve herhangi bir ön denetimden geçirilemeyeceğini (sansür edilemeyeceğini) ifade eden Anayasamız, basın hürriyetinin temel unsurlarından biri olan “matbaa serbestisi”ni de hükme bağlamıştır: “Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz”.

Basın hürriyeti, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.

Basın hürriyetinin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, cumhuriyetin temel nitelikleri ve devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Anayasa’ya göre, olaylar hakkında yayım yasağı konamaz. Ancak, yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, kanunla belirtilecek sınırlar içinde, hâkim tarafından verilen kararlar saklıdır.

SİYASİ HAKLAR

Vatandaşlık konusunda uluslararası hukukta gerçekleşmesi istenilen üç ilke vardır. Bunlar; herkesin bir vatandaşlığının olması, her kişinin yalnız bir vatandaşlığının olması ve kişinin vatandaşlığını seçmede ve değiştirmede serbest olmasıdır.

1982 Anayasası’na göre, “ Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Türk babanın çocuğu Türk vatandaşı olacağı gibi, Türk ananın çocuğu da Türk vatandaşı olacaktır.

Seçme, Seçilme ve Siyasi Faaliyette Bulunma Hakları: Seçimlerin demokratikliğinin ilk ve en önemli şartı, hem oy vermenin vatandaşlar için bir hak olması ve hem de seçmenlerin istedikleri tercihi yapmak konusunda herhangi bir baskı altında olmamalarıdır.