Teorinin başlangıç noktası, Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’un 1985 yılında birlikte kaleme aldıkları Hegemonya ve Sosyalist Strateji: Radikal Demokratik Bir Politikaya Doğru kitabının yayınlanmasıdır. Laclau ve Mouffe’a göre, toplum sadece sınıflara (burjuvazi ve proletarya) indirgenemeyecek ve birbiriyle ilişkili sayısız güç ilişkilerinden ve farklılıklardan oluşmuş eksik ve tamamlanmamış bir bütünlüktür.
1960’lı yıllarda ortaya çıkan post-yapısalcılık, söylemin toplumsal yaşamda merkezi bir rolü olduğunu, her türlü hakikat iddiasına göreli şüpheyle yaklaşmak gerektiğini, öznenin inşa süreçlerinin tutarsız ve istikrarsız olduğu tezlerini savunur.
Toplumun ekonomi ve sınıf merkezli bir bütünlük olmaktan ziyade kimlikler merkezli bir parçalı yapıya dönüştüğü fikrine dayanmaktadır. Bu görüş kimliklerin sınıf ilişkilerini aşarak hiç olmadığı kadar çeşitlendiği, bireysel hak ve özgürlük taleplerinin çoğullaştığı, kimliklerin taleplerinin ekonomik taleplerin dışında kültürel ve siyasal açıdan çeşitlendiği, orta sınıfların genişlediği ve yeni bir hizmet sınıfının ortaya çıktığı tezlerine dayandırılmaktadır.
Özetle toplumdaki çatışma ilişkileri, sadece ekonomik temelli olmaktan çıkıp, cinsiyet, otorite, bürokrasi, kent, çevre gibi meseleler üzerinden farklı toplumsal ilişki biçimlerine yayılmıştır.
İşçi sınıfı dışındaki toplumsal grupların (çevreciler, etnik gruplar, kadınlar, eşcinseller gibi) toplumsal değişimin aktörü, önderi ve taşıyıcısı olabilecekleri fikri postmarksistleri Marksizmden farklılaştıran en temel unsurlardan birisidir. Eşitlik ve özgürlük mücadelesi artık bir devrime havale edilmeyen ve söylemsel olarak kurulacak bir hegemonya mücadelesinin konusudur.
Postmarksizm kuramının temel varsayımları
- Kapitalist toplumsal düzenin dayandığı özgül ilişki biçimi olan burjuvazi ve proletarya arasındaki sömürü ilişkileri yerini devlet ve sivil toplum arasındaki tabiiyet ilişkilerine bırakmıştır.
- Bir kimsenin sosyo-ekonomik açıdan işgal ettiği yer ile siyasi-ideolojik çıkarları arasında herhangi zorunlu ilişki yoktur.
- İşçi sınıfının devrimci bir rolü olduğu fikri terk edilmelidir.
- Sosyalizmin eşitlik ve özgürlük idealine kitlesel bir siyasal devrim yoluyla değil, Radikal Demokrasi Projesinin dayandığı burjuva demokrasinin derinleştirilmesi ve genişletilmesiyle ile ulaşılabilir.
- “Toplumsal” olan her şey söylemseldir. İdeolojik ve politik çıkarlar ancak, söylem yoluyla kurulabilir. Siyaset, hegemonik pratiklere yönelen bir söylem inşası sürecidir ve herhangi bir sınıfın maddi çıkarları üzerinden biçimlendirilemez.
Bernsteincı revizyonizm ile Sorel’in demokratik sendikalizm ve Gramsci’nin hegemonya anlayışını birleştiren Laclau ve Mouffe, siyasete özerk bir alan tanıyan bu yaklaşımların Marksizmden önemli bir kopuş anlamına geldiğini ve ekonomik devrimi mutlak bir zorunluluk olmaktan çıkardığını öne sürmektedir.
Söylem: Rastlantısal olanın öne çıkarılması; ekonomik belirleme yerine, söylemin kurucu özelliğinin ve siyasetin özerkliğinin kabulü; işçi sınıfının önderliğinde bir sosyalist devrim anlayışı yerine, farklı toplumsal gruplar, kimlikler ve özne konumları aracılığıyla kurulan radikal bir demokrasi projesi postmarksizmin alamet-i farikasıdır.
Yeni Toplumsal Hareketler: Kadın, çevre, barış, anti-nükleer, ırk, etnik kimlik, insan hakları ve cinsel kimlik sorunları etrafında örgütlenen toplumsal hareketler, kendi aralarındaki farklılıklara rağmen, bu yeni siyaset anlayışının öncüsü oldular.
Radikal Demokrasi
Laclau ve Mouffe postmodern ve post-yapısalcı hattan ilerleyen Mouffe, radikal demokrasi ile üniter (bütünlüklü) bir özne mitini terk etmek olarak yorumlar. Radikal Demokrasi stratejisi, toplumsalın tamamlanmamış ve açık bir karakteri olduğundan hareket eden, politik alanların ve öznelerin çoğullaştığını ve bu çoğulluğun indirgenemez bir karaktere sahip olduğunu iddia eden, birey merkezli hakları temel alan ve evrensellik ilkesini tanımayan bir hegemonik tasarıdan ibarettir.
Agonistik Demokrasi iki başlık altında incelenebilir:
Biri, Jürgen Habermas, Seyla Benhabib ve John Rawls tarafından, diğeri Ernesto Laclau, Chantall Mouffe ve William Connolly tarafından geliştirilen, sırasıyla “müzakereci demokrasi” ve “agonistik demokrasi” (çatışmalı çoğulculuk) teorileri.
- “Müzakereci demokrasi” teorisi sivil toplum alanını, kamusal alanda siyasi ve ahlaki açılardan özgür ve eşit bireylerin rasyonel bir diyalog ile konsensüse varabilecekleri bir alan olarak kavrar.
- Agonistik demokrasinin özü ise; farklılıkların ve çatışmanın asla indirgenemeyeceği veya yok edilemeyeceği meselesine bağlanmaktadır.
Postmarksistler, kamusal alanın uzlaşma değil, çatışmayı temel alan kimlik/fark temelinde anlaşılması gerektiğini ileri sürerler. İkinci eleştiri noktaları, uzlaşmaya dayalı demokrasi anlayışının çoğulculuk anlayışını öne çıkaracağı, bunun ise karşıtlıkların yok sayılması anlamına geleceği konusunda ortaya çıkar.