Bu kitapta ana argüman: dilin anlamının kullanımda ortaya çıktığıdır. Özete geçmeden önce Tractatus ile Felsefi Soruşturmalar arasında Wittgenstein düşüncesinde bazı kritik değişimlere değinirsek:
- Felsefeyi bırakıp, öğretmenlik yaparken öğrencilerin nasıl öğrendiğini ve hayatın dil ile içiçeliğini gördü.
- Arkadaşı Sraffa sayesinde Antropolojik yöntemle tanıştı (Çene kaşımanın mantıksal resmi sorunsalı).
- TLP`de mantıkla dünya arasında kurduğu zorunlu ilişki yerine dil oyunları kavramını merkeze aldı.
Dil Oyunları
Augustine`e göre dildeki kelimeler objeler işaret edilerek öğretilir. Her kelimenin sembolize ettiği statik bir şey vardır. (Correspondence theory of meaning).
Fakat Wittgenstein verdiği spekülatif antropolojik örneklerle (farazi basit dil örnekleriyle) gösterir ki dilde anlam sabit değildir. Kelimenin kullanılışı / uygulaması (bağlamı) anlamı belirler. Bu dinamizm dili canlı büyüyen bir organizma yapar. Dil antik bir şehir gibi eskinin üzerine inşa ile büyümektedir.
Bu dinamizmde dil kullanımı bir oyuna benzer. Oyunun genel geçer bir kuralı veya tanımı yoktur. Her konuşma, yazma, kendini ifade ediş bir dil oyunudur. Bu oyun kuralları içerisindeki kullanımda kelimeler anlam kazanır (in use). Bu kurallar çoğu zaman tarafların farkında olmadan yaptıkları bir uzlaşıdır.
Aile benzerliği (Family resemblance)
Burada şöyle bir sorun çıkar; anlam sabit değilse peki nasıl kelimeleri tanımlayabiliriz? Cevap akrabalık/aile benzerliği (family resemblance) kavramıdır. Kelimenin kullanımındaki benzerliklerin gruplanmasına işaret eder. Mesela adalet kelimesinin her kullanımında ufak nüans farkları vardır fakat bunların arasında karmaşık benzerlikler ağı mevcuttur. Bu akrabalık benzerliklerde net sınırlar, net tanımlar olmasa da biz kelimeleri tanımlayarak yapay bir sınır çizeriz. Bu tanımlamadaki amaç bütün anlam versiyonlarındaki ortak alanı görmeye çalışmaktır. Anlamın bu esnekliği dilin ve iletişimin zenginliğidir. Hal böyleyken evrensel anlamların peşinde koşmak beyhudedir, anlam tikeldedir (particular).
Yaşam Formu/Biçimi (Lebensform)
Özellikle kamusal alanda dil oyunları birbiri ile karışır ve anlam bulanır (Dil tatile çıkınca felsefi problemler çıkar). Bu bulanıklıkta kelimeler kullanım alanının / amacının dışını imgeler ve anlamsızlaşır. Felsefe (deki problemler) bu yanlış anlaşılmaların bir yan ürünüdür. Muğlaklıktan kaçınmak zor olsa da felsefeyle bu yanlışları ortaya çıkarırsak o zaman asıl sorunlara odaklanabiliriz. Kelimeler ve anlamlar akışkandır. Mesela obje (plüton) aynı iken tanım zamanla değişebilir (bugün artık gezegen değil). Mesela bilimsel tanımlar bilim adamlarının oybirliği veya çoğunluğunun uzlaşısı değil midir?
Dil oyunları kültürel paradigmaların etkisindedir. Farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde aynı kelimeler farklı anlamlara sahip olabilmektedir. Bir dil oyununun kuralları ve doğrulu kıstasları yaşanarak zamanla oluşur ve yaşayarak, başkaları gözlemlenerek (pratikle) öğrenilir. Sözlüğü hatim ederek dil öğrenemezsiniz. Yani kurallar bir yaşam formu/biçimi (lebensform) içerisinde tezahür eder. Bir ifadeyi anlamak kullanıldığı dil oyununun kuralları bilmeye bağlıdır. Dilin ne olduğundan öte (özü yoktur) nasıl kullanıldığı önemlidir.
Özel Dil (Private Language)
Özel dil`e anlamını ve kurallarını sadece senin bildiğin ve başkasına anlatamayacağın dil dersek -> Böyle bir dil mümkün değildir (Solipsizmi burada ekarte eder). Çünkü ikinci biri olmadan dil olmaz. Desen ki kime ne kuralları ben koydum; o da olmaz çünkü kurallar ancak kullanımda başkalarınca gözlenerek varolduğundan bu mümkün değildir. Kurala uymuş olduğunu düşünmekle uymuş olmazsın. Güzel çizdiğini düşünmekle ile güzel çizmek aynı şey değildir. Birincisi öznel bir his iken, ikincisi harici bir yargıdır. Buna ek olarak anlam kullanımda ve oyun içerisinde oluşuyorsa özel dilde oluşamaz. Özetle birşey söylemek için başkasına söylemen lazım.
Herkese birer kutu versek, kimse başkasının kutusuna bakamasa ve kutunun içindekine herkes böcek dese: Kendi kutusundan başkasınınkine bakamayan insanlar için “böcek” sözcüğünün anlamını tayin eden kutunun içindeki obje midir yoksa ortak kullanım mıdır? Burada kutu öznel tecrübe veya zihnimizdir. Başkasının öznelliğini bildiğimizi sanırız ama bu bir varsayımdır. Özetle dil ile asıl tecrübeyi değil, ortak dildeki çağrışımlarını anlarız. Ortak dilden bağımsız bir anlatım öznel tecrübe olarak kalmaya mahkumdur.
Yani anlam zihnimizde oluşmaz kamusal alanda kullanımda oluşur. Metanın fiyatının kendinden değil piyasada oluşması gibi düşünülebilir.
Soru: Dil mi düşünceyi yoksa düşünce mi dili önceler? Bu saçma bir soru mudur? Konuşmadan düşünebilir miyiz veya düşünmeden konuşabilir miyiz:
Felsefenin Terapisi
Herşeyin arkasında bir öz aramak saçmalıktır, herşeyin nasıl olduğunu gör! Felsefede günlük dili kullan, çünkü anlamlar orada şekilleniyor. Bu yapıldığında çoğu felsefi problem yok olur. Hiçbir zaman netliğe ulaşamayacağımızdan: açıklamaya (explanation) değil, tanımlamaya (describe) fokuslan! Bu şekilde felsefe zihinlerimize bir terapi olabilir .
Bu Freud`un terapisi gibi sorunu çözmek değil görünür kılmak işidir. Enteresandır ki dili yanlış yorumlamamızdan kaynaklanan sorunlarda bir derinlik niteliği vardır. Derin huzursuzluklardır bunlar (metafizik). Ama bu bir aldanmadır, felsefi problemler yoktur. (Örneğin özgür irade vs determism tartışması böyle bir alandır.)
Aynı Şeyin Farklı Görülebilmesi (Aspect seeing)
Kitabın sonlarında adından da anlaşılacağı üzere soruşturma formatında konu biraz genişliyor. Algıların beklenti ile nasıl şekillendiğine dair bir örnek verir: Ördek-tavşan resmi ( tavşan-ördek ). Resimde önce görülmeyen hayvanın ani farkındalığı, Wittgenstein’ın “yeni bir açının/yönün doğuşu” dediği şeye bir örnektir. Görsel uyaran değişmez. Yine de bir anda tavşan gibi bir ördek olduğunu düşündüğümüz şeyi görüyoruz. O andan sonra görmemiz aynı olmuyor.