Felsefeye Giriş – Ders Notu

Felsefe Nedir?

Felsefede de filozof akıl yürütür ve birtakım argümanlar geliştirir. Bu bir ispattan ziyade, öznel bir gerekçelendirmedir. Bu yüzden felsefede, matematiksel yasa gibi “doğrular” yoktur; onda herkesi bağlayan genel geçer sonuçlar olamaz.

Felsefe; dinin, sanatın ve bilimin üzerine ikinci düzeyden bir açıklamayı onların yapılarını ve sınırlarını göstererek yapar. Felsefeyi klasik, analitik ve eleştirel (Kıta) olarak gruplarsak:

  • Klasik (kurucu, bütünsel) Felsefeciler: Platon, Aristoteles, Aquinalı Thomas, Farabi, Descartes, Leibniz, Spinoza, Kant ve Hegel gibi düşünürlerdir.
  • Analitik (Anglo-Sakson, Metafiziğe tepki) Felsefeciler: Bertrand Russell, GE Moore, Gilbert Ryle, Wittgenstein gibi düşünürler bulunur.
  • Eleştirel – Kıta felsefesi (Almanya ve Fransa’da, analitiğe tepki): Nietzsche, Heidegger, Jacques Derrida, Michel Foucault gibi..

Felsefenin “varlık” (ontoloji), “bilgi” (epistemoloji) ve “değer” (Metafizik, Etik) olmak üzere üç temel alanı vardır.

Epistemoloji Nedir?

Episteme yunancada bilgi anlamına gelir. Bilginin kurucusu öznedir. Yani özgenin amaçlı yönelimi olmadan bilgiden söz edilemez.

Epistemolojik olarak sorulan, “neyin doğru olduğu”ndan ziyade, “doğruluğun ne olduğu” sorusudur. Mesela doğruluk ile gerçeklik birbiriyle sıklıkla karıştırılır. Gerçeklik zihinden bağımsız var olanı ifade ederken, doğruluk ise bilginin gerçekliğe uyumunu ifade eden bir özelliğidir.

Doğruluğun kriteri anlamında farklı anlayışlar mevcuttur:

  • Esas olarak ampirik veya deneyimsel olgularla ilgili olan mütekabiliyetçi doğruluk anlayışı (correspondence)
  • Öznenin esas olarak kendi zihin içeriklerini bildiği, kendi dışındaki nesnelerin bilgisine ise onların zihindeki temsilleri aracılığıyla eriştiği kabul eden temsil epistemolojisi. (Representation)
  • Doğruluğu inançlar arasındaki tutarlılık ilişkisiyle özdeşleştiren “bağdaşımcı doğruluk görüşü”dür. (Coherence)
  • William James ve John Dewey gibi düşünürlerce öne sürülen “pragmatist doğruluk anlayışı”.

Bilgi farklı şekillerde gruplanabilir:

  • Mesela olduğundan başka türlü olamayan bilgiye “zorunlu” (apodeiktik) denirken olduklarından başka türlü olabilene “olumsal bilgi” denir.
  • A priori bilgi deneyime dayanmayan, tecrübe yoluyla kazanılmamış olan bilgiyi ifade ederken, a posteriori bilgi deneyim yoluyla kazanılan bilgidir.
  • Russell ise bilgiyi, “betimleme yoluyla bilgi” (önermeler) ve “tanışıklık yoluyla bilgi” (nesneler) olmak üzere ikili bir ayrıma tabi tutar.

Bilginin Kaynağına istinaden 4 ana tutum bulunur:

  • Akılcılık – Rasyonalizm: Parmenides, Platon, Descartes, Spinoza ve Leibniz’in bulunduğu “akılcılık”, bilginin tek kaynağının ve sınama ölçütünün akıl olduğunu, zorunlu ve kesin doğruların deneyimle edinilemeyeceğini öne sürer.
  • Deneyimcilik – Ampirizm: “Deneyimcilik” ise, bilginin kaynağını akılla değil tecrübe veya deneyimle açıklar. John Locke, George Berkeley Hume, John Stuart Mill ve Bertrand Russell gibi deneyimciliği benimsemiş olan düşünürler, bilgi modeli olarak doğa bilimlerini, araştırma yöntemi olarak da tümevarımsal akıl yürütme yöntemini benimsemişlerdir.
  • Sentezci yaklaşım: bilginin kaynağını akıl ve deneyimin ortak katkılarında bulur. Bu yaklaşımın en önemli temsilcileri arasında Aristoteles ve Kant yer alır.
  • Sezgicilik: “sezgicilik”, bilginin kaynağını sezgide görür. Bu görüşün ideal temsilcisi Fransız düşünürü Henri Bergson, sezginin gerçekliğin şemasını değil bizzat kendisini bilme imkânı verdiğini söyleyerek, bilimi eleştirmiştir.

Bilginin İmkânı konusunda 2 temel pozisyon:

  • Bilginin imkânsız olduğunu, hiçbir şeyin bilinemeyeceğini, insan zihninin kesin olan hiçbir doğruya ulaşamayacağını öne süren “kuşkuculuk”
    • Her şeyin ölçüsü insandır. Örneğin, aynı rüzgârın bir kimseye soğuk bir başkasına sıcak gelmesinden çıkan sonuç, aynı rüzgârın kendisine soğuk görünen kişi için soğuk, sıcak görünen kişi içinse sıcak olduğudur. Bütün perspektiflerin aynı değerde olduğunu, dolayısıyla mutlak hakikatlerin olamayacağını söyleyen “perspektivizm” görüşü de bunun bir alt kümesidir.
    • Döngüsellikle ilgili argüman: Bir iddiayı temellendirmek veya kanıtlamak için getirilen ispatın kendisi başka bir ispata ihtiyaç duyacağından, bu durum geriye doğru devam edip gider. Bundan sakınmanın yolu ise, tek tek her şeyin ispatlanmasının imkânsız olması nedeniyle, bir şeyleri ispatlamadan doğru kabul etmekten geçer.
  • Bilginin mümkün olduğunu ileri süren “dogmatizm”.

Bilginin Sınırları şu soruyla ele alınır. Özne kendi dışındaki nesneleri gerçekte olduğu şekliyle bilebilir mi?

  • Realizm, insan zihninin varlıkları gerçekte oldukları şekliyle bilebileceğini söylerken;
  • idealizm zihni temel alarak, insanın varlıkları kendisine göründüğü şekliyle bilebileceğini ileri sürer. 
    • Berkeley: içkin epistemolojik idealizm ile, insan zihninin bilme sürecinde ancak kendi zihin içeriklerini bilebileceğini ve dolayısıyla zihninin dışına çıkamayıp onunla sınırlı kalacağını kabul eder.
    • Öznel idealizmin ikinci versiyonu, Kant tarafından temsil edilen transendental epistemolojik idealizmdir. Kant, bilginin sınırlı olduğunu, bilen öznenin bildiği şeyin, nesnenin veya varlığın kendisi olmayıp sadece algısal deneyiminin konusu olan şey, yani “fenomen” olduğunu öne sürer. Kant’ın, akla ya da insan zihnine yüklediği rol, pasif bir alıcılık veya yansıtıcılık değil, kurucu bir roldür. Başka bir deyişle, bilginin nesnesi olarak fenomenin, zihinden bağımsız bir nesne olmayıp insan zihni tarafından inşa edildiğini ve yapılandırıldığını söyler.

Metafizik Nedir?

Kabaca “varlığa ilişkin genel ve rasyonel soruşturma” olarak tanımlanabilen metafizik, felsefenin en önemli alt dallarından birisidir (Aristoteles ona ilk felsefe demiştir). Temel sorgulamalardan biri görünüş-gerçeklik ayrımıdır. Buna göre insanın duyuları onu varlığın görünüşüne götürürken aklı ise gerçekliğe nüfuz etmesini sağlar.

Metafiziğin İmkânı

Ortaçağ boyunca tanrının varlığını anlamaya odaklanmış bir metafizik anlayışını doğmuştur. Bu modern felsefede metafiziğin sorgulanmasına neden olmuştur.

  • Metafiziği eleştirenlerin başında Hume bulunmaktadır. Metafiziğin alanının aklın kavramları yoluyla bilinemeyeceğini savunan Hume, bu sebeple metafiziğin ilgilendiği konuların bilinmesinin imkânsız olduğunu belirterek metafiziği eleştirmiştir.
  • Auguste Comte Metafiziği dinin kalıntısı olarak görür (din, metafizik, pozitivizm dönemleri).
  • Metafiziği eleştiren diğer düşünür Kant olmuştur. Metafizik alanına yani numenler alanına geçildiğinde akıl ve deneyimin iş birliği olan bilginin imkânsız hale geldiğine dikkat çeken Kant, metafiziği genel metafizik (ontoloji) ve özel metafizik (rasyonel teoloji, psikoloji, kozmoloji) olmak üzere ikiye ayırmıştır. Yani numen alanı 3 başlık altında toplanabilir: Tanrı, Ruh ve Evrenin başı-sonu. Bu konular duyuların ötesinde kalmaktadır. Duyuların ötesi alanda aklı antinomilere (çelişkilere) düşer. Kant, insan bilgisini fenomenlerle sınırlamıştır.

Metafizik bilimler de dâhil olmak üzere bütün disiplinlerin ilk ilkelerini / kabullerini temin eder. Konu alanları üç tanedir:

  • Ontoloji:“(to on” var olan): var olmanın ne olduğunu, neyin gerçekten var olduğunu araştırır. Varlık, varoluş, değişmenin doğası bu alanın konularıdır.
  • Teoloji-Kozmoloji (“theos” Tanrı, “kosmos” evren): Tanrı, Evrenin amaçlılığı ve düzeni gibi alanları kapsar.
  • Arkeolojideki (“arkhe”): İlk ilkelerin araştırıldığı alandır. Mekan, zaman, özdeşlik, çelişmezlik gibi ilkeler bunlara örnek verilebilir.
    • Mesela Determinizm (belirlenimcilik) ve indeterminizm (belirlenimsizcilik) konusu doğadaki her şeyin bir nedeni olup olmadığı sorusuyla boğuşur. Nedensellik ilkesinin evrenselliği de determinizmin temel şartıdır.
    • 17. yy`dan itibaren, Deneyimciler nedenselliği epistemolojik bir kategori olarak değerlendirir. Çünkü nedensellik, şeylerin kendilerinin bir özelliği olmayıp yalnızca onlara ilişkin algı ve bilgimizle ilgilidir. Hume için nedensellik yalnızca zihinsel izlenim ya da idealar arasındaki bir ilişki olup zihinsel alışkanlıklarımızı dünyaya yüklemekle ilgili bir mesele olarak ortaya çıkar.
    • Öte yandan Rasyonalizm nedenselliği düşüncenin a priori zorunluluğu olarak görür. Bu yüzden nedensellik bir sonuç değil ön kabulüdür. Leibniz’in görüşüne göre, nedensellik yeter neden ilkesinin belli bir şekline karşılık gelir. Kant da aynı görüşü savunmuştur.

Bilim Felsefesi

Bilimi epistemolojik ve metafiziksel olarak ele alır. temel pozisyonlara değinirsek:

Mantıkçı Pozitivist Bilim Anlayışı: mutlak bir akılcılığı ve dolayısıyla aklın sadece bilimde tezahür ettiği inancını temsil eder (Comte).

  • Viyana Çevresi” adı verilir. Mantıkçı pozitivizmde, “pozitivizm” bilime inanç ve metafiziğe karşı çıkışı ifade ederken “mantıkçı” nitelemesi bilimin kesinliğini, belirsizlik ve bulanıklık ihtiva etmeyen mantık diliyle sergileme tutumunu dile getirir.
  • Bilimle bilim olmayanı ayırmak için doğrulanabilirlik ilkesini öne sürmüşlerdir. Mantıkçı doğrulamanın olgusal ve mantıksal olmak üzere, iki yolu vardır. Olgusal doğrulamada bazı önermeler gözlem yoluyla doğrudan doğrulanabilirken, mantıksal doğrulama önermenin öznesiyle yüklemi arasındaki ilişkiye bakılarak gramatik yapısı incelenir.
  • Bilimin birliği tezi: Maddi dünyayı açıklayacak tek bir temel bileşik teori vardır (fizikalizm) ve Olgu bildiren bütün önermeler bu temel teoriye bağlanabilir (indirgemecilik varsayımı).
  • Mantıkçı pozitivizm 1950 yılından itibaren yoğun eleştirilerin konusu olmuştur. Eleştiriler:
    • Bilimsel yasalar doğası gereği hiçbir zaman kesin sonuçlu olarak doğrulamazlar.
    • Gözlemlerin önyargılardan ayrı yapılamazlar (theory laden).
    • Son olarak tümevarım ilkesinin hiçbir zaman kesin doğrulanamaz.

Yanlışlamacı Bilim Görüşü (Karl Popper): Mantıkçı pozitivizmin dogmatik akılcılığının yerine eleştirel akılcılığın geçirilmesini ifade eder.

  • Yanlışlanma imkânı bulunmayan sözde bilim örnekleri, bilimsel ilerlemeye ket vurur. Popper bilimi bilimden olmayandan ayıran ölçüt olarak doğrulanabilirlik yerine yanlışlanabilirliği seçer.
  • Popper bilimsel yöntemi, bir tür deneme–yanılma yöntemi olarak tanımlar.

Devrimci Bilim Görüşü: Bilim ele alınırken bilim dışı faktörler de göz önünde bulundurulmalıdır.

  • Thomas Kuhn’nun paradigma kavramını ortaya atar. Paradigma belirli bir bilim dalının konu edineceği olguları belirleyip karakterize eden bir çerçevedir.
  • Kuhn bilimsel tarih sürecinde 4 evreyi birbirinden ayırır. Ona göre bilimsel gelişme düzgün doğrusal bir yoldan ziyade dairesel bir yol izler.
    • Bilim öncesi dönem; araştırma yapan bilim adamları çeşitli yöntemler denerler.
    • Olağan bilim dönemi; öne çıkan teori ya da paradigmanın herkes tarafından kabul edildiği dönemdir.
    • Kriz dönemi; mevcut paradigma tarafından çözülemeyen anomalilerin belirdiği dönemdir.
    • Devrim dönemi; eski paradigma tarafında çözülemeyen anomalilerin tamamını çözen yeni bir paradigmanın kabul edildiği evredir.
  • Bu anlayışta nesnel hakikat düşüncesi yerini rölativizm alır.
  • iki paradigmanın hangisinin doğru olduğunun belirlenmesinin bir yolunun olmadığı savunulur. Bu teze de eş ölçülmezlik tezi denir.
  • Kuhn’un kullandığı bir başka argüman da “teori yüklülük”tür (Theory laden). Tüm verilerin ve yorumlanmasının inandığımız şeylere bağlı olduğunu savunur.

Çoğulcu Bilim Görüşü: Feyerabend öncüsüdür. Çağdaş bilim hastadır ve toplumu köleleştirmektedir. Çoğulcu bilim görüşüne göre hastalığın çaresi teorik ve metodolojik çoğulculuktadır.

  • Bilimin değer ve statüsünün ancak ve ancak bilim ciddi rakiplerle karşı karşıya kaldığı zaman, eleştirel bir gözle değerlendirilebileceği kanaatindedir. Bu da yalnızca bilimi değil de efsane ve dini, sanatı, felsefeyi, hatta gizemciliği ve büyüyü öğreten bir eğitim sistemi ile mümkün olabilir.
  • Alternatif teoriler eleştiri gücüne pozitif bir katkı yapar yani teorilerin çoğalması bilime yararlıdır.
  • Sonuçta Bilimsel ilerlemeyi engellemeyecek tek bir metodolojik kural olabilir: “Ne olsa gider.” (Whatever works).

Etik

Etik felsefenin ahlaki değerlerle ilgili olan alanıdır. Etik ve ahlak farklı anlamlar taşır: Etik birey açısından verili iken, ahlakın din veya toplum sözleşmesiyle inşa edilen bir alandır. Ahlak yerel ve pratik, etik ise teorik ve evrenseldir.Etiğin alt dallarına değinirsek

  1. Teorik Etik: Ahlakı mümkün kılan ilkeleri ve hayatın amacı, erdemlilik gibi alanları konu edinir.
    • 1.1 Normatif Etik: Olması gerekeni bildiren kural koyucu bir disiplindir.
      • Teleolojik Etik (En yüksek iyi) – Sonuçcu Etik: İnsanların hangi amaçları seçmeleri ve hangi ideallerin peşinden koşmaları gerekir?
        • Mutluluk Etiği (eudaimonia): Sokrates için eudaimonia , bir tür öz-memnuniyet, kişisel hoşnutluk halidir ve ona ancak erdemli olmak, bir takım erdemleri hayata geçirmek suretiyle ulaşılabileceğini ileri sürmüştür. Bu erdemler bilgelik, cesaret, ölçülük ve adalettir. Platon için eudaimonia “kendini gerçekleştirme hali”dir. Platon erdemleri insan ruhunda temellendirmiştir. Buna göre insan bilmeye yönelik akıl, istek ve arzularla ilgili olan iştah ve iştahın aşırı taleplerine karşı koymak görevi olan can veya gönülden oluşan üç parçadan meydana gelmiştir. Bu üç görev ya da işlevin layıkıyla yerine getirilmesi, sırasıyla bilgelik, cesaret ve ölçülülük gibi üç temel erdemi mümkün hale getirir. Aristoteles ise erdemleri meşhur altın orta teorisiyle “iki aşırı uç arasındaki doğru orta” olarak tanımlamıştır. Kireneliler için ise önemli olan niceliksel hazcılıktır. Stoacı düşünürlerle Epikürosçular ise eudaimonia ’yı bir tür entelektüel dinginlik, manevi huzur hali diye tanımlamışlardır ve niteliksel bir hazcılığın savunuculuğunu yapmıştır.
        • Yararcılık Etiği (utility): Jeremy Bentham(1748-1832) ardında John Stuart Mill aracılığıyla geliştirilmiştir. Bentham kişinin mutluluğa erişebilmek için hazza yönelmesini ve bu hazzın yoğunluğu, süresi, doğurganlığı gibi boyutlarıyla hesaplanabilen bir “haz kalkülü” ortaya atmıştır. Bunun ardından en iyi davranış ölçütü olarak, o, “eylemin ondan etkilenen en yüksek sayıda insana en büyük mutluluk yaratması gerektiğini ileri sürer. Mill ise niceliksel hazcılığına karşın niteliksel haz kriterlerini öne çıkartır.
      • Deontolojik Etik (deon – ödev): Sonuçtan ziyade eylemin doğruluğunu onun birtakım ahlaki ödevi yerine getirip getirmemesi tarafından belirlendiğini öne sürer.
        • Neyin iyi neyin kötü olduğu gibi etik değerle ilgili mütalaalardan uzak duran bir yaklaşımdır. Ahlaki eylem ölçütü olarak yalnızca eşitlik veya tarafsızlık ya da evrenselleştirilebilirlik gibi formel ölçütler getirirler.
        • Örneğin dini etik deontolojiktir. Ödev Tanrı’nın emirlerine uygun davranmaktır, O’nun “Yap!” dediği şeyleri yapmaktan, “Yapma!” dediği şeyleri yapmamaktan oluşur.
        • Dini etiğin Tanrıya itaat istediği yerde, Kant’ın etiğinin temel kavramı özgürlüktür. Kant’ın seküler ödev etiğinde ahlak yasası insandan türetilir.
        • Ahlaklı eylemde bulunmak ödevin gereği olduğundan sonuç veya ödül / ceza sistemleri önemsizdir. Her durumda sadece kişinin eylemlerinin bizzat ahlak yasası idesine uyması formel koşulu kalmaktadır (“kategorik buyruk”).
        • Kategorik buyruğun 3 formülü: Öyle eylemde bulun ki arkasındaki niyet ya da ilke herkes için geçerli evrensel bir yasa olsun, Bunu özgür irade ile yap ve insanı her zaman kendi içinde bir amaç olarak görecek şekilde eylemde bulun (araçsallaştırma)
        • Kant eylemlerimizi de buna göre üçe ayırır: ödeve aykırı, ödeve uygun ve ödevden dolayı yapılan eylem. Sadece sonuncusunu ahlaki eylem olarak görür.
      • Erdem Etiği: Sağlam bir karakterin ve erdemli bir hayatın ölçüsü nedir? Yalıtılmış eylemlerden ziyade failin karakteri ile ilgilenir. Çünkü günümüzde tanrısal veya ödevsel bir dayanağın temellendirilemeyeceğini düşünür.
        • 3 temel kavramı pratik, gelenek ve anlatıdır.
        • Pratik, toplumsal olarak tesis edilmiş, iş birliğine dayalı, tutarlı ve karmaşık her türlü insan faaliyetine işaret eder.
        • Gelenek çağdaş dünyada erdem etiğine ihtiyaç duyduğu rasyonalite zeminini sağlar.
        • Anlatı kavramı ise hayatın ancak bir bütünlük olarak algılandığı zaman anlamlı olabileceğine işaret eder.
    • 1.2 Metaetik: felsefenin biricik görevinin dilin mantıksal analizi veya kavram çözümlemesi olduğunu öne süren analitik felsefenin etik alanındaki tavrını ya da yaklaşımını ifade eder. Etiğin mantığı olarak anlaşılır. 4 temel pozisyon vardır:
      • Realizm: moral olguların ne şekilde kavranacağı veya bir başka olgu türüne indirgenebilir olup olmamaları konusunda ayrışır.
      • Anti-realizm: dünyada insan tarafından varlığı tespit edilecek, kavranabilecek ve nihayet ahlak yargılarıyla ifade edilebilecek ahlaki olgular olmadığını öne sürer.
      • Bilişselcilik: ahlak yargılarının nesnel moral olgularla ilgili olup doğru veya yanlış olabileceklerini dile getirir.
      • Gayrı-bilişselciliğe göre, ahlak yargılarının, bilimsel yargılardan farklı olarak betimsel bir anlamı yoktur. İki temel tez öne sürer:
        • Ahlaki yargılar bilimsel yargılarla tamamen farklıdır. İyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi terimler, bilimsel terim ve yüklemlerin tam tersine, doğal özellikleri göstermezler;
        • Ahlaki yargılar birtakım duyguları dışa vurur; belli bir çekimleyici güce sahip bulundukları için, başka insanlar üzerinde bir etkiye, tavırlar doğurmaya yararlar.
  2. Uygulamalı Etik: Pratik sorunlara eğilen yeni bir alandır.
    • Mesela kürtaj, hayvan hakları, ötenazi gibi tartışmalı ahlaki konuların analiziyle belirlenir.
    • Uygulamalı etiği esas karakterize eden şey, onun odak noktasında tikelin, bireysel vaka araştırmasının bulunmasıdır.

Siyaset Felsefesi

Siyaset felsefesi, devleti, iktidarı, iktidarın meşruiyetini, yönetim biçimlerini, birey-devlet ilişkilerini ele alır. Mesela “kimin yönetmesi gerektiği” ya da “en iyi yönetim şeklinin ne olduğu”, ahlak siyaset ilişkisi temel sorulara örneklerdir. Eşitlik, Özgürlük, Adalet, Kamusal çıkar, Haklar ve benzeri kavramları analiz eder.

Siyaset felsefesinin bilinen en önemli isimleri Platon, Aristoteles, Hobbes, Rousseau, Locke, Hegel, Mill, Hayek, Rawls gibi filozoflardır.

Devlet, toplumdaki egemen yönetim örgütü olarak tarif edilebilir. Devleti belirleyen bir başka özellik ise hükmetme özelliğidir. Devlete farklı bakış açılarına değinirsek:

  • Faşizm devleti neredeyse ilahlaştırır ve etnik milliyetçilik, ırkçılık, irrasyonalizm benzeri özelliklerle tanımlanabilir.
  • Muhafazakârlık genel olarak güçlü devletten yana bir ideolojiymiş gibi görünür. Esas olarak aile, din ve gelenek benzeri kurumların korunmasına yönelik bir duyarlılıktır.
  • Liberalizm ’e göre devlet, kendi başına bir varlığa sahip değildir. Devlet, bireylerin temel hak ve hürriyetlerini korumak, birlikte yaşam için mümkün kılan çerçeveyi temin etmek için vardır. Klasik liberalizm, minimal bir devlet anlayışıyla karakterize olunur. Kurucusu, Locke ’un ifade ettiği şekliyle devlet, sadece düzen tehdit edildiğinde hizmete çağrılan gece bekçisi gibidir.
  • Sosyalizm ise devlete genellikle olumsuz biçimde yaklaşır. Sosyalist bakış açısına göre devlet, gerçekte egemen sınıfların çıkarlarını temsil edip bunları korumakla yükümlüdür. Devlet sınıfsız topluma geçişe hizmet edecek bir araçtır.
  • Devlete bütünüyle karşı çıkan tek görüş Anarşizmdir. Anarşizm, monolit bir görüş ya da ideoloji değildir. Bütün anarşist görüşler, insanların devlete itaat etme gibi bir yükümlülükleri bulunmadığı konusunda hemfikirdir.

Toplum Sözleşmesi

Devletin meşrulaştırılması için ortaya konan Toplum sözleşmesi kavramı Hobbes, Spinoza, Locke, Rousseau, Kant ve Rawls gibi düşünürler tarafından geliştirilmiştir.

  • Hobbes, tüm insanların doğa durumu içinde eşit olduklarını, bunun herkesin kendi varlığını sürdürmek için istediğini yapmak durumunda olması anlamına geldiğini, özünde bencil olan insanın devlet olmadan düzenli ve barışçıl bir toplum yaratma yeteneğinin bulunmadığını öne sürmüştür.
  • Locke, doğa durumundaki insanların ne kötü ne de iyi olduklarını fakat Tanrı’nın yasasını tanıyıp, bu yasaya hürmet ve itaat ettiklerini savunur. Özel mülkiyetin korunması için sözleşmeye işaret eder.
  • Rousseau, ise insanın gerçekte doğa halindeyken, iyi, özgür ve mutlu olduğunu, doğal insanın kimsenin kötülüğünü istemediğini, ihtiyacı olmayana göz dikmediğini savunur. Güvenlik ve adaletin sağlanması gerekçeleriyle devleti gerekli görür.
  • Rawls, politik otoriteyi adalet üzerinden meşrulaştırır. Her bireyin en yüksek derecede eşit özgürlük hakkına sahiptir. Hipotetik bilgisizlikle (veil of ignorance) toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerle en olumsuz, en dezavantajlı durumda bulunanlara en fazla yarar sağlayacak şekilde mücadele edilebilir.

Demokrasi

Halkın yönetimi anlamına gelir. Demokrasinin türleri:

  • Doğrudan demokrasi halkın kendi kendini yönetmesidir.
  • Temsili demokrasiler, halkın iradesinin yönetimde belirleyici güç olarak muhafaza edilmesi amacıyla işletilir.
  • Liberal demokrasi, bütün ilerlemiş kapitalist toplumlarda mevcut olan demokrasidir. Bireysel teşebbüs ve sınırlı devlet biçimine vurgu yapan bu demokrasi türünde
  • Halk demokrasisi, halkın gerçek çıkarlarına hizmet etme ölçütü üzerinden gündeme gelen demokrasi türüdür. Bu demokrasi türü Sovyet modelindeki komünist rejimden türetilmiştir.

Demokraside serbest seçimler yoluyla, çoğunluk yönetimi kurulur. Yöneticiler halka hesap verirler. Demokrasinin avantajlarına değinirsek: Hataların telafi etme imkânının bulunduğu bir yönetim şeklidir. Bireylere kendi kaderlerini tayin etme hakkını verir. Farklı dünya görüşlerine, inançlara ve hayat tarzlarına sahip insanların bir arada barış içinde yaşamalarını mümkün kılan bir yönetim tarzını ifade eder. (Ben şahsen buna pek katılmıyorum, çoğunluğunun tiranlığı da yaşanabiliyor.)

Siyasetin Metafiziksel Boyutu

  • Liberalizm: Bireyi temel alan ideoloji ya da siyaset felsefesi anlayışı olarak geçer.
  • Komünoteryanizm: politik analizin merkezine cemaat ve topluluğu koyan toplum teorisi olarak 1980 ve 1990’larda ortaya çıkmıştır.

Siyaset Felsefesinin Epistemolojik Boyutu

  • Politik rasyonalizm, toplumsal düzenin tesisi ve politik hayatın kuruluşunda akla başat bir konum yükleyen tutumdur. Progresiftir.
  • Politik irrasyonalizm – Muhafazakârlığın temelinde ampirik ve kuşkucu bir tavır bulunur. Önemli temsilcileri Edmund Burke, Alexis de Tocqueville, Maistre, Hegel, William Wordsworth`dür. Gelenekçi, romantik, paternalist, liberal ve yeni muhafazakârlık gibi farklı muhafazakârlık türünün hepsinde ortak olan şey: politik meselelerin çözümünde, aklın gücüne kuşkuyla bakan yaklaşımdır.

Estetik

Duyusal değerleri konu edinen Estetik kavramını ilk Baumgarten kullanmıştır. Estetik Felsefesi; estetik fenomenini ve sanatı konu alan iki bölümden oluşur:

Estetik Fenomenlerin Felsefesi Olarak Estetik

Estetiğin ontolojisi, bir öznenin, estetik değer taşıyan estetik nesneye, estetik diye nitelenen özel bir tutum (çıkarsız, amacı kendine) ile yönelmesinin ardından verilen estetik (beğeni) yargıdan oluşur.

  • Güzellik iki şekilde ele alınabilir: klasik güzellik anlayışında güzellik mutlak bir değer iken, modern güzellik anlayışında öznel ve göreli (Hume) bir değer olarak görülür.
  • Hume ve Kant’ın da söylediği gibi, estetik yargıyı belirleyen nesnenin evrensel yasaları değil, onu deneyimleyen kişinin öznel tepkileridir.
  • Kant, tekil olan böyle bir yargının evrensel bir dayanağı yani evrensel olan ‘saf bir beğeni yargısına’ olduğunu düşünür.

Sanat Felsefesi

Aristoteles insanın üç faaliyet alanı, anlama (theoria), eylem (praxis), üretme (poiesis) olarak sınıflandırılmıştır. işe yarar şeyler üretmeye zanaat, estetik değer taşıyan güzel şeyler üretmeye sanat der.

Sanatı tanımlayan farklı yaklaşımlar vardır:

  • Özcülük sanatın özünün sanatsal faaliyette, sanatçıda yani temsil, ifade ve formda diye tanımlar. Platon’un mimesis (taklit) olarak ele aldığı sanat, Aristoteles’de duyuların dışa vurumu olarak da anlatılır. Clive Bell gibi 20. yüzyıl özcü düşünürleri, sanatın sadece estetik veya sanatsal unsurlar üzerinden tanımlanabileceğini savunur.
  • Özcülük karşıtları ise sanat eserinde tanımlanabilecek ortak unsurların olamayacağını savunur. (Wittgenstein). Özcü anlayışa karşıt olarak sanat sosyolojisi, dilin tarih içinde olgunlaştığını ve sanatın değişen zamanın dilinden ve kültürel ikliminden bağımsız olamayacağını savunur. Sanatı insani duyguların ifadesi olarak gören ifadeci kuram sanatçının eserinde anlatmaya çalıştığı içsel anlam yani eserin manevi içeriği üzerinden sanatı ele alır. Bu ifade görünenin yansımasından farklı olarak ‘özgünlük’ ve ‘biriciklik’ kazandırır. (Collingwood). Croce, bütün sanatların duyguların ifadesi olduğunu söyler.
  • Sanatta formalizm, sadece formun önemli olduğunu söyler. Sanatçı kullandığı sanatsal araçlarla ‘anlamlı form’ yoluyla bir eser ortaya koyar ve bu alımlayıcıda karşılık bulur.
  • Sanat, sanat için değil toplum içindir der Marksist görüş. Praxis olarak dünyyı değiştirme görevi de vardır. (Lukacs, Adorno, Althusser). Gerçekliğin alanı bilimle, statükonun kendi çıkarları için kullandığı ideolojinin tam ortasında yer alır sanat.
  • Bir başka yaklaşım ise kurumsal sanat anlayışıdır. George Dickie sanatı felsefe ile sosyoloji arasında bir yere konumlar. Eserin insan elinden çıkmış olması ve ona sanat eseri statüsü verecek bir sanat dünyasının olması gerekir. Her şeyin sanat eserine yükseltilebileceğini, iyi ile kötü arasında ayrım yapmamasıyla eleştirilmiştir.
  • Artur Danto’nun öncülük ettiği tarihselci sanat anlayışı yaklaşımına göre sanatın ne olduğu, eserin nasıl yorumlanacağı; üretildiği tarihsel, kültürel, hatta politik koşullara bağlıdır. Yani Sanatın şimdisi, sanatın geçmişi tarafından belirlenir.

Eğitim Felsefesi

Eğitim felsefesi, eğitimin ne olduğunu tartışan ve amaçlarını ele alan felsefe disiplinidir (Öğrenci, Öğretmen/İçerik, kazandırılan değer ve tutumlar vs). Epistemolojik, ontolojik, etik ve politik boyutları vardır. Üç temel yönelim mevcuttur:

Klasik Eğitim Felsefesi

Klasik eğitim felsefesi İdealizm, Realizm, Natüralizm, Pragmatizm, Egzistansiyalizm alanlarında yansımalarını bulur.

  • İdealist eğitim felsefesi eğitimi çoğu zaman ahlakın bir aracı haline getirir. (Sokrates, Platon ve Kant). Eğitimde daimicilik akımına karşılık gelir. İnsanlara hemen her yerde kalıcı bir önem ve değere sahip olan şeylerin, insanı insan yapan kalıcı değerler, evrensel ilkeler ve ezeli-ebedi fikirlerin öğretilmesini savunur. Öğrencilerin hakikati arayan ve hakikate göre yaşayan insanlar haline gelmesini amaç edinir.
  • Realist eğitim felsefesi; zihinden bağımsız bir dış dünyanın varlığını kabul eden felsefe görüşüdür. (Aristoteles). Eğitimde karşılığı özcülük akımıdır. Akademik bilgi ve karakter esastır. Okul, uzman öğretmenlerle donatılır, öğrencilere sağlam ve sistematik bilgiyi aktarmak ve araştırma kültürü temin etmek önceliktir. Doğa bilimlerine ağırlık verilir.
  • Natüralist eğitim felsefesi (Bacon, Rousseau): Öğrenci merkezli bir eğitim anlayışı söz konusudur. Bilim, Ahlak, felsefe ve edebiyat ağırlıklıdır. Natüralizm, çocuğun kendi etkinliği yoluyla öğrenmesine önem verdiği için, öğretmenin esas işi öğrenmeyi kolaylaştırmaktır.
  • Pragmatist eğitim felsefesi (Pierce, W. James ve Dewey): tarafından bireyi ve toplumu dengeli gözeten bir sistem olarak geliştirilmiştir. Toplumun değerlerini ve bilgisini koruyup kuşaktan kuşağa aktarırken bir yandan da bireyi ve toplumu dönüştürür.
  • Egzistansiyalist eğitim felsefesi: Hümanist bir karaktere sahip olmakla birlikte, aşırı bireyci bir eğitim anlayışı ortaya koymaz. Egzistansiyalist eğitim anlayışında en yüksek amaç, öğrenciyi kendisine döndürmek, varoluşunun farkına vardırmak, sorumluluk almasını sağlamaktır. Kişi bu sayede daha sahici olur, eleştirel bakabilir.
  • Analitik eğitim felsefesi: Eğitim Ahlaki ve teknik bilgi aktarırken; toplumsal üstyapı işlemini de görür.
  • Eleştirel Eğitim Felsefesi: En önemli ismi Paolo Freire’dir. Eğitimin özsel bir değeri olmayıp insanı özgürleştiren, adil bir toplum için araçsal bir değeri vardır. Eğitimim meslek edindirmeye odaklı olması kapitalist sömürü düzenini sorumlu görür. Eleştirel eğitim felsefesine göre eğitim özünde politik bir etkinliktir. Klasik eğitim anlayışı, toplumdaki egemen güçlerin tahakkümünü devam ettirmeyi amaçlar. Tahakkümü devam ettirmenin en etkili yolu bilinç kontrolüdür.