Erasmus’un Deliliğe Övgü kitabı, Rönesans dönemi hümanizminin en parlak ve aynı zamanda en tartışmalı yapıtlarından biridir. Bu kitapta Erasmus, toplumsal ve dinsel kurumların, ahlak anlayışlarının ve insan doğasının paradokslarını, ironik bir üslupla dile getirir. Bizzat “Delilik” karakterinin ağzından kaleme alınan metin, aklın ve bilgeliğin üstünlüğüne ilişkin yerleşik kabulleri sorgulayarak, okuyucuları bilgelik ve delilik kavramlarını yeniden değerlendirmeye davet eder.
DELİLİK KONUŞUYOR
Kitap Delilik’in bizzat konuşmasıyla başlar. İnsanların kendi varlığıyla karşılaşır karşılaşmaz yüzlerinde bir neşe ve rahatlama hissedildiğini, endişelerin bir anda yok olduğunu iddia eder. İnsanların mantıklı ve ciddi görünmeye çalıştıkları zaman mutsuz olduklarını; delilik sayesinde yüzlerindeki kırışıklıkların kaybolduğunu ve herkesin yaşamın tadını çıkarabildiğini örneklerle anlatır. Ona göre, Delilik’in varlığı bile insanların kaygılarını dağıtmaya yeter.
Delilik, konuşmasına kendini övmekle başlar ve insanların genellikle kendi kendilerini övmekten utandığını, fakat aslında bunun sahtekar şairler veya dalkavuklar tarafından yapılmasının daha aşağılayıcı olduğunu savunur. Böylece, insanların yapay övgüler yerine kendi değerlerini dürüstçe ortaya koymalarının daha iyi olacağını ima eder. İnsanın kendisini övmesi aslında doğal ve samimi bir davranıştır; çünkü onu en iyi kendisi tanır. Bu noktada Delilik, insanların gerçekleri duymak yerine dalkavuklardan yalanlar duymayı tercih ettiğini, böylece gerçeğin maskelendiğini eleştirir.
Kökenini açıklarken Plutos’u (Zenginlik Tanrısı) babası olarak, Gençliği ise annesi olarak gösterir. Bu alegorik ifade , zenginliğin ve gençliğin yarattığı coşkunun aslında deliliği besleyen unsurlar olduğunu vurgular. Sütanneleri olarak Sarhoşluk ve Cehalet’i göstermesi, Erasmus’un deliliği yaşamın doğal bir parçası olarak gördüğünü ortaya koyar. Ayrıca hayatı çekilir kılan, güzelleştiren ve neşelendiren tek şeyin kendisi olduğunu savunur.
Erasmus, insan yaşamının temel aşamalarında deliliğin önemini örneklerle açıklar: Çocukluk ve yaşlılık dönemlerini ele alarak, insanın hayatında en çok sevildiği ve şefkat gördüğü dönemin çocukluk olduğunu belirtir. Çocukluk dönemi saflığın ve bilgisizliğin verdiği mutlulukla doludur; bu nedenle sevgi ve ilgi çeker. Bilgelik arttıkça bu masumiyetin kaybolur; insanlar mutsuz ve sıkıcı hale gelir. Delilik ise yaşlılıkta yeniden devreye girerek yaşlıların mutsuzluklarını hafifleten ve onları tekrar çocukluk dönemindeki mutluluğa döndüren bir güçtür. Bu nedenle yaşlıların sabuklaması bile hayatı çekilir hale getiren bir unsur olarak kabul edilir.
İnsan ilişkileri ve toplumsal bağların tümünün aslında delilik sayesinde mümkün olduğunu savunan Erasmus, dostluk ve evlilik ilişkilerinin temelinde deliliğin yattığını ifade eder. Ona göre dostluklar, insanların birbirlerinin kusurlarını hoş görmeleri ve gerçekleri görmezden gelmeleri sayesinde ayakta kalır. Benzer şekilde evlilikte de eşlerin birbirlerinin hatalarını görmezden gelmeleri, hayatı çekilir kılar. İnsanların gerçekleri tüm açıklığıyla görmesi halinde toplumda dostluk veya evlilik gibi ilişkiler imkânsız hale gelirdi. Böylece Erasmus’a göre, Delilik toplumsal hayatın çimentosudur.
İnsanın kendini beğenmesi ve yaptığı işleri beğeniyle karşılaması da bir delilik türüdür. Erasmus, insanın kendinden memnun olması ve sahip olduğu şeylerle yetinmesinin gerçek saadetin temel kaynağı olduğunu ileri sürer. Bu memnuniyetin kaynağı olarak “özsaygı” kavramını sunar ve bunu doğanın insanlara bahşettiği en büyük armağan olarak tanımlar. Doğanın şaşırtıcı adaleti, insanlara verdiği nimetlerdeki eksikliği özsaygı (özsevgi) ile tamamlayarak, herkesin kendisini başkalarından üstün görmesini sağlar. Böylece doğa, insana verdiği her hediyede eşsiz bir denge kurar.
Savaş, insanların hayranlık duyduğu kahramanlıkları doğrurur ve aslında delilikten başka bir şey değildir. Savaş, her iki taraf için zararlı, mantıksız ve saçmadır. Bu durumda, cesareti yüksek ama aklı kıt olanlar başarılı olurken, filozofların bilgeliği savaş meydanında işe yaramaz. Erasmus, Sokrates ve Platon gibi filozofların gerçek hayat meselelerinde ne kadar yetersiz olduklarını, toplum karşısında beceriksizce konuştuklarını ve alay konusu olduklarını vurgular. Filozofların bilgeliklerinin, pratik hayat için bir engel olduğunu, bu yüzden toplum içinde faydasız kaldıklarını ifade eder.
Bu bağlamda Platon’un idealindeki filozof-hükümdar kavramını da eleştirir ve tarih boyunca filozofça davranan hükümdarların toplumlara zarar verdiğini örneklerle gösterir. İki Cato’nun, Brutus ve Cicero’nun Roma devletine verdikleri zararları sıralayarak, filozofların siyasetle uğraşmasının yarardan çok zarar getirdiğini iddia eder. Marcus Aurelius örneğini ise, iyi bir hükümdar olsa bile, filozof unvanının onu vatandaşları nezdinde sevimsiz kıldığını ve oğlunun neden olduğu felaketlerin iyi yönetiminin faydalarını gölgede bıraktığını belirterek anlatır.
Bu filozofların yalnızca devlet işlerinde değil, özel hayatlarında da beceriksizdir. Onlar, sosyal toplantılarda sıkıcıdır, dans edemez, eğlenceli ortamlarda neşeyi bozarlar, günlük işleri beceremez ve alışılmış toplumsal normlardan o kadar uzaktır ki, toplum tarafından sevilmez ve sürekli alaya alınırlar. Hayatın gerçekliğinden kopuk olmaları onları çevrelerinden soyutlar ve yararsız kılar.
Toplumun ve Devletlerin Temeli: Erasmus, toplumların ve devletlerin temelinde yatan gücün delilik olduğunu savunur. Ona göre, insanları şehirlerde yaşamaya, toplum kurmaya sevk eden şey akıl değil, delilik ve eğlencedir. Bu bağlamda, deliliğin hayatın kendisini yönettiğini ve dünyayı ayakta tutan şeyin akıl değil, delilik olduğunu vurgular.
Bilim ve Sanatların Arkasındaki Delilik: Erasmus, insanların bilim ve sanatları geliştirme motivasyonlarının da yine delilikten kaynaklandığını öne sürer. Bilim ve sanatların yaratıcıları, şan ve şeref gibi hayali ödüller peşinde koşarlar. Bilgelik ve ihtiyatın hayatta başarılı olmaya yetmediğini savunarak, gerçek hayat deneyimlerinin ancak delilikle elde edilebileceğini söyler. Utanç ve korku, insanın cesurca hareket etmesini ve gerçek başarıları elde etmesini engeller; oysa delilik, bu korku ve utanç duygularını ortadan kaldırır ve insanları özgür kılar.
Hayat bir tiyatroya benzer, İnsanlar ancak maskelerini taktıkları sürece mutlu olabilir, gerçek yüzleri ortaya çıktığında ise mutluluklarının kaybolur. Bu sebeple, gerçekleri açıkça söyleyen bilge kişilerin, hayatın neşesini ve dengesini bozduğunu söyler. Gerçek ihtiyat, insanların doğalarının ötesinde bilgelik peşinde koşmamalarını ve hayatın “komedyasına” katılmalarını gerektirir.
Deliliğin iki çeşittir: İlki, insanlara suç işleten, kötülüğe iten olumsuz deliliktir. Diğeri ise, hayatın zorluklarını unutturan, insanı tatlı bir hülya içinde yaşatan olumlu deliliktir. Erasmus bu ikinci tür deliliği över ve hayatın zorluklarına dayanabilmenin tek yolu olarak görür.
Tüccarlar: Erasmus, toplumun farklı kesimlerinin akıl dışı davranışlarını eleştirirken tüccarları insan türünün “en deli ve sefil” kesimi olarak niteler. Tüccarların hayatını tamamen kazanç hırsının yönlendirir, bunu sağlamak için yalan, hile ve sahtekârlık gibi alçak araçlara başvururlar. Ve zenginliklerinin kendilerine üstünlük sağladığı yanılgısına kapılırlar. Onların servetlerinden pay alabilmek için kendilerine sahte övgüler yağdıran din adamlarının ikiyüzlülüğünü de gözler önüne serer.
İnsanların hayatını uzaktan seyreden biri, onların boş mücadelelerini, birbirlerine tuzaklar kurmalarını, savaşmalarını ve doğum ile ölüm arasındaki trajikomik devinimlerini büyük bir saçmalık olarak görürdü.
Erasmus, “bilgelik görünümü taşıyan” insanlar arasında dilbilgisi öğreten ukalalara özel bir bölüm ayırır. Bu öğretmenler hayatını açlık, sefalet ve pislik içinde geçirir ama bunları fark etmezler, çünkü kendi mesleklerini yüksek ve kutsal görürler. Sahte bir üstünlük duygusuyla yaşarlar. Dilbilimcilerden farklı olarak şairlerin ve edebiyatçıların kendisine (deliliğe) daha yakın olduğunu, çünkü onların doğrudan doğruya hayal gücünün ürettiği saçmalıkları sanat olarak sunduklarını ve böylece rahatça yaşadıklarını söyler.
Felsefeciler evren hakkındaki anlamsız varsayımlarını, her şeyi bildiklerini iddia ederken basit gerçeklerden bile habersizdir. Teologlara gelince, onlar anlamsız ve karmaşık tartışırlar. Teologların, çözülemeyen sorunları çözer gibi görünüp, anlamsız kelime oyunları ve sahte mantıkla halkı kandırdıklarını, Hristiyanlığın esaslarını unutup saçma detaylar üzerinde uğraştıklarını belirtir. Onların imkânsız ve absürt sorunlar üzerine tartışmaları, dinden ziyade kendi kibirlerinin bir ifadesidir.
Vaaz eden keşişler halkı etkilemek için dramatik ve saçma hareketlere girişir, sözlerini anlamsız bağırışlar ve gereksiz jestlerle süsler. Bu vaazlar gerçek bir dindarlıktan çok tiyatro gösterisine benzer. Özellikle tüccarlar ve kadınlar bu gösterilerden kolayca etkilenir.
Kralların ve prenslerin hayat eğlencelerle ve hazlarla geçer. Erasmus, gerçek bir prensin yükünün çok ağır olduğunu, eğer bunu anlasalardı kimsenin böyle bir makama talip olmayacağını belirtir. Ancak hükümdarlar bu gerçekleri göz ardı ederek tamamen kendi zevkleri için yaşarlar, bu davranışları halk üzerinde felaketlere yol açar. Aynı eleştiriyi yüksek din adamları için de yapar.
İnsanın mutluluğunu sağlayan, gerçekleri görmezden gelmek ve kendini aldatmaktır; bu da ancak delilik sayesinde mümkündür.
Talih, bilgeleri sürekli cezalandırırken, delilere cömert davranır ve bunun çeşitli örneklerini atasözleriyle destekler. Caesar’ın “Talih zarı atılmıştır” diyerek Rubicon nehrini geçmesi örneğiyle, başarıya ulaşmak için delice cesaret gerektiğini vurgular. Bilgelerse daima yoksulluk, acı ve aşağılama içinde yaşarlar; çünkü talihin doğasına ters düşerler. Deliler ise varlıklı, yönetici pozisyonlarında ve toplum içinde yüksek itibara sahiptir.
Ticarette başarılı olmak için yalan söylemek, kilisede makam elde etmek için ahmak olmak, zevk ve eğlence içinde yaşamak için ise delilik gereklidir. Kadınların da bilgelikten kaçınıp deliliği tercih ettiğini öne sürer ve toplumun her kesiminde deliliğin, bilgeliğe üstün geldiğini açıklar.
Erasmus, kutsal metinlerden de örnekler vererek deliliğin tanrısal onayını gösterir. Yeremya’nın, Süleyman’ın ve hatta Aziz Pavlus’un deliliği olumlu anlamda kullandığını vurgular. Pavlus’un “Mesih uğruna deliyim” sözünü hatırlatır ve İsa’nın da “yalnız Tanrı iyidir” diyerek insanları delilikle ilişkilendirdiğini savunur. Yani delilik tanrısal bir övgüye sahiptir. Hatta, Hıristiyanlığın temelinde delilik olduğunu ileri sürer. Ona göre İsa’nın öğretisinin ve kurtuluşunun esası bilgelik değil deliliktir. İsa’nın kullandığı simgeler (eşek, kuzu, serçe gibi basit hayvanlar) bu görüşü destekler. Tanrı’nın kurtuluş sırrı bilgelerden gizlenip basit insanlara açıklanmıştır, Erasmus’a göre bu deliliğin (bilgenin karşıtı manasında) üstünlüğünün açık kanıtıdır.
Özetle; İnsanlar ancak delilik sayesinde mutluluğa erişebilirler. Bu sebeple, onu reddetmektense onu kucaklamamız gerekir. Son sözlerinde, dinleyicilerinden söylediklerini ciddiye almamalarını, çünkü konuşanın bir deli olduğunu hatırlamalarını rica eder ve neşeli, eğlenceli bir yaşam dileyerek konuşmasını tamamlar.
Erasmus okurun normatif akıl anlayışını sarsmak için Delilik’in ağzından ironik bir apologia kurar: Sevinç, toplum ve hatta Tanrısallık, aklın değil “tatlı deliliğin” eseridir.