Emil Cioran – Burukluk – Kitap Özeti

Emil Cioran’ın Burukluk kitabı aforizmalar formatında olduğundan özeti; kısa alıntılar olarak paylaşıyorum.

SÖZÜN KÖRELMESİ

Bir yazarın “kaynakları” utançlarıdır; bunu kendinde bulmayan, ya da bundan kaytaran kişi, ister istemez aşırmaya ya da eleştiriye yönelecektir.

Istırap çeken her Batılı, bankada hesabı olan bir Dostoyevski kahramanını düşündürür.

Kötümser, kendine her gün başka var olma nedenleri icat etmek zorundadır: Bir hayatın “anlamı” kurbanıdır.

Temel bir yanılgı olmasından da evvel, hayat, ne ölümün ne de şiirin düzeltmeyi başarabildiği bir zevksizliktir.

Kuşkuculuk kaygının zarafetidir.

Modern olmak, Devasızlık içinde şunun bunun ucundan tutmaktır.

UÇURUM DOLANDIRICISI

Fizik ile psikolojinin doğmalarından epey evvel, acı maddeyi parçalıyordu; keder de ruhu

Fikirlere bunca yürek temizliğiyle inanmamız, onları tasarlayanların memeli olduğunu unutmamızdandır.

Ölüm ne kadar uzağa yayılırsa yayılsın, onca yer kaplıyor ki nerede öleceğimi bilemiyorum.

Mutluluk öylesine ender bir şeydir ki; çünkü ona ancak yaşlılıktan sonra, tiritlik zamanında ulaşılır—pek az ölümlünün payına düşen bir lütuf.

Yapayalnız olmanın kinizmi, küstahlıkla yumuşayan bir azaptır.

Hayat ve ölümün üzerine eğilmedeki kolaylık, önüne gelenin söylenebilmesidir.

Özgürlük mü? Afiyeti yerinde olanların safsatası.

İçimizde doğan her fikirle içimizdeki bir şeyler çürür.

Gerçek bende nefes darlığı yapıyor.

Yalan, bir yetenek biçimidir, oysa “hakikat” e saygı gösterme kabalık ve hantallıkla atbaşı gider; kaçıklarda rastlanır—içeri kapatılmamış olanlarda…—ideal bir ceza kanununun düşleyeceği kimselerde.

ZAMAN VE KANSIZLIK

Solgunluk bize vücudun ruhu nereye kadar anlayabileceğini gösterir.

“Gözleri içine düşmüş kırık bir kukla gibiyim.” Bir akıl hastasının bu lafı, içebakış üzerine olan eserlerin tamamından ağır basar.

Er ya da geç, her arzu, bezginliğine rastlamalıdır: hakikatine.,.

Ayakta bir karar alırım; uzanırım—ve iptal ederim.

İnsanları günler ve günler boyunca uzanık kalmaya mecbur edin: Savaşların ve sloganların başaramadığını sedirler başarırdı. Zira Sıkıntı’nın harekâtları, işgörürlük açısından, silah ve ideolojilerinkini aşar.

Tiksintilerimiz mi?—Kendimizden tiksinmemizin dolambaçlı yollan.

Sevinci mahveden şey, temelsizliğidir; bir de öte yanda, hıncın mantığını seyreyleyiniz.

Sadece bir kere bile sebepsiz yere hüzünlendiysen, bütün hayatın boyunca bilmeden öyle olmuşsundur.

Bütün zaman tecrübemiz Sıkıntı’yla Vecd arasında cereyan eder.

Hazların aksine, acılar doygunluğa ulaştırmaz. Biraz olsun bıkkın olan hiçbir cüzzamlı yoktur.

Ayakta tefekküre pek dalamayız, yürürken daha da zor… Eylem de dikey durumumuzu muhafaza etmeye canla başla sarılmamızdan doğmuştur; verdiği zararları protesto etmek için, cesetlerin duruşunu taklit etmeliydik.

BATI

Fransızlar’la görüşe görüşe insan nazik bir şekilde mutsuz olmayı öğrenir.

Barbarlık yoluyla, Hitler bütün bir uygarlığı kurtarmaya çalıştı. Girişimi başarısız oldu;—ama yine de bu, Batı’nın son inisiyatifi’ dir. Şüphesiz bu uygarlık daha iyisine lâyıktı. Eğer başka kalitede bir canavar çıkaramadıysa kabahat kimin?

Batı mı? Yarını olmayan bir mümkün.

Netice itibarıyla, bu kıta belki de son kartını oynamamıştır. Ya dünyanın artakalan kısmının ahlâkını bozmaya, kendi pis kokuların oralara da yaymaya koyulursa? Ona göre, itibarını muhafaza etmenin ve çevresine ışık yaymanın bir biçimi olurdu bu.

YALNIZLIK SİRKİ

Sadece, canım isteyince ölmek elimde olduğu için yaşıyorum: İntihar fikri olmasa, kendimi çoktan öldürmüş olurdum.

Ümitsizlikte öfke veren şey, haklılığı, besbelliliği, “belgelere dayanmasıdır: röportaj gibidir. Aksine, ümidi inceleyin; sahtenin içindeki cömertliğini, dillendirme düşkünlüğünü, olayı reddedişini: bir sapıtmadır, bir kurmacadır. Hayatın da kaynağı bu sapıtmadadır ve bu kurmacayla beslenir.

Akli dengesi bozuk olanların sayısını birkaç misline çıkarmak, zihinsel özürleri vahimleştirmek, şehrin her köşesinde akıl hastahaneleri inşa etmek mi istiyorsunuz? Sövme’yi yasak edin.

Tanrı’sız her şey yokluktur; ya Tanrı? En üst yokluk.

Yaşlandıkça, büyük korkuları alaylı sırıtmalarla değiş tokuş etmeyi öğreniriz.

Kim ki içgüdülerine karşı çıkmamıştır, kim ki kendine uzun bir cinsel yoksunluk devresi dayatmamıştır, ya da imtinanın bozukluklarını hiç yaşamamıştır, o kişi cinayetin diline de vecdin diline de kapalı kalacaktır: Marquis de Sade’ın saplantılarını da, Aziz Jean de la Croix’nın saplantılarını da hiçbir zaman anlamayacaktır.

İnsan otuzunu geçtiğinde, olaylarla bir gökbilimcinin dedikodularla ilgilenmesinden fazla ilgilenmemelidir.

Uzun süre mahkemelere gidip geldim; yalnızca, sabıkalıları, yasalar karşısındaki üstünlüklerini, düşkünlükteki telaşların seyreylemek için… Yine de sokak orospularıyla, o kadınların ceza malıkemesindeki serbestlikleriyle mukayese edildiklerinde acınacak durumdadırlar. Kayıtsızlığın böylesi şaşırtıcıdır; hiç özsaygı yoktur; hakaretler onların canını hiç acıtmaz; hiçbir sıfat onları yaralamaz. Kinizmleri, dürüstlüklerinin biçimidir. Muhteşem bir çirkinlikteki on yedilik bir kız, artık kaldırımlara musallat olmayacağı sözünü koparmaya çalışan yargıcı şöyle cevaplar: “Size bunun için söz veremem, Yargıç Bey.”

Kendi gücümüzü ancak aşağılanma durumunda ölçebiliriz.

DİN

Her yerde olma avantajının sefasını süren, Tanrı değil Acı’dır.

Çok önemli sınavlarda, sigaranın yardımı Inciller’den daha etkilidir.

İki bin yıldır, İsa, bir kanapede ölmemiş olmanın intikamını bizden çıkarıyor.

AŞKIN CANLILIĞI

Bitip giden bir aşk öylesine zengin bir felsefi sınavdır ki bir berberi Sokrates’in dengi yapar.

Her arzunun içinde bir keşişle bir kasap tepişir.

Paniklerde olduğu gibi şehvette de kökenlerimizle yeniden bütünleşiriz; haksız yere sürülmüş olan şempanze nihayet zafere ulaşır—bir haykırmalığına.

Hırıltıların ortasında dayanamayıp kahkahayı basmak—kanın talimatlarına, biyolojinin ihtişamına meydan okumanın yegâne yolu.

Bütün sırdaşlıklar buradan başlar; bütün sohbetler buna varır. Ötekilerle olan ilişkimiz, yakında, olmuş veya uydurulmuş orgazmlarının kaydedilmesine indirgenecektir… İçebakış ve kansızlığın harap ettiği soyumuzun kaderidir bu; sözlerle üremek, gecelerini alenileştirmek ve çöküntü ya da zaferlerini büyütmek…

Yine de daima severiz; ve bu “yine de”, içinde bir sonsuzu barındırır.

MÜZİK ÜZERİNE

Kavramın emperyalizmi olmasaydı, felsefenin yerini müzik tutardı: İfadesi imkânsız apaçıklığın Cenneti olurdu bu, bir vecd salgını…

İçimizdeki yaşama ve ölme imkânsızlığının boğduğu melodinin yanında bütün melodiler nedir ki!

Bir veda sistemi olan müzik, çıkış noktası atomlar değil de gözyaşları olan bir fiziği çağrıştırır.

TARİHİN BAŞDÖNMESİ

Nuh’ta geleceği okuma yeteneği olsaydı, gemisini hiç şüphesiz batırırdı.

Aslen seçilmiş halk olan Çingeneler, ne bir olayın ne de bir kurumun sorumluluğunu taşırlar. Hiçbir şey kurmama tasalarıyla yeryüzüne egemen olmuşlardır.

İt kopuk takımı bir mitosu benimserse, bir katliama, veya daha kötüsü, yeni bir dine hazırlıklı olun.

Sabahın beşinde bir genelevin halini görmeyen kimse, gezegenimizin hangi bezginliklere doğru yol aldığını düşünemez.

BOŞLUĞUN KAYNAĞINDA

Ancak uyuşuk bir ruhun öte dünyayla temasları olabilir.

Deliliğe ancak gevezelerle suskunlar ulaşabilir: bütün sırlarını boşaltmış olanlar ve fazla biriktirmiş olanlar.

“Tıraş olduğum zaman,” diyordu yarı-delinin biri, “Tanrı değilse kim, gırtlağımı kesmeme engel oluyor?” İman, eninde sonunda, korunma güdüsünün bir hüneriymiş. Her tarafta biyoloji…

Acı çekme korkusu’yladır ki gerçekliği ortadan kaldırmak için yırtınırız. Çabalarımız ödüllendirildiğinde, bunun ortadan kalkmasının bile bir acı kaynağı olduğu açığa çıkar.

Ölümü tozpembe görmeyenin kalbinde bir renkkörlüğü vardır.

Bir hasta bana şöyle diyordu: “Benim acılarımın neye hayrı var? Acılarımdan yararlanabilecek, ya da onlarla böbürlenebilecek bir şair değilim ki.”

Kanın tadı öyle yavan olmasaydı, münzevi, vampirliği reddetmesiyle tanımlanırdı.

Aşağılanmayı yaşamamış kişi, kendinin son raddesine gelmenin ne olduğundan habersizdir.

İnsanlarla düşüp kalktıkça düşüncelerimiz kararır; ve bunları aydınlığa kavuşturmak için yalnızlığımıza döndüğümüzde, düşürdükleri gölgeyi buluruz.

Daha ergenliğe yeni girdiğimde, ufuktaki ölüm beni kendimden geçiriyordu; onun elinden kurtulmak için ya geneleve koşturuyordum ya da melekleri zikrediyordum. Fakat yaşla birlikte, insan kendi korkularına alışıyor, onlardan kurtulmaya hiç kalkışmıyor, Uçurum’un içinde burjuvalaşıyor.—Ve gözyaşı dökmek için mezarlarını kazan Mısırlı keşişleri kıskandığım bir zaman olduysa da, şimdi kendiminkini kazsam ancak sigara izmaritleriyle doldururdum.