Descartes – İlk Felsefe Üzerine Meditasyonlar – Kitap Özeti

MEDİTASYON 1 – ŞÜPHE DUYABİLECEĞİMİZ ŞEYLER ÜZERİNE

Uyanıklığı uykudan ayırt edecek kesin işaretler olmaması şaşırtıcı. Fakat rüyalarda gördüğümüz nesneler gerçekte de olan nesneler. Bilincimiz (cogitatio) uykuda gerçek veya fantastik şeylerin tüm görüntülerini oluşturur. Bu şüphemizden ötürü fizik gibi bilimlerin şüpheli bir karaktere sahip olduğu sonucuna varsak da; rüyada da gerçekte de bir karenin dört kenarı vardır. Yani Aritmetik ve Geometri gibi bilimler uyku veya uyanıklık halinden bağımsız olarak bu mantıkta şüphe götürmez gerçeklikler gibi duruyor.

Öte yandan sonsuz iyi (supreme good) olduğu söylenen ve bizi yaratan Tanrının beni sürekli gerçek olmayan sanrılarla aldatmaya tabi yaratmış olması onun iyiliğine aykırı değil midir?

Peki ya son derece güçlü ve habis bir iblis, beni aldatmak için tüm hilesini kullanıyorsa? Kendimi elleri, eti veya bir duyusu olmayan ve bunlara sahip olduğuma yanlış bir şekilde inandırılan biri olarak kabul etsem?

MEDİTASYON 2 – İNSAN ZİHNİNİN DOĞASI

İlk meditasyondan sonra artık ayaklarımı yere sağlam basamıyorum. Arşimet`in dünyayı oynatmak için sağlam ve sarsılmaz tek bir nokta talebi gibi; şüphe götürmez bir referans noktasına ihtiyacım var.

Buna göre, gördüğüm her şeyin yanlış (hayali) olduğunu varsayıyorum; beden, şekil, uzam, hareket ve yerin yalnızca zihnimin kurguları veya aldatmalar olduğuna inanıyorum. Ama aldatılıyorsam demek ki varım (aldatılan bir şeyim).

Var olduğumdan emin olmama rağmen henüz ne olduğumu açıkça belirtemiyorum. Bedenimin (duyularımın) bu derece kandırıcı olduğu varsaydığım yerde ruhumun düşünme özelliğinin tam olarak kendime ait olduğunu keşfediyorum. Bu tek başına benden ayrılamaz. Bu nedenle en basit haliyle sadece düşünen bir şeyim. Var olduğumun bilincindeyim ve var olduğumu bilen ben, ne olduğumu araştırıyorum.

Farkediyorum ki bedenim dışındaki objeleri duyularım ve düşüncelerimle beraber anlıyorum. Mesela bir balmumu ateşin yanında eridiğinde geriye ne kalır (duyular için)? Onu balmumu yapan şey nedir? Zihnimin bir sezgisi diyebilir miyim (inspectio). Bu esnada dış dünyayı algılamada zihnimin kısıtını ve hataya meylini gördüğüme şaşırıyorum. Dış dünyaya dair algım böyle olsa da kendi zihnimi direkt ve dolaysız açıkça kavrayabilmekteyim.

MEDİTASYON 3 – TANRI’NIN VARLIĞI

Ben düşünen (bilinçli) ve aynı şekilde hayal eden ve algılayan (benim dışındakileri) bir varlığım. Çevremdekileri algılarken (olası) aldatmacanın içinde aritmetik ve geometri gibi açık doğruların olduğunu görüyorum. Tanrının varlığını da aynı şekilde incelemeliyim.

Düşüncelerimin çoğu (idea) nesnelerin görüntüleridir. Fakat bazı düşüncelerim bana doğuştan geliyor gibi geliyor (mesela ısı fikri). Bunlar benim irademe bağlı olmadıklarından dolayı benim dışımda en az onlar kadar gerçek bir yerden doğmalılar. Bu yeri (ve ya fikir) ararken tüm gerçekliğin (veya yetkinliğin) kapsandığı arketip olan bir ilk fikre ulaşırız. Çünkü fikirler (idealar) alındıkları nesnelerin mükemmelliğinden geri kalırlar (bir hiyerarşi vardır).

Ben kendim bunun ilk nedeni olamam, dünyada benden başka o ana fikrin nedeni olarak var olan başka bir varlık (tanrı) vardır. Tanrı; sonsuz, değişmez, bağımsız, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve benim ve varsa diğer tüm varlıkların tarafından yaratıldığı bir tözdür.

Işığın olumsuzlanmasıyla karanlığı nasıl anlıyorsam, sonluyu da sonlunun olumsuzlanmasıyla kavrıyorum. Sonludan önce sonsuzun algısına kavrayışına sahibim, yani kendimden önce Tanrı kavrayışına sahibim. Çünkü kendimden daha mükemmel bir varlık fikrine sahip olmasaydım, kendi doğamın eksikliklerini nasıl fark ederdim?

Ama belki de sandığımdan daha fazlasıyım ve Tanrı’ya atfettiğim tüm bu mükemmellikler henüz kendilerini göstermeseler de bir şekilde bende potansiyel olarak var olabilir. Bilgim devamlı artsa da, yine de onun gerçekten sonsuz olacağını düşünemiyorum. Böyle bir gücün bilincinde değilim ve böylece kendimden farklı (yüce) bir varlığa bağımlı olduğumu açıkça biliyorum. Geriye bu fikri Tanrı’dan nasıl aldığımın soruşturulması kaldı (çünkü onu duyulardan almadım).

MEDİTASYON 4 – GERÇEK VE HATA ÜZERİNE

Tanrı’nın var olduğu ve benim varlığımın, devamının her anının kesinlikle ona bağlı olduğu sonuçları o kadar açık ki, insan zihninin herhangi bir şeyi daha açık ve kesin olarak bilmesinin imkansız olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte mükemmellikten (yetkinlik olarak) doğan tanrı fikrinin beni aldatmasının imkansız olduğunu keşfediyorum. Çünkü her sahtekarlık ve aldatmacada belli bir kusur vardır.

Bunu daha dikkatli düşününce aklıma gelen ilk şey, benim doğamın zayıf ve sınırlı oluşu. Kendimi ve hatalarımı daha yakından incelediğimde sahip olduğum iki temel bilme yetisini görüyorum: anlayış (understanding) ve irade (will). Tanrı’dan aldığım irade (will) veya anlayış (understanding) gücünün kendileri hatalarımın kaynağı olmamalı. Öyleyse hatalarım nereden kaynaklanıyor? Bu hataların nedeni şudur: Anlama yetisinden çok daha geniş bir yelpazeye sahip olan istemek (will) anlamadığım şeylere genişleyince hataya ve günaha düşer. Sonuç olarak irademi anlama yetimin sınırları içerisinde kullanırsam gerçeğin bilgisine ulaşabilirim ve hataya düşmem.

MEDİTASYON 5 – MADDİ ŞEYLERİN VE TANRININ ÖZÜNE DAİR

Gerçeğin bilgisine ulaşmak için ne yapılması gerektiğini ortaya koyduktan sonra sorum: maddi nesnelerle dair herhangi bir şeyi kesin olarak bilebilir miyim?

Şekiller, sayılar, hareket ve benzeri şeylerle ilgili o kadar bariz bir şekilde doğru ve doğama o kadar uygun sayısız ayrıntı keşfediyorum ki, şimdi onları keşfettiğimde yeni bir şey öğreniyor gibi görünmüyorum. Üçgeni hayal ettiğimde onunla ilgili aklımda üzerine daha önce kafa yormadığım birçok düşünce beliriyor. Bunların benim tarafımdan icat edildiği düşünmüyorum. Benzer biçimde bilincimde bir Tanrı fikri, yani fevkalade mükemmel bir varlık fikri buluyorum. Yani Tanrı’nın varlığı benim için en azından matematik kadar kesin bir gerçektir. Hatta bu hakikatin kesinliği diğer bütün hakikatlerin temelde bağımlı (dependent) olduğu tek hakikattir. Bu hakikat olmadan başka hiçbirşey bilinemezdi.

Sonuçta Tanrının varlığı hakikat ise, bizi aldatmıyorsa ve bütün diğer varoluş ona bağlı ise, benim dışımda algıladığım maddi şeyleri kesin olarak “var” kabul edebilir miyim?

MEDİTASYON 6 – MADDELER VE ZİHNİ-BEDEN AYIRIMINA DAİR

Muhayyile – hayal ediş (imaginatio) anlama ediminden (intellectio) ayrılır. Hayal edişte sanki bir bedene bürüme işlevi gerçekleşir. Bu aslında bedenin veya maddenin kavrayışına dair bir ipucu olabilir. Öte yandan kendi bedenimi hissediyorum; mesela elimi, kolumu, kafamı… Bu organların acısını, açlığını yani bu bedeni hissediyorum. Buna dayanarak muhtemelen maddelerin var olduklarını tahmin ediyorum. Yine de, hayal gücümde sahip olduğum bedensel doğa fikrinden, herhangi bir cismin varlığını zorunlu olarak çıkarabileceğimi sanmıyorum.

Şimdi kendimi daha iyi tanımaya ve varlığımın yaratıcısını daha açık bir şekilde keşfetmeye başladığıma göre, gerçekten de duyuların öğretiyor gibi göründüğü şeyleri nasıl ele almalıyım? Onlardan (maddenin varlığından) şüphe etsemde birbirlerinden açık seçik farklı oluşları ve tanrının aldatmıyor olması nedeniyle var diyebilir miyim?

Kendimden başlarsam özüm yalnızca benim düşünen bir şey olmamdan ibarettir. Çünkü yakından yapışık olduğum bir bedene kesinlikle sahip olsam da; özümle ilgili açık ve seçik bir ideye sahipken bedenimi yalnızca uzamlı ve düşünmeyen bir şey olarak hissederim. Hatta özümün bedenim olmadan var olabileceğimi düşünüyorum. Bedenin doğası gereği her zaman bölünebilir olması ve zihnin tamamen bölünemez olması bakımından zihin ve beden arasında büyük bir fark vardır.

Dışımdaki maddeler eğer gerçekten varlarsa, cismani veya uzamlı bir töze ait olmalıdırlar. Çünkü hareket gibi yetilerinden anladığım üzere onlarda bir tür uzam vardır, fakat kendilerinde akıl emaresi yoktur. Ayrıca, algımda o maddelerdeki değişimleri ben düşünüp yaratmadığıma göre bu görünüşlerin benim dışımda bir kaynağı olmalı. Tanrı da beni aldatmadığına göre dışımda fiziki maddelerin varlığını kabul edebilirim. Fakat bu onları duyularımla tam kavradığım anlamına gelmiyor. Sadece onlara dair limitli bir duyumsamam var. Her ne kadar duyular hata yapabilse de doğanın bana verdiği acı hissi kadar açık bir şekilde varlıklarını kabul ediyorum.

Özüm olarak bedenimde sadece bir gemide bir kılavuz olarak yerleşmiş değilim, ayrıca onunla çok yakından birleşmiş ve adeta karışmış gibiyim. Bu esnada doğa bana duyularım aracılığıyla kendi bedenimin birçok başka bedenle çevrili olduğunu öğretiyor. Sınırlı bir doğaya sahip olan ben, bilgimin de aynı şekilde sınırlı bir yetkinliğe sahip olacağını kabul ediyorum.