Descartes – Felsefenin İlkeleri – Kitap Özeti

İNSAN BİLGİSİNİN İLKELERİ

Hakikat yolculuğunda, yaşamımızda bir kez, mümkün olan her şeyden şüphe etmek gerekir. Çünkü deneyimle biliyoruz ki duyular bazen hata yapar. Matematiksel (bilimsel) ispatlardan da şüphe duyabiliriz, çünkü tarihte insanların bu tür konularda yanıldıklarını kabul ettiklerini gördük. Her türlü şüpheli şeyden ve hatadan kaçınabileceğimiz bir özgür iradeye sahibiz.

Şüphe ederken ilk olarak görürüz ki varlığımızdan şüphe edilemez. Yolculuğumuzda başlayacağımız ilk bilgi budur. DÜŞÜNÜYORUM, ÖYLEYSE VARIM. Bu bilginin ardından zihin ile beden ya da düşünen ve cismani bir şey arasındaki farkı keşfederiz. Düşüncemizden başka hiçbir şeyin olmadığını varsayarken; ne uzam, ne hareketin (bedensel) bizim öz doğamıza ait olmadığını görürüz. Yani aklımız cismani şeyleri önceler. Düşünce (COGITATIO) sözcüğüyle, içimizde olup biten her şeyi anlıyorum. Buna göre anlamak (INTELLIGERE), istemek (VELLE), hayal etmek (IMAGINARI), hatta algılamak (SENTIRE) düşünmeye (COGITARE) dahildir.

Tanrı’nın varlığını, ona ilişkin sahip olduğumuz kavramdan çıkarsayabiliriz. Akıl, içinde bulunan farklı fikirleri gözden geçirdiğinde, aralarında en önemli olanı keşfeder: Her şeyi bilen, her şeye gücü yeten mükemmel bir varlık. Zihnimizde Tanrı fikrini veya tamamen mükemmel bir varlık fikrini keşfettiğimizde bunun kaynağı nedir? Bu kaynak ben olmadığıma göre bunun zorunlu kaynağı olarak gerçekten bir Tanrı vardır. Öte yandan biz kendimizin de sebebi değiliz. Bu izlek de nihai sebep olarak da Tanrıyı düşünebiliriz. Tanrının bilgisinden yaratıkların bilgisine geçerken aklımızın sınırlı, Tanrının gücünün ise sonsuz olduğunu unutmamak gerekir.

Sınırlı algımızı aşsa da Tanrı’nın ifşa ettiği her şeye inanmalıyız. Algı ve yargılarımızdaki hatalarımızın nedeni Tanrı değildir. Genellikle aldanmamızın nedeni, yargıladığımız şey hakkında kesin bir bilgiye sahip olmadan yargıda bulunmamızdır. Yargılamak için anlayış ve irade gerekir. İrade, anlayıştan daha geniş kapsamlıdır ve bu nedenle genelde hatalarımızın kaynağıdır.

İnsanın başlıca yetkinliği, özgürce ya da iradesiyle hareket edebilmesidir ve onu övülmeye ya da yerilmeye değer kılan da budur. Peki irademizin özgürlüğü ilahi takdirle nasıl uzlaştırılabilir? Yalnızca açıkça ve seçik olarak algıladığımız şeylere dair yargılar verirsek asla hata yapmayız. Hatalarımızın başlıca nedenleri geçmişimizin önyargıları, bu ön yargıları unutamamamız, düşünmenin yoruculuğundan dolayı kullandığımız kısayollar ve düşüncelerimizi doğru ifade etmeyen kelimelere bağlamamızdır.

MADDİ ŞEYLERİN İLKELERİ

Sahip olduğumuz her algının bize zihnimizden farklı bir nesneden geldiğinden şüphe edilemez.
Algımız tamamen duyularımızı etkileyen nesneye bağlıdır. Aynı şekilde insan vücudunun zihinle yakından bağlantılı olduğunu da biliyoruz. Bazı cisimlerin zihnimize diğerlerinden daha yakın olduğunu görüyoruz; mesela acı veren şeyler. Yani zihin düşünen bir şey olsa da; bilinç uzamlı ve hareket edebilen başka bir şeyle birleştiği sürece ona aittir.

Cismin doğasının ağırlık, sertlik, renk vs değil, yalnızca uzamdan (extension) oluştuğunu söyleyebiliriz. Uzay (boşluk), gerçek cismani maddeden farklı değildir sadece onu kavrama biçimimiz farklıdır.

Atomların (bölünemez nihai parçalar) olmadığı da ispatlanabilir. Çünkü bu parçalar ne kadar küçük olsa da zorunlu olarak uzamsaldırlar. Düşüncemizde bunlardan birini her zaman iki veya daha fazla küçük parçaya ayırabiliriz ve buna göre bölünebilirliklerini kabul edebiliriz. Böylece dünyanın uzantısının belirsiz olduğu da gösterilmiş olduk. Bu belirsizlikte maddenin ve formlarının tüm çeşitliliği harekete (motion) bağlıdır. Yani tüm evrende yalnızca bir tür madde vardır ve doğası yalnızca onun uzamsal oluşudur.

Görünür dünyayı anlamaya çalışırken limitli algımızla Tanrı’nın işlerini çok fazla kavrayamayacağımızı idrak etmeliyiz. Her şeyin insan için yaratıldığı nasıl iddia edebiliriz ki?

DÜNYAMIZ ÜZERİNE (EARTH)

Algı (SENSUS) beş temel duyumuza dayanır: dokunmak, görmek, duymak, koklamak ve tatmak. Algılama sinirler aracılığı ile olur.

Bedensel duyularımızla, dış nesneler hakkında şekilleri, durumları, büyüklükleri ve hareketleri dışında hiçbir şeyi bilemeyiz. Ruhumuzda (soul) beyinde ona iletilen duyu sinyalleri aracılığı ile deneyimi algılar. Doğa ile sahip olduğumuz bütün etkileşim budur.

Dünyamızdaki her şeyin burada gösterilmiş olabileceği gibi olduğuna dair ahlaki bir kesinlik vardır. Bu kesinlik şu metafizik temele dayanır: Tanrı fevkalade iyi ve tüm gerçeğin kaynağıdır. Bize verdiği gerçeği yanlıştan ayırt etme yetisi, onu doğru kullandığımız sürece yanıltıcı olamaz.