Platon, çokluktan birliğe yükselen yolu açıkça çiziyor: “İyi, tüm ruhları kendisine çeken evrensel arzu nesnesidir; ve bu hayatta insan için en önemli iyilik, bu mutlak İyi’nin tefekküründen başka bir şey değildir.” Diğer bir açıdan ele alırsak “Dünya yanıltıcıdır (gölgelidir); Sadece Brahman gerçektir.” Yani, Çoktan kaç, Bir’i bul. Bir’i bulduktan sonra, Çok’u Bir olarak kucakla. Zihin; Çok’un Bir olduğunu görürse, Şefkat bilir ki Bir Çok`tur. Bir her varlıkta eşit olarak ifade edildiği için şefkat ve özenle davranılmalıdır.
Gnostikler şu sezgiye ulaşmışlardı: “Dünya bir yanılsamadır, yalnızca Brahman gerçektir”, ancak Tekilliğe (Non-Dual) geçememişlerdi (“Brahman dünyadır”). Böylece dünyanın kötü olduğunu, bedenin bir mezar olduğunu, duyuların hor görülmesi gerektiğini öğrettiler. Bu görüş çeşitli biçimlerinde Augustine’den Descartes, Spinoza, Berkeley, Kant, Fichte, Schelling, Hegel, Husserl, Heidegger ve Sartre’a kadar geçti. Temel Uyanıklık, anlık bilinç, sahip olduğumuz her şeydir; diğer her şey fenomenaldir (Kant) veya tümdengelimlidir (Descartes) veya dışsaldır (Spinoza).
Cesur Yeni Dünya
Modernliği tanımlayan ilk eğilim Mitlerin eliminasyonuydu. Bir rol kimliğinden bir ego kimliğinin ortaya çıkmasıydı. Mitlerin hepsi göğe bir özlem olduğundan , yeni yönelim bu özlemi talep etmiyor gibiydi. Fakat modernite daha sığ bir dünyaya daha derin konular gündeme getirdi ve boğucu bir süreç başladı.
“Akıl Çağı”, bu zamandan önceki bireylerin akılcılığa erişimi olmadığı anlamına gelmez. Bu dönemin farkı; Akıl hem sosyal organizasyonun temel bir ilkesi hem de ortalama bir birey için beklenen en yüksek potansiyel haline gelmesi idi. Bu rasyonalite temel olarak insanlığa çok aşamalar kaydettirdi. Sonuçta eşitlik idealine dayanan çoğulcu demokrasiler doğdu. Her ne kadar bu yapıların korunması yasal kurumlara bağlıysa da “Söylediklerinize katılmıyorum ama söyleme hakkınızı ölümüne savunacağım” sloganı rasyonalitenin en büyük başarısıdır.
Kant ile (3 eleştiri) bilim, ahlak ve sanatın üç alanı artık geri dönülmez biçimde farklılaşmıştı. “o”, “biz” ve “Ben”. Post-modernitenin temel sorunu da burada yatar: şimdi bilim, sanat ve ahlak geri dönülmez biçimde farklılaşmış olduğuna göre, bunlar nasıl bütünleştirilebilir? Modernitenin farklılaştırdığını, post-modernitenin bütünleştirmesi gerekir.
Batı, sonsuz bir göğe değil, sonsuz bir ilerlemeye odaklandı. Üç bilme ve eyleme biçimi [sanat, bilim, ahlak: Üç Büyük] eşit olarak gelişmemişti. Bilimin baskınlığında kadranın sağ tarafı önce gelişti ve Ben / Biz (sol) bilimin metodları (sağ) ile tanıtlandı. Bu süreçte haliyle pozitivizm ve kapitalizmin güçlü etkisi vardı. “Bunun anlamı ne ? ” ifadesi yerini temel olarak “Bu ne işe yarar?“ sorusuna bıraktı. İçsel değerler, ampirik eylem terimlerinde kayboldu. Kısacası, yorum gerektiren derinlikler, basitçe görülebilen (ampirik-analitik) fenomenler lehine büyük ölçüde göz ardı edildi. En çok kişinin mutluluğu en iyidir tarzı etik duruşlar Sağ tarafın düz mantığının solda uygulanmasının bir örneğidir. Post-modernite bu anlamda ampirizmi öldürmesi ile önemli bir rol oynamaktadır.
Öte yandan Rousseau ve çeşitli romantikler (Schiller gibi) dürtüyü varlığımızın itici gücü olarak gördüler. Aşk, bilmenin en asil şeklidir, çünkü en asil duygudur. Doğa’nın (ya da Ruhun) ancak rasyonel-egonun ötesine geçen bir farkındalıkla kavranabileceğini gayet doğru anladılar. Başka bir deyişle, büyük Yaşam Ağı olan Doğa’yı kucaklamak için, genellikle doğaya basit bir dönüşü önerdiler.
Fakat modernitenin bu çizgide romantik yükselişi cinsellik saplantısı ile öne çıktı. Doğa nihai gerçeklik olduğunda, doğayı ve cinselliği özgür oyunundan “engelleyen” herhangi bir şeyden (kültür gibi) kurtarmak çabası dışında başka ne tür bir kurtuluş olabilir di? Ve orgazm üstüne orgazm katılımcıları aydınlatmayıp bitkin bıraktığında, öneri neydi? Daha çok dene, daha çok seviş, daha vahşi ol, daha yüksek sesle çığlık at: kurtuluş orada bir yerde olmalı. Doğaya yaklaşmak benmerkezciliğe giden bir yaklaşım oldu. Peki bu noktada öznel özgürlük (Ben) ile nesnel birliği (doğayı) nasıl birleştirebilirsiniz?
Schelling’in yabancılaşma kavramını üzerinden gidersek; Ruh gelişirken kendisini kaybediyordu ve evrim bu kendine yabancılaşmanın üstesinden gelmekti. Yani tekilliğin yeniden keşfi… Bu keşif Feuerbach`ın eleştirdiği gibi bir öteki dünya, tanrı veya din inşası ile olmayacak; rasyonaliteyi aşarak (trans-rasyonalite) tüm yaşam formlarının eşit değere sahip olduğunun anlaşılmasıyla başlayacaktır.
Evrim hiç kimse için durmaz ve durmayacak; her aşamanın evrimi daha büyük bir yarına geçişe olanak sağlar. Aynı çizgide elbet rasyonalite de aşılacaktır.