Carl Gustav Jung 1913 senesinde bilinçdışıyla yüzleşerek kendi üzerinde bir çeşit deney sürecine girdi ve bu süreç 1930’a kadar sürdü. Bu deney sırasında içsel süreçlerinin dibine kadar gitmek; duygularını imgelere dönüştürmek için bir teknik geliştirdi. Bu fantezileri ilk olarak Kara Kitap’a kaydetti. Bu metinleri gözden geçirdi, düşüncelerini ekledi ve Liber Novus adını verdiği kırmızı ciltli bir kitaba kaligrafik yazıyla geçirdi. Daha sonra bu kitap Kırmızı Kitap olarak tanındı. Liber Novus bir dizi etkin fantezi ve imgelemin yanı sıra Jung’un bunları anlamlandırma çabasını ortaya koyuyor.
Jung’a göre kişisel ve kolektif psişeyi birbirinden ayırt etme yolculuğunda karşısına çıkan etkenlerden biri persona, yani maske ya da roldü. Bu da yanılgıyla kişisel olarak görülen kolektif psişeye karşılık geliyordu. Bu aşıldığında bir dizi fantezinin ortaya çıkmasına yol açıyordu. Bu durum ile delilik arasındaki fark, bunun kasıtlı olmasıydı. Liber Novus, Jung’un yeni psikoterapi modelinin ortaya çıkışını kavrayabilmek açısından çok önemli bir kaynaktır.
1. KISIM
Olacakların Yolu
Bu çağın tini ile konuşmam gerekirse, demeliyim ki: size duyuracaklarımı doğrulayamam. Bu çağın tini yarar ve değeri duymak ister. Bu çağın ruhu bana: “Bu yüce anlam, bu Tanrı imgesi, bu sıcakla soğuğun birbirinde erimesi, bu sensin, sadece sen.” Diyor.
Öte yandan derinliklerin tini bana: “Sen bitmeyen dünyanın bir imgesisin, oluşun ve göçüp gitmenin bütün son gizemleri içinde yaşar. Bunların hepsine sahip olmasaydın, nasıl bilebilirdin?” diyor.
İnanın bana size verdiğim ne bir öğreti ne de ders. Neye dayanarak size öğretebileceğimi düşüneyim? Benim yolum sizin yolunuz değil, o nedenle ben size öğretemem.
Yol içimizde, başkalarının öğretilerinde ya da yasalarda da değil. Ne acı, başka örneklere göre yaşayanlara! Bir örneğe göre yaşıyorsanız, o örneğin hayatını yaşıyorsunuz demektir, oysa sizin hayatınızı sizden başka kim yaşayabilir? O zaman kendiniz yaşayın.
Ruhu Yeniden Bulmak
“Ruhum, neredesin? Beni işitiyor musun? Konuşuyorum, sana sesleniyorum. Orada mısın? Bütün ülkelerin tozunu ayaklarımdan silkeledim ve sana geldim, seninleyim. Uzun uzun dolaştıktan sonra, uzun yıllardan sonra yine sana geldim. Tavlanmış, arınmış olarak sana döndüm. Beni hâlâ tanıyor musun? Ayrılık ne uzun sürdü!
Ruh üzerine ne çok düşünüyor ve ne çok söylüyordum. Onun hakkında bilgece sözcükler biliyor, onu yargılıyor ve bilimsel bir nesneye dönüştürüyordum. Ruhumun, yargımın ve bilgimin nesnesi olamayacağını hesaba katmıyordum; oysa asıl benim yargım ve bilgim ruhumun nesnesiydi.
Böylece ruhumla uzakta ve bilinmeyen bir şey olarak, benim sayemde var olan değil, sayesinde var olduğum bir şey olarak konuşmam gerekiyordu.
Ruh ve Tanrı
Dünyada hiç ondan başka bir şey aramamış yorgun bir gezgin gibi ruhuma yakınlaşacağım.
Derinliklerin ruhu bana eylemimi ve kararımı düşüme bağımlı olarak düşünmeyi bile öğretti. Düşler yaşam a giden yolu döşer ve siz onların dilini anlamadan o sizi belirler.
Peki, yüreğin bilgisini nasıl edineceğim? Bu bilgiyi ancak hayatını bütünüyle yaşayarak edinebilirsin. Kendinden kaçamazsın. O hep seninle ve tamamlanmak istiyor.
Bu çağın tini, kuşkusuz, usuma inanmama izin verdi. Kendimi olgun düşünceleri olan bir önder imgesinde görmeme izin verdi. Oysa derinliklerin tini bana bir çocuğun hizmetçisi olduğumu öğretiyor. Bunu kabul etmem gerekiyordu.
Anlıyorum, düşünmemem de gerekiyor; düşünme de artık olmayacak mı? Kendimi bütünüyle senin ellerine vermem gerekiyor ama kimsin sen ey ruhum?
Çöl
Benliğim neden bir çöl? Kendi dışımda, insanlar ve olaylar içinde çok mu fazla yaşadım? Kendime sevgi göstermedim mi? İnancım zayıf, yüzüm çöl güneşinin parıldayan ışıltısına hepten kör. Sıcak üzerimde kurşun gibi.
Ruh şöyle dedi: Sanki hâlâ hiçbir şey öğrenmemiş gibi konuşuyorsun. Bekleyemiyor musun? Her şey olmuş ve tamamlanmış olarak kucağına mı düşmeli? Dolusun, evet, erekle ve istekle dolup taşıyorsun! Doğruluğa giden yolun yalnızca ereği olmayanlara açık olduğunu hâlâ bilmiyor musun?
Söylediği her şeyin, aynı zamanda benim düşüncem olduğunu biliyorum. Yine de bu doğrultuda yaşamakta zorlanıyorum. Karanlığı bir erekle aydınlatabileceğimizi düşünüyoruz ve böylece ışığı geçmeyi hedefliyoruz. Işığın bize nereden geleceğini önceden bilmeyi isteyerek haddimizi nasıl aşıyoruz?
Kuşkunun bende açtığı yaraları iyileştir, ruhum. Hala düşünmenin kurbanıyım. Düşüncelerim ortalıkta uluyorken sesini daha yüksek, yüzünü daha açık görmeyi nasıl umabilirim? Yardım et bana ki kendi bilgimle boğulmayayım.
Deliliği böyle aştım: Yargını ertele ve meyveleri bekle.
Yaşam bize olaylardan değil, bizden gelir. Dışarıda olan her şey önceden olmuştur. Olayların anlamını biz yaratırız. Anlam yapaydır, her zaman öyleydi.
Tanrı’ya Gebe Kalmak
En yüksek doğruluk saçma ile bir ve aynıdır. Nasıl ki günün geceye, gecenin de güne gereksinimi varsa anlam saçmalığı ve saçmalık da anlamı gereksinir.
Tanrının güzellik, iyilik, ciddilik, yükseliş, insanlık, hatta tanrısallık içinde bulunamayacağını anladım. Yeni tanrının görecelide olacağını anladım.
Yargın düşmeli senden, hatta beğeni ama hepsinden öte gurur. Olancasına yoksul, sefil, aşağılanmış, cahil geç kapıdan. Öfkeni kendine çevir çünkü kendini yaşamaktan ancak sen alıkoyabilirsin.
Derinliklerimin güçleri önbelirlenme ve hazdır. Önbelirlenme ya da öndüşünme belirlenmiş düşünceler olmadan kaotik olanı biçim ve tanıma getirendir. Haz ise biçimi ve tanımı olmayan, biçimleri isteyen ve yok eden güçtür.
Çözülme
Sevgi ve öndüşünme tek ve aynı yerdedir. Sevgi öndüşünmesiz olamaz, öndüşünme de sevgisiz olamaz. İnsan birinde ya da diğerinde her zaman çok fazladır. Bu insan doğasıyla gelir. Hayvanlar ve bitkiler her şekilde yeterince şeye sahip görünür, yalnızca insan çok fazla ile çok az arasında sendeler. Yalpalar, buraya ne kadar, oraya ne kadar vermesi gerektiğinden emin olamaz. İnsan kendi içinden yaratıcıdır. Tanrı onun içinde belirir. İnsan doğasının tanrısallık becerisi azdır ve bu yüzden de insan çok fazla ile çok az arasında gidip gelir.
2. KISIM – LİBER SECUNDUS
Yanılanların İmgeleri
Size peygamberlik eden peygamberlerin sözlerine kulak asmayın: Onlar sizi aldatıyor: Rabbin ağzından çıkanları değil, kendi kalplerindeki görümleri anlatıyorlar.
Ben şeytanımla içtenlikle yüzleştim ve ona gerçek bir insana olduğu gibi davrandım. Onunla bir anlaşmaya varmaya çalışmamak kaçmak olurdu. Şeytanla konuşmak gibi ender bir fırsat yakalarsan onunla bütün ciddiyetinle yüzleşmeyi unutma.
Şeytanı ciddiye almak onun tarafına geçmek ya da şeytanlaşmak anlamına gelmez. Bir anlaşmaya varmak anlamına gelir. Böylece diğer görüşünü de kabul etmiş olursun. Böylece şeytan temel zeminini yitirmiş olur, sen de öyle.
Yine de neşenin şeytan olması ya da şeytanın neşe olması konusu seni düşündürmeli. Neşenin şeytanın olduğu gerçeğine karşı çıkıyorsun. Oysa neşenin her zaman şeytansı bir yanı varmış gibi görünüyor. Şeytan kötülüğe ait bir elementtir. Peki, ya neşe? Peşinden koşarsan neşenin de kötülüğü barındırdığını görürsün çünkü o zaman zevke ve zevkten de doğrudan Cehenneme, kendi Cehennemine ulaşırsın.
Ormandaki Şato
Dışında bir macera yaşamazsan içinde de bir macera yaşamazsın. Şeytandan aldığın parça (neşe) seni maceraya götürür. Böylece alt ve aynı zamanda üst sınırlarını öğrenirsin.
Belki de yaşamını araştırmaya adayan birisinin tinsel bir yaşam sürdüğünü ve ruhunun diğer herkesten daha geniş bir ölçüde yaşadığını düşünüyorsun. Oysa bu yaşam da dıştır, tıpkı dış şeyler için yaşayan bir adamın yaşamı gibi. İşte bu yüzden yaşlı bilginleri gülünç ve onursuz bir şekilde onaylanma peşinde koşarken görürsün. Adları anılmadığında alınırlar, aynı şeyi bir başkası daha iyi söylediğinde canları sıkılır, birisi görüşlerinde en ufak bir değişiklik yaptığında çileden çıkarlar.
Aşağılardan Biri
Okyanusta bir damla olarak akıntının, gelgitin bir parçası olursun. Yavaşça karaya doğru kabarır ve yine yavaşça, sonsuz yavaşlıktaki soluklarla geri çekilirsin. Bulanık akıntılarda çok uzaklara gider oraya nasıl ulaştığını bilmeden yabancı kıyıları yıkarsın. Büyük fırtınalarda dev dalgaların tepesine yerleşir sonra yine diplere sürüklenirsin. Bunun başına nasıl geldiğini de bilmezsin. Deviniminin senden geldiğini, kararlarına ve çabana gereksinim duyduğunu düşünürsün, öyle ki yoluna devam edip ilerleyebilesin.
Münzevi
Karanlığı kavrarsan seni ele geçirir. Kara gölgeleriyle ve sayısız ışıldayan yıldızıyla gece gibi üzerine gelir. Karanlığı kavramaya başladığında sessizlik ve huzur gelir üzerine. Yalnızca karanlığı kavrayamayanlar korkar geceden.
Yakından bakarsan daha önce hiç görmediğini, yaşamını şeylerin yaşadığını ve senden geçindiğini göreceksin. Akarsu senin yaşamını vadiye taşıyor, bir taş diğerinin üzerine senin gücünle düşüyor, bitkiler ve hayvanlar da senin sayende büyüyor ve ölümünün nedeni de onlar. Rüzgârda dans eden yaprak seninle dans ediyor; usdışı hayvan düşünceni tahmin ediyor. Bütün yeryüzü yaşamını senden emiyor ve her şey yine seni yansıtıyor. Yaşamda gizli bir biçim de karışmadığın hiçbir şey olmuyor.
Ölüm
Açık görebilmek için ölümün soğukluğuna gereksinimimiz var. Yaşam yaşamak ve ölmek, başlamak ve bitmek ister.
Denge aynı anda yaşam ve ölümdür. Yaşamın tamamlanması için ölümle denge uygundur. Ölümü kabul edersem ağacım yeşillenir çünkü ölen yaşamı arttırır. Yaşam ne çok ölüme gerek duyuyor!
En küçük şeylerde neşe ancak ölümü kabullendiğinde gelecek sana. İşte bu yüzden ölüme bakıyorum çünkü bana nasıl yaşanacağını öğretiyor.
Yumurtanın Açılması
Kötülükten çekiyorsun çünkü onu gizliden gizliye seviyorsun ve sevginin farkında değilsin. İçinde olduğun çıkmazdan kurtulmak istiyorsun ve kötüden nefret etmeye başlıyorsun. Böylece nefretin aracılığıyla yine kötülüğe bağlı kalıyorsun çünkü ister sev ister nefret et hiç fark etmez; kötülüğe bağlısın. Kötülük kabul edilmeli. Böyle yaparak onu bizi alt etmesini sağlayan güçten yoksun bırakabiliriz.
Cehennem
İnsanların birbirinden bu denli uzaklaşmış olmasına, birbirlerini anlayamayıp savaşmalarına ve birbirlerini öldürmelerine kimse şaşırmamalı. İnsanların yakın olduklarını, birbirlerini anladıklarını sevdiklerini düşünmesi daha şaşırtıcı olmalı. Daha keşfedilecek iki şey var. Birincisi bizi birbirimizden ayıran sonsuz uçurum. İkincisi bizi bağlayabilecek köprü.
Tanrısal Maskaralık
Düşünme düşünülemez olana çıktığında (tanrıyı düşünmek gibi) basit yaşama dönme zamanı gelmiştir. Düşünmenin çözemediğini yaşam çözer ve eylemin asla karar vermediği şey düşünmeye ayrılmıştır.
Nox Secunda
Biz kör bir türüz. Yalnızca yüzeyde, yalnızca bugünde yaşıyor, yalnızca yarını düşünüyoruz. Ölüleri kabul etmeyerek geçmişi kabaca ele alıyoruz. Yalnızca görünür başarıyla çalışmak istiyoruz. Hepsinden ötesi bize ödeme yapılmasını istiyoruz. İnsanlara görünür bir hizmeti olmayan gizli bir iş yapmanın delilik olduğunu düşünürüz. Kuşkusuz yaşamın gerekleri bizi yalnızca tadına varılabilen meyveleri yeğlemeye zorladı.
Eskiler ölüleri için neler yapmadılar ki! Sense ölüler geçmiş olduğu için kendini ölülerin dikkatinden ve bunca istedikleri işten kurtarabileceğini sanıyorsun. Ruhun ölümsüzlüğüne inanmadığını söylüyorsun mazeret olarak.
Nox Tertia
Kaosu gören artık gizlenemez çünkü taban sallanır ve bu sallantının anlamını bilir. Sonsuzun düzenini ve düzensizliğini görmüş tür, yasadışı yasaları bilir. Denizi bilir ve hiç unutamaz.
İçindeki en aşağıyı kabul edersen acı kaçınılmaz. İçimizde bir sürü mezar ve ceset, çürümenin kötü kokusu var. Tinimiz küstah bir fahişe, tanrının değil insanların yarattığı sözlerin kölesi oldu.
İçimdeki en aşağıyı kabul edersem cehennemin tabanına bir tohum indiririm. Tohum görünmeyecek kadar küçük ama ondan yaşamımın ağacı büyüyor ve aşağıyı yukarısı ile birleştiriyor. İki kutup arasında asılısın. Ölçüsüz korkutucu bir devinimde gerili asılmış yukarı aşağı yuvarlanıyor. Bu nedenle en aşağımızdan korkuyoruz çünkü sahip olunmayan her zaman kaosla birleşir ve gizemli gelgitin parçası olur. Tam olarak derinliklerin parlayan kızıl güneşini, içimdeki en aşağıyı kabul ettiğim ve kaosun karmaşasına kurban olduğum sürece yukarıda ışıldayan güneş de yükselir. Öyleyse en yüksek için uğraşan en derini bulur.
Kökleri cehenneme ulaşan, tepesi cennete değen yaşam ağacı. Artık ayrımlar da bilinmez: Haklı olan kim? Kutsal olan ne? Ne hakiki? Ne iyi? Ne hatasız? Böylece kendini iyi ile kötüye dair eski bilginin lanetinden özgürleştirirsin.
İyi ile kötüyü birbirinden ayırt ettiğin anda onları tanırsın. Onlar yalnızca büyümede birleşmiştir. Oysa en büyük kuşkuda yerinde kalırsan büyürsün ve bu yüzden de büyük kuşkudayken durgunluk yaşamın gerçek çiçeğidir.
Benim sözüm ne ışık ne karanlık çünkü bu büyüyen birisinin konuşması. Kendini kabul etmek isteyen ona ait ötekiyi de gerçekten kabul etmelidir.
Üç Kehanet
Ruhum, yeryüzünün oğlunun getirdiği karanlık selinden geleceği gösteren eski zamanlara ait üç şey verdi bana;
- Savaşın sefaletini
- Büyünün karanlığını
- Dinin armağanını
Akıllıysan bu üç şeyin birbirine ait olduğunu anlarsın. Bu üçü hem kaosun gücüyle birlikte serbest kalması hem de bağlanması anlamına gelir. Savaş kaçınılmaz ve bunu herkes görüyor. Büyü karanlık ve kimse göremiyor. Din gelecek ama gün gibi belirgin olacak.
Kendine giden, aşağı
En tehlikeli silahını kendine doğrultmayan kendi üzerine yükselemez. Kendi üzerine yükselmek isteyen aşağı inmeli, kendini kendi üzerine çekmeli ve adak yerine sürüklemeli. İnsan dıştaki görünür başarının, elleriyle/ kavrayabildiğinin onu yoldan çıkardığını görene dek başına neler gelecek.
Büyücü
İşleyişi büyüsel olan her şey kavrayış dışıdır ve kavrayış-dışı olan genellikle büyüsel yoldan işler. Kavrayış-dışı işleyiş büyüsel olarak adlandırılır. Büyüsel olan hep çevreler beni, beni hep içine alır. Kapısı olmayan alanlar açar ve çıkışı olmayan açıklığa çıkar. Büyüsel olan iyi ve kötüdür ve ne iyi ne kötüdür. Büyü tehlikelidir çünkü usdışına uyan insanın aklını karıştırır, baştan çıkarır ve kışkırtır ve ben de hep onun ilk kurbanı olurum. Usun olduğu yerde büyüye gerek olmaz. Dolayısıyla bu çağın insanı büyüyü asla kullanmayacak.
Oysa içinde kaosu açan için durum farklıdır. Haberciyi çağırmak ve kavranamaz olandan haber almak için büyüye gerek duyarız. Büyü, anlaşılmamış olanı kavranamaz bir şekilde anlaşılabilir kılmaktır. Büyü bir yaşam tarzıdır. İnsan arabayı yönlendirmek için elinden geleni yapar ve asıl yön verenin daha büyük olan öteki olduğunu görürse büyüsel işleyiş gerçekleşir.
İnsan sevgiyi güzel sözlerle anlatabilir. Ya yaşamı? Yaşam sevginin üzerinde duruyor. Sevgiyse yaşamın kaçınılmaz anası. Sevgi yaşama dayatılmalı, asla yaşam sevgiye değil. Sevgi ızdıraba konu olsun, yaşam değil. Sevgi yaşama gebe olduğu sürece, ona saygı duyulmalı.
İnsan yaşamı gelişene dek anasına gerek duyar. Sonra da ondan ayrılır. Bu yüzden de yaşam gelişene dek sevgiye gerek duyar, sonra da kendini ondan koparır. Sevgi sahip olmak ve tutmak ister, yaşamsa daha fazlasını.
Her şeyin başlangıcı sevgidir ama şeylerin varlığı yaşamdır. Ne müthiş bir ayrım.
3. KISIM – SINAMALAR
Bana öyle geliyor ki sen insanlarla düşünüyorsun, insan onuruna bakmadan; onları kullanarak düşünmeye cüret ediyorsun ve onları, sanki onlar sen onları nasıl kavrıyorsan öylelermiş gibi, sahnendeki figürler gibi kullanıyorsun, değil mi? İnsanları seviyormuş gibi görünen ama onları kendi amaçları uğruna kullanan insanları suçluyorsun. Peki, senin yaptığın da o kadar kötü değil mi? Yaptığının ne kadar utanç verici bir güç eylemi olduğunu hiç düşünmedin mi? Günahın gözlerden uzakta serpiliyor ama bir o kadar büyük, bir o kadar vicdansız ve kaba.
Seni evcilleştirebilirsem, seni yabani, başkaları için de kendi yabanilerini evcilleştirme olanağı doğar. Evcilleştirme sende başlıyor; Ben’im, başka bir yerde değil.
Anlaşılmak mı istiyorsun? Bize de tek bu gerek zaten! Kendini anla, o zaman yeterince anlaşılmış olursun. O iş seni yeterince oyalar.
Ben’ime böyle bir sürü öfkeli söz söyledikten sonra kendimle yalnız olmaya dayanabildiğimi fark ettim. Yine de alınganlık sık sık musallat oluyordu ve kendimi yine sık sık kırbaçlamam gerekiyordu. İnsanın kendiyle yaşaması güzel ya da hoş bir şey olduğundan da değil ama bu benliğin kurtuluşuna hizmet eder.
Kendimizi kendi benliklerimize boyun eğdirmemiz yeterli teslimiyettir, hem de fazlasıyla. Böyle büyük bir söz söylemek göze alınabilirse kurtuluş için her zaman ilk olarak kendimizde çalışmamız gerekir.
Benlikle olan bağımızı yeniden kurmak için herhalde sık sık kendimize gitmemiz gerekir. Çünkü yalnızca kötülüklerimizle değil, aynı zamanda erdemlerimizle de benlik bağımız çok sık parçalanır. Çünkü kötülükler gibi erdemler de dışarıda yaşamak ister. Oysa sürekli dış hayatta benliği unuturuz ve böylece en iyi çabalarımızda gizliden gizliye bencilleşiriz.
Kendimizde boşladığımız eylemlerimizde gizliden gizliye başkalarına uyarız. Benlikle birleşerek Tanrı’ya ulaşırız. Bunu söylemem gerek. Eskilerin görüşlerine, şu ya da bu yetkeye dayanarak değil, bunu yaşadığım için. Bu da kesinlikle ne beklediğim ne de umduğum bir şekilde oldu. Tanrı’yı bu biçim de yaşamam beklenmedik ve umulmadık bir şeydi. Keşke bunun bir aldanma olduğunu söyleyebilseydim de bu deneyimden kendimi sıyırabilseydim, çok isterdim bunu. Oysa beni haddinden fazla sardığını ve içim de sürekli işlediğini söylemem gerek:
Tanrı’yı deneyimin sarsılmazlığıyla tanıyorum. Onu deneyimle tanımaktan başka bir şey gelmez elimden.
Dinleyin şimdi: Hiçlikle başlıyorum. Hiçlik dolulukla aynıdır. Sonsuzlukta dolu boşla aynıdır. Hiçlik için her şeyi söyleyebilirsiniz, örneğin, beyazdır ya da siyahtır, vardır ya da yoktur diyebilirsiniz. Sonsuz ve sonrasız olanın niteliği yoktur çünkü bütün nitelikler ondadır. Bu hiçliğe ya da doluluğa Pleroma diyoruz. Orada düşünce de varlık da silinir çünkü sonrasız ve sonsuz niteliksizdir.
Pleroma’da hiçbir şey yoktur, her şey vardır. Pleroma üzerine düşünmek sonuç vermez çünkü bu benliğin çözülmesi olurdu. Biz Pleroma’nın kendisiyiz, çünkü sonrasız ve sonsuzun bir parçasıyız. Yine de onda pay sahibi değiliz çünkü sonsuza dek ondan çıkarıldık; zamansal ya da uzaysal olarak değil, özsel olarak çünkü özümüzde zaman ve uzay içinde gizli yaratma olarak ondan ayrıyız.
Karşıt çiftler Pleroma’nın var olmayan nitelikleridir çünkü birbirlerini sıfırlarlar. Biz Pleroma’nın kendisi olduğumuz için tüm bu nitelikler bizde de bulunur. İyilik ya da güzellik için uğraştığımızda özümüzü, ayrımlaşmayı unuturuz ve Pleroma’nın niteliklerinin, yani karşıt çiftlerin büyüsüne kapılırız. İyi ve güzeli elde etmeye çabalarız ama aynı zamanda kötü ve çirkini de alırız çünkü Pleroma’da bunlar iyi ve güzelle birdir.
Tanrı’nın anlaşılması değil, bilinmesi gerek. Onu anlarsan o budur ya da şudur ya da budur ama şu değildir diyebilirsin. Benim bildiğim Tanrı budur ve şudur ve bu olduğu kadar öteki ve diğeridir. İşte bu yüzden bu Tanrı’yı hiç kimse anlayamaz ama bilinebilir.
Tanrılar kimi zaman görmezden gelmekten de memnun çünkü sonrasız yasanın istisnası olmazsa bunun yaşama zarar vereceğini biliyorlar. İşte bu yüzden şeytanı hoş görüyorlar.
Sonsöz
Bu kitap üzerinde 16 yıl çalıştım. 1930 yılında Wilhelm’in bana bir simya metni olan “Altın Çiçek” kitabını göndermesi sonun başlangıcı oldu. Orada bu kitabın içindekiler aslını buluyordu. Yüzeysel bakanlar kitabı delilik olarak görecektir. Özgün deneyimlerin ezici gücünü özümseyemeseydim gerçekten de öyle olacaktı. Bu deneyimlerde değerli bir şeyler olduğunu hep biliyordum, işte bu yüzden de “değerli,” yani bedeli yüksek bir kitapta topladım. Bu girişimin korkunç derecede yetersiz olduğunu biliyordum ama çalışmanın yoğunluğuna ve dikkat dağıtıcı birçok şeye karşın ona sadık kaldım.