Aristoteles’in Ruh Üzerine (De Anima) adlı kitabı, felsefe tarihinde ruh ve beden ilişkisini derinlemesine inceleyen, psikoloji ve zihin felsefesinin temellerini atan en önemli yapıtlardan biridir. Bu eserinde Aristoteles, ruhun doğasını, işlevlerini ve insanın duyumsama, algılama, hayal gücü ve akıl yürütme gibi yetilerini sistematik bir biçimde ele alır.
1. KİTAP
Ruhun İncelenmesinin Zorluğu ve Yöntemi
Aristoteles, ruhu incelemenin bilginin en üstün türlerinden olduğunu belirterek başlar, çünkü ruhun bilgisi hem değerli hem de zor bir bilgidir. Ruh, tüm canlıların ilkesi ve doğayı anlamanın temelidir.
Ruhun araştırılması zordur; çünkü ruhun varlığı ve ne olduğu (nelik) üzerine yapılan incelemeler, birçok farklı yöntem gerektirir. Ruhun doğası ve özü araştırılırken, ruhun hangi kategoriye ait olduğu (varlık, nicelik, nitelik vb.) ve gücül mü (potansiyel) yoksa yetkinlik (entelekheia) mi olduğu belirlenmelidir. Ayrıca ruhun tek mi yoksa çok parçalı mı olduğunu sorgular. Bu parçaların, akıl, duyum gibi işlevlerle ilişkisi araştırılmalıdır.
Ruhun halleri (pathé) konusunda, bunların bedene ve ruha ortak mı, yoksa ruha özgü mü olduğu sorusu gündeme gelir. Aristoteles’e göre çoğu ruh hali beden olmadan gerçekleşmez; örneğin öfkelenmek veya duyumsamak bedenle ilişkilidir. Akletmek ise ruha özgü gibi görünse de hayal gücü olmadan gerçekleşmediği takdirde o da bedensiz düşünülemez. Ruhun tüm halleri bedenle ilişkilidir; öfke gibi haller belli bir bedensel durumda ortaya çıkar. Bu yüzden ruhun araştırılması doğa bilimcisinin alanına girer. Ancak doğa bilimcisi madde ve form (logos) ilişkisini birlikte ele almalıdır. Tüm ruh hallerinde bedenle bir bağlantı olması, ruhun bağımsız olmasını güçleştirmektedir.
Eskilerin Ruh Hakkındaki Görüşleri
Bazı filozoflar ruhu hareket ettirici ilke olarak görürler. Örneğin Demokritos’a göre ruh ateşten oluşan, kendi hareketiyle başka şeyleri de hareket ettiren atomlardır. Soluk almanın yaşamla ilişkilendirilmesi bu görüşten kaynaklanır.
Pythagorasçılar ve Anaksagoras gibi filozoflar da ruhu hareket ettirici olarak kabul ederler; fakat aklı ruhtan ayıranlar da vardır. Platon ruhu öğelerden yaparak, benzerin benzeri tanıdığı fikrini öne sürer. Empedokles ruhun bütün öğelerden oluştuğunu ve öğelerin birbirlerini tanıdığını söyler. Bazı filozoflar ruhun bedensel olduğunu, bazıları ise bedensiz olduğunu savunur.
Ruhun hareket ettirme ve tanıma işlevini birlikte açıklamaya çalışanlar, ruhun kendi kendini hareket ettiren bir sayı olduğunu dahi ileri sürmüşlerdir. Demokritos, ruhun hareketini ve tanımasını atomların biçimiyle ilişkilendirir. Thales, Diogenes ve Herakleitos gibi filozoflar da ruhun hava veya buhar gibi cisimsiz ve hareket ettirici bir ilke olduğunu düşünürler.
Aristoteles, bu yaklaşımların, ruhun hem hareket ettirme hem de tanıma yetisini açıklama çabası olduğunu söyler, ancak bu görüşlerin birçok tutarsızlık ve soruna yol açtığını belirtir.
Ruhun Hareketi Üzerine Eleştiriler
Ruhun kendi kendini hareket ettirdiği veya hareket ettiği düşüncesi, Aristoteles’e göre büyük sorunlar taşır. Eğer ruh hareket ediyorsa, doğal olarak bir yere sahip olması gerekir, bu da ruhun maddesel olduğunu gösterir. Bu durum, ruhun ateş veya toprak gibi bir öğe olmasını gerektirir ve ruhun bedene girip çıkabileceği anlamına gelir ki, bu durum ölümden sonra dirilmeyi mümkün kılar. Ayrıca, ruhun zorunlu olarak hareket etmesi mantıksızdır, çünkü akıl ve akletme eylemleri maddi hareketten farklıdır. Aristoteles’e göre, ruhun hareket ettiğini söylemek ruhun doğasına aykırıdır ve birçok saçma sonuç yaratır.
Platon’un (Timaios’ta) ruhu evrensel bir hareket (çembersel dönüş) olarak görmesi de yanlıştır; akıl sürekli bir büyüklük değil, kavramlarla işleyen bir güçtür. Bu nedenle akıl, maddi bir hareket gibi ele alınamaz.
Ruhun Bir Uyum Olduğu Görüşüne Eleştiriler
Bazı düşünürler ruhun bir uyum (harmonia) olduğunu savunur. Bu görüş, ruhun bedendeki karşıt öğelerin bir oranı veya uyumu olduğu anlamına gelir. Aristoteles bu görüşü reddeder. Çünkü uyum bir oran veya birleşimdir ve hareket ettirme özelliği taşımaz. Ayrıca, bedenin farklı kısımlarında farklı oranlar vardır; bu durumda tek bir ruh değil birçok ruh olması gerekir ki bu da mantıksızdır. Eğer ruh sadece uyum olsaydı, bedenin ölmesiyle birlikte ruh da kolayca dağılıp yok olurdu, bu da ruhun sürekliliğini açıklayamaz.
Ruhun Öğelerden Oluştuğu Görüşüne Eleştiriler
Aristoteles, ruhun öğelerden oluştuğu ve benzerin benzeri tanıdığı görüşünü de eleştirir. Eğer ruh gerçekten öğelerden oluşsaydı, her öğe sadece kendi benzerini tanır, fakat karmaşık varlıkları (örneğin insan, tanrı, kemik) tanıyamazdı.
Ruhun öğelerden değil, daha yüksek bir ilkeden oluşması gerekir. Ayrıca, eğer ruh öğelerden oluşsaydı, ruhun her parçasının ayrı ayrı öğeler içermesi ve böylece parçaların bölünüp ayrı ruhlar oluşturması gerekir ki, bu durum bitkilerde ve bazı böceklerde görülen bölünme sonucu yaşamayı açıklayabilir ama bütün ruhsal etkinlikleri açıklayamaz.
Sonuç olarak, Aristoteles’e göre ruh ne bir öğeler karışımı, ne bir uyum, ne de kendi kendini hareket ettiren bir cisimdir. Ruh, daha çok yetkinlik (entelekheia) tarzında, bedenin biçimi olarak düşünülmelidir.
2. KİTAP
Aristoteles, Ruhun varlığını açıklamak için üç farklı anlamdaki varlık kavramına başvurur:
- Madde (güç halinde olan, kendi başına belirli bir şey olmayan şey)
- Form ya da biçim (maddeden belirli bir şeyi yaratan ilke)
- Madde-form birleşimi olarak somut varlık.
Bu üç anlam içinde ruh, doğal bir cismin formu veya yetkinliği (entelekheia) olarak belirir. Yetkinlik iki farklı biçimde anlaşılır:
- Bilgiye sahip olmak gibi birinci yetkinlik
- Bu bilgiyi fiilen kullanmak gibi ikinci yetkinlik.
Ruh birinci anlamdaki yetkinliktir; yani potansiyel olarak yaşamaya elverişli organik cismin formudur. Aristoteles burada balmumu ve mühür benzetmesi yapar: balmumu beden ise, mühür ruhu temsil eder. Ruh ve beden, madde-form ilişkisi gibi ayrılmazdır. Ruhun tanımı, hareket ve durma ilkesini kendi içinde taşıyan organik bir cismin formudur. Örneğin göz bir varlık olsaydı, onun ruhu görmek olurdu; göz, görme yetisini yitirse yalnızca ismen gözdür. Benzer şekilde beden ruhunu kaybettiğinde yalnızca isim olarak yaşar.
Aristoteles, ruhun farklı yetkinliklerini sıralar: beslenme, duyumsama, hareket ve akıl yürütme. Ruhun bu yetkinliklerinden herhangi birine sahip olan varlıklara yaşayan denir. Bitkiler yalnızca beslenme gücüne sahiptir; hayvanlar ise beslenmeye ek olarak duyumsama yeteneğine de sahiptir. Hayvanlar arasında ise dokunma duyusu temel ve evrensel kabul edilir. Duyumsama yeteneği olan varlıklarda arzu yetisi de bulunur; çünkü duyumsama haz ve acı içerir ve haz ya da acı arzuya yol açar.
Aristoteles burada ruhun kısımları arasında bir hiyerarşi olduğunu belirtir:
- Bitkisel kısım (beslenme ve büyüme)
- Hayvansal kısım (duyumsama ve arzu)
- Akıl (logos) kısmı (yalnızca insanlarda bulunan ve müstakil olabilen kısım).
Ruh yetkinlik olarak maddeye (bedene) ihtiyacı duyar, ancak bir beden değildir.
Aristoteles ruhun farklı güçlerini, şekiller arasındaki ilişkiye benzetir: Dörtgen üçgeni kapsadığı gibi, daha yüksek ruh kısımları alt kısımları potansiyel olarak içerir. Her canlı türü için ruhun farklı olduğunu belirtir; bitkide başka, hayvanda başka, insanda daha farklıdır. Bu kısımlar arasında hiyerarşik bir ilişki vardır ve üst yetkinlikler, alt yetkinlikleri içerirler.
Ruhun yetkinliklerinin tanımlanabilmesi için önce bu yetkinliklerin eylemlerinin incelenmesi gerekir. Önce eylemler, sonra bu eylemleri gerçekleştiren güçler tanımlanmalıdır. Böylece beslenme gücü ruhun ilk ve en genel gücüdür, çünkü tüm canlılar bu güce sahiptir ve yaşamın temelini oluşturur. Beslenmenin temel işlevleri besin alımı ve üremedir. Üreme, canlının sürekliliğini ve türünün devamını sağlayan temel işlevdir; bu da tanrısal olandan pay almaktır.
Aristoteles, ruhun üç farklı şekilde neden olduğunu belirtir:
- Hareket kaynağı olarak neden
- Amacı sağlayan neden
- Canlının varlığı ve formu olarak neden.
Empedokles’in bitkilerin büyümesini basitçe ateş ve toprağın yönelimine bağlayan görüşünü eleştirir. Ona göre bitkinin hareketlerinin nedeni ruhun kendisidir; ateş sadece yardımcı nedendir.
Duyumsama, bir çeşit hareket ve etkilenme (pathos) olarak anlaşılır. Bir şeyin duyumsanması için duyu organının dışarıdan gelen bir nesne tarafından hareket ettirilmesi gerekir. Duyu organları sadece potansiyel olarak duyumsar durumdadır ve dış nesneler olmadan kendiliğinden duyumsama gerçekleşemez. Duyum iki anlamda ele alınır:
- Potansiyel olarak duyumsama yetisi (örneğin uykudayken)
- Fiilen duyumsama eylemi (uyanık durumdaki duyum).
Duyumsamanın gerçekleşmesi için dış nesneyle organ arasında etkileşim olması gerekir. Duyu organları, duyulur nesnenin formunu maddesiz biçimde alır. Örneğin balmumu gibi formu kabul eder, ancak nesnenin maddesini kabul etmez.
Aristoteles her bir duyuyu ayrı ayrı inceler ve her duyunun özel nesnesi olduğunu belirtir:
- Görme: Özel nesnesi renk. Işığın ve saydam ortamın önemini açıklar.
- İşitme: Özel nesnesi sestir; ses bir darbenin sonucudur ve ortam olarak havaya ihtiyaç duyar.
- Koku Alma: Açıklanması zordur çünkü insanın koku duyusu zayıftır. Hayvanlarda farklı şekillerde işler.
- Tat Alma: Islaklık içeren dokunma temelli bir duyudur, ortam gerektirmez.
- Dokunma: Birden fazla karşıtlığı algılayabilir (sıcak-soğuk, kuru-ıslak gibi). Dokunma duyusunun organı et değildir, derinin veya başka örtünün arkasında bulunan bir iç organdır.
Özetle Ruh, canlı varlıkların maddi bedenlerinin formu ve yetkinliğidir. Ruhun güçleri hiyerarşik yapıdadır ve her canlı türünde farklıdır. Ruhun yetkinlikleri, canlıların yaşam fonksiyonlarının gerçekleşmesini sağlar. Aristoteles, ruhu organik ve maddesel bağlamından ayırmadan felsefi açıdan açıklamaya çalışır.
3. KİTAP
Beş Duyu ve Ortak Duyu
Aristoteles, beş duyunun (görme, işitme, koku alma, tat alma ve dokunma) dışında başka bir duyunun var olamayacağını öne sürer. Bunu kanıtlamak için iki temel argüman geliştirir. İlk olarak, duyusal algının gerçekleşmesi için, bir ortam gereklidir (hava veya su gibi). Bu ortamlar aracılığıyla algılanan duyular dışında, algılanabilecek başka bir yalın cisim olmadığı için, yeni bir duyunun varlığı mümkün değildir. Bu nedenle hayvanlar eksiksiz duyulara sahiptir; örneğin köstebeğin bile derisi altında gözleri bulunur.
Ortak duyulurlar (hareket, durağanlık, büyüklük, sayı vb.) ise herhangi özel bir duyu organıyla algılanmaz. Bunları algılayan tek güç, ortak duyudur (koine aisthesis). Aristoteles’e göre ortak duyu, farklı duyular tarafından ayrı ayrı algılanan niteliklerin tek bir nesneye ait olduğunu belirleyebilir; örneğin, bir şeyin hem tatlı hem de sarı olduğunu kavrar. Bu ortak duyunun temel işlevi, duyular arasındaki bilgiyi entegre etmek ve böylece tekil nesneler hakkındaki bütünlüklü algıyı mümkün kılmaktır. Ortak duyu yanılabilir, çünkü örneğin sadece sarıyı görerek o şeyin safran olduğunu sanabilir. (Bu yaklaşımın ilerleyen dönemdeki felsefi değerlendirmesi için Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi Kitap özetini öneririm.)
Duyunun Kendini Algılaması ve İşlerlik
Aristoteles burada duyunun kendi algılamasının mümkün olup olmadığını sorgular. Görmenin kendini görmesi paradoksaldır, çünkü görenin renkli olması gerekir; oysa görme duyusu maddesizdir. Bu durumda duyuların işlerliği (energeia), duyulur olanla duyunun aynı anda gerçekleşen ortak bir etkinliği olarak ortaya çıkar. Örneğin sesin duyulması için, işitme organının etki altına girmesi (pathos) gerekir. Bu etkinlik, duyulur nesnede değil, duyu organında gerçekleşir. Aristoteles, duyulur nesne ile duyunun etkinliğinin bir ve aynı, ancak varlıklarının ayrı olduğunu belirtir. Böylece duyumun gerçekleşmesi, etki eden (örneğin ses) ve etkilenen (işitme) arasındaki ilişkidir ve duyulur nesne kaybolduktan sonra bile duyu organında izler ve hayaller kalabilir.
Akıl, Duyumsama ve Hayal Gücü
Aristoteles, duyumsama ile akıl yürütmenin aynı olmadığını net bir biçimde ortaya koyar. Duyumsama, bütün hayvanlara özgüdür ve özel duyulurların algılanması her zaman doğrudur. Ancak akıl yürütme, yanılma ihtimalini içerir ve yalnızca logos’a sahip varlıklarda (insanda) bulunur.
Hayal gücü (phantasia) ise duyumsama ve akıl yürütmeden farklıdır. Hayal gücü, duyular olmadan var olmaz ve sıkça yanlış olabilir, dolayısıyla duyumsamadan farklıdır. Aynı zamanda görüşten de (doksa) ayrıdır, çünkü görüş logos ve inanç gerektirir; oysa hayal gücü logosu olmayan hayvanlarda da bulunur. Hayal gücü, duyumların yarattığı etkiden doğan bir harekettir ve duyum olmaksızın ortaya çıkamaz. Bu hayaller, birçok hayvanın davranışını belirler ve insanlarda bile bazen akıl dışı eylemlerin temelini oluşturur.
Akleden Ruh
Aristoteles, ruhun akleden kısmını (nous) açıklar ve akletmenin duyumsamaya benzer ancak farklı bir süreç olduğunu belirtir. Akıl, herhangi bir etkiye maruz kalmaksızın biçimleri kabul edebilir. Akıl potansiyel halde bütün biçimleri içerir ve bu nedenle hiçbir maddesel organla bağlantılı değildir. Ruh, biçimlerin yeri gibidir ancak bütün ruh değil, sadece akleden kısım böyledir. Akıl, duyumsamanın aksine, aşırı derecede akledilebilir olanı algıladıkça, diğer şeyleri algılama yeteneği azalmaz; tam tersine artar.
Aristoteles, iki tür akıldan bahseder:
- Edilgin akıl: Maddeye benzer, tüm biçimleri kabul eder ancak maddesel değildir.
- Etkin akıl: Maddesiz, saf işlerlik ve biçimleri gücül haldeki akıldan işler hale dönüştürür. Etkin akıl ölümsüz ve ezelidir.
Akıl ve Bilginin İşlerliği
İşler halde bilgi, nesnesiyle aynıdır. Bilgi potansiyel haldeyken zaman bakımından bireyde önce gelir, ancak bütün evrende değil; çünkü her potansiyel durum, yetkin hale gelmiş bir varlıktan doğar. Aristoteles’e göre bilgi ve duyum, ait olduğu nesneleri gibidir: gücül (potansiyel) nesnelere gücül algılar, işler haldeki nesnelere de işler haldeki algılar karşılık gelir. Dolayısıyla ruh, hem duyumsama hem akletme açısından, maddesel değil, biçimsel olarak varlıkları barındırır.
Hareket Ettirici Olarak Arzu ve Akıl
Hayvanların yer değiştirme hareketini ne beslenme, ne duyumsama ne de teorik akıl sağlar. Hayvanı hareket ettiren temel güç arzudur (oreksis). Bu arzu, ya hayal gücü ya da pratik aklın yargısıyla hareket eder. Ancak pratik akıl bile arzu olmadan tek başına hareket ettiremez; çünkü hareket etmek için önce bir şeyin arzulanması gerekir. Böylece hareket ettiren en temel güç arzudur ve arzulanan şey her zaman ya gerçekten iyi ya da iyi görünendir.
Dokunma Duyusunun Zorunluluğu ve Hayvan Yaşamının Koşulları
Aristoteles, hayvanların varlığı için dokunma duyusunun şart olduğunu belirtir. Dokunma duyusu olmayan bir beden varlığını sürdüremez; çünkü kendini koruyamaz ve temel yaşam ihtiyaçlarını karşılayamaz. Diğer duyular (görme, işitme gibi), hareket eden hayvanların kendilerini daha iyi koruyabilmesi ve uzaktaki tehlikeleri algılaması için gereklidir. Hayvanların bedenleri, yalın öğelerden (ateş, hava, toprak, su) oluşamaz; çünkü dokunma duyusu bu öğelerin karışımını gerektirir ve saf tek bir öğeden oluşan bedende bu mümkün değildir. Bu nedenle Aristoteles, dokunma duyusunu yaşamın temel koşulu olarak konumlandırır; bu duyunun zarar görmesi hayvanın yaşamını doğrudan tehdit eder.