Aristoteles – Nikomakhos’a Etik – Kitap Özeti

Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik kitabı, Batı düşünce tarihinde ahlak felsefesine dair en temel ve etkili metinlerden biridir. Aristoteles burada insan yaşamının nihai amacı olan eudaimonia (mutlu, erdemli yaşam) kavramını merkeze alır ve bunun bilgiyle, alışkanlıkla ve pratik yaşamla nasıl ilişkilendiğini araştırır. Ahlaki erdemlerin tanımı, ölçüsü ve bireysel karakterle ilişkisi üzerinden “iyi yaşam”ın ne olduğunu temellendirmeye çalışır. Diğer bir kitabı Metafizik özetini burada bulabilirsiniz.

Ayrıca, Aristoteles’in genel felsefesinin özeti için buraya bakabilirsiniz.

BİRİNCİ KİTAP

Aristoteles insan yaşamının nihai amacı olan “iyi” ve “mutluluk” (eudaimonia) kavramlarını temellendirmekle başlar.

Her eylemin bir amacı vardır; bu amaç, “iyi”dir:

Her sanat, bilim, eylem ve tercih bir “iyi”yi hedefler. Bu, insan etkinliklerinin yönlendirici ilkesi olan teleolojik (amaçsal) bir yaklaşımdır. Tıbbın amacı sağlık, gemiciliğin amacı gemi yapımı, askerliğin amacı zaferdir. Bu amaçların bazıları kendi başlarına arzu edilirken, bazıları başka bir şey uğruna gerçekleştirilir. Örneğin, savaş sanatları askerliğin altında yer alırken, askerliğin amacı daha üst bir iyiliğe ulaşmaktır. Bu hiyerarşi içinde, tüm etkinliklerin sonunda ulaşmak istediği nihai ve kendisi için arzu edilen bir “iyi”nin varlığı varsayılır. Eğer her şey başka bir amaç için yapılırsa, bu sonsuz bir geri gidişe yol açar, ki bu da saçmadır. Bu nedenle nihai bir iyi vardır ve bu yaşam için temel önem taşır. Bu iyi, tüm etkinliklerin yöneldiği en yüce amaçtır.

Bu en yüce iyiye ulaşmayı araştıran bilim siyasettir:

Bu yüce amacın araştırılması, doğası gereği en üst düzey bilim olan siyaset biliminin görevidir. Çünkü siyaset, diğer bilimleri yöneten, insan yaşamının tüm yönlerini kapsayan bir bilimdir. Ayrıca yasa koyarak yurttaşların ne yapmaları gerektiğini belirler. Bu bağlamda, siyasetin amacı olan “iyi”, diğer tüm bilimlerin amacını kapsamalıdır. Ve bu “iyi”, sadece birey için değil, bir toplum (kent) için elde edilirse daha yüce ve tanrısal olur. Burada Aristoteles’in bireysel etik ile siyaset etiğini birleştirdiği açıkça görülür: Kişinin iyi yaşaması, toplumun iyi olmasıyla mümkündür.

Mutluluk (eudaimonia) en yüksek iyidir:

Herkes bu nihai iyiyi “mutluluk” olarak tanımlar. Ancak mutluluğun ne olduğu konusunda fikir birliği yoktur. Çoğunluk haz, zenginlik veya onur mutlulukla özdeşleştirir. Seçkin kişiler ise erdem, bilgelik veya başka değerleri öne çıkarırlar. Mutluluğun nesnel temelleri üzerine yapılan bu tartışma üç yaşam biçimi etrafındadır:

  • Haz yaşamı: Hayvani bir yaşamdır: Çoğunluğun mutluluğu hazda bulması, hayvani bir yaşam biçimidir. Salt haz peşinde koşmak, insanın akıl sahibi bir varlık olarak doğasına aykırıdır. Bu yaşam tarzı, tıpkı Sardanapalus gibi lüks ve duyusal hazlara düşkünlükle karakterize edilir.
  • Siyasi yaşam: Onur ve erdem temellidir, ancak yetersizdir. Siyasetle uğraşan insanlar için mutluluk onur kazanmakta bulunur. Ancak onur, başkalarının takdirine bağlıdır ve dışsal bir şeydir; bu nedenle sağlam bir mutluluk temeli olamaz. Dahası, onura olan ihtiyaç aslında kişinin erdemli olduğuna dair bir doğrulama arayışıdır. Bu durumda, erdem mutluluk için onurdan daha temel bir değer haline gelir.
  • Teoria yaşamıdır, bunu da daha ileride ele alacağız.

İyinin, ortak olan bir geneli bulunamayacağı ve bir tek olamayacağı açıktır. Kendisi amaç olan yalnızca birtek şey varsa, aradığımız bu olur; daha çok şey varsa, bunların arasında en amaç olanı. En çok mutluluğun böyle bir şey olduğu düşünülüyor.

Erdemli olmak mutluluğun temelidir, ancak yeterli değildir. Bir insan erdemli olabilir ama felaketler yaşayabilir; örneğin acı çekebilir, başına talihsizlikler gelebilir. Bu nedenle mutluluk yalnızca erdemli olmakla değil, erdemli eylemlerde bulunmakla mümkündür. Yani Mutluluk bir etkinliktir.

Mutluluk ruhun erdeme uygun etkinliğidir. Bu düşünce, pasif bir durum olarak değil, aktif bir yaşam biçimi olarak mutluluğu tanımlar. Mutlu bir yaşam, erdeme uygun eylemlerle dolu bir yaşamdır. Ayrıca bu etkinlik, yaşamın tamamına yayılmalıdır; bir gün ya da kısa bir süreyle sınırlı olamaz. “Bir kırlangıç baharı getirmez”.

Mutluluk kendi içinde amaçtır; kendisi için arzulanan bir şeydir. Yalnızca kendisi için aranır. Bu özelliğiyle mutluluk, nihai amaç (telos)tır. Ayrıca kendine yeterlidir; çünkü kişiye başka hiçbir şey gerekmeden yaşamı tercih edilir kılar. Ancak burada “tek başına” olmak değil, insanın toplumsal doğasına uygun olarak aile, dostlar ve yurttaşlarla birlikte olmak vurgulanır.

Mutluluk, sadece içsel bir ruh durumu değil, iyi yaşamak ve iyi durumda olmaktır. Bu iki kavram, Aristoteles’in eylemci ve realist etiğinin özüdür. Mutlu kişi, yalnızca erdemli biri değil, aynı zamanda bu erdemlerini hayata geçiren, aktif eylemlerde bulunan kişidir. Bu mutluluk tanımı, Stoacıların kaderci mutluluk anlayışından ayrılır.

Erdemli eylemler aynı zamanda hoş (haz verici) eylemlerdir. Gerçekten adil olan kişi adaletten, cömert olan kişi cömertlikten haz alır. Bu anlamda haz ve erdem çatışmaz; aksine, erdemli yaşam doğal olarak haz doludur. Bu haz, hayvani hazzın ötesindedir ve ruha ait bir hoşnutluk duygusudur.

Mutluluk dışsal iyilere de bağlıdır:

Her ne kadar mutluluk ruhun erdeme uygun etkinliği olsa da, bu yeterli değildir. Çünkü bazı dış koşullar (dostluk, zenginlik, fiziksel sağlık) olmadan erdemli eylemler gerçekleştirilemez. Bu nedenle mutluluk hem içsel (erdemli eylem), hem de dışsal (yaşam koşulları) öğelere bağlıdır.

Mutluluk, ne sadece talih ne de sadece eğitimle olur. Ancak erdemle, doğru eğitimle ve alışkanlıkla kazanılır. Herkesin erişebileceği bir iyidir, ancak bunun için çaba, disiplin ve doğru yaşam tarzı gerekir. Bu nedenle mutluluk, bir talih değil, bir yaşam biçimidir.

İKİNCİ KİTAP

Erdem yalnızca teorik bilgi değil, alışkanlık yoluyla kazanılan bir huydur; bu nedenle de eğitim, uygulama ve bilinçli tercih ile yakından ilişkilidir.

Erdemler doğal değildir; alışkanlıkla oluşurlar:

Aristoteles, karakter erdemlerinin doğuştan gelmediğini, fakat doğamızın onları edinebilecek şekilde yapılandığını belirtir. Erdemler, doğaya uygun biçimde, alışkanlık (ethos) yoluyla kazanılır. Bu nedenle “ethos” kelimesiyle “ethike” yani “etik” arasında anlam ilişkisi bulunur. Tıpkı taşın doğal olarak yukarıya değil aşağıya yönelmesi gibi, erdemler de doğuştan değil, etkinlikler yoluyla alışkanlık haline getirilerek kazanılır. Bir mimar nasıl tekrar tekrar ev yaparak mimar oluyorsa, insan da adaletli davranarak adil, ölçülü davranarak ölçülü, cesur davranarak cesur olur. Erdemlerin pratikle kazanıldığına ilişkin bu düşünce, Ahlak kuramının deneyime ve eğitime dayalı yapısını ortaya koyar.

Eylemler, sadece erdemleri oluşturmakla kalmaz, aynı zamanda onları güçlendirir veya yok eder. Aynı davranışların sürekli olarak tekrar edilmesi kişide belli bir huy meydana getirir. Bu nedenle gençlikte edinilen alışkanlıkların önemi büyüktür; çünkü karakter şekillenmesi bu dönemde başlar. Bu noktada yasa koyucuların rolü önemlidir: Yasalar, bireyleri doğru alışkanlıklara yönlendirerek iyi yurttaşlar yaratmayı amaçlar.

Hazlar ve acılar, erdemin ölçütüdür:

Haz ve acı, kişinin erdemli olup olmadığını belirlemede temel kriterlerdir. Çünkü insanlar çoğu zaman haz arayışıyla yanlış yapar veya acıdan kaçmak için erdemli davranışlardan uzaklaşır. Bu nedenle, doğru hazlardan haz duymak ve yanlış hazlardan uzak durmak, erdemli olmanın belirtisidir. Bu Platon’un eğitim hakkındaki “doğru hazlara yönelme” anlayışıyla da örtüşür. (O dönemde sanırım doğru ve yanlış sınıflandırmasında insanlar hemfikirdi ?)

Erdemli davranmak bilinçli bir tercihi gerektirir:

Bir eylemin erdemli sayılabilmesi için yalnızca doğru bir eylem olması yetmez; bu eylemin bilerek, isteyerek ve istikrarla yapılması gerekir. Bu üç koşul şunlardır:

  1. Bilerek yapılması: Kişi ne yaptığını ve neden yaptığını bilir.
  2. Tercihle yapılması: Eylem, rastlantı değil bilinçli bir karardır.
  3. Kararlılıkla yapılması: Eylem, güvenle ve istikrarlı şekilde gerçekleştirilir.

Bu nedenle, erdem yalnızca dışsal davranışla değil, kişinin içsel tutumuyla da (bilinçli yönelimiyle) tanımlanır.

Erdem, huydur, etkilenim ya da olanak değildir:

Ruhta olup biten üç şey vardır: etkilenimler, olanaklar ve huylar. Etkilenimler (örneğin öfke, kıskançlık), doğrudan duygusal tepkilerdir; olanaklar bu duyguları hissetme yetisidir. Ancak erdem bunlar değildir. Erdem, haz ve acılara karşı doğru biçimde yönelmiş, dengeli bir huydur. Bu huy, kişinin hem kendine hem çevresine karşı nasıl davrandığını düzenler.

Erdem, aşırılıklar ve eksiklikler arasında bir ortadır:

Aristoteles, her erdemin bir orta noktada yer aldığını savunur. Buna göre erdem, iki uç arasında bir dengeyi temsil eder: Aşırılık (hyperbole) ve eksiklik (elleipsis). Örneğin, korkaklık bir eksiklik, gözü karalık bir aşırılıktır; cesaret ise bu iki uç arasında dengedir. Aynı şekilde, kendini hazlara kaptırmak ölçüsüzlük, hazlardan tümüyle kaçmak duygusuzluktur; ölçülülük ise bunların ortasıdır. Bu yaklaşım, Altın Orta (mesotes) öğretisi olarak Aristoteles’in ahlaki düşüncesinde temel yer tutar.

Matematikteki “ortanın” aksine, etik bağlamda orta kişiye göredir. Yani aynı miktar bir kişiye fazla, bir başkasına az gelebilir. Örneğin 10 kilo yemek bir sporcu için normal olabilirken, bir başkası için aşırı olabilir. Bu nedenle erdemli davranış, kişisel ölçüye göre dengedir. Bu ölçüyü belirleyen ise akıldır.

Birçok etkilenim ve eylemde orta nokta vardır. Ancak bazı eylemler doğaları gereği kötüdür; bunlarda orta olamaz. Örneğin, kıskançlık, zina, hırsızlık, cinayet gibi eylemler doğrudan kötüdür. Bunlarda “ne zaman, ne kadar” gibi bir orta yol aramak saçmadır. Bu, ahlaki görelilikten uzak olan bir yaklaşımdır.

Orta olan, hem eksikliğe hem de aşırılığa karşıttır. Ancak bu karşıtlık eşit değildir. Kimi durumlarda aşırılık, kimi durumlarda ise eksiklik orta olana daha çok karşıttır. Bu, hem nesnel özelliklerden (eylemin doğası) hem de insanın doğasından (örneğin hazza olan eğilimimiz) kaynaklanır. Bu nedenle bazı erdemlerin karşıtı aşırılık (örneğin ölçülülüğe karşı haz düşkünlüğü), bazılarınınki eksikliktir (örneğin yiğitliğe karşı korkaklık).

Özetle “Erdem, tercihe ilişkin bir huydur; akla uygun olarak, akıllı kişi tarafından belirlendiği biçimiyle, bizle ilgili olan şeylerde orta olanda bulunmaktır.”

Bu tanımda beş unsur öne çıkar:

  1. Tercihe ilişkin olması: Erdem, isteme ve karar verme ile ilgilidir.
  2. Huy olması: Kalıcı bir niteliktir, geçici bir duygusal durum değildir.
  3. Akla uygunluk: Rasyonel muhakeme ile uyumlu olmalıdır.
  4. Orta olma: Aşırılık ve eksiklikten uzak durmalıdır.
  5. Bizle ilgili olması: Her birey için kişisel koşullara göre belirlenir.

Örnek erdemler ve onların ortaları

  • Yiğitlik: Korkaklık (eksiklik) ile ataklık (aşırılık) arasında orta.
  • Ölçülülük: Duygusuzluk ile haz düşkünlüğü arasında.
  • Cömertlik: Cimrilik ve savurganlık arasında.
  • İhtişam (muhteşemlik): Elisıkılık ve gösteriş budalalığı arasında.
  • Yüce gönüllülük: Kendini küçük görme ile kendini büyük görme arasında.
  • Samimiyet: İstihza ile şarlatanlık arasında.
  • Şakacılık: Yabanıllık ile şaklabanlık arasında.
  • Dostluk: Çetinlik ile dalkavukluk arasında.
  • Utanma: Yüzsüzlük ile utangaçlık arasında.
  • İnfial: Kıskançlık ve haset arasında orta.

Erdemli olmak güçtür; ama mümkündür:

Ortayı bulmak çoğu zaman kolay değildir. Bu nedenle erdemli olmak, bilgi, deneyim ve ölçülülük gerektirir. Örneğin, ne zaman, kime karşı, ne kadar süreyle öfkelenmek gerektiğini bilmek sıradan bir insan için değil, ancak eğitimli ve bilge bir kişi için mümkündür. Bu bağlamda, “ortayı hedeflemek” ideal bir davranış biçimi olarak önerilir.

ÜÇÜNCÜ KİTAP

İsteyerek ve istemeyerek yapılan eylemlerin ayrımı, Aristoteles’in etik anlayışında önemli bir yere sahiptir. Özellikle yasa koyucuların ödüllendirme ve cezalandırma işlerinde bu ayrımı esas alması gerekir.

Zorla yapılan eylemler ve bilgisizlikten doğan eylemler istemeyerek” yapılanlardır. Zorla yapılan bir eylem, bireyin istemi dışında gerçekleşen, başlangıcının bireyde olmadığı durumlardır. Örneğin, bir kişinin fırtına sebebiyle bir yere sürüklenmesi gibi durumlarda kişi tamamen edilgendir.

Ancak bazı eylemler hem istemeyerek hem isteyerek yapılan gibi görünür. Örneğin, tiranın tehdidiyle kötü bir eylemde bulunmak istemeyerek yapılsa da, bu eylem kişide bir tercihle başlar. Aristoteles bu tür eylemleri “karışık” olarak niteler, fakat eylemin gerçekleştiği anda yapılan tercihin kişi tarafından verilmiş olması sebebiyle bu eylemler daha çok “isteyerek” yapılmış sayılır. Kişinin içinde bulunduğu zorunlu koşullara rağmen neyi seçtiği ahlaki açıdan önemlidir.

Bilgisizlikten dolayı yapılan eylemlerde farklı bir mesele oluşturur. Kişinin eylemi gerçekleştirdiği sırada tekil koşulları (kim, neyi, ne için, ne zaman, neyle, nasıl) bilmemesi ve bu bilgisizlikten ötürü pişmanlık duyması eylemi “istemeyerek” yapmasına neden olur. Ancak eğer kişi pişmanlık duymuyorsa, “istemeyerek” olarak da nitelendirilemez.

Sarhoşluk veya öfke gibi duygusal durumlar altında yapılan eylemler ise doğrudan bilgisizlikten kaynaklanmaz; çünkü kişi bu duygusal hallerin sorumluluğunu taşır. Bu nedenle, böyle eylemler de genellikle “isteyerek” yapılmış kabul edilir.

TERCİH VE AKLIN ROLÜ

Tercih, Aristoteles’in ahlak felsefesinde temel bir kavramdır. Her tercih, isteyerek yapılan bir şeydir ancak her isteyerek yapılan eylem tercih değildir. Çocuklar ve hayvanlar da isteyerek eylemde bulunabilirler, ancak onlar tercih etmezler. Çünkü tercih, akla ve muhakemeye dayalı bir eylemdir; dolayısıyla tercih, akıl sahibi olmayı gerektirir. Tercih, duygu ya da arzu gibi basit dürtülerden farklıdır; çünkü kişi ancak neyin iyi olduğunu düşündüğünde onu tercih eder. Bu noktada, tercih akılla yapılan ve enine boyuna düşünülmüş bir arzudur denebilir. Arzu, kişinin hoşuna giden şeye yönelik olabilir; ancak tercih, kişinin amaca ulaşmasını sağlayan araçlarla ilgilidir.

Düşünme yalnızca elimizde olan şeylerle ilgilidir. Evrenin doğası ya da matematiksel doğrular gibi öncesiz-sonrasız gerçeklikler hakkında düşünme yapılmaz; düşünme, daha çok değişken, bizim tarafımızdan gerçekleştirilebilir eylemlere yöneliktir. Bu nedenle tercih, düşünme sürecinin sonucudur. Düşünmenin sonu olan karar, tercih edilenin başlangıcı olur.

İSTEME VE DOĞRUYU GÖRME YETİSİ

İstemek ise doğrudan amaç ile ilgilidir. İstenen şey ya doğru anlamda iyidir ya da sadece iyi göründüğü için istenmiştir. Bu iki ayrım önemlidir; çünkü herkesin istediği şeyin gerçekten iyi olup olmadığı tartışmalıdır. Erdemli kişi doğru olanı isterken, sıradan kişi sadece iyi görüneni ister. Bu noktada erdemli kişinin tek tek durumlarda doğruyu görebilmesi, onu sıradan kişiden ayırır. Tıpkı sağlam bedenli birinin sağlıkla ilgili şeylerde doğru olanı ayırt edebilmesi gibi, erdemli kişi de ahlaki yaşamda ölçüt ve ölçü işlevi görür. Çoğu kişi haz nedeniyle hataya düşer, çünkü haz kötü bir şey olmasa da çoğu zaman insanların yanlış tercihler yapmasına yol açar.

ERDEMİN VE KÖTÜLÜĞÜN ELİMİZDE OLMASI

Erdem ve kötülük elimizdedir. Çünkü eylemleri gerçekleştirme ya da gerçekleştirmeme gücü bizdedir. Eğer iyi bir şeyi yapmak elimizdeyse, onu yapmamak da elimizdedir; kötü bir şeyi yapmamak elimizdeyse, onu yapmak da elimizdedir. Bu nedenle insanlar yaptıklarından dolayı övülmeli ya da yerilmelidir. Ayrıca yasa koyucular, insanların istemeyerek yaptıkları değil, isteyerek yaptıkları kötü eylemlerden dolayı onları cezalandırırlar. Örneğin sarhoş birinin işlediği bir suçta, sarhoş olması bir mazeret değildir; çünkü sarhoş olmak kendi tercihidir.

Bu bağlamda, kötülük isteyerek yapılır, çünkü kişi kötü huylara kendi eylemleriyle sahip olur. Erdem ve kötülük zamanla alışkanlıkla oluşur; kişinin önceki tercihleri onu adaletli ya da haz düşkünü yapar. Kişi daha önce iyi olmayı istememişse ve bunun için çaba göstermemişse, sonunda kötü olması da kendi seçimidir. Bu nedenle erdem de kötülük de isteyerek kazanılan ya da terk edilen şeylerdir.

YİĞİTLİK

Yiğitlik, korkular ve cüretler karşısında gösterilen orta olma durumudur. Yiğit kişi, korkunç şeyler karşısında aklın gösterdiği biçimde davranır. Her şeyden korkmak korkaklık, hiçbir şeyden korkmamak ise delilik ya da küstahlıktır. Bu bağlamda ölüm, en büyük korku nesnesi olarak ele alınır. Ancak yiğit kişi, özellikle savaş gibi yüksek ahlaki değer taşıyan ortamlarda ölüm karşısında korkuya kapılmaz.

Yiğitlik, yalnızca savaştaki ölüme karşı gösterilen cesaret değildir; bu sadece onun asli biçimidir. Çünkü savaşta ölüm güzel bir amaç uğrunadır. Ölüm korkusu, diğer ölümler (hastalık, deniz kazası vb.) gibi pasif sebeplerden gelen ölümlerle kıyaslandığında, savaşta gösterilen cesaret daha değerlidir.

Ayrıca yalancı yiğitlik türleri de vardır: Yurttaşların yasalardan veya cezadan korkarak gösterdiği cesaret, askerlerin deneyimden gelen özgüveni, öfke kaynaklı cesaret, iyimserlikten gelen cesaret ve bilmeden gelen cesaret bunlardandır. Bunlar gerçek yiğitliğe benzerler ama temelde farklıdırlar. Gerçek yiğit kişi, güzel olan için acılara katlanır.

ÖLÇÜLÜLÜK

Ölçülülük, özellikle yemek, içki ve cinsellik gibi temel bedensel hazlarla ilgilidir. Aristoteles, ölçülülüğün bu hazları bütünüyle yok etmek olmadığını, aksine onları aklın rehberliğinde arzulamak olduğunu söyler. Ölçülü kişi, hoş olanı doğru zamanda, doğru biçimde ve doğru ölçüde arzular.

Haz düşkünü kişi ise, hoş olanı gereğinden fazla ister, elde edemeyince acı çeker, dolayısıyla hazla acı birbirine karışır. Bu bağlamda çocuğun arzusunu denetleyememesiyle haz düşkünlüğü arasında benzerlik kurar. Çocuğun eğiticiye itaat etmesi gerektiği gibi, insanın arzulayan yanının da akla uyması gerekir. Bu yüzden ölçülülük, arzunun akılla uyumu demektir.

Haz düşkünlüğü, isteyerek olunabilecek bir erdemsizliktir. Çünkü haz, arzu edilen bir şeydir ve haz veren şeyler çoğunlukla isteyerek yapılır. Bu da haz düşkünlüğünü, korkaklığa göre daha çok yerilmeye değer kılar.

DÖRDÜNCÜ KİTAP

CÖMERTLİK

Cömertlik, mal ve mülkün kullanımı konusunda bir orta olma durumudur. Cömert kişi, savaş ya da ölçülülük gibi başka alanlarda değil, özellikle verme davranışında övülür. Bu bağlamda savurganlık verme ve harcamada aşırılığı, cimrilik ise vermede eksikliği temsil eder. Cömert kişi, gerektiğinde, doğru miktarda ve doğru amaçlarla veren kişidir; bu eylemleri hoşnutlukla ve üzülmeden gerçekleştirir. Yani cömertlik, yalnızca nesnel davranışlarla değil, aynı zamanda duygusal bir dengeyle de ilgilidir.

Cömert kişi, vermeyi güzelliğin bir ifadesi olarak yapar; hoş bir eylem olduğu için verir, değilse vermez. Gereksiz kişilere ya da nedenlerle veren, hatta üzülerek veren kimse cömert değildir. Cömertliğin öznel sınırı ise kişinin servetiyle orantılıdır. Azı olan az verir ama bu yine de cömertlik olabilir. Buna karşılık, savurgan kişi rastgele, amaçsız ve gereğinden fazla verir, çoğu zaman da gerekli yerlerden mal edinemez hâle gelir. Cömert kişi, hem vermede hem almada ölçülü olan, bu dengeyi “güzel olan” adına gözetendir.

Cömert kişi, kendi çıkarını ikinci plana atabilir ama bu, akılsızca değildir; gereken yerde, gerektiği kadar ve güzel bir amaç uğruna harcama yapar. Böylelikle cömertlik, adaletle ve sağduyuyla da bağlantılı hale gelir. Cömert kişi kolayca erişilebilir, haksızlığa uğrasa da bunu önemsemeyen biridir; çünkü onun için esas olan doğru zamanda ve doğru biçimde vermektir. Savurgan kişi ise bu ölçüyü kaybetmiştir, çoğu zaman haz düşkünlüğüyle birleşir ve kaynaklarını anlamsızca tüketir.

İHTİŞAM (MUHTEŞEMLİK)

İhtişam, büyük meblağlar içeren harcamalarda orta olma durumudur. Cömertlik tüm mal kullanımıyla ilgiliyken, ihtişam yalnızca büyük harcamaları kapsar. Bu erdemin temel ölçütü, büyüklüğün uygunlukla dengelenmesidir. Harcama, duruma, amaca, kişiye ve bağlama uygun şekilde büyük olmalıdır. Örneğin, düğün gibi özel anlarda ya da kamu hizmetlerinde yapılan büyük harcamalar, eğer zevkli, ölçülü ve yakışır biçimdeyse, ihtişamlı sayılır.

İhtişam sahibi kişi, bir zanaatkâr gibi davranır: Eserinin büyüklüğünü ve etkileyiciliğini estetik ve ahlaki ölçütlere göre ayarlar. Aşırılığı, gösteriş budalalığı ya da kabasabalık şeklinde görünür mesela küçük işlerde büyük harcamalar yapar ya da uygun olmayan biçimde gösteriş yaparlar. Eli sıkılar ise tam tersine, büyük işlerde bile cimri davranarak eserin estetik değerini bozarlar. Her iki sapma da ölçüsüzlüktür ve erdemden sapmadır.

Muhteşem insan, yaptığı harcamayı hem kendisine hem de işin doğasına yakıştırır. Harcamayı saygınlık kazanmak için değil, güzellik ve ahlaki değer uğruna yapar. Bu nedenle, hem sanat hem politika hem de özel hayat alanlarında muhteşem davranışlar övülür.

YÜCE GÖNÜLLÜLÜK

Yüce gönüllülük, büyük onurlara lâyık olduğunu bilen ve bu onurları ölçülü şekilde kabul eden kişiye özgü bir erdemdir. Bu erdemin temel konusu onurdur; çünkü onur, dışsal iyilerin en büyüğü sayılır. Yüce gönüllü kişi, yalnızca onurlandırılmaya lâyık değildir; aynı zamanda tam erdem sahibi olmalıdır. Bu da yüce gönüllülüğü, diğer tüm erdemlerin süsleyici tacı haline getirir.

Yüce gönüllü kişi, büyük onurlar karşısında ölçülülükle, küçük onurlar karşısındaysa ilgisizlikle hareket eder. Kendisini gerçekten değerli görür, fakat bu konuda böbürlenmez; içsel ölçüsü, başkalarının takdirinden bağımsızdır. Bu kişi, iyilik yapar ama gördüğü iyilikten utanır; borçlu olmak istemez, ama başkasına borç vermekten kaçınmaz. Bunun arkasında üstünlük duygusu değil, ahlaki olgunluk vardır.

Yüce gönüllü kişi aynı zamanda soylu davranışlara sahiptir: Alçak gönüllü, bağışlayıcı, iyilik yapmaya meyilli, hakaretleri hatırlamayan ve kendisine hayran olunmasından hoşlanmayan biridir. Ancak bu davranışlar duygu denetimi değil, erdemli bir karakterin doğal sonucudur. Kendini beğenmiş kişi bu erdemin karikatürüdür; yüce gönüllülüğü taklit eder ama içini dolduramaz. Pısırık kişi ise lâyık olduğu onurlardan kaçınır, kendini küçümser ve erdemli davranışlara yanaşmaz. Bu iki karakter sapması da, yüce gönüllülüğün ölçüsünü kaybetmektir.

ONURSEVERLİK VE İLGİSİZLİK

Onur arzusu, Aristoteles’e göre bir orta olma niteliği taşıyan başka bir erdemdir. Hırslılık (fazlalık) ve kayıtsızlık (eksiklik) uçları arasında yer alır. Hırslı kişi onura aşırı şekilde önem verir, bazen gereksiz yerde bile onurlandırılmayı ister. Kayıtsız kişi ise hak ettiği onurlara bile değer vermez. Bu orta erdemin özel bir adı yoktur, ancak akla uygun olan onuru istemek olarak tanımlanabilir.

Bu erdemin karmaşıklığı, “onur”un toplumda farklı anlamlara gelmesinden kaynaklanır. Kimi zaman hırslı olanlar cesaretli görünür, kimi zaman da kayıtsız olanlar alçak gönüllü sayılır. Ancak Aristoteles, aklın gösterdiği ölçüde onur istemenin erdemli olduğunu belirtir.

ÖFKE VE YUMUŞAK HUY

Öfke konusunda orta olma, duygu yönetimi ile ilgilidir. Gerektiği zaman, gereken kişiye, gereken ölçüde öfkelenmek erdemin gereğidir. Aşırı öfkeliler (ters kişiler), çabuk parlayan, geç sakinleşen ve intikam almadan duramayan tiplerdir. Diğer uçta ise öfkesiz, yani duygusuz insanlar vardır. Bu kişiler küçük düşürülmeye bile sessiz kalırlar, bu da köle ruhluluğa benzer.

Orta kişi, ne her şeye öfkelenir ne de her şeyi sineye çeker. Onun davranışı akla, güzelliğe ve doğru olana uygundur. Burada da orta noktaya yakın olmanın önemlidir; çünkü duygular tamamen yok edilemez, ama ölçülendirilebilir.

TOPLUMSAL İLİŞKİLERDE ORTA OLMA

Başkalarıyla ilişkilerde, ne aşırı uyumlu ne de sürekli çatışmacı olmak, ahlaki bir erdemdir. Aristoteles bu orta noktaya özel bir ad vermez; fakat bu huyun “iyi dostluğa” benzediğini belirtir. Bu kişi, insanlara duruma göre yaklaşır, ne dalkavukluk yapar ne de huysuzluk gösterir. Güzelliğe ve yarara göre davranır, gerektiğinde rahatsız edici ama doğru olanı da söyler. (dobralık veya açıksözlülük gibi)

Burada koltukçuluk (aşırılık) ve huysuzluk (eksiklik) uçlardır. Erdemli kişi ise sosyal yaşamda dengeyi bulur; doğru kişiye doğru şeyi doğru zamanda söyleyip davranır.

DOĞRULUK VE ŞARLATANLIK

Doğruluk, kişinin kendini tanıtırken veya başkalarıyla konuşurken olduğu gibi görünmesiyle ilgilidir. Bu erdemde de iki uç sapma vardır: Şarlatanlık (kendini olduğundan büyük gösterme) ve müstehzilik (kendini olduğundan küçük gösterme). Orta kişi, kendisi hakkında doğruyu söyleyendir; hem kendi yaşamında hem de başkalarına anlatırken yalandan kaçınır.

Şarlatan, yalanla itibar veya kazanç peşindedir; müstehziler ise alçakgönüllülükten ya da gösterişten kaçındıkları için kendilerini gizler.

NÜKTE ANLAYIŞI VE ZARAFET

Eğlencede, şakada ve mizah anlayışında da bir orta vardır: zarafet. Zarif kişi ne şaklaban gibi aşırı güldürmeye çalışır ne de soğuk ve tepkisizdir. O, kime ne zaman ne söyleyeceğini bilen, ölçülü şakalar yapan bir kişidir. Bu erdem, sosyal incelik ve karakter eğitimiyle ilgilidir.

Şaklabanlar kaba, edepsiz ve kendilerini kontrol edemeyen kişilerdir. Diğer uçta yer alan kuru insanlar ise eğlenceden tamamen yoksundurlar. Dinlenme de yaşamın bir parçası olduğuna göre, bu alanda da erdemli bir denge gereklidir.

UTANMA

Utanma, bir erdem değil, duygulanımdır. Çünkü istemeyerek çirkin bir şey yapan kişi utanır. Ancak erdemli kişi çirkin şeyleri zaten yapmaz; dolayısıyla onun utanacak bir şeyi yoktur. Utanma, gençlerde görüldüğünde olumlu bir özellik olabilir, çünkü gençler duygularıyla hareket eder ve yanlış yapmaya meyillidir. Ama yaşlı biri utanıyorsa, bu onun karakterinin zayıflığını gösterir.

Utanma, hatalı davranışı engelleyemez, yalnızca sonradan acı verir.

BEŞİNCİ KİTAP

Adalet erdemi diğer erdemlerden farklı bir yapıya sahiptir. Öncelikle adalet, insanların adil eylemler yapmalarını, başkalarıyla ilişkilerinde haklı olanı gözetmelerini sağlayan bir karakter özelliğidir. Adaletsizlik ise bu karşıt davranışları sergileyen kişiliği tanımlar.

Adalet, bir başkasına karşı iyi olanı yapma erdemidir; adaletsizlik ise, başkalarının iyiliği yerine kendi çıkarını gözeten bir bozukluktur.

Adaletin iki anlamı vardır:

  1. Genel Adalet (Tüm Erdem): Başkalarıyla ilişkideki tüm erdemli davranışları kapsar.
  2. Özel Adalet: Servet, ceza gibi paylaştırılabilir şeylerde hakkaniyeti sağlayan belirli bir erdem türüdür.

Adalet, erdemin tamamıdır; çünkü başkalarıyla ilişkide erdemli davranmanın adıdır.

Bir kişi kendi içinde erdemli olabilir fakat başkalarıyla ilişkilerinde adil davranmayabilir. Bu nedenle adalet, hem bireyin kendi içinde hem de toplumla olan ilişkilerinde önemli bir erdemdir.

Adaletin Türleri

  1. Dağıtıcı Adalet: Toplum içinde mal, onur ve diğer sosyal kaynakların bireyler arasında paylaştırılmasıdır. Geometrik orantı esasına dayanır: Kişilerin değeriyle orantılı pay alması gerektiğini savunur. Değer ölçütü; Demokrasi, oligarşi ve aristokrasi gibi sistemlerde farklıdır: özgürlük, zenginlik, soyluluk veya erdem gibi.
  1. Düzeltici Adalet: Bireyler arası ilişkilerde (alışveriş, zarar verme gibi) eşitliği sağlar. Aritmetik orantı esasına dayanır: Tarafların eşit zarar veya fayda görmesi hedeflenir. Mahkemeler bu tür adaleti sağlar, hâkim ise “canlı adalet” gibidir.
    • Düzeltici adalet, kazanç ve zararın ortasında yer alan eşitliktir.

Haksızlık Yapmak ve Haksızlığa Uğramak

Haksızlık yapmak her zaman adaletsiz kişi olmayı gerektirmez. Bir insan, zarar verdiği şeyi bilerek ve isteyerek yapıyorsa haksızlık eder.

Ayrıca, bir insanın kendine haksızlık edip edemeyeceği sorusunu ele alır: Kendi kendine haksızlık etmek mümkün değildir. Çünkü adalet başkalarıyla ilişkide ortaya çıkar.

Adalet daima en az iki kişi arasında söz konusu olur.

Değiş-tokuşun temelinde adalet vardır. Farklı iş ve ürünler arasında eşitliği sağlayan şey paradır. Para, farklı şeyleri ölçülebilir kılar ve toplumun bir arada kalmasını sağlar. Adaletin sağlanabilmesi için değiş-tokuşta da orantılı karşılık esas alınmalıdır.

Doğal Hukuk ve Yasalar

Adaletin iki temel kaynağı vardır:

  1. Doğal hukuk: Heryerde ve her zaman geçerli olan.
  2. Yasal hukuk: İnsanlar tarafından konulan ve toplumdan topluma değişen kurallar.

Bazı eylemler, genel yasa doğrultusunda değil, olayın özelliğine göre değerlendirilmelidir. Bu düzeltme biçimi doğruluk olarak adlandırılır.

Doğrunun özü şudur: Genel olması nedeniyle yetersiz kaldığı yerde yasayı düzeltmek. Bunun nedeni ise herşeyin yasaya göre olmaması, bazı konularda yasa konamamasıdır.

Adaletli Eylem ve Eylemin Niteliği

Her adil veya adaletsiz eylem, sadece sonucu ile değil, niyet ve bilgiye dayanarak değerlendirilmelidir.

  • İstemeyerek yapılan eylemler (bilmeden, zorla): Haksız eylem olabilir ama adaletsizlik değildir.
  • Bilerek ama tercih edilmeden yapılanlar: Hafif adaletsizliktir.
  • Bilerek ve isteyerek yapılanlar: Gerçek adaletsizliktir.

Adaletin tanımı, kapsamı ve uygulanışı diğer tüm erdemlerden daha geniştir. Ancak adalet, yalnızca toplum içinde yaşayan insanlar için geçerlidir. Tanrılar veya tamamen kötü insanlar bu kavramın dışında kalır.