Luc Ferry’nin 2016 yılında yayımlanan Transhümanist Devrim (La Révolution Transhumaniste) adlı eseri, 21. yüzyılın en tartışmalı ve dönüştürücü felsefi-politik hareketlerinden biri olan transhümanizmin entelektüel, etik ve toplumsal boyutlarını ele alan kapsamlı bir analiz sunar. Eski Fransa Eğitim Bakanı, filozof ve kamu entelektüeli Ferry, bu kitapta yalnızca insanın biyolojik sınırlarını aşma arzusunu değil, aynı zamanda yapay zekâ, genetik mühendisliği ve paylaşım ekonomisinin getirdiği teknolojik devrimlerin demokrasiler üzerindeki etkilerini de sorgular.
Bölüm 1 – Transhümanizm Nedir? İdeal tip denemesi
Transhümanizm, bilimlerdeki –özellikle biyoteknolojideki– ilerlemeler sayesinde mevcut insanlığın her düzeyde; fiziksel, zihinsel, duygusal ve ahlaki olarak yükseltilmesi gibi engin bir projedir. Bu hareketin temel özelliklerinden biri, tedavi edici tıptan insanı “artırmayı” amaçlayan bir modele geçiş girişimi olmasıdır. Nick Bostrom’un ifadesiyle: “Gün gelecek; zihinsel, fiziksel, duygusal ve manevi kabiliyetlerimizi şimdi mümkün görünenin çok ötesinde artırma imkânına sahip olacağız.”
Transhümanizm, doğanın dokunulmaz olduğu düşüncesini sorgular. Tıbbın yalnızca tedaviyle sınırlı olduğu kanaati, geleneksel hümanizmden ve dini geleneklerden gelir. Fransız kanunları da bu yaklaşımı yansıtır: sadece kısır çiftlere tıbbi destek sağlanır; eşcinsel ya da menopoza girmiş kadınlar dışarıda bırakılır. Transhümanistler, bu sınırlamaları irrasyonel ön yargılar olarak görür. Max More’un tanımıyla: “Transhümanistler; hümanistler gibi, dışsal bir dini otoriteyi değil kendi esenliğimizi merkeze alan değerleri, aklı ve ilerlemeyi ön plana çıkarırlar.” More’un “Transhümanist Manifesto”sunda şu ilkeler vurgulanır:
- Gelecekte insanlık, bilim ve teknolojiden derinlemesine etkilenecek. İnsanlık durumunu, muhteşem ve son derece ilginç bir şekilde yükseltmeyi vadeden inandırıcı senaryolar mevcut.
- Yeni teknolojilerin kötüye kullanılmasının ağır riskler doğuracağının farkındayız. Riskleri azaltmak ve faydaları en üst düzeye çıkarmak için toplumsal organizasyonlara ihtiyaç var.
- İnsan neslinin tükenmesini önlemek, sağlığı korumak ve acıları azaltmak acil önceliklerdir.
- Politik kararlar bireysel haklara ve gelecek kuşaklara saygılı olmalıdır.
- İnsanlar, hayvanlar, yapay zekâlar dahil olmak üzere tüm zekâların esenliği savunulmalıdır.
- Morfolojik özgürlük, bedenimizi ve zihnimizi dönüştürme hakkımızdır.
Bu ilkeler kimi insanları heyecanlandırırken, kimilerini korkuya sevk eder. Çünkü kısmi bile olsa insanlığı modifiye etmenin insan türünün toplamı üzerinde herhangi bir etkisinin olmayabileceğini düşünmek zordur.
Ferry’ye göre günümüz transhümanizmi şu dört geleneğin mirasçısıdır:
- İnsan doğasının sonsuz mükemmelleştirilebilirliğini savunan hümanizm (Pico della Mirandola, Condorcet, Rousseau, Bacon, Kant vs.).
- Bilimsel devrimle birlikte gelen bilimci iyimserlik.
- Bilimkurguyu gerçek kılmak isteyen bir akım.
- 1960’ların karşı-kültürü: yapısökümcü, feminist, eşitlikçi, ekolojist gelenek.
Transhümanizmi iki biçime ayırabiliriz:
- Biyolojik Transhümanizm: İnsan varlığının potansiyel olarak sonsuzca mükemmelleştirilebileceği fikrini benimser. Bu yaklaşımda insanlığın artırılması, onun yok edilmesi değil zenginleştirilmesidir. Amaç “daha çok insan” olmak ve daha ahlaki, daha kardeşçe bir insanlık yaratmaktır. Ferry bu modeli hiperhümanizm olarak adlandırır.
- Sibernetik Transhümanizm / Posthümanizm: Bu biçimde, insanlığın yerini yeni bir türün alması hedeflenir. Kurzweil’in önerdiği modelde, “beyne takılan donanımlar sayesinde bir bilgisayarla arayüze kavuşacak olan insan-sonrası bir insan” vardır. Bu görüş, “zekâ ve duygular biyolojik bedenden ayrılabilir” ve “hafıza ve bilinç makinelere depolanabilir” varsayımına dayanır. Ferry bunu indirgemeci ve maddeci bir hipotez olarak değerlendirir. Bu görüşe göre, “bilgisayarlar tamamen özerk hale geldiklerinde, insanı geçeceklerdir.” Hatta “varoluşlarını tehdit eden tek canlıyı, yani insanı ortadan kaldırmak” içgüdüsüne sahip olacaklardır.
Tekillik ve Gaia Hipotezi
Tekillik kavramı (Singularity), “belli bir andan sonra insanların tamamen aşılacağı” ve “mevcut insandan binlerce kat daha üstün bir zekânın ortaya çıkacağı” fikrini savunur. Bu, James Lovelock’un Gaia Hipotezi ile örtüşür: Yeryüzü canlı bir varlıktır ve insanlık onun kendini düşünen sinir sistemidir. İnsanlık, Gaia’nın bilinç kazanma sürecinin bir parçasıdır. Fakat Ferry burada uyarır: “İnsanlar henüz kolektif bir tür değil.” Evrimsel olarak “evcilleşmek”, yani şiddet ve milliyetçilikten uzaklaşıp Gaia’ya hizmet eden bir yapıya dönüşmek, bu fikrin hedefidir.
Transhümanizm: Güzergâh mı, Hedef mi?
Transhümanizm bir güzergâh, posthümanizm ise varış noktasıdır. İlk modelde insan sadece daha fazla insan yapılmak istenirken, ikinci modelde insandan bambaşka bir varlık yaratılmak istenir. İnsanlığın doğal temelleri potansiyel olarak sonsuz bir şantiyedir. Kurzweil’in vizyonu bu ikinci gruba aittir.
Transhümanizmin ideal tip taslağı
Transhümanizm, büyük çeşitlilikler barındırsa da ortak ilkeler çerçevesinde ideal tip olarak tasarlanabilir. Bu tipin temel ilkeler sekiz ana başlıkta özetlenir:
1 – Etik iddiaları olan ve “şanstan seçime” geçmek isteyen yeni bir öjenizm
Transhümanizm, etik sebeplerle yeni bir öjenizmi savunur. Bu, Nazi tipi yok edici ve devletçi öjenizmden tamamen farklıdır. “From chance to choice” (şanstan seçime) ifadesi, doğal piyangodan bireysel seçime geçişi temsil eder.
Allen Buchanan’a göre:
- Devletçi değil, bireysel özgürlüklere dayanır.
- Ayrımcı değildir, şartların eşitlenmesini hedefler.
- Demokratiktir, toplumsal eşitliğe genetik eşitlik de eklenmelidir.
- Zayıfları yok etmek değil, onları yükseltmeyi amaçlar.
“Irkçı öjenizmin hiçbir bilimsel temeli yoktu” diyen Hottois, bugün öjenizmin bireysel özgürlükler ve eşit haysiyet temelli olarak yeniden düşünülmesi gerektiğini savunur. Ferry, şunu sorar: “Doğal piyangodan kişilerin kısmetine düşenlere adalet ve eşitlik adına müdahale edebilir miyiz, etmeli miyiz?” Transhümanist yanıt açıktır: Evet.
Laurent Alexandre bu düşünceyi ileriye taşır: Biyoteknolojiler artık doğal seçilimin ortadan kalktığı toplumlarımızda hayatta kalmak için zorunluluktur. Koku duyusunun köreldiğini örnek vererek, doğal seçilimin zayıflamasıyla birlikte insan genomunun gerilemeye başladığını savunur.
2 – Natüralizm-karşıtlığı: Biyolojik doğamızı aşmak mümkündür
Doğa kutsal değildir. Transhümanistler, insan genomunun değiştirilemez bir tapınak olduğunu kabul etmezler. İnsanın artırılması ahlaki bir ödevdir. Transhümanizm bu bağlamda “felsefi olarak maddecidir” çünkü insanları doğaüstü varlıklar değil, biyolojik varlıklar olarak görür. Spiritüalist felsefelerden ayrılır.
Transhümanist hareket, mümkün mertebe daha fazla zekâya, bilgeliğe, ömre ve mutluluğa sahip olmak için doğal sınırları durmaksızın ihlal etmemiz gerektiğini savunur. Max More’un dediği gibi: İnsanlık, doğanın gelişiminin zirvesi değil, sadece bir aşamasıdır. (Ekstropi kavramını araştırmanızı öneririm).
3 – Gılgamış’tan günümüze “sonsuz yaşam” arayışı
Ölümsüzlük arzusu mitolojiden bilime geçmiştir. Gılgamış Destanı’nda, Enkidu’nun ölümüyle yıkılan Gılgamış’ın ölümsüzlük peşine düşmesi ama sonunda bu arayıştan vazgeçip iyi bir yaşamı kabullenmesi anlatılır. Transhümanist masalda bu tema sürdürülür: Nick Bostrom’un Zorba Ejderha masalı, yaşlılık ve ölüme karşı bilimsel mücadeleyi simgeler. Ejderha ölümün alegorisidir: Her gün binlerce kişiyi yutmakta, geride acı içinde yakınlarını bırakmaktadır.
Bostrom’a göre: Ölümle barışmayı öğütleyen masallar, artık acilen eyleme geçme ihtiyacının önündeki engeller haline geldiler. Laurent Alexandre’un dediği gibi, ölüm artık tıbbın ve biyoteknolojinin konusu haline gelmiştir.
4 – İflah olmaz bir teknobilimsel iyimserlik: “Çözümcülük”
Transhümanizm, her problemi bilimsel çözümlerle çözebileceğine inanır. Nick Bostrom’un ifadesiyle: Her büyük teknoloji belli olumsuz sonuçlar doğurur ama bu, ilerlemeden vazgeçmenin gerekçesi olamaz.
Eric Schmidt (Google CEO’su): “Dünyanın bütün sorunlarını çözebileceğimizi düşünüyorum”. Mark Zuckerberg: “Altyapı oluşturarak bazı devasa sorunları çözmek istiyoruz”.
Bu iyimserliğe “çözümcülük” (solutionism) adı verilmiştir. Yeni teknolojilerin trafik kazalarından kansere, küresel ısınmadan ölüme kadar her şeye çözüm üreteceği varsayılır.
5 – Maddeci, belirlenimci ve ateist bir akılcılık
Transhümanizm, mutlak bir akılcılıktır; özgür iradeyi reddeden, maddeci bir dünya görüşüdür. Ruhsal yaşam, biyolojik ve toplumsal altyapılar tarafından üretilip belirlenir.
Andre Comte-Sponville’in sözleriyle: Özgür irade inancı bir yanılsamadır. Spinoza’ya atıfla: İnsanlar istemlerinin nedenlerini bilmediklerinden özgür olduklarını sanırlar.
Ferry’ye göre, transhümanist düşünce biyolojik belirlenimcilik ile sosyolojik maddeciliği sentezler: İnsan, tarihe ve bedene sahip değildir; insan doğrudan doğruya tarih ve bedenin kendisidir.
6 – Faydacı ve özgürlükçü bir etik: Bireysel mutluluk, toplumsal fayda
Transhümanizm, bireysel özgürlükle toplumsal faydayı birleştirmeyi hedefleyen faydacı bir etiğe sahiptir.
Max More’un manifestosunda bireysel özerklik vurgulanır: Kendi deneylerimizi yapmak ve sonuçlarına katlanmak istiyoruz. Gilbert Hottois’a göre, transhümanizm ultraliberal eğilimle sosyal demokrasiyi birleştirmeyi hedefler. Amaç: Bireylerin özgürce yükselmesiyle toplumun da bütün olarak yükselmesi.
Faydacılık burada bireyciliği değil, toplam mutluluğu artırmayı hedefleyen evrensel bir etik olarak belirir:
Bir eylem, dünyadaki toplam mutluluğu artırıyorsa iyidir.
7 – Yapısökümcü, eşitlikçi, türcülük karşıtı ve ekoloji yanlısı ideoloji
Transhümanizm, geleneksel insanmerkezciliğe ve türcülüğe karşıdır. Hayvanlar, çocuklar, kadınlar, engelliler ve bir gün yapay zekâlar dahil, acı çekebilen tüm varlıkların hak sahibi olduğu bir anlayışı savunur.
Posthümanizm, Batılı beyaz erkek öznenin ayrıcalıklı konumunu sorgular ve eşitliği daha da genişletir. Rasyonalizm, eleştirel düşünce ve özgürlük gibi hümanist değerleri sürdürür; geri kalan kısmı reddeder.
8 – İhtiyat, demokrasi ve tartışma etiği savunusu
Transhümanistler, projelerinin taşıdığı etik risklerin farkındadır. Bunları tartışmaya açık biçimde ele almak gerektiğini savunurlar.
Laurent Alexandre’ın uyarısı çarpıcıdır: Genomumuz oldukça narindir ve yapılacak küçük bir değişiklik felakete yol açabilir. Auschwitz, yoldan çıkmış genetik bilimin kötüye kullanımıdır; biyoloji bu geçmişi unutmamalıdır.
Bölüm 2 – Biyo-muhafazakarlara Karşı Biyo-ilericiler
Luc Ferry transhümanist projeye yöneltilen en güçlü itirazların çoğu zaman sofistike felsefi değil, aksine sağduyuya dayalı olduğunu belirtir. İlk refleksif tepki çoğu zaman şudur: Germ hücrelerine yapılan genetik müdahaleler, kuşaklar boyunca geri döndürülemez etkiler doğuracağından, tıbbi ve bilimsel açıdan saçma riskler oluşturmaz mı?
Transhümanistler bu tür kaygılara karşı net bir cevap verir: Gerçek risk, hiç risk almamaktır. Bilimsel gelişmenin önüne set çekmek, insanlığı yaşlılık, hastalık ve ölüm gibi temel belalardan kurtarma şansını heba etmek olur. Nick Bostrom’un “Zorba Ejderha” benzetmesi burada tekrar gündeme gelir: Bilimsel ilerleme sayesinde bu ejderhayı (ölüm) yenme ihtimali ortaya çıkmıştır, dolayısıyla duraksamak hem ahlaken hem de aklen yanlıştır. Bu bağlamda, ihtiyat ilkesi (prensip olarak riskten kaçınma) sürekli uygulanmış olsaydı, aspirin bile icat edilemezdi.
Fukuyama’nın Argümanları: İnsan Doğasının Kutsallığı
Francis Fukuyama’ya göre, insan doğası ahlaki düzenin temelidir. Genetik mühendislik sayesinde bu doğayı dönüştürmek, sadece bir biyolojik müdahale değil, aynı zamanda insan haklarını ve adalet anlayışını tehdit eden bir adımdır. Fukuyama bu nedenle “İnsanın Sonu” (La Fin de l’Homme) ifadesini kullanır: İnsan doğasını değiştirmek, ahlaki zemini sarsar.
Ona göre evrim, her ne kadar “kör” bir süreç olsa da, organizmayı çevresine uyumlu hale getiren bir bilgelik taşır. İnsan doğasını bu dengeyi bozmadan yükseltmeye çalışmak hem risklidir hem de kibirlidir. Bu noktada klasik Yunan’daki hybris kavramına başvurur: İnsan, sınır tanımaz bir özgüvenle tanrısal alanlara müdahale etmeye çalıştığında felaket kaçınılmazdır.
Fukuyama ayrıca “yeni öjenizm”in, her ne kadar bireysel kararlarla uygulansa da, Nazi öjenizmiyle özsel bir fark taşımadığını iddia eder: Seçilim ister devlet eliyle ister birey eliyle olsun, sonuçta doğacak çocuk bir proje haline gelir, bir “tasarım nesnesi”ne dönüşür.
Fukuyama’nın en zayıf noktası, ahlakı doğaya dayandırma girişimidir. Doğada yerleşik erekler olduğu fikri, Aristoteles’e kadar uzansa da, modern felsefede (Kant, Hume, Sartre vb.) reddedilmiştir. Ahlaki bir yükümlülük, doğadaki bir eğilimden çıkmaz. Tütün zararlıdır ama bu onu içmemeyi ahlaki bir buyruk haline getirmez.
Ferry, insanı hayvandan ayıran şeyin doğa değil, doğaya karşı kendini aşabilme kapasitesi olduğunu vurgular. Bu anlamda, ahlak doğaya içkin değil; tam tersine, doğadan sıyrılabilen özgür öznenin ürünüdür. Ahlaki iyilik, “doğal yatkınlıkların sonucu değil”, acı ve kanla elde edilmiş tarihsel birikimdir.
Michael Sandel’in Argümanları
Michael Sandel, The Case Against Perfection adlı kitabında transhümanizme farklı bir cepheden saldırır: Ona göre genetik mühendislik, lütufa dayalı bir dünyadan egemenliğe dayalı bir dünyaya geçişin işaretidir.
Üç temel değerin kaybolacağından endişe eder:
- Alçak gönüllülük: Çocuklarımıza “istediklerimizi” tasarlayabildiğimiz bir dünyada, farklıya, beklenmedik olana açık olma kapasitemiz azalır.
- Masumiyet: Ebeveynler artık çocuklarının özelliklerinden “sorumlu” hale gelir; kötü performanslar bir seçim hatasına indirgenebilir.
- Dayanışma: Eğer herkes sahip olduklarını bir “seçim” olarak görürse, başkalarının geri kalmışlığına dair empati kurma ihtiyacı ortadan kalkar. Ferry burada Sandel’in sigorta örneğini aktarır: Riski bilmeyenler dayanışma gösterir; ama geleceği bilenler gemiyi terk eder.
Bu durum, toplumsal eşitsizliği artırmakla kalmaz, aynı zamanda siyasi barışı ve insanlığın ortak yaşam tahayyülünü de tehdit eder. Çünkü genetik mühendislik önce zenginler için erişilebilir olacak, bu da yeni bir “üst insan” sınıfı yaratacaktır.
Luc Ferry bu derin tartışmalar sonunda kesin bir taraf tutmaz; ikisinin de ciddiyetle ele alınması gerektiğini, çünkü bu teknolojilerin yol açabileceği ahlaki, toplumsal ve politik sorunların şimdiden düşünülmesinin elzem olduğunu savunur. Ona göre mutlak bir özgürlükçülükle yasaklayıcı muhafazakârlık arasında bir “orta yol” bulmak gerekir. Bu yeni teknolojilere tamamen kapıyı kapatmak da, hiçbir sınır tanımadan serbest bırakmak da sürdürülebilir değildir.
Habermas’ın Perspektifi
Habermas L’Avenir de la nature humaine (İnsan Doğasının Geleceği) adlı eserinde transhümanizme karşı özgün argümanlar ortaya koyar. Habermas, meseleyi diğer düşünürlerden farklı olarak çocuğun bakış açısından ele alır.
Çocuğun özerkliğine, yani kendi kendini kavrama yetisine, ebeveynin tercihleri tarafından öjenik yollarla müdahale edilmesi etik olarak sorunludur. Yani Genetik artırma bireyin kendi özerkliğini ve gelecekteki öz-anlayışını tehdit eder. Genetik müdahale sonucu birey kendi varoluşuna dair düşünümsel (refleksif) bir ilişki kuramayabilir. Bu, onun özgürlüğünü zedeler.
Bir gazetecinin yönelttiği klasik itirazla karşılaşır Habermas: Zaten çocukları eğitirken onlara birçok şeyi dayatmıyor muyuz? Habermas’ın cevabı bu iki durum arasında net bir fark koyar:
- Eğitim süreci diyaloğa açıktır. Yetişkin birey, aldığı eğitimi sonradan eleştirebilir, dönüştürebilir.
- Genetik müdahale ise geri döndürülemezdir ve dilsizdir. Çocuk, biyolojik olarak verili bir öz-yapıya sahiptir ve bunun sorumlusu olarak ebeveyni karşısında somut bir muhatap bulamaz.
Habermas, genetik müdahalelerde iki temel kategori arasında ahlaki bir ayrım yapar:
- Tedavi Amaçlı Müdahale: Genetik hastalıkları önlemek için yapılanlar meşrudur.
- Artırma Amaçlı Müdahale: Fiziksel veya zihinsel özellikleri geliştirmeye yönelik olanlar sorunludur.
Bu ayrımda temel ölçüt: Gelecekteki bireyin potansiyel rızasını göz önünde bulundurmaktır. Eğer müdahale, kimsenin istemeyeceği bir hastalığı önlüyorsa, birey bunu onaylayacaktır. Ancak Habermas, gebelik öncesi genetik tanıya da karşıdır. Ona göre bu yaklaşım, embriyoyu bir araç haline getirir ve Kantçı etik ilkeleri ihlal eder.
Ferry, Habermas’ın görüşlerine dört temel karşı argüman geliştirir:
1. Çocukların toplumsal ve kültürel olarak yönlendirilmesi genetik müdahaleler kadar “belirleyici” olabilir. Eğitimle aktarılan dil, kültür ve ahlaki değerlerin, doğadan gelen kalıtımsal özelliklerden farkı nedir? Doğa da toplum da bireyin özgürlüğünü koşullar; ama hiçbir durum mutlak belirleyici değildir.
2. Habermas, genetik müdahalenin bireyin geleceğini sabitlediğini iddia eder. Oysa, Ferry şöyle sorar: Yapabilecekken yapmamak da bir seçim değil midir? Çocuğa yönelik bir müdahaleyi reddetmek de, dolaylı bir şekilde çocuğun genetik mirası üzerinde karar vermektir.
3. Hastalık ile “Normal” Arasındaki Ayrım Keyfidir. Habermas yalnızca “hastalıkları” engelleyen müdahalelere izin verir. Ferry, yaşlanma, ölüm, cücelik, çirkinlik gibi durumları hastalık saymamanın keyfi olduğunu savunur.
4. Habermas, genetik müdahalenin bireyi özgürlüğünden mahrum bırakacağını iddia eder. Ferry ise durumu farklı okur: Bir bağlamın içinde bulunmak özgürlüğü ortadan kaldırmaz. Aksine özgürlük, bu bağlam içinde ortaya çıkar.
Sonsuz Yaşam Tartışması:
Habermas’ın ve diğer düşünürlerin dikkat çektiği gibi, transhümanizmin nihai hedeflerinden biri ölümsüzlük fikridir. Ferry bu konuda şu soruları ortaya koyar:
1. Psikolojik Soru: İnsan faaliyetlerinin motivasyonu, sonlu olma bilincinden gelir. Ölümsüzlük bu motivasyonu yitirebilir.
2. Sosyal Soru: Ölümsüzlük ya da çok uzun yaşam pahalı olacak. Zenginler ölemezken fakirler ölecek mi? Yaşam hakkı servete göre mi belirlenecek?
3. Nüfus Sorunu: Kimse ölmezse doğumlar nasıl sınırlandırılacak? Yeni gezegenler mi kolonileştirilecek?
4. Anlam Sorusu: Ölüm Olmazsa Hayat Anlamını Yitirir mi? Sonu olmayan bir film, müzik ya da kitap hâlâ anlamlı olur muydu?”
5. Dini Soru: Ölümü Yenmek Tanrı’nın Alanına Müdahale midir? İnsan Tanrı’nın yerine mi geçiyor? Bu Prometheusçu kibir, etik olarak aşırı mı?
Yapay Zeka ve Transhümanist Maddecilik
Transhümanistler yapay zeka ve insanı özdeş görür.
1. Turing Testi ve Taklit: Makineler insan gibi davranabilir. Ama hissedemezler. Hissetmek için beden gerekir. Gerçek duygular, biyolojik bir beden olmadan mümkün değildir.
2. Maddecilik ve Belirlenimcilik (Determinizm) Eleştirisi: Determinizm bilimsel değil, metafizik bir tercihtir. Sonsuz neden-sonuç zinciri, açıklama sunamaz. “Özgürlük” hipotezi çürütülemez, ama kabulü mümkündür.
Ferry, transhümanizme getirilen eleştirilerin önemli olduğunu kabul eder. Ancak bu eleştiriler nihai bir yasak koyma yetkisi taşımaz. Tartışmak, açık olmak, ahlaki ilkeleri yeniden düşünmek gerekir.Her şeyi yasaklamak ile her şeye izin vermek arasında bir yol bulunmalıdır.
Bölüm 3 – Paylaşım Ekonomisi ve Dünyanın “Überleşmesi”
Yüzeyde “bedava hizmet” ve “toplumsal dayanışma” gibi ideallerle yüceltildiği düşünülen paylaşım ekonomisi, aslında kâr amacı güden çok uluslu teknoloji şirketlerinin egemenliğindedir. Bu bağlamda Ferry, özellikle GAFA (Google, Apple, Facebook, Amazon) ve Uber, Airbnb, BlaBlaCar gibi platformların temsil ettiği dijital ağ modelinin, kimi düşünürlerce kapitalizmin sonunun habercisi gibi sunulduğunu; ancak pratikte bunun aksine, ultraliberal, kuralsız ve yoğun kâr amaçlı bir kapitalizm biçimi olduğunu savunur.
Bedava görünen dijital hizmetler gerçekte, kullanıcıların kişisel verilerinin ticarileştirilmesine dayanır. “Eğer bir hizmet için para ödemiyorsanız, ürün sizsiniz.”
Rifkin’in Üç Sanayi Devrimi Tezi
Ferry, Jeremy Rifkin’in kapitalizmin dönüşümünü açıklamak için kullandığı “üç sanayi devrimi” modeline yer verir ve bu modeli eleştirel bir mesafeyle aktarır:
- Birinci Sanayi Devrimi: Buharlı makineler, matbaa ve demiryolu aracılığıyla kitlesel üretim ve kentleşme.
- İkinci Sanayi Devrimi: Elektrik, içten yanmalı motor, telefon, radyo, televizyon ile birlikte çok uluslu şirketlerin ve endüstriyel şehirleşmenin yaygınlaşması.
- Üçüncü Sanayi Devrimi: İnternet, yeşil enerji ve bağlı nesnelerle (IoT) desteklenen yatay örgütlenme biçimleri.
Rifkin’e göre bu evrelerin sonuncusu kapitalizmin yerine “iştirakçi bir ağ toplumu” kuracaktır. Ancak Ferry, bu görüşün fazlasıyla iyimser ve ideolojik olduğunu, reel dünyada tam tersine giden örneklerle (örneğin UberPop) kolayca çürütülebileceğini belirtir. Rifkin’in iddia ettiği gibi kapitalizmin çöküşü değil, tam tersine onun yeni bir dijital yüzle güçlenerek sürmesi söz konusudur.
Ferry, Rifkin’in “paylaşım ekonomisi”nin altyapısını oluşturan dört tip interneti sıralayarak açıklar:
- İletişim İnterneti: GAFA ve sosyal medya devlerinin kontrolündeki klasik ağlar (Facebook, Google, Twitter).
- Enerji İnterneti: “Akıllı şebekeler” aracılığıyla bireylerin kendi yeşil enerjilerini üretip dağıttığı sistemler.
- Lojistik İnterneti: Kamyonların boş gitmesini engelleyen, taşımacılığı optimize eden sistemler (örnek: fiziksel internet/Fİ).
- Bağlı Nesnelerin İnterneti (IoT): Her şeyi –buzdolabından ev temeline, göçmen kuşlardan kalp atışına kadar– internete bağlayan sensörler aracılığıyla veri üreten küresel ağ.
Bu dört tip internet, büyük veriyi (big data) oluşturur ve paylaşım ekonomisi adı altında bir hiper-veri kapitalizmine temel olur.
“Sıfır Marjinal Maliyet” ve “Uzun Kuyruk” Ekonomisi
Chris Anderson’ın ortaya koyduğu iki önemli kavrama değinirsek:
- Uzun Kuyruk (Long Tail): Dijital ekonomide (e-ticarette) artık sadece en çok satan ürünler değil, düşük talep gören niş ürünler de sürekli satılabildiği için toplam gelirde büyük pay sahibi olurlar.
- Sıfır Marjinal Maliyet: Dijital ürünlerin üretim sonrası maliyetlerinin sıfıra yakın olması (örneğin: bir müzik dosyasının sonsuz kez kopyalanabilmesi), geleneksel satış modellerinin önünü keser.
Dijital ürünlerde “bedava” görünen şey aslında veriye dayalı yeni bir değer üretim biçimidir. Bedava hizmetlerin arkasında kişisel verilerin ticarileştirilmesi vardır.
Ferry, bedava modelle servet yaratmanın iki yolu olduğunu belirtir:
- Klasik Model: Gillette örneği. Ürün ucuz ya da bedava verilir, asıl gelir aksesuarlar üzerinden elde edilir (örneğin: traş bıçakları, oyun konsolu ve oyunlar).
- Yeni Model: Google/Facebook örneği. Kullanıcı hizmeti bedava alır ama kişisel verileri şirket tarafından toplanır ve pazarlanır. Böylece kullanıcı “ürün” haline gelir.
Bu sistemde pazarlar çift yönlü işler: bir taraf bedava hizmet alırken, diğer taraf (şirketler) bu veriler için büyük meblağlar öder.
Paylaşım Ekonomisinin Gerçek Yüzü: Kapitalizmin En Yabaniliği
Ferry’ye göre, Airbnb, Uber gibi platformlar sadece hizmet sağlayan profesyonelleri (otelciler, taksiciler) devre dışı bırakmakla kalmaz, aynı zamanda ulusal düzenlemeleri, vergilendirme sistemlerini, iş güvenliğini ve hatta sosyal devleti de tehdit eder. Tüm bunlar, kapitalizmin bir krizle karşı karşıya olduğu değil, aksine hızlandırılmış ve kuralsız bir biçimde yeniden doğduğu anlamına gelir.
Bu noktada şu soruları sormamız gerekir:
- Verilerin mülkiyeti kimdedir? (Kişisel mülk mü, kamu mülkü mü, yoksa ticari meta mı?)
- Veriler özel midir yoksa kamusal mı? (Toplanan verilerin anonimleştirildiği iddiaları ne kadar güvenilirdir?)
Ferry burada kişisel mahremiyetin, verilerin toplanması ve ticari kazanç sağlanması yoluyla ciddi şekilde tehlikeye girdiğini belirtir. Devletin bu duruma dair düzenlemeler getirmesi gerektiğini savunur.
Özel yaşamlarımızın dijital mecrada dolaylı olarak “meta” haline gelmesi, insan hakları ve kişisel özgürlükler bağlamında ciddi bir tehdit oluşturur.
Transhümanist Devrim
Teknolojik altyapıların sunduğu imkanlar, aynı zamanda veri güvenliği ve mahremiyet açısından ciddi tehditler ortaya koyar. Bu teknolojilerin yaratıcıları, depolanan verilerin bütününe erişmelerini sağlayan backdoors (arka kapılar) oluşturmaktadır.
Bu durum özellikle 11 Eylül 2001 sonrası ABD’de uygulamaya konulan “Patriot Act” ile ulusötesi boyuta ulaşmıştır. Yasa, verilerin fiziksel olarak nerede depolandığına bakmaksızın Amerikan otoritelerinin erişimini meşrulaştırır. Ferry, bu durumu Avrupa liderlerinin dahi özel mesajlarının dinlenmesine neden olan bir sistemsel istismar olarak değerlendirir.
Rifkin’in ve Anderson’un “bedava” söylemlerine rağmen Ferry, bu sistemlerin aslında yüksek kâr amacıyla çalıştığını net biçimde ortaya koyar. Örneğin: Sosyal bir ağ sitesine bağlandığı andan itibaren kullanıcının yaşamsal koordinatları… depolanır, kilitlenir ve metalaştırılır.
Ferry, transhümanist vaadlerin insani değerleri ön plana çıkarma kisvesi altında ticarileşmiş yapılar tarafından istismar edildiğini savunur. Özellikle Google’ın büyük veri analizleriyle kansere karşı çözüm arayışı iki yüzlü bir durumdur: Google yirmi veya otuz yıl içinde kansere karşı tamamen kişilere özel bir ilaç bulursa, bundan kim şikâyet edebilir? Ancak bu tür devrimsel bilimsel gelişmelerin karşısında özgürlükten vazgeçmek gerekebilir, zira her “bedava” hizmetin bir bedeli vardır.
Ayrıca Rifkin’in tezine (kapitalizmin sıfır marjinal maliyet nedeniyle çöküşe geçeceği iddiasına) doğrudan karşı çıkar. Ona göre bu bir yanılsamadır. Sıfır marjinal maliyetin yaygınlaşması, daha fazla rekabet değil, tekelleşmeye ve “ultra-kapitalist” bir düzene yol açmıştır. Rifkin, kapitalizmin ölümünü ilan etse de, gözlemlenen şey daha yoğun, daha kuralsız, daha rekabetçi bir kapitalizmdir. İdeoloji, basit ve kaba ticari çıkarları etiğin renkleriyle boyamaya kalkıyor.
Jeremy Rifkin’in “çalışmanın sonu” tezine karşı Joseph Schumpeter’in “yaratıcı yıkım” kavramını öne çıkarır. Kapitalizm temel olarak yaratıcı bir yıkımdır… Yıkım, yeni yaratımların önünü açar. Yaratıcı yıkım, kısa vadede sarsıcı olsa da uzun vadede üretkenlik ve yeni meslekler yaratır. Ancak yıkımdan etkilenen bireyler için bu teselli anlamsızdır, çünkü: Yaratıcı evre onlar için değildir.
SONUÇLAR
Transhümanizm ve paylaşım ekonomisinin ortaya çıkardığı radikal sorular karşısında, yasal düzenleme ideali tek makul yoldur. Bu ideal, bazıları için fazla sosyal demokrat, bazıları için ise devletin sivil topluma müdahalesi anlamına gelebilecek ölçüde geriye dönüşçü olabilir. Ancak bu ideal ne nostaljik bir muhafazakârlık ne de neoliberal pasifliktir.
Yasal düzenleme, sadece teknik veya hukuki bir tercih değil, modern demokratik toplumların metafizik yapısından kaynaklanan bir zorunluluktur. Modern demokrasiler, geleneksel otoriteleri (kilise, aile, monarşi) aşarak bireysel özerkliği öncelemiş, “kendi kendine yasa koyma” (autonomia) idealini benimsemişlerdir. Transhümanizm ve paylaşım ekonomisi bu sürecin “mantıksal uzantısı”dır: bir yandan doğanın şans eseri ürettiği genetik kaderi kontrol altına alma çabası (transhümanizm), diğer yandan aracısız toplumsal ilişkileri tesis etme (paylaşım ekonomisi).
Yani her iki akım da, demokratik hümanizme içkin özgürleşme sürecinin devamıdır. Bu nedenle gelişmeleri tamamen yasaklama ya da nostaljik korumacılık refleksiyle karşı çıkma çabaları “tarihin mantığına” aykırıdır.
Bu süreçte en büyük engel kamunun güçsüzleşmesidir. Bu güçsüzleşmenin nedeni, pazarın küreselleşmiş olmasına karşın siyasetin yerel (ulus-devlet düzeyinde) kalmış olmasıdır. Bu bağlamda ortaya konan kavramlardan biri demokratik yoksunlaşmadır: Demokrasi, özünde insanların ortak yazgıları üzerindeki karar alma yetkisine dayanır. Oysa küreselleşmeyle birlikte bu yazgı, ulusların ve bireylerin iradesinden bağımsız hale gelmiştir.
Devrilmemek için sürekli hareket etmek zorunda olan bisiklet gibi, şirketler ve toplumlar da sürekli inovasyon yapmaya zorlanmaktadır. Bunun sonucunda tarih artık amaçlara (ereklere) göre değil, zorunluluklara (etken nedenlere) göre ilerlemektedir. Ferry, bu durumu bir sapma olarak değerlendirir: Modern bilimin başlangıcında hâkimiyet ideali özgürlük ve mutluluk gibi yüksek amaçlara bağlıyken, bugün salt teknik bir tahakküm aracı haline gelmiştir.
Aydınlanma çağında bilgi ve bilim ilerlemesinin amacı, insanlığı karanlıktan çıkarıp özgürlük ve refaha ulaştırmaktı. Voltaire, Diderot, Kant gibi isimler, ilerlemeyi kolektif özgürlükle ilişkilendirmiştir. Bugün ise teknik gelişme çoğu zaman ne için olduğu bilinmeden, sadece olması gerektiği için ilerlemektedir. Hâkim olmak için hâkim olmak düşüncesi bu dönüşümün sloganıdır.
Bu bağlamda ortaya çıkan kriz çift yönlüdür:
- Demokrasi dışsal bir tehdit altında değildir, kendi iç hareketiyle kendisini etkisizleştirmektedir. Otonomi arzusunun sonucunda küresel rekabetin kontrolsüzlüğü doğmuştur.
- Demokrasi kendi zıddını üretmektedir: Toplum bireysel özgürlüğü en üst düzeye çıkardıkça, kolektif kontrolü kaybetmektedir.
Sonuçta İyimserlik ve kötümserlik gibi kutuplaşmış tepkiler, gerçekliğin karmaşıklığını anlamaya yetmemektedir.
Bu bağlamda özellikle Avrupa’da, Batı’nın çöküşü temasının hem sağda hem solda popülerlik kazanmıştır. Sağda nostaljik, solda anti-kapitalist bir kötümserlik hüküm sürmektedir. Ancak bu kötümserlik hem tarihsel hem felsefi olarak yanlıştır. Bugün hiçbir çağda görülmeyen düzeyde özgürlük, refah ve toplumsal koruma mevcuttur. Özellikle refah devleti uygulamaları, “dünyanın başka hiçbir yerinde ve hiçbir zamanında görülmemiş düzeyde ihtimam” göstermektedir. Kadın-erkek eşitliği, çocuk hakları, kamusal eğitim gibi alanlar Ferry’nin örneklerindendir.
Öte yandan çözümcü iyimserlik en az kötümserlik kadar tehlikelidir. Bu tutum, her şeyin çözülebileceği, yeter ki inovasyonla ilerleyelim düşüncesiyle biçimlenir. Ferry, bu düşüncenin Silikon Vadisi’nden yayılan bir Orwellci totalitarizm potansiyeli taşıdığını savunur: Herkesin birbirine bağlı olduğu, verilerle denetlendiği ve “iyileştirildiği” bir dünyada bireysel özgürlük nasıl korunacaktır?
Transhümanist ütopyalar, bu bağlamda Gattaca benzeri bir dünyaya yol açabilir. Buradaki paradoks, bireysel özgürlüğü hedefleyen gelişmelerin sonunda kolektif bir normativiteye, hatta biyolojik düzeyde bir kontrol mekanizmasına yol açmasıdır.
Çözüm: Trajik Bilinç ve Politik Cesaret
Sonuçta Ferry, ne iyimserliğe ne kötümserliğe teslim olunması gerektiğini söyler. Onun yerine Max Weber’in trajik bilinç adını verdiği düşünme biçimini önerir: Gerçekliğin ikiliklerini ve çelişkilerini görebilme ve bu çelişkiler içinde hareket edebilme yeteneği.
Yani mesele umut ya da umutsuzluk değil, tarihsel eylemin antinomilerini anlama ve yönetme kapasitesidir. Bu anlayışla, ulusları aşan daha güçlü siyasi yapıların (örneğin AB) yasal düzenlemeleri hayata geçirme iradesi, Ferry’ye göre gerçek bir karşı ağırlık oluşturabilir.