Alvin Plantinga – Tanrı, Özgürlük ve Kötülük – Kitap Özeti

Alvin Plantinga mantık, epistemoloji, metafizik ve din felsefesi başta olmak üzere, felsefenin çeşitli alanlarına büyük katkılarda bulunmuş olan 21. yüzyılın en etkin analitik filozoflarından birisidir.

Kitap içerisinde okuyucu, Tanrı’nın varlığı ile kötülüklerin varlığının mantıksal olarak birbiriyle tutarsız olup olmayacağını, Özgür İrade Savunması olarak bilinen yaklaşımın detaylarını, Tanrı’nın her şeyi bilmesi ile insan özgürlüğünün birbiriyle bağdaşıp bağdaşmayacağını ve klasik teistik argümanların eleştirilerini Plantinga’nın perspektifinden bulabilir. 

GİRİŞ 

Büyük dinlerin çoğunun kalbinde Tanrı inancı yer alır. Elbette bu dinler (teistik) Tanrı tasavvurları konusunda, kendi aralarında farklılık gösterir.

Şimdi, Tanrı’ya iman etmek, Tanrı’nın var olduğuna ya da Tanrı diye bir şeyin var olduğuna inanmakla aynı şey değildir.

  • Tanrı’nın var olduğuna inanmak, basitçe belirli türden bir önermeyi kabul etmektir; ezelden beri var olan, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, kusursuz adil olan, dünyayı yaratan ve yarattıklarını seven, kişisel bir varlığın olduğunu doğrulayan bir önerme.
  • Tanrı ‘ya iman etmek ise; O’na güvenmek, O’nu kabul etmek, hayatını O’na adamak demektir.

Din felsefesinin önemli bir yönü, bu son inanç durumuyla; yani teistlerin ibadet edip güvendiklerini iddia ettikleri türden bir Tanrı’nın gerçekten var olduğu inancıyla ilgilidir. Ancak bu inanç evrensel olarak kabul görmemiştir. Birçoğu bunu reddetmiş, bazıları ise açıkça yanlış olduğunu ve kabul etmenin mantıksız olacağını savunmuştur. Bazı teologlar ve teist filozoflar ise cevap olarak Tanrı’nın varlığına dair başarılı argümanlar veya kanıtlar sunmaya çalışmıştır. Bu girişime doğal teoloji denir.

Doğal teolojinin tipik işlevi, dini inancın rasyonel olarak kabul edilebilir olduğunu göstermek olmuştur. Elbette diğer felsefeciler ise, teistik inançların yanlışlığını gösteren argümanlar sunar ve inancın açıkça irrasyonel veya mantıksız olduğu sonucuna varırlar. Bu girişimi doğal ateoloji olarak adlandırabiliriz. 

Burada doğal teoloji ve doğal ateolojinin argümanlarını incelemeye çalışacağız. Bu argümanlardan herhangi birinin başarılı olup olmadığını ve sonuca dair bir kanıt sağlayıp sağlamadığını soruşturacağız.

DOĞAL ATEOLOJİ

KÖTÜLÜK PROBLEMİ 

Doğal ateoloji olarak ifade ettiğim şeyle başlayalım: yani Tanrı’nın var olmadığını veya her halükarda O’nun var olduğuna inanmanın mantıksız veya irrasyonel olduğunu kanıtlama girişimi ile. En yaygın olarak kabul gören ve etkileyici kısmı, kötülük problemi denilen şeyle ilgilidir.

1. Soru: Tanrı Kötülüğe Neden izin Verir? 

Hume şu soruda ısrar eder: Tanrı, mükemmel bir şekilde iyiliksever ve aynı zamanda her şeye gücü yeten veya her şeye kadir ise, dünyada neden kötülükler vardır? O, neden buna izin veriyor? 

Belki de kötülük, bir şekilde iyiliğin varlığı için gereklidir. Hume’un sorusuna verilen böyle bir yanıta bazen teodise denir.

Teist, Tanrı’nın kötülüğe izin vermesi için bir nedeninin olduğuna inanır ancak bu nedeni bilemeyeceğimizi söyler. Ama bu neden, niçin onun inancının yanlış veya irrasyonel olduğu anlamına gelsin ki? 

2. Teist, Kendi Kendisiyle mi Çelişir? 

Mackie der ki: Dini inançlar rasyonel destekten yoksun değil, aksine onlar pozitif olarak irrasyoneldir ve tutarsızdır (çelişki içerir). Bunu ortaya koymak için de tanrının varlığını aşağıdaki argüman üzerinden inceler. Burada Mackie’nin argümanını incelersek:

  • Tanrı her şeye gücü yetendir.
  • Tanrı tamamen iyidir.
  • Kötülük vardır.

Mackie bu argümanın çelişkili olduğunu bu nedenle de tanrının varlığı argümanının irrasyonel olduğunu iddia eder. Bahsi geçen kümenin çelişkili olduğunu güvenle iddia eden birçok ateoloğun, bunun neden böyle olduğunu göstermek için hiçbir girişimde bulunmaması merak konusudur. Onlar genellikle burada bir çelişki olduğunu iddia etmekle yetinirler.

3. Burada Bir Tutarsızlık Olmadığını Gösterebilir miyiz? 

Bu küme ne açıkça ne de biçimsel olarak çelişkilidir. Buradaki iddia, muhtemelen örtük bir çelişki olduğu yönündedir. En geniş anlamıyla Augustinus, Tanrı’nın kötülüğe izin vererek daha iyi, daha mükemmel bir evren yaratabileceğini ve O’nun bunu reddetmemesinin yapabileceklerinin en iyisi olduğunu iddia eder.

Bunu açarsak: Tanrı, kötülüğe izin vererek daha mükemmel bir evren yaratabilir ve gerçekten birinci sınıf bir evren; özgür, rasyonel ve ahlaki faillerin varlığını gerektirir. Ancak yarattığı özgür faillerden bazıları yanlışa yönelse bile, içerisindeki özgür failler ve işledikleri kötülükler ile evren ne özgür faillerin olmadığı ne de bu kötülüğün barınmadığı evrenden daha iyidir.

Augustinus’un teodise türü, Özgür İrade Teodisesi olarak adlandırılabilir. Buradaki amaç, Tanrı’nın nedenlerinin ne olduğunu değil, en fazla nedenlerinin ne olabileceğini söylemektir.

Özgür irade Savunması: Tanrı’nın kötülüğe izin vermeden gerçekleştiremeyeceği çok farklı bir iyiliğin olabileceğini gösterme çabası olarak görülebilir. Burada önemli olan şey, bir eyleme ilişkin olarak özgür olma fikridir. Bir kimse, belirli bir fiilde özgür ise, o fiili yapmakta veya yapmamakta özgürdür. Eylemi gerçekleştireceğini veya yapamayacağını önceden belirleyen hiçbir koşul ve/veya nedensel ilke yoktur.

Bu şekilde tasarlanan özgürlük, tahmin edilemezlik ile karıştırılmamalıdır. Başka bir şey yapmakta özgür olsanız bile, belirli bir durumda ne yapacağınızı tahmin edebilirsiniz. Bu durum, bahsi geçen eylemle ilgili olarak özgür olmadığınız anlamını taşımaz. 

Ahlaki kötülük ile doğal kötülük arasında bir ayrım yapalım. Ahlaki kötülük, özgür insan faaliyetlerinden kaynaklanan kötülükken; doğal kötülük başka herhangi bir kötülüktür. Bu tanımlar ve ayrımlar göz önüne alındığında, Özgür İrade Savunmasının ön açıklamasını şu şekilde yapabiliriz: Önemli ölçüde özgür (ve kötü eylemlerden daha fazla iyiliği özgürce gerçekleştiren) varlıkları içeren bir dünya, hiçbir şekilde özgür varlıkları içermeyen bir dünyadan daha değerlidir. Şimdi, Tanrı özgür varlıklar yaratabilir, ancak onların sadece doğru olanı yapmalarına neden olamaz veya onları belirleyemez. Çünkü eğer bunu yaparsa, o halde onlar önemli ölçüde özgür sayılmazlar ve doğru olanı özgürce yapamazlar.

Ne yazık ki Tanrı’nın yarattığı bazı özgür varlıkların, özgürlüklerini kullanırken hata yaptıkları ortaya çıkmış ve ahlaki kötülüğün kaynağı da bu olmuştur. Nitekim O, ahlaki kötülüğün ortaya çıkmasını, ancak ahlaki iyiliğin olasılığını ortadan kaldırarak önleyebilirdi.

Özgür İrade Savunmasının özü, Tanrı’nın ahlaki iyiliği (veya bu dünyanın içerdiği kadar ahlaki iyiliği) içeren bir evreni, aynı zamanda ahlaki kötülüğü de içeren bir evren yaratmadan yaratamayacağı iddiasıdır.

O her şeye kadir ise, gücünün tek sınırlaması mantıksal sınırlamalardır ve bu durumda O’nun yaratamayacağı mümkün dünyalar yoktur. 

Bu zekice ve önemli bir noktadır. Büyük Alman filozofu G. W. Leibniz’in dediği gibi, bu dünya, yani aktüel dünya, bütün mümkün dünyaların en iyisi olmalıdır. Onun gerekçesi şu şekildedir: Tanrı, herhangi bir şeyi yaratmadan önce, muazzam bir seçim yelpazesiyle karşı karşıya kalır ve sayısız farklı mümkün dünyalardan herhangi birini yaratabilir veya aktüalize edebilir. Nitekim Tanrı, mükemmel iyi olduğu için, yapabileceği en iyi dünyayı yaratmış olmayı seçmiş ve her şeye gücü yeten olduğu içinde, istediği herhangi bir mümkün dünyayı yaratmaya muktedir olmalıdır.

Mackie’ye göre mevcut dünyanın mümkün dünyaların en iyisi olmadığı yeterince açıktır. 

4. İstediği Bir Mümkün Dünyayı Yaratmak, Tanrı’nın Gücü Dahilinde midir? 

Makul bir ilk soru şu şekildedir: Mümkün bir dünya nasıl bir şeydir? Bu soruyu ele almadan önce, kesin bir şekilde konuşmamız gerekirse, Tanrı’nın herhangi bir mümkün dünya veya olay durumunu yaratmadığını belirtmemiz gerekir. Onun yarattığı şeyler gökler, yer ve bunların içindekiler olmakla beraber O, herhangi bir durumu yaratmamıştır.

Tanrı’nın var olduğu ve Tanrı’nın var olmadığı şeklindeki iki önermede olduğu gibi. Bu noktada teist, ilk durumun aktüel ve ilk önermenin doğru olduğuna; ateist ise ikinci durumun aktüel ve ikinci önermenin doğru olduğuna inanır. Elbette sadece biri doğru olsa bile, her iki önerme de mevcut olabileceği gibi, benzer şekilde iki durumdan sadece birisi aktüeldir. Yani her iki durum da mevcuttur, ancak yalnızca birisi elde edilebilir. Ayrıca Tanrı, bunların her ikisini de yaratmamıştır. Çünkü ikisinin de var olmadığı bir zaman yoktur. O, yeryüzünün varlığından ibaret olan durumları da yaratmamıştır. Nitekim dünyanın var olmadığı bir zaman vardır, ancak dünyanın varlığından dolayı oluşan durumların mevcut olmadığı bir zaman yoktur. Gerçekten de Tanrı, herhangi bir durumu meydana getirmemiştir. O’nun yaptığı şey, belirli türden eylemleri gerçekleştirmek ve bazı durumların aktüalitesine yol açmaktır.

Bunları aklımızda tutarak, en nihayetinde sorumuza geri dönebiliriz. Ateolog, eğer Tanrı her şeye gücü yeten ise, O’nun dilediği herhangi bir mümkün dünyayı aktüalize edebileceğini veya yaratabileceğini düşünmekte haklı mıdır? Açıkçası değildir.

Hatırlanacağı üzere Özgür irade Savunucusu, ahlaki kötülüğü içeren bir dünya yaratmadan ahlaki iyiliği içeren bir dünyayı yaratmanın Tanrı’nın gücü dahilinde olmadığı ihtimalinde ısrarcıydı. Onun ateolojik rakibi (örneğin Mackie) ise, eğer Tanrı’nın her şeye gücü yettiği konusunda ısrar ediliyorsa, yani Leibniz ile aynı fikirdelerse, o halde Tanrı’nın dilediği herhangi bir mümkün dünyayı yaratabileceği fikrini ileri sürüyordu. Şimdi, buradaki çekişmede  (buna ‘Leibniz Yanılgısı‘ diyelim) bir yanlışlık olduğunu görüyoruz.

Onun öncüllerinden biri (Tanrı her şeye gücü yeten olsaydı, dilediği herhangi bir dünyayı aktüalize edebilirdi) yanlıştır. Özgür irade Savunması aşağıdakinin mümkün olduğunu iddia eder:

  • Tanrı, her şeye gücü yetendir ve ahlaki iyiliği içeren ama ahlaki kötülüğü barındırmayan bir dünyayı yaratmak O’nun gücü dahilinde değildir. 

6. Özgür irade Savunması’nın Doğruluğunu Kanıtlamak 

Özgür irade Savunucusunun hedefinin şunu göstermek olduğunu söylemiştik:

  • Tanrı her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve tamamen iyidir. 
  • ilk önerme ile tutarlı: Kötülük vardır
  • Ve Ahlaki iyiliği içeren ama ahlaki kötülüğü barındırmayan bir dünyayı yaratmak Tanrı’nın gücü dahilinde değildir.

Tanrı’nın Varlığı ile Dünyada Bulunan Ahlaki Kötülük Miktarı Birlikte Uyumlu mudur? 

Şimdiye kadar gösterdiğimiz şey, Tanrı’nın varlığının bazı ahlaki kötülüklerle uyumlu olduğu şeklindeydi.

7. Tanrı’nın Varlığı ve Doğal Kötülükler Birbiriyle Uyumlu mudur? 

Kötülüğün çoğunu Şeytan’a veya Şeytan benzeri bir şeye ya da onun taraftarlarına bağlayan ve Augustinus der ki: Mevcut doğal kötülükler, insan olmayan ruhların özgür eylemlerinden kaynaklanmaktadır. 

Augustinus doğal kötülüğün (Tanrı’nın cezalandırılmalarına atfedilebilecekler dışında), özgür ve rasyonel olan ancak insan olmayan varlıkların faaliyetlerine atfedilmesi gerektiğine inanır. Özgür irade Savunucusu elbette bunun doğru olduğunu değil, sadece mümkün olduğunu iddia eder (ve tutarlıdır).

Özgür irade Savunmasının başarılı olması için bunun doğru olması değil, sadece ana argümanlar ile uyumlu olmasını gerektirir ve bu açıdan kesinlikle öyle görünür.

Doğal kötülüğü açıklamak için insan olmayan özgür faillerin var demiyoruz ama aleyhine kanıtın olup olmadığını soruşturmaya çalışıyoruz. Ve aleyhine kanıtımız olduğunu ve özellikle bunun kötülüğün varlığı (gerçekte bulunan kötülüğün miktarı ve çeşitliliği) aleyhine kanıt olabileceğini düşünmüyorum.

Kanaatime göre sonuç olarak kötülükten gelen iyi bir ateolojik argüman yoktur. Tanrı’nın varlığı, kötülüğün varlığı tarafından ne engellenmiş ne de olanaksız kılınmıştır. Elbette acı ve talihsizlik, yine de teist için bir problem teşkil edebilir ancak buradaki problem onların inançlarının mantıksal veya olası olması arasındaki bir uyumsuzluk değildir. Teist, kötülükte dini bir problem bulabilir ve kendi acısının ya da ona yakın birisinin yanında durarak Tanrı’ya karşı doğru tutum olarak kabul ettiği şeyi sürdürmekte zorlanabilir.

Ancak Özgür irade Savunması, Tanrı’nın varlığının, kötülüğün varlığıyla hem mantıksal hem de olasılık dahilinde uyumlu olduğunu gösterir ve böylece ana felsefi kötülük problemini çözmüş olur

DİĞER ATEOLOJİK ARGÜMANLAR 

Doğrulamacılık, diğer bir ateolojik yaklaşımdır. Bu, bir ifadenin ancak ampirik olarak doğrulanabiliyorsa kelimenin tam anlamıyla anlamlı olduğu iddiasıdır; yani kabaca söylersek ancak doğruluk değeri doğa bilimlerinin yöntemleriyle belirlenebilirse anlamlıdır. Tanrı hakkındaki ifadeler bu koşulu karşılamadığından (iddia böyledir), onlar tamamen anlamsızdır.

Birinci olarak aynı itirazı bilimsel ve sağduyu ifadeleri söz konusu olduğunda yapmayıp sözde doğrulanabilirlik kriterini teolojik ve metafizik ifadeleri dışlayacak şekilde ifade etmek imkansız görünür. ikinci olarak ise, bir teistin veya doğrulanabilirlik kriteri tarafından reddedilen inançlara sahip olan herhangi birinin, bu kriteri kabul etmek için en ufak bir zorunluluk hissetmesi için hiçbir neden yoktur. Bu sebeple, bu türden bir ateolojik itiraza daha fazla değinmeyeceğim. 

Tartışmak istediğim son argüman, belki de bir açıdan ateolojik bir itirazdır. Bu, Tanrı’nın her şeyi bilmesinin insan özgürlüğüyle bağdaşmadığı iddiasıdır. Çünkü Tanrı’nın her şeyi bilen olduğu fikri, herhangi bir zamanda Tanrı’nın sadece ne olup bittiğini değil, aynı zamanda ne olacağını da bildiğini ima eder; yani geçmişi olduğu kadar geleceği de biliyordur. İlahi her şeyi bilmenin yanlış anlaşıldığını düşünüyorum; bu yüzden insan özgürlüğüyle bağdaşmadığı iddiası, bir tür karmaşıklığa dayanıyor gibi görünür.

Elbette dikkate almadığımız argümanlar vardır ama şimdiye kadar elde edilen sonuç, doğal ateolojinin hiçbir işe yaramadığıdır. 

DOĞAL TEOLOJİ 

Doğal ateolojinin bir fiyasko olduğunu ortaya koyduktan sonra şimdi onun tersi olan doğal teolojiyi inceleyelim. Birçok filozof tanrının varlığını kanıtlayıcı iddia da bulunan argümanlar ortaya koymuşlardır.

lmmanuel Kant’a göre Tanrı’nın varlığı için temelde üç farklı argüman türü vardır: kozmolojik, teleolojik ve ontolojik argüman. Bu sınıflandırma tam olarak yeterli olmasa da ilk bakış için işlevseldir. Şimdi bu 3 argümanı inceleyeceğiz.

KOZMOLOJİK ARGÜMAN 

Bu argümanı özetlersek:

  • Mevcut durumda olumsal varlıklar (“olması ve olmaması mümkün olan şeyler”) vardır. 
  • Var olmaya başlayan her şey, zaten var olan başka bir şey tarafından var olmaya başlar.
  • Bu nedenle herhangi bir zamanda hiçbir şey olmasaydı, daha sonra da hiçbir şey olamayacaktı.
  • Dolayısıyla tüm varlıklar olumsal değildir ve en az bir zorunlu varlık vardır.
  • Her zorunlu varlığın zorunluluğu ya bir başkasından kaynaklanır ya da zorunluluğu kendi içindedir.
  • Her birisinin zorunluluğu bir başkasının nedeni olduğu sonsuz bir zorunlu varlıklar dizisi olamaz.
  • Dolayısıyla kendi zorunluluğu olan zorunlu bir varlık vardır ve tüm insanlar bundan Tanrı olarak bahseder.

Summa Theologica’da Aquinas, kendi içerisinde zorunlu bir varlığın Tanrı olması gerektiğini düşünmemiz için bir gerekçe sunmaya çalışır. Ancak bu girişim, hiçbir şekilde tam anlamıyla başarılı değildir. 

Her şeyin var olmadığı bir zaman varsa, bu sebeple her şeyin o anda var olmadığı bir zamanın var olduğu çıkarımını tam olarak yapamayız.

TELEOLOJİK ARGÜMAN 

Teleolojik argümanın klasik bir versiyonu 18. yüzyılın önde gelen filozoflarından olan William Paley tarafından öne sürülmektedir: 

Teist, Tanrı’nın var olduğuna inanırken, mantıksal olarak bununla bağlantılı eşdeğer bir önermeye de inanır ve bağlantılar arasında en azından aşağıdakileri de bulması gerekir:

  • Evren tasarlanmıştır. (1)
  • Evren, tam olarak bir kişi tarafından tasarlanmıştır. (2)
  • Evren, ex nihilo [yoktan yaratma] olarak yaratılmıştır.
  • Evren, onu tasarlayan kişi tarafından yaratılmıştır.
  • Evrenin yaratıcısı, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve mükemmel şekilde iyi bir varlıktır.
  • Evrenin yaratıcısı, bedeni olmayan, hiçbir şekilde fiziksel nesnelere bağlı olmayan ebedi bir ruhtur. (6)

Şimdi buradaki itirazı ifade edebiliriz. Belki de teleolojik argüman bize (1) için bir miktar kanıt sağlasa da (2) ile (6) arasında pek bir şey söylemez.

Hume bu argümana detaylı eleştirilerini Doğal Din Üzerine Diyaloglar kitabında net bir şekilde ortaya koyar (mükemmel tasarının bir zanaatkara ihtiyaç duyması zorunlu değildir vs). Bu eleştirilerin çoğu doğru görünmekle beraber, bana öyle geliyor ki: kozmolojik argüman da başarısızdır.

ONTOLOJİK ARGÜMAN 

Bu argüman ilk olarak 11. yüzyılda Canterburyli Anselmus tarafından formüle edilmiştir. İlk bakışta Anselmus’un argümanı, tamamen rahatsız edici olmasa da dikkate değer ölçüde inandırıcı değildir. 

Peki, bu argümanın çekiciliğinin nedeni nedir? Bana öyle geliyor ki dini önemi hafife alınsa bile:

  • İlk olarak, felsefedeki en karmaşık ve zor problemlerin çoğu bu argümanda buluşur.
  • ikincisi ise, argüman ilk bakışta kesinlikle sağlam olmaması gerekiyormuş gibi görünse de tam olarak neyin yanlış olduğunu söylemek son derece zordur.

Eğer ‘Tanrı’ terimini ‘kendisinden daha büyüğü tasavvur edilemeyen bir varlık‘ ifadesinin kısaltması olarak kullanırsak, argüman yaklaşık olarak şu şekilde ilerler:

  • (1) Tanrı zihinde mevcuttur, ama gerçekte yoktur. 
  • (2) Gerçekte varoluş, yalnızca zihindeki varoluştan daha büyüktür (öncül). 
  • (3) Tanrı’nın gerçekte varlığı tasavvur edilebilir (öncül). 
  • (4) Tanrı, gerçekte var olsaydı, O olduğundan daha büyük olurdu. ((1) ve (2) ‘den) 
  • (5) Tanrı’dan daha büyük bir varlığın var olduğu tasavvur edilebilir. [(3) ve (4)) 
  • (6) Daha büyüğünün tasavvur edilemediği bir varlığın var olduğu tasavvur edilebilir. ((5) tanım olarak ‘Tanrı’] 

(6) saçmadır ve kendi içerisinde tutarsızdır. Nitekim kendisinden daha büyüğünün tasavvur edilemediği bir varlıktan daha büyük bir varlığı nasıl tasavvur edebiliriz? Dolayısıyla şu sonucu çıkartabiliriz: 

  • (7) Tanrı’nın zihinde var olduğu ancak gerçekte var olmadığı yanlıştır. 

Şimdi bu argümanlara itirazları inceleyelim:

1. Gaunilo’nun itirazı 

Gaunilo, her türden saçma şeylerin varlığını kanıtlamak için benzer argümanlar bulunabileceğini göstererek, ontolojik argümanı gözden düşürmeye çalışan birçok kişinin öncüsüdür; mümkün olan en büyük ada, mümkün olan en yüksek dağ, mümkün olan en büyük savunma oyuncusu, mümkün olan en kötü adam vb. Ama Anselmus’un buna yanıtı yok değildir.

Anselmus, Gaunilo’nun kendisini yanlış alıntıladığına dikkat çekmeye çalışır. Söz konusu olan şey, gerçekte diğerlerinden daha büyük bir varlık değil, daha büyüğü tasavvur edilemeyen bir varlıktır; kendisinden daha büyüğünün var olması mümkün olmayan bir varlık.

Bu noktada Anselmus’un argümanında zayıf bir nokta olabileceğini not edelim ve kaldığımız yerden devam edelim. 

3. Kant’ın itirazı 

Anselmus’un argümanının karakteristik bir özelliği, görüldüğü gibi eğer başarılıysa, Tanrı’nın varlığının zorunlu bir önerme olduğunu ortaya koymasından ileri gelir. Burada Kant, görünüşe göre hiçbir varoluşsal önermenin (bir şeyin ya da başka bir şeyin varlığını ileri süren) zorunlu olarak doğru olmadığını savunur.

Kant’ın ontolojik argümana dair itirazının özü, aşağıdaki pasajda yer almaktadır: Varlık açıkça gerçek bir yüklem değildir. Yani bir şeyin kavramına eklenebilecek bir kavram değildir. “Tanrı her şeye kadirdir. ” önermesi; Tanrı kavramına yeni bir yüklem eklemez ancak onu, yalnızca benim kavramımla ilişki içerisine giren bir nesne olarak varsayar.

O halde Kant’ın demek istediği şey şudur:  Varoluş, açıklanan anlamda gerçek bir nitelik veya yüklem olmadığı için, şeyleri var olarak tanımlayamaz. Ama bu esasta konuyla ilişkisizi bir itirazdır.

5. Argümanı Yeniden ifade Emek 

Görünüşe bakılırsa Anselmus, varoluşun büyük kılan bir niteliğinin olabileceğini önermek ister.

Peki Kendisinden daha büyüğünün mümkün olmadığı bir varlıktan daha büyük bir varlığı nasıl düşünebiliriz? Başlangıç olarak argüman, oldukça zorlayıcı görünüyor. Mümkün bir varlık, şu veya bu dünyada var olan bir şeydir. Bu nedenle argümanı tamamlayabilmemiz için, belki de Tanrı’nın mümkün bir varlık olduğu tasdikini eklememiz gerekir. 

  • Maksimum büyüklüğe sahip bir varlığın var olması mümkündür. 
  • O halde bazı dünyalarda maksimum bir büyüklüğe sahip olması mümkün olan bir varlık vardır. 
  • Bir varlık, ancak ve ancak her dünyada maksimum mükemmelliğe sahipse, belirli bir dünyada maksimum büyüklüğe sahiptir. 
  • Bir varlık, ancak ve ancak o dünyada her şeyi bilme, her şeye gücü yeten olma ve ahlaki mükemmellik niteliklerine sahipse, belirli bir dünyada maksimum mükemmelliğe sahiptir. 

Dolayısıyla artık, zorunlu varoluşun bir mükemmellik olduğu varsayımına ihtiyacımız yoktur. Çünkü belirli bir dünyada bir varlık, o dünyada var olmadığı sürece, her şeye gücü yeten (veya bu konuda her şeyi bilen veya ahlaki olarak mükemmel) olamaz.

Bu doğrultuda (mümkün dünyalardan biri olan) aktüel dünyada, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve ahlaki olarak mükemmel bir varlığın var olmaması imkansızdır ve dolayısıyla her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve ahlaki olarak mükemmel olan ve mümkün olan her dünyada var olan ve bu özelliklere sahip olan bir varlık gerçekten vardır.

Bunlar, gerçekte var olmayan yalnızca mümkün varlıkların var olup olmadığını kendi kendimize sorduğumuzda ortaya çıkan bazı sorulardır ve üzerinde durmakta olduğumuz ontolojik argümanın bu versiyonu, sadece böyle şeylerin var olduğu varsayımından yola çıkarak mantıklı görünür

Hatırlarsanız bu mümkün varlık, aktüel dünyada var olmaması gereken Tanrı’nın kendisidir.

Bana öyle geliyor ki böyle şeylerin (mümkün olan ama gerçekte var olmayan) var olduğu varsayımının ya anlaşılmaz ya da zorunlu olarak yanlış olduğunu düşünmeye meyLedebiliriz. Fakat bu, ontolojik argümanın mevcut versiyonunun reddedilmesi gerektiği anlamına gelmez.

Fakat açık bir şekilde bu bir kanıt niteliği taşımaz. Çünkü zaten sonucu kabul etmeyen hiç kimse, ilk öncülü de kabul etmeyecektir. İncelediğimiz ontolojik argüman elbette böyle bir şey değildir. Ancak bu öncülü kabul etmede akla aykırı veya mantıksız hiçbir şeyin olmadığı açıktır. Bu sebeple bu argüman için iddia ettiğim şey, onun teizmin gerçekliğini değil, rasyonel olarak kabul edilebilirliğini ortaya koyduğudur. Dolayısıyla bu argüman doğal teoloji geleneğinin gerçek amaçlarından en az birisini gerçekleştirmiş olur.

Tanrı’nın varlığına dair herhangi bir argüman, Tanrı’nın varlığını kesin kanıtlamasa da tutarlı ve sağlam olabilir.