Aşkın Metafiziği – Arthur Schopenhauer – Kitap Özeti

Rochefoucauld, hakkında konuştuğumuz ama hiç görmediğimiz bir şey olduğu için aşkın bir hayalete benzetilebileceğini söyler. Lichtenberg onun gerçekliğini ve doğallığını tartışır ve reddeder – ama her ikisi de yanlıştır. Çünkü insan doğasına yabancı ve aykırı olsaydı, başka bir deyişle sadece hayali bir şey olsaydı, tüm çağların şairleri tarafından bu kadar gayretle tasvir edilmez ya da insanlık tarafından değişmeyen bir ilgiyle kabul edilmezdi; çünkü sanatsal olarak güzel olan hiçbir şey gerçek olmadan var olamaz.

Her tür aşk, ne kadar ruhani görünürse görünsün, tamamen cinsel içgüdüden kaynaklanır; sadece daha kesin, özelleşmiş ve belki de, kesin konuşmak gerekirse, daha bireyselleşmiş bir biçimde tezahür eder.

Aşk insanlığın genç kesiminin kapasitelerinin yarısını sürekli olarak işgal ettiği ve neredeyse her insan çabasının nihai hedefi olduğu; en önemli işleri olumsuz etkilediği; en ciddi uğraşları saat başı rahatsız ettiği; bazen en büyük zekaları bile bir süreliğine raydan çıkardığı düşünülürse, tüm güdülerin en güçlüsü ve en aktifi olarak kendini gösterir. Aşk motifi içermeyen bir dramı ilginç kılmanın zor olmasının nedeni budur; öte yandan, aşk kavramı sürekli kullanılmasına rağmen konu asla tükenmez.

Temel olarak aşk, bir sonraki neslin kurulmasından başka bir şeyi belirlemez. Aşık olan her erkeğin amacı, hayranlığı ne kadar nesnel ve yüce görünürse görünsün, belirli bir doğaya sahip bir varlık meydana getirmektir ve bunun böyle olduğu, esas olanın karşılıklı sevgi değil sahiplenme olduğu gerçeğiyle doğrulanır. Doğa, amaçlarını gerçekleştirmek için bu hilelere ihtiyaç duyar.

İki sevgilinin birbirlerine karşı büyüyen sevgisi, gerçekte ebeveynleri olacakları yeni varlığın yaşama isteğidir; gerçekten de, özlem dolu bakışlarının buluşmasında yeni bir varlığın yaşamı tutuşur. Bu birey babanın iradesini ve karakterini, annenin aklını ve her ikisinin yapısını miras alacaktır.

Gerçek, tutkulu aşk çok nadirdir. Fakat, hepimizin içinde gerçek tutkulu aşk olasılığı ve kapasitesi olduğu için; şiirlerdeki aşk tariflerini anlarız.

Bir erkeğin güzel bir kadın gördüğünde kapıldığı ve onunla birleşmenin en büyük mutluluk olacağını hayal etmesine neden olan coşku, basitçe türsel bir duygudur. Bir erkeği güzel bir kadını seçmeye iten, türün en iyisini hedefleyen içgüdüdür; oysa erkeğin kendisi bunu yaparak yalnızca kendi zevkini artırmaya çalıştığını hayal eder. Kuşkusuz bunların hepsi, egoist bir amaç maskesi altında insanın türüne hizmetini gizleyen bir yanılsama tarafından kontrol edilmektedir.

İlk olarak, aşık bir erkek doğası gereği tutarsız olmaya meyillidir, oysa bir kadın sabittir. Bir erkeğin aşkı bir süre sonra belirgin bir şekilde azalır. Neredeyse her onun olmayan kadın onu sahip olduğu kadından daha fazla cezbeder. Erkek değişim için can atar. Öte yandan bir kadının aşkı ise karşılık bulduğu andan itibaren artar. Bunun nedeni, doğanın türün korunmasını ve dolayısıyla mümkün olduğunca büyük bir artışı hedeflemesidir.

Sonuç olarak bir erkek her zaman başka kadınları arzularken, bir kadın her zaman bir erkeğe bağlanır; çünkü doğa onu sezgisel ve bilinçsiz olarak gelecekteki yavruların destekçisi ve koruyucusu olmaya zorlar. Bu nedenle evlilik sadakati erkek için yapay, kadın içinse doğaldır.

Erkeklerin güzellik tercihini ve algısını etkileyen hususlar yaş, sağlık ve beden yapısıdır. Son husus ise güzel bir yüzdür. Genel olarak kadınlar da güzelliğe, yani yüz güzelliğine çok az önem verirler; çocuğa güzellik kazandırmayı yalnızca kendilerine görev edinmiş gibidirler. Kadınları cezbeden esas olarak bir erkeğin gücü ve bununla birlikte gelen cesaretidir, çünkü bunların her ikisi de sağlam çocuklar ve aynı zamanda onlar için cesur bir koruyucu vaat eder. Öte yandan bir kadın evrensel olarak bir erkeğin kalbinin ya da karakterinin niteliklerinden etkilenir, bunların her ikisi de babasından miras alınır.

Her insan kendisinde eksik olan şeyleri sever. Gerçekten tutkulu bir duygunun var olabilmesi için, kimyadan bir metaforla: iki kişi, asit ve alkalinin nötr bir tuza dönüşmesi gibi birbirlerini nötralize etmelidir.
Bahsettiğimiz bu nötralizasyon için: Erkeğin erkekliğinin derecesi ile kadının kadınlığının derecesi tam olarak karşılık gelmelidir. Dolayısıyla en erkeksi erkek en kadınsı kadını arzulayacaktır ve bunun tersi de geçerlidir ve böylece her biri cinsiyet derecesi olarak kendisine tam olarak karşılık gelen bireyi isteyecektir.

Doğal akışta tüm bunların bilincinde değilizdir. Aksine, her insan kendi seçimini kendi zevki için yaptığını hayal eder halbuki bu tercih genel türün çıkarına yapılır. Bu durumda birey bilinçsizce daha yüksek bir şeyin, yani türün çıkarına yönelik hareket eder. Başka bir deyişle, bütün süreç gelecekteki bireyin (potansiyel çocuğun) varolma arzusudur. Bu arzu fenomenal dünyada kendini gelecekteki ebeveynlerin birbirlerine olan yoğun sevgisi olarak tezahür ettirir.

Aşk çok güçlü bir olgudur; bir erkeği, gerçekte onu diğerlerinden daha fazla tatmin etmeyecek olan bir kadını elde etmek için dünyada sahip olduğu her şeyi feda etmeye teşvik eder. Buradaki tüm oyunu kurgulayan ise yalnızca insan türün ruhudur (spirit of the species).

Aşk çoğu zaman yalnızca dış koşullara değil, bireyin kendisine de ters düşer. Türün iradesi bireyin iradesinden çok daha güçlü olduğundan; aşık karşısındakinin kusurlarını görmez, yapılan uyarıları görmezden gelir, her şeyi yok sayar ve kendini sonsuza dek tutkusunun nesnesine bağlar. Bu nedenle eskiler Amor’u (aşkı) kör olarak tasvir etmişlerdir.

Türün dehası, bireylerin dehasıyla sürekli savaş halindedir; onun takipçisi ve düşmanıdır. Bunun nedeni, varlığımızın tohumunun içinde yattığı türün, üzerimizde bireyden daha yakın ve öncelikli bir iddiaya sahip olmasıdır. Yani türün devamı bireyin devamından daha önemlidir. Bunun bilincinde olan eskiler türün dehasını, çocuk formunda olmasına rağmen, düşman ve zalim bir tanrı olan Cupid’de kişileştirmişlerdir.

Aşkın bir anlamda yanılsama olmasının nedeni: türün amacına ulaşıldığında kendisinin yok olmasındandır. Türün ruhu, başta bireyi ele geçirmiş olsa da, sonrasında onu tekrar serbest bırakır. Ruh tarafından terk edilen birey, başlangıçtaki yoksunluk durumuna geri döner; (sözde) kendi zevki için yaptığı tüm yüce, kahramanca ve sonsuz girişimlerden sonra çok az şey elde ettiğini görünce şaşırır; ve beklentisinin aksine, eskisinden daha mutlu olmadığını görür.

Aşk metafiziğim aşık olanları ne kadar rahatsız ederse etsin, ortaya koyduğum temel gerçek umarım insanları akılları ile düşünüp tutkularının üstesinden gelmelerini sağlar. Çünkü aşk için evlenen insanlar genellikle mutsuzdur, çünkü aslında evliliğin amacı kendilerinin değil gelecek neslin mutluluğunu ve refahını sağlamaktır.

Bir insanın cinsellik içgüdüsünü tatmin etmek için yaptığı ve sayısız aşamadan geçerek tutkulu bir aşka dönüşen seçiminin, özünde türün geleceğini inşa etmeye dayandığını gördük. O halde nihai yaşama iradesi budur – yani türün devamlılığını bu kadar yoğun bir şekilde arzulayan ve dolayısıyla bireyler ölse de zarar görmeden ve etkilenmeden kalan şey tam da budur.