Salt yapıya veya salt bireye vurgu yapan yaklaşımları eleştiren Bourdieu epistemolojik konumunu yapısalcı inşacılık ya da inşacı yapısalcılık olarak belirler.
Düşünümsellik (Reflexivity)
Bourdieu sosyolojisi; rasyonel eylem kuramına karşı aktörlerin içkin bir pratik mantığa, sezgiye göre hareket ettiklerini savunan, bu bakımdan da toplumsal dünyada beden ile pratiklerin mantığına önem veren bir sosyoloji olarak bilinmektedir.
Bourdieu’ye göre düşünümsellik, bireysel olandaki toplumsalı, mahremin altında gizlenen kişisel-olmayanı, özeldeki evrenseli keşfettirerek entelektüeli yanılsamadan kurtarabilir. Bu kavram yapı ve birey arasındaki diyalektik sürece odaklanır ve bu odaklanma sürecinde araştırmacının kendisine de incelenen olayın/olgunun bir parçasıymış gibi bakmasını öğütler. Düşünümsel (reflexive) neden ve sonuç arasında iki yönlü dönüşlü dairesel ilişkileri ifade eder.
OYUN METAFORU
Özetlemek gerekirse alan oyunun (ya da sosyolojik anlamda mücadelenin) sürdüğü yerdir. Bireyler ellerinde bulundurdukları sermaye, sorgulamadan kabul ettikleri kurallar (doxa) ve oyunun sonunda elde edeceklerine inandıkları çıkarlar (illusio) doğrultusunda kendilerini sonuca götürecek bazı yollara zaman içerisinde aşina olmaya başlarlar. Bu yollar karşılaşılan durumlar neticesinde bireylerin ortak bir yatkınlıklar bütünü oluşturmasına yol açar. Bourdieu, bu yatkınlıklar bütününe habitus adını verir.
Habitus; bilinçlilik gerektirmeyen bir bilme biçiminin, planlı olmayan bir niyetliliğin/yönelmişliğin, kişinin açıkça ifade etmeden de geleceğe yönelmesini mümkün kılan dünyadaki düzenliliklere pratik hâkimiyetin bir ilkesidir. Alan habitusu yapılandırma eğilimindeyken habitus da alana dair algıyı yapılandırma eğilimindedir.
Her alanda sınır, o alanın kendi mantığına göre belirlenir. Bu sınırlar genelde başkalarını dışlama üzerine kurulur ve yazılı belgeler ya da yasalarla belirlenmemiş soyut bir aidiyet tanımı dayatırlar. Her alan, mücadele hâlindeki bireylerin nihai sınırlara ulaşmak için çaba harcadığı ancak tam da bu yüzden sürekli hareketli sınırlara sahip olan (yani mücadelenin hiç bitmediği) bir oyun mekanı oluşturur
Bir alanın oluşumu ise 3 aşamada gerçekleşir:
- özerkliğin kazanılması (yani içinde bulunulan alanın yapısına direniş gösterilmesi)
- ikici yapının ortaya çıkması (yani iki cepheli bir çatışmanın doğması)
- simgesel sermayenin oluşması evreleridir.
Nitelikleri ve içerikleri değişse de tüm alanlarda konum almalar benzerdir. Yani ezen ve ezilen, koruma ya da yıkma mücadelesi, yeniden üretim mekanizmaları vb. durumlar her alanda görülen (içerik açısından farklı) benzerliklerdir. Buradan da anlaşılacağı üzere alanla ilgili evrensel olan şey; mücadeledir.
Habitus
Habitus; eylemi yapan kişinin çok da hesaplamadan yaptığı ve özünde toplum tarafından kabul görmek için pratiğe döktüğü bir gerçekliktir. Hesaplamadan yapmaktan kasıt, bireyin toplumca kendisinden beklenenin dışında bir şey yapmama eğiliminde olmasıdır. Genel yapısını koruyan bir “yatkınlıklar bütünüdür”. Habitus’un en önemli işlevi ise oyunu hissetme duygusunu aşılamasıdır.
Sermaye
Bourdieu ekonomik faktörlere öncelik veren Marksist analizi eleştirir. Kendisi hâkimiyet çabası sırasında elde edilmeye çalışılan sermaye tiplerini (i) ekonomik, (ii) toplumsal (ya da sosyal), (iii) kültürel ve (iv) simgesel sermaye olarak tanımlar.
Bu dört sermaye formunun her biri yalnızca temel sürekliliğin sağlanmasını değil aynı zamanda birbirini dönüştürme özelliğine de sahiptir. Bourdieu’ye göre, orta sınıf mensupları çocuklarına aktardıkları kültürel sermayeyle içinde bulundukları konumu (ve dolayısıyla sistemi) yeniden üretirler. Burada eklenmesi gereken önemli bir ayrıntı, hangi tür sermaye olursa olsun büyük bir sermayeye sahip olmanın her zaman için birçok ayrıcalık kazandırdığıdır.
Bir alandaki dinamizmin temelini de, o alanda hâkim olan özgül sermayeye (ya da konumlara) sahip olma mücadelesi oluşturur.
Bu noktada simgesel şiddet kavramı önem taşır. İktidar, yeniden üretimini -yani var olan düzenin devamını- sağlamak için, fiziksel şiddet içermeyen bir baskı unsuru kullanır. Simgesel şiddet: egemenlik ve boyun eğme ilişkilerinin sevgi ilişkilerine, iktidarın karizmaya ya da duygusal bir hoşnutluk yaratabilecek bir cazibeye, yani gönüllü bir sömürü ilişkisine dönüşmesidir.