İyi bir açıklama sadece bizi aydınlatmakla kalmaz, aynı zamanda insan bilgisinin ve insan ilerlemesinin de kaynağını oluşturur. Başka bir deyişle, iyi açıklamalar bu dünyayı açımlar. İlerlemenin zorunlu bir sonu olmasa da, zorunlu bir başlangıcı vardır: Sonsuzluğun Başlangıcı.
Bilim, kendimizi kandırmaktan nasıl uzak duracağımız konusunda öğrendiklerimizdir.
Hiçbir insan bir yıldızın çekirdeğini ziyaret etmek şöyle dursun, yüzeyine bile ayak basmamıştır. Yine de bilim insanları, ışık yılları uzaklıktaki yıldızların derinliklerinde neler olup bittiği hakkında çok şey biliyor.
Nasıl oluyor bu? Çünkü bilmenin tek yolu deneyimlemek değildir.
Deneyim bilim için gerekli olsa da, bilginin türetildiği kaynak değildir. Eğer öyle olsaydı, örneğin yıldızlar hakkındaki bilgimiz gece gökyüzüne bakarak öğrendiklerimizle sınırlı kalırdı. Bunun yerine, bilgimizin gerçek kaynağı teori ve varsayımdır.
Popper bilim felsefesi derslerine öğrencilerden sadece ‘gözlem yapmalarını’ isteyerek başlardı. Sonra da birinin neyi gözlemlemeleri gerektiğini sormasını beklerdi. Böylece onlara, neye bakacakları, nasıl bakacakları ve gördüklerini nasıl yorumlayacakları konusunda önceden var olan bilgiler olmadan bilimsel gözlemin imkansız olduğunu açıklardı. Ve bu nedenle teorinin önce gelmesi gerektiğini açıklardı.
Bilimsel teoriler birer açıklamadır: dışarıda ne olduğu ve nasıl davrandığına dair iddialar içerir. Gerçekte, onları doğada okumayız ya da doğa onları bize yazmaz. Onlar birer tahmindir, yani varsayımdır.
Bu tür bilimsel teoriler, gözlemler ve deneyler biçimindeki deneyimlerle test edilebilen tahmin ve spekülasyonlardan türetilir.
Bilginin sürekli ve hızlı bir şekilde büyümesi için gerekli olan şey bir eleştiri geleneğiydi. Daha önce
test edilebilirlik genel olarak bilimsel yöntemin tanımlayıcı özelliği olarak kabul edilmekte idi. Popper bunu bilim ile bilim olmayan arasındaki ‘minimum kriteri’ olarak adlandırmıştır. Ve bilimin gelişimi için yanlışlanabilirlik kriterini önermiştir. Burada ortaya sürülen iddiaların yanlışlanabilme imkanının bulunması temel alınmaktadır, aksi takdirde bilimsel bir söylem olamaz.
Yanlışlamacılar (Falsifiable): en iyi ve en temel açıklamalarının bile gerçeğin yanı sıra yanlış anlamalar da içermesini beklerler. Bu nedenle onları daha iyi hale getirmeye çalışmaya yatkındırlar. Sonsuzluğun başlangıcı olan sınırsız bilgi artışının başlatılması için gerekli olan şey otoritenin salt reddi değil, eleştirel tutumdur.
Düşünsel evrim iyi fikirlerin doğal seçilimi ile olur
İnsan beyninin ve DNA moleküllerinin en temel işlevlerinden biri bilgi depolamaktır. Dahası, depoladıkları bilgi türleri kendilerini kopyalayarak yayılma eğilimindedir. Bu ne anlama geliyor?
Neo-Darwinizm’in ana fikri, evrimin popülasyon içinde en iyi yayılan genleri desteklediğidir. Evrim burada türün iyiliğini optimize eder, bireyin değil. Bu bir çoğaltıcı fikrine dayanıyor (kendi kopyalanmasına nedensel olarak katkıda bulunan herhangi bir şey). Dawkins, kopyalayıcı olan fikirler için kalıp (meme) terimini icat etmiştir.
İnsanlar birbirlerine eğlenceli hikayeler anlatmayı sever. Bu hikayelerden bazıları, yeniden anlatılacak kadar ilginç fikirler içerir ve nesiller boyunca yeniden anlatılır. Bu fikir yaratma ve çoğaltma süreci kültürler için temel bir olgudur. Bu kişiden kişiye yayılan uzun ömürlü fikirlere kalıp (meme) adı verilir. Örnek olarak bir toplumun ortak değerleri, belirli bir dilde iletişim kurma becerisi ve belirli bir müzik tarzının beğenilmesi verilebilir.
Yani genler gibi fikirler de çoğalır. Örneğin, iyi bir şaka bir çoğaltıcıdır. Bir fıkra bir kişinin zihnine yerleştiğinde, o kişinin bunu başkalarına anlatması ve böylece bir kopyasını onların zihnine aktarması muhtemeldir. Dil, bilimsel teoriler ya da dini inançlar gibi neredeyse tüm uzun ömürlü fikirler bu anlamda birer kopyalayıcıdır. Nesiller boyu süren değişimden sağ çıkma şansı en yüksek olan fikirler, derin hakikatlere ulaşabilen hakikatlerdir.
Aralarındaki temel fark: bilgi yalnızca ifade edildiğinde çoğaltılabilirken, genler kullanılmasa da çoğaltılabilir. Eğer bir fikir sadece zihnimizde pasif bir şekilde depolanır ve hiçbir zaman davranış veya konuşma olarak ifade edilmezse, başkası tarafından alınamaz. Ancak genler davranışla ifade edilmeden bir nesilden diğerine geçebilir.
Bilginin evrimi doğrusal değildir
Tüm bilgi artışı kademeli olarak gerçekleşir. Fakat bu kademeli iyileştirmelerden birinin ani bir erişim artışına neden olduğu ve onu ilgili alanda evrensel bir sistem haline getirdiği bir nokta gelir.
Örneğin yazı sistemlerini ele alalım. En eski yazı sistemi temsil için piktogram adı verilen stilize resimler kullanıyordu. Daha sonra yeni kelimeler eklerken, yazarlar yeni piktogramlar yerine yeni kurallar eklemeyi daha kolay buldular. Örneğin, bir kelime arka arkaya iki kelimeye benziyorsa, bu iki kelimenin piktogramları ile temsil edilebilir gibi kurallar eklediler. Bu yazı sistemini kademeli olarak geliştirir çünkü daha fazla piktograma gerek kalmadan daha fazla kelime ifade edilebilir.
Ancak bir gün birisi sembolleri herhangi bir anlamda birleştirmenin bir yolunu yani alfabeyi icat etti. Alfabenin dehası, sadece her kelimeyi değil, kendi dilindeki olası her kelimeyi kapsayabilmesidir. Böyle bir gelişme, sistemde ani bir erişim artışına neden olur ve yeni bilgi biçimlerinin yaratılmasını mümkün kılar.
Bu varyasyonun en önemli kaynağı yaratıcılıktır. Yapay (genel) zeka alanında hiçbir ilerleme kaydedilememesinin nedeni, temelinde çözülmemiş felsefi bir sorunun yatmasıdır: yaratıcılığın nasıl işlediğini anlamıyoruz. Bu çözüldüğünde, onu programlamak zor olmayacaktır. Bir teoriye göre yaratıcılık herhangi bir işlevsel avantaj sağlamak için değil, yalnızca cinsel seçilim yoluyla evrimleşmiştir: insanlar bunu eşlerini çekmek için renkli giysiler, süslemeler, hikaye anlatımı gibi gösteriler yaratmak için kullanmışlardır.
Grup kararlarındaki rasyonalite paradoksu
1951`de ekonomist Kenneth Arrow imkansızlık teoremi ile ortak karar alma sürecinin zorunlu olarak irrasyonel olduğunu iddia etti. Arrow, Toplumsal refah üzerinden ele aldığı grup kararı sürecini incelerken: grupların tercihleri hakkında “halk iradesini” yansıtacak şekilde beş temel ilke ortaya koydu:
- Diktatörsüzlük: Karar sadece tek bir bireyin tercihini dikkate alıp, diğerlerini görmezden gelemez.
- Evrensellik: Karar deterministik (keyfiyetsiz) net bir bir toplumsal tercihi yansıtmalıdır.
- Alternatiflerin Bağımsızlığı: Karar sadece bir alt kümeye uygulanırsa, elde ettiğimiz sonuç tüm kümeye uyguladığımızda elde ettiğimiz sonuçla bağdaşmalıdır.
- Tutarlılık: Eğer bir birey kendi tercih sıralamasındaki bir unsuru üst sıraya çıkartırsa bu unsur toplumsal tercih sırasında da ya daha üste çıkmalı ya da konumunu korumalıdır; aşağı düşemez.
- Dayatmama: Bireysel tercih sıralamalarının sonucunda mümkün olan bütün toplumsal tercih sıralamaları oluşabilmelidir.
Bu teoreminde Arrow, grubun tercihlerini beş ilkenin hepsini karşılayacak şekilde tanımlamanın aslında imkansız olduğunu göstermiştir. Bu teorem ona Nobel Ödülü kazandırmıştır.
Oysaki bu karar verme algısında temelde yanlış olan bir şey var. Karar vermeyi mevcut seçenekler arasından seçim yapma süreci olarak görüyor. Oysa karar vermenin özünde yeni seçeneklerin yaratılması ve mevcut seçeneklerin terk edilmesi ya da değiştirilmesi yatar. Yani bu sadece rasyonel bir karşılaştırma meselesi değildir.
Seçim ve karar vermeyi, sabit bir formüle göre mevcut seçenekler arasından seçim yapma süreci olarak düşünmek bir hatadır. Bu, karar vermenin en önemli unsurunu, yani yeni seçeneklerin yaratılmasını göz ardı eder.
Geleceğe Dair İyimserlik
İyimserlik bu kitap bağlamında tüm başarısızlıkların -tüm kötülüklerin- yetersiz bilgiden kaynaklandığı teorisidir. Bu, bilinemez olanı hedefleyen rasyonel felsefesinin anahtarıdır. Gelecekte ne keşfedeceğimizi bilemeyeceğimiz için iyimserler her şeyin mümkün olduğuna inanırlar.
Henüz keşfetmediğimiz şeyleri henüz bilmiyoruz. Bu bilmeme durumunda geleceği rasyonel olarak öngörebilir miyiz? Rasyonellik limitliyse iyimser bir tutum içinde olmayı seçebilir miyiz?
Şu hikaye durumu özetliyor: Bir mahkum kral tarafından ölüm cezasına çarptırılır. Ancak kralın atına bir yıl içinde konuşmayı öğreteceğine söz vererek infazın ertelenmesini sağlar. Bir arkadaşı ona neye güvenerek böyle bir pazarlık yaptığını sorduğunda mahkum “Bir yıl içinde çok şey olabilir. At ölebilir. Kral ölebilir. Ben ölebilirim. Ya da atı konuşturabilirim!” der.
Bilgi bizim misyonumuzdur ve biz insanları önemli kılar
Kozmik ölçekte insanlar uzamsal olarak önemsiz derecede küçüktür. Fakat insanların sahip oldukları bilgi sayesinde Dünya’yı nasıl dönüştürdüklerini düşündüğümüzde insanlığı kozmik düzende önemli kılanın da bu bilgi olduğunu görürüz. Uzun vadede bilgimiz diğer güneş sistemlerini kolonileştirmemize ve hatta yıldız patlamaları gibi güçlü fiziksel süreçleri nasıl kontrol edeceğimizi öğrenmemize yardımcı olabilir.
Açıklayıcı bilgi yaratma ve kullanma becerisi, insanlara doğayı dönüştürme gücü verir. Diğer tüm organizmalar sabit türdeki kaynakları daha fazla organizmaya dönüştüren bir fabrika iken, insan bedenleri (beyinleri de dahil olmak üzere) doğa yasalarının izin verdiği her şeyi her şeye dönüştüren fabrikalardır. Yani ‘evrensel yapıcılardır’.
Bizler evrensel açıklayıcılarız ve her şey hakkında bilgi üretebiliriz. Tüm bu alanlarda bulunabilecek nesnel bir gerçek vardır. Ancak kesinlik veya yanılmazlık hiçbir yerde bulunamaz.
Bilimsel keşifler nihai gerçekler değildir
19.yy sonlarında, Newton tarafından keşfedilen klasik fizik yasaları nihai, temel gerçekler olarak düşünülüyordu. Bazı teorik sorunların farkında olsalar da, bunların birkaç küçük değişiklikle çözülebileceği tahmin ediyorlardı. Ancak Einstein’ın açıklamaları bir devrim yaratarak paradigma değiştirdi. Bugün bile bilimsel teoriler mutlak doğrular değildir, çünkü en iyi teorilerimiz halen birbiriyle uyuşmamaktadır.
Fizik bugün 2 temel teoriye sahiptir: atom altı ölçekteki kuantum teorisi ve Einstein’ın yerçekimini açıklayan genel görelilik teorisi. Ancak bu iki teori kökten uyumsuzdurlar. Ve hangi bilimsel keşfin bu uyumsuzluğu ortadan kaldıracağını bilemeyiz, çünkü gelecekteki bilimsel keşifler henüz hayal bile edilemez.
Bununla birlikte, bugünün ötesinde ne olduğunu merak etmek varsayım ve spekülasyona yol açar. Bu bilimsel ilerleme için hayati önem taşır, çünkü her öngörülemeyen fikir bir spekülasyon kıvılcımı olarak başlar.
Sonuç olarak:
İnsanlığın ilerlemesi bilginin eleştiri yoluyla ve yaratıcılıkla geliştirilmesine bağlıdır. İnsanın ilerlemesinde ve bilgi yaratmasında zorunlu bir sınırlama yoktur. Bilgi yaratımının bu sınırsızlığı, insanı kozmik düzende önemli kılan “sonsuzluğun başlangıcıdır”.