Tarihsel Sosyoloji: Sosyal değişimlere ilişkin analizini tarihsel bir perspektifle ve karşılaştırmalı olarak gerçekleştiren metodolojiye dayalı sosyoloji yaklaşımıdır.
Wallerstein’ın üç önemli ayırt edici özelliğine değinirsek:
- sosyal bilimlerin eleştirel bir bakış açısından yürütülmesi gerektiği yönündeki duruşu
- bilimsel arayışta objektivitenin ve değer yargılarından arınmış bir araştırma çabasının beyhude bir çaba olduğuna dönük duruşudur.
- Sosyolojide tarafsızlığı devam ettirmek için gösterilen çaba sürdürmesi imkânsız bir çabadır.
Wallerstein’in Kuramsal Kökenleri
Schumpeter: bireysel girişimciyi, sadece bir üretim sistemi olarak kapitalizmi geliştirdiği için değil ama aynı zamanda toplumun genelinin yaşam standardını ve refahını yükselttiği için de büyük icatların ve yeniliklerin kaynağı olarak kutsar. Marx’ın düşüncesinden farklı olarak Schumpeter, kapitalizmin yıkımının girişimci ruh tarafından gerçekleşeceğini savunmaktaydı. Ona göre yenilikler piyasalarda uzun dönemde tekelleşmeyi getirecek ve tekelleşme de girişimci ruhu öldürerek kapitalizmin sonunu hazırlayacaktı.
Karl Polanyi ise birçok ekonomist tarafından artık bir klasik olarak kabul edilen Büyük Dönüşüm (1944) isimli eserinde 19. yüzyılda modern piyasa ekonomisinin doğuşunu ve piyasa ekonomisinin doğuşu ile modern ulus devletlerin ortaya çıkışı arasındaki ilişkiyi tartışmıştır. Bu eserinde, ulusal hükümetlerin burjuva sınıfının yükselmesinde nasıl destekleyici bir rol oynadığını oldukça detaylı bir şekilde tarif eder.
Fernand Braudel: Sosyal yapıların uzun dönemli köklerine odaklanılarak anlaşılabileceğini savunan ve Annales Okulu olarak 1920’li yıllarda Fransa’da kurulmuş ekolün öncü isimlerindendir. Esasında, Annales Okulu’nun vaka merkezli analizlerden sıyrılıp uzun dönemli tarihsel açıklamalara yönelmesi devrimsel bir yeniliği temsil etmektedir. Braudel, tarihsel gelişmenin tek bir teoriye indirgenemeyecek kadar karmaşık bir süreci ve çeşitliliği ifade ettiğinin altını çizmiştir. İnsanlık tarihini şekillendiren değişkenlerin, seçkinlerin ya da önemli devlet adamlarının hayatlarından çok, toplumu oluşturan köylülerin, zanaatkârların ve ticaret erbabının pratikleri ve yaşam biçimleri olduğunu göstermesinde yatmaktadır.
Karl Marx‘ın teorilerinde sosyal gelişmeyi anlayabilmek sosyal gruplar arasında kaynaklar için verilen mücadeleyi anlayabilmeyi gereksinimi de Wallerstein’ın düşüncesini etkilemiştir.
Dünya Sistemi Kuramı’nın Olgusal Arkaplanı: Küreselleşme
Ritzer’e göre, küreselleşme kavramı en geniş anlamıyla çeşitli pratiklerin dünya çapında yayılması, birçok ilişki biçiminin farklı kıtaları kapsayacak şekilde genişlemesi, sosyal hayatın küresel düzeyde organizasyonu ve yaygın olarak paylaşılan küresel bir farkındalığın büyümesidir.
Öte yandan Tomlinson, küreselleşme kavramını modern yaşamı karakterize eden bağlantılar ve bağımlılıklar ağının hızlı bir gelişmesi ve yoğunlaşması olarak tarif etmektedir.
Siyasal küreselleşme teorileri arasında ise öncelikle Adam Smith ve John Locke gibi daha çok klasik liberal iktisatçıların eserlerinden esinlenerek geliştirilmiş yine neoliberal gelişmeleri siyasal açıdan olumlayan ve sıklıkla “Washington Konsensüsü” olarak ifade edilen teorileri gösterebiliriz. Bu teoriler, küresel bir serbest piyasa ekonomisini siyasal bir sistem olarak savunup desteklemektedir.
Küreselleşmeyi siyaset bilimi alanı içinde tartışan teorilerin birçoğu için temel konu ulus devletin halen devam eden bir geçerliliği olup olmadığıdır.
Glokalizasyon: Global (küresel) ve lokal (yerel) terimlerinin birleştirilmesiyle oluşturulan bu kavram, küreselleşme ile yerelleşmenin birlikte ortaya çıkan süreçler olduğunu vurgulamak üzere kullanılmaktadır.
Wallerstein’a göre küreselleşme olgusunu karakterize eden iki temel özellik sömürüye dayalı bir işbölümü ve sermaye birikimidir. Ona göre, bugün yaşadığımız dünya, sonu olmayan bir sermaye birikimine öncelik verdiği ölçüde kapitalist sistem içinde olmaya devam edecektir.
Dünya Sistemi Kuramı
Kuramın odak noktası birbirinden bağımsız hareket ettiği zannedilen ulus devletlerden ziyade bir bütün içinde hareket eden ve birçok ulus devleti kapsayan bir dünya sistemidir.
Wallerstein’a göre, insanlık tarihinde şuana kadar sadece iki çeşit dünya sistemi kurulmuştur.
- ortak bir siyasi yapılanmaya sahip olan dünya imparatorlukları
- ortak bir işbölümü ve sonu olmayan sermaye birikimine dayanan dünya ekonomileridir.
“Dünya İmparatorlukları”ndan “Dünya Ekonomileri”ne Geçiş:
Dünya İmparatorlukları kavramı, askeri bir güç ve baskın olan siyasal hegemonik gücün zayıf olandan aldığı zorunlu vergilerle ayakta duran siyasal otoriteleri ifade etmektedir.
Bugün yaşadığımız modern küresel kapitalist yapılanmanın ortaya çıkışı üç sürecin dayanır:
- Bilinen dünya coğrafyasında keşifler ve kolonileştirme girişimleriyle yaşanan genişleme
- Farklı coğrafi bölgelerde işgücünün farklı biçimlerde kontrol edilmesini sağlayan gelişmeler
- Ticareti ve ekonomik genişlemeyi kabul ettirme gücüne sahip güçlü devlet yapılarının ortaya çıkışı.
Küresel Kapitalist Hiyerarşi; Merkez, Çevre ve Yarı Çevre Ülkeler:
Wallerstein’ın dünya sistem teorisinin temel ilkelerini şu şekilde sıralayabiliriz:
- İşbölümü ve sınıfsal bölünmeler evrensel olgulardır.
- Hâkim olan unsur siyaset değil ekonomidir. Politik bölünmeler ekonomik gereksinmelere hizmet eder ve politik hâkimiyet gelişmeye engel bile olabilir.
- Dünya sistemi merkez, yarı çevre ve çevreden oluşmaktadır. Bu ayrımlar ulusal gibi görünmekle beraber aslında daha çok bölgesel ayrımlardır.
- Değişim süreklidir ama tek yönlü ve doğrusal değildir.
Kondratieff Dalgalanmalar ve Küresel Kapitalist Hiyerarşideki Değişimler:
Dünya Sisteminin hiyerarşik yapısında yer alan ülkelerin konumlarının sabit değildir. 1450’li yıllardan bu yana merkez ve çevre ülkelerin yer değiştirdiği dört farklı aşama yaşanmıştır. Bu aşamalar, Rus ekonomist Nikolai Kondratieff’in adı ile “Kondratieff Dalgalanmalar” olarak adlandırılmıştır.
Bu dalgalanmalar büyüme dalgalanması olarak ifade edilen A ve durgunluk dalgalanması olarak ifade edilen B aşaması olmak üzere iki aşamadan oluşmaktadır.
- A aşaması olarak ifade edilen büyüme döneminde yeni ürünler ortaya çıkmakta, piyasalar genişlemekte, istihdam artmakta ve merkez ülkelerin siyasi ve ekonomik etkileri çevre ülkelere doğru genişlemektedir. 25-30 yıllık bir süre boyunca devam eden A aşamasının sonlarında merkez ülkelerdeki ekonomilerin kâr oranları fazla üretim dolayısıyla düşmeye, üretilen mal ve hizmetlerin fiyatlarında azalma ve emeğin birim ücretinde artışlar gözlenmektedir.
- Bu noktadan sonra B aşamasına geçen merkez ülkelerde kapitalist ekonomik yapı ticaret ve ekonomik aktivitelerde azalmayı ifade eden derin bir ekonomik durgunluk dönemine geçiş yapmaktadır.
150 yıl içerisinde küresel çapta oldukça etkili ve derin bir kriz doğurmakta ve bu kriz sonrasında başlayan yeni dönemde bir önceki dönemdeki merkez-çevre ülke yapılanması değişmektedir. Wallerstein’a göre 1450’li yıllardan bu yana dünya ekonomilerinde merkez ve çevre ülkelerin konumlarında yaşanan dört büyük yer değiştirme olmuştur. Örneğin, 1450 yıllardan 1600 yıllara doğru giden süreçte tarımsal kapitalizm hâkimken, 1600 yılların ortasından itibaren ticari kapitalizm, 1750’li yıllardan sonra endüstriyel kapitalizm dönemine girilmiştir.